3 Şubat 2010 Çarşamba

PEYGAMBERİN SON BEŞ GÜNÜ - TAHSİN YÜCEL

Önyargım Önyargıma Karşı

Ne yaparsam yapayım, önyargılarımdan kurtulamıyorum. Tamamen kurtulamayacağımı biliyorum ve mümkün olduğunca azaltmaya çalışıyorum. Tam azaltmaya başladığımı düşündüğümde ise derinlerde kalmış bir önyargım, bir nilüfer çiçeğinin gösterişi ile açılıp karşımda yerini alıyor ve nispet yapar bir şekilde kendini gösteriyor.

Orhan Kemal Roman Ödüllü kitaplar serüveninde Tahsin Yücel’in 1993 yılında ödülü alan Peygamberin Son Beş Günü isimli romanını özellikle okumak istediğimi belirttim ve kendi listeme aldım. Amacım denemeleri ve çevirilerinden tanıdığım Tahsin Yücel’in romancılığına karşı geliştirdiğim önyargımı kırmaktı. Tam bu seçimi yaptığımda önyargılarımın bir de pazarlığa tabi olduğunu fark ettim. Tahsin Yücel’i okurum ama Köylüler’i biriniz okuyup “güzel, mutlaka okunmalı” demeden okumam deyip bir kenara bıraktım.



Peygamberin Son Beş Günü’nü elime aldım ve yazınımızın bu kadar değerli bir yazarının bir romanını daha önce neden okumadım diye düşünmeye başladım. Hem de en sevdiğim romancılardan biri olan Albert Camus’un 5 kitabını onun çevirisi sayesinde okumuşken, Marguaret Duras’nın Sevgili’sini de o çevirmişken. -Gerçi hala Vedat Günyol çevirilerini tercih ediyorum ama o ayrı.- Aslında bu yüzden önceleri hiç Tahsin Yücel okumadım diyebilirim. Tahsin Yücel’e sıra gelene kadar önce onun çevirdiği kitapları okumayı tercih ettim. Sonrasında da onun çevirdiği kitapların yazarlarının başka kitaplarını okudum. Bir ömür boyu sadece Tahsin Yücel’in çevirdiği kitapların yazarlarını okuyacaksın deseler sanırım bu emre boyun eğerim. Camus, Sartre, Zweig, Colette, Steinback, Flaubert, A.Gide, Proust, E. Ajar, R. Barthes…(*)





Bir kısa ara verip, eklemeden geçemeyeceğim. Şebnem İşigüzel’in Çöplük adlı romanını okumuştum. Şebnem İşigüzel, kitabın sonunda romanda adı geçen kişilerle görüşmeler yapmış ve Kasparov ile buluşmuştu. Bu hayali görüşmede; Şebnem İşigüzel Kasparov’a "aslında romanımın birinci bölümünü okusaydınız çok sevinirdim, hem de görüşmemizdeki sorulara ışık tutardı" dediğinde, Kasparov cevap vermişti:

"Artık roman gibi şeyleri çok fazla okuyamıyorum. Kabul edersiniz ki bütün Tolstoyları, bütün Flaubertleri, Stendhalleri, Dostoyevskileri, Turgenyevleri okuduktan sonra geriye pek bir şey kalmıyor. Yanlış anlamanızı istemem ama okuyacağımı okudum ve bundan sonra tekrar edebi metin okumak istersem oturur bu roman Tanrılarını yeniden okurum. Umarım kabalık etmiyorum." diyor.

Ben de yanlış anlaşılmak istemem, burada bahsi geçen Kasporov gibi akılüstü bir varlık olmasam da kısaca bir noktaya kadar da Tahsin Yücel’e sıra gelmemişti demek istiyorum.

Kendisine önyargım ise Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ı ile ilgili o çok önemsenen ve hâlâ dillendirilen eleştirisini okuduktan sonra gelişti. Önceleri; bu eleştiriyi defalarca okuyup anlamaya çalışmıştım. Sonrasında Kara Kitap’ı okuması için kime versem yazıyı da içinde veriyordum. Büyük bir hevesle "kitabı bitirince hem kitap hem de bu yazı hakkında konuşabilir miyiz?" diyordum. Bir süre sonra da kitabımın ve yazının izini yitirdim. Üzerine defalarca Kara Kitap’ı satın aldım ve okudum, yazıyı da internetten bulup tekrar tekrar anlamaya çalıştım.

Buyurun siz de okuyun:

Kötü bir yazar iyi bir romancı olabilir mi?

Kara Kitap yayımlandığında bundan neredeyse 20 yaş gençtim. Kitabı ilk okumaya başladığımda sevmeyip bıraktım ve sonrasında tekrar okuduğumda hayranlık duydum ve her okuyuşumda kitaba daha da yaklaştım.



"Tekdüze ve topal tümcelerim, günümüz Türkçe’sinin çok gerilerinde kalmış sözcük dağarcığımla" söyleyebileceğim şey Kara Kitap benim Hayat Kitaplarımdan biridir. Evet, benim hayat arkadaşım olduğu gibi, hayat balığım var, hayat kitaplarım var, hayat şehrim var, hayat köprüm var… İşte böyle gülünç sözler söyleyebildiğim gibi gülünç sözler söylediği iddia edilen hayat yazarlarım var. Balığa, köprüye, şehre değil ama bu yazarlara eleştiri yapan, üstüne üstlük yaptığı eleştiriyi anlayamadığım/anlamamakta direndiğim yazarlara ise önyargım var.

“Önyargı iyi bir şey değil, hayatımı kötü etkiliyor, kişiliğimi fakirleştiriyor, köşelerimi yuvarlaklaştırmalıyım” diyerek 1 Aralık’ta 2009 tarihinde Peygamberin Son Beş Günü’nü okumaya başladım. İşte heves de, böyle doymaz bir duygu… Bir çırpıda 4.bölüme geldim. Arada kendime kızmayı da ihmal etmedim. Tahsin Yücel’in daha önce hiçbir romanını ya da öyküsünü okumamış olmaktan rahatsız oldum. Kitabın, son derece düzgün bir Türkçe ile yazılmış olmasının etkisi ile cümleleri birkaç defa daha okuduğum oldu. "Dizge", "seçki", "kenter", "uzaksıllık" gibi kelimelerin çarpıcı bir şekilde kullanılması, elimde bir hazine tutuğuma işaretti sanki.

Fehmi ve Rahmi doğma büyüme Üsküdarlıdır ve aynı sokakta, yan yana evlerde otururlar. Tüm çocuklukları ve gençlikleri beraber geçer. Bu iki arkadaş birbirini çok iyi tamamlamaya nerdeyse kusursuz bir denge kurmaya başlar ve gelişen koşullar gereği birbirlerinin açığını kapatacak şekilde yazın tutkusu ile kenetlenir. Birbirleri bütünleme arzusu ve karakter özellikleri gereği; Rahmi ozan, Fehmi eleştirmen olmaya karar verir. Yazın öğretmenlerinden toplumsal bir ereğe destek olmayan bir yazının hiçbir biçimde “çağdaş” sayılamayacağını ve bu ereğinde insanlığı sınıfsız bir dünya toplumuna götürmek olduğunu öğrendiklerinden itibaren bu yolda ilerlemeye başlarlar. Yazın işleri ile ilgilenirken bir yandan da Rahmi, Zarife ile Fehmi, Betül ile ortak bir gelecek kurmak için planlar yapar. Askerlik sonrası ise çağın biliminin uzmanı olmak için İktisat Fakültesine yazılırlar. İktisat Fakültesi ise bekledikleri gibi çıkmaz. Marks’ın adını anmadan ve kuramının dahi özetlemeden karşı çıkan öngörüler sunan hocaları, kendilerine yetersiz gelen ders içerikleri derken bunalırlar, ancak sorumluluklarını hatırlayıp, katlanırlar.

Okulda tanıştıkları Feride ise onların hayatını tamamen değiştirir. Feride hayatlarına girdiğinde de gözleri ne Zafire’yi ne Betül’ü görür. Her ikisi de Feride’ye hayran ve âşıktır. Feride, Rahmi’yi seçer ve onunla evlenir. Fehmi ise Feride’yi büyük bir aşkla sevse bile onlarla kalmaya devam eder. Çevreleri de gittikçe genişler. Yirmi kişilik içki masalarında Rahmi gerek kişiliği, gerek yazdıkları, gerekse Nazım’dan okuduğu dizeleriyle haklı bir ün edinmeye başlar.

Matrakçı Maruf, kendisine biat eder ve Peygamber demeye başlar. Bu ad herkes tarafından o kadar benimsenir ki artık Rahmi’ye Peygamber diye seslenilir. Tanıdıkları arasında Peygamber iken, şiirlerini Rahmi Sönmez diye yayımlaması ününü böldüğü gibi ve toplumsal yaşamında bir tür gerileme dönemi yaratır. Zaman geçtikçe, Rahmi uzlaşmaz bir Marksçı olarak kalmaya devam ederken, Fehmi büyük bir kapitalist olma yolunda ilerler.

Tüm arkadaşları, büyük şairler, yazarlar hepsi tutuklanmasına rağmen kendisine bir türlü sıra gelmemesi Rahmi’de derin üzüntü ve aşağılık duygusu yaratır. Bir tabutluğu bile olmadan, gerçek devrimci ozanlar arasına katılamayacağı inancı ile gün geçtikçe yaşamdan kopar. Bir tabutluğun hasreti ile arşiv çalışmasına başlar. Hapse giren tüm devrimci ozanların abecesel dizelgesini çıkartmaya, her ozanın toplam tutukluluk süresini belirlemeye girişir. Bu “uzun ve saçma” arşivleme çalışması sayesinde ülkenin nerede ise en zengin sol kitaplığını oluşturur.

Rahmi Sönmez 70 yaşını geçerken öldüğünde, Fehmi Gülmez beş kişilik yazar ve araştırma topluluğuna oldukça ciddi bir para ödeyerek, Rahmi Sönmez ile ilgili bir gerçek yaşam öyküsü yazmalarını ister. Sonradan da bir takım korkuları sebebi ile bundan vazgeçer. Böylece Peygamberin son beş gününe nerelerden geçerek geldiğini ve o uzun yürüyüşü öğreniriz.

Dediğim gibi kitabın ilk kısmı ve kurgusu son derece etkileyici idi. Ama sonrasında bitemeyen cümleleri, sürekli tekrarları, devam edemeyen kurgusu kitabı okumayı işkenceye dönüştürdü ve ben de bir kenara ayırdım. Üzerine altı kitap okuyup, bir tatil, bir yılsonu kapanışı telaşı yaşadıktan sonra tekrar başladım. Normal şartlarda kitabı bırakırdım ama Orhan Kemal Ödüllü Roman Okuma Projesi gereğince devam ettim. Okumamı kolaylaştıransa; Kara Kitap’a karşı Peygamberin Son Beş Günü izleğim oldu.

Karakterlerin isimlerinden de anlaşılacağı gibi Rahmi sönmeyecek, Fehmi gülmeyecektir veya başka bir bakış açısıyla tam tersidir. Sayın Yazarımız isimleri de o kadar özenle seçmiş ki, Türkçe’yi çok iyi kullanmanın yanı sıra; kişilerin isimleri ile tavrını, dolaylı ama zekice bir söylemle baştan gösteriyor. "Zekice mi?" Çok kolaya kaçılmış, kulak tırmalayan, biraz da İktisat dersinde sıklıkla gördüğümüz “şirket müşterisi Bay A dan 100 TL alacaklı, Satıcı Bay B ye aynı tutarda borçlu bulunmaktadır” kıvamında.

Benim anladığım; Peygamberin Son Beş Günü çok güzel kısa öykülerden oluşmuş bir kitap olabilecekken Tahsin Yücel'in bunu upuzun bir roman yazma sevdasıyla yerle bir ettiği oldu. Çok gerçeğe yakın ve gerçekten uzaklaşan karakterleri ile benzersiz ayrıntılar yarattığı da tartışma götürmez iken; bu kısa vurucu hikâyeler, romanın üzerini örten tekrarları ile beni de Rahmi gibi aynı daire içinde döndürdü. Belki yazarın hedefi de bu idi. Ancak tekrar ediyorum, -mazur görün- bu tekrarlar, aynı gülünesi ve acınası olaylar, içinde bulundukları açmazların başka örneklerle yinelemesi, nasıl Rahmi’yi halktan/yaşamdan kopardı ise beni de romandan uzaklaştırdı.

Yazar’ın Kara Kitap eleştirisinde belirttiği gibi; Ama, hemen belirtmek gerekir ki, bu gerçeküstücülük örnekleri çoğaldıkça bıktırıcı olmaya başlar.

Nazım Hikmet’in şiirleri kitapta sıklıkla geçiyordu. Bir tür Nazım Hikmet’i anlama kitabı gibi görünen bölümleri vardı. Şiirler son derece güzel ve çarpıcı iken, sırf şiirlerin romanda yer alabilmesi için Rahmi’nin beyninin bu denli kurcalanması ve şiirler yerli yersiz serpiştirilmesin diye, yazarın yeni yeni taktikler denemesi oldukça zorlama olmuş. Peygamberin Son Beş Günü’nün ansiklopedik yönü ve tutarsızlığı için yine kendi eleştirisine başvuruyorum:

Günümüz romanında tutarlı ve bağdaşık bir olay örgüsü, tutarlı kişilikler ve davranışlar aranmıyor her zaman. Çağcıl romanda en azından bir iç tutarlığın, bir iç birliğin, öğeleri arasında birtakım derin bağlantıların varlığını içerir ve ister istemez birtakım biçimsel zorunluluklar getirir, belirli bir “tutumluluk” ister. Orhan Pamuk’un “ansiklopedik” diye nitelenen kitabıysa, kurgu açısından hiçbir biçimde “modern” bir roman olmadığı gibi (tam tersine, kendince süslü anlatımı, bitip tükenmek bilmeyen, bıktırıcı benzetme ve uzatınlarıyla yüzyıl başı romanlarını anımsatır) bu gerekler de uymaz.

Kara Kitap’ın 1990’da, Peygamberin Son Beş Günü’nün de Ocak 1992’de yayımlandığı düşünülürse, Tahsin Yücel’in Kara Kitap eleştirisi yapmakla harcadığı vakit aynı zamanda romanına alt zemin yaratmaya da yaramış. Rahmi, eşi Feride öldükten sonra bile onu yaşamının baş kösesine oturtmaya devam etmiş ve bütün devrimci kuramını bir kadın bedenine sığdırmayı başarmış. Zarife ile beraber yaşamaya başladığında bile onunla sevişmemesi, Meryem ile yaşadığından ise suçluluk duyması bunu pekiştirir nitelikte. Bu çok yüce ve romantik bir dava imiş gibi görünmektedir. Benim baktığım yerden ise; Kara Kitap’ın Galip ile Rüya’nın ilişkisine nispet yapar, gönül indirilecekse "öyle olmaz, böyle olur" şeklinde ama akla ve mantığı uymayacak şekilde yaratılmış:

Roman, görünüşte, anahtar kişisi Galip’in kendisini bırakıp giden karısını arayışının öyküsüdür. Ama, daha ilk sayfalarda, öykünün yazarın başka konulara atlamak için seçtiği bir “araç” olduğu anlaşılır. Günümüz romanı, iyi örneklerinde, bu türlü araçlara gönül indirmez. Gönül indirdiği zaman da onları tutarlı bir biçimde, işlevsel olarak kullanır. Kara Kitap’ta, arada sırada, kahramanın karısını aradığı, hatta özlediği söylenirse de çoğu kez kadıncağızla hiç mi hiç ilgisi bulunmayan şeylerle uğraştığı, ilgiliymiş gibi gösterilen kimi arayışlarının (örneğin şu uzun ve saçma arşiv araştırması) inandırıcılıktan yoksun olduğu, bu arada, düşünde ya da gerçekte, başka bir kadınla sevişmekten geri durmadığı görülür.

Sayın Yazarımız eleştirisinde; Kara Kitap’ın "şaşırtıcı bir gözüpeklikle kullanılmış “proustien” tümcelerini" de diline dolayabiliyorsa, ben, hem de sadece bir okur olarak kendisinin uzun ve gereksiz cümlelerini yersiz ve gerçek/gerçeküstücülüğün sınırlarını aşmış bulabilirim değil mi? Yoksa bunu dediğimde; 24 satır ve 100 küsur kelimeden oluşmuş bir cümlesinin (sy.18) yazınsal önemini anlayamayacak kadar cahil ve yetersiz mi sayılırım?

Nasıl Orhan Pamuk’un Türkçe’si gerçekten yetersizdir; bu nedenle, en yalın nesneleri, en yaygın sözcükleri bile birbirine karıştırır ise Tahsin Yücel’in yeterli Türkçe’si için aklıma gelen, argo olacak ama “edebiyat yapmak” tabiri oldu.

Sıradan bir okur olmanın en iyi tarafı bu. Ben cahilce/fütursuzca eleştirebilirim. Beğenmezsem bir daha Tahsin Yücel okumayabilirim. -Gerçi en iyi romanı diye nitelendirilen Yalan’ı da okumaya niyetliyim.- Ancak bir yazar/eleştirmen bir başka yazarı böylesine harcayacaksa elinin daha sağlam olması gerekir.



Ve anlaşılan ben hem önyargılı hem de kindarım. Eğer Kara Kitap eleştirisini böylesine kurgulamamış olsa idi bu kitaptan bu kadar rahatsız olmazdım. Bir cadı avı gibi, o eleştiri ve bu kitap arasındaki ilişkiyi çözmeye girişmezdim. Çünkü Tahsin Yücel’in de belirttiği gibi "beş, on topal tümce ile" hayatımıza devam etmememiz ve dili düzgün kullanmamız ve zenginleştirmemiz gerektiğine, aynı zamanda bir çevirmen olarak Tahsin Yücel’in bana kattıklarına inancım sonsuz. Georges Perec hiç "e" harfini kullanmadan La Disparition (Kayboluş) isimli romanı yazmış zamanında. Dolayısı ile çok az kelime kullanabilmiş ve yazdığı eser hâlâ bir başyapıt sayılıyor. En şaşırtıcı olansa; kendisi açıklayana dek hiçbir eleştirmen "e" harfini kullanmadığını da fark etmemiş. Eleştirenler de hata yapabilir değil mi? Bu yüzden de biriniz bu kitabı daha tarafsız bir gözle okuyarak beni de aydınlatırsa çok sevinirim.

Merak ettiklerim arasında, bir diğeri de; Kelimeleri yerli yerinde kullanabilen ve dilsel yeterliliği yüksek biri, bir roman yazarsa bu yazdığının iyi roman olmasına yeter mi?

Gülda

(*) Tahsin Yücel'in Çevirileri:

Amok (S. Zweig) (1954)
Arı Maya (W. Bonsels) (1954)
Tom Amca'nın Kulubesi (E. H. Beecher-Stowe) (1954)
Usta İşçi (S. Zweig) (1954)
Malezya Tılsımı (S. W. Maugham) (1954)
Jane Eyre (C. Bronte) (1954)
Taraskonlu Tartain (A. Daudet) (1954)
Yarına Dönüş (U. Sigrid) (1954)
Bir Numaralı Evde Olanlar (J. Steinback) (1955)
Geçmiş Günler (F. Carco) (1955)
Genç Kızlar (H. de Montherlant) (1955)
Güzel Kadın Meyhanesi (R. Dorgeles) (1955)
Kadınlara Acıyın (H. de Montherlant) (1955)
Kedinin Masalları (M. Aymé) (1955)
İyilik Şeytanı (H. de Montherlant) (1955)
Kan (C. Malaparte) (1955)
Kanatlılar (J. Kessel) (1955)
Kolej Yılları (V. Larbaud) (1955)
Yeryüzünde Bir Yolcu (J. Green) (1955)
Katil (G. Simenon) (1956)
Kül Kedisi (C. Perrault) (1956)
Taşralı Kız (A. Moravia) (1956)
Madam Bovary (G. Flaubert) (1956)
Büyük Sürü (J. Giono) (1956)
Cüzzamlı Kadınlar (H. de Montherlant) (1956)
Ya Gerçek Olsaydı (R. Dorgeles) (1956)
Duvargeçenler (M. Aymé) (1956)
Tehlikeli Geçit (S. W. Maugham) (1957)
Colomba (P. Mérimée) (1958)
Küçük Prenses (F. H. Burnett) (1958)
Kar Topu (G. de Maupassant) (1958)
Vatikan Zindanları (A. Gide) (1958)
Kaçak (G. Simenon) (1959)
Pamuk Prenses (J. Grimm) (1959)
Kırmızı Zambak (A. France) (1959)
Sapho (A. Daudet) (1959)
Uzaktan (Colette) (1959)
Kadın ve Kukla (P. Louys) (1959)
Dünya Nimetleri (A. Gide) (1959)
Aynı Yol (A. Gide) (1960)
Kaz Baba (M. Aymé) (1960)
Diktatörün Kadını (A. Moravia) (1960)
Bella (J. Giraudoux) (1960)
Yeni Nimetler (A. Gide) (1960)
Paris Sıkıntısı (C. Baudelaire) (1961)
Eugenie Grandet (H. de Balzac) (1961)
Konuşan Hayvanlar (M. Aymé) (1961)
Swann'ın Bir Aşkı (M. Proust) (1961)
Bekârlar (H. de Montherlant) (1962)
Çoban Prens (H. C. Andersen) (1962)
Sisifos Efsanesi (A. Camus) (1962)
Kalpazanlar (A. Gide) (1963)
Tersi ve Yüzü (A. Camus) (1963)
Kamelyalı Kadın (A. Dumas) (1963)
Sinekler (J. P. Sartre) (1963)
Evlilik (A. Moravia) (1965)
Altenburg'un Ceviz Ağaçları (A. Malraux) (1966)
Başkaldıran İnsan (A. Camus) (1967)
İklimler (E. Herzog) (1967)
Kadınlar Okulu (A. Gide) (1967)
Ak Bıldırcın (J. Steinbeck) (1968)
Cennet Bahçesi (H. C. Andersen) (1969)
Politika ve Propoganda (J. M. Domenach) (1969)
Tolstoy'un Hayatı (R. Roland) (1969)
Kale (A. de Saint-Exupéry) (1970)
Yeşil Kısrak (M. Aymé) (1970)
İnsanların Dünyası (A. de Saint-Exupéry) (1970)
Becket: Tanrının Şerefi (J. Anouilh) (1972)
Parmak Kız (H. C. Andersen) (1972)
Goriot Baba (H. de Balzac) (1972)
Karlar Kraliçesi (H. C. Andersen) (1973)
Eleştiri Kuramları (J. C. Carloni-C. Filloux) (1975)
Nuhun Gemisi (M. Aymé) (1979)
Suluboya Kutuları (M. Aymé) (1981)
Yağmur Yağdıran Kedi (M. Aymé) (1981)
Yaban Düşünce (C. Lévi-Strauss) (1984)
Kral Solomon'un Bunalımı (E. Ajar) (1985)
Sevgili (M. Duras) (1986)
Yazının Sıfır Derecesi (R. Barthes) (1989)
Çağdaş Söylenler (R. Barthes) (1990)
Duygusal Sürgün (Colette) (1991)
Hastane Günlüğü (G. Hervé) (1992)
Kısa Düzyazılar (M. Tournier) (1993)
Yaz (A. Camus) (1994)
Sürgün ve Krallık (A. Camus) (1996)
Göstergeler İmparatorluğu (R. Barthes) (1996)

8 yorum:

billur dedi ki...

Sevgili Gülda;

Ben Tahsin Yücel okumadım ancak bir ara niyetlenmiş olmalıyım ki YALAN adlı eseri kütüphanemde "Y" soyadlı yazarlar bölümünde kuluçka döneminde...

Aslında okumadım demek yanlış olur geçenlerde Anadolu Masalları adlı masal kitabını Nehir'e okumak üzere seyahatimizde yanımıza aldık. Hepsini okuyamadık çünkü resimleri saymazsak -ki çok fazla değildi- masal yatmadan önce okunmayacak kadar uzundu ve 2 gecede ancak bitirdik. İkinci masalı tamamlayamadık zira masalda kadının biri memesini kesip kocasına yedirdiği kısımda Nehir devam etmemi istemedi. Sanırım bu kitaba +7 işareti konulmalı.

Peygamberin Son 5 Gününü bilmiyorum ama Tahsin Yücel'in yeni kelimeler üretme/türetme savaşında onu çok desteklediğimi söyleyemeyeceğim.Ben de cahil bir okur olarak yazıyorum ki çabasını takdir etmekle birlikte bazılarının zorlama olduğu kanısındayım.

Şu özellikle kitabı okuduğun dönem boyunca kitaba atıfta bulunarak söylediğin "kenter" kelimesi kulağımı çok rahatsız etti.Öncelike kenter ile ne kastediyor? Burjuva mı demek istiyor? Eğer öyleyse bence karşılığını bulmuyor.

Fi tarihinde Fethi Naci'nin bu kitapla ilgili okuduğum eleştirisinde Tahsin Yücel'in bu eserinde mantık hatalarının çok olduğunu ifade ettiğini hatırlıyorum. Ama en önemli eleştirisi hikaye olarak yazacakken romana dönüştürmesinin romanı başarısızlığa uğrattığı ve bunun da hikayenin ilk kısmını ikinci kısmı ile birleştiremediği için meydana geldiği yönündeydi, bilmem sen ne dersin? [Bulup tekrar söylerim ama aşağı yukarı böyle idi]

Ama şu Yalan adlı eseri aynı zamanda okuyalım bakalım dediğin gibi en iyi romanlardan biri miymiş?

Sevgiler
Billur

Gulda dedi ki...

Billur’um,

Öncelikle yorumun için teşekkür ederim. Uzunca bir süre bu yazıyı bloğa geçirip geçirmemek konusunda ikilemde kaldım. Tahsin Yücel’i bir çırpıda harcayacak yeterlilikte olup olmadığımın dışında, bir diğer tedirginliğim de “bizim aslında bu blog ile neyi hedeflediğimiz” oldu.

Evet, ben Orhan Kemal Ödüllü romanların tümünü okuyalım, buradan paylaşalım ve sonunda; genel olarak bir perspektif çıkaralım, iyi bir arşivleme denememiz olsun, bir roman için; “ben ne dedim, bir diğeri nasıl gördü” şeklinde ilerleyebilecek ve en nihayetinde bir başkası ve kendimizin daha okur hale gelmesini de içeriyordu. Ama oturup, bir yazarın bir romanını baştan aşağıya eleştirmek bu proje için öngördüğüm bir durum da değildi. Bunu telafi etmek için Kurtlar’ı (Peride Celal) önyargısız ve bir başka roman ile kıyaslamadan okuyacağım

Yine de sormadan geçemeyeceğim, aklım karıştı: Biz neyi hedefliyoruz?

billur dedi ki...

Sevgili Gülda;

Bence akıl karışacak bir şey yok. Biz Orhan Kemal Roman Ödülü almış kitapları okuyup ne düşünüyorsak, nasıl hissediyorsak, ne öğrenmişsek bu kitaplardan ve yazarlardan bunları yazacağız diye düşünüyorum.

Bir de sonuçta belki en beğendiğimizin listesini yapar, genel olarak romanların profilini çıkarırız.

Sonuçta bizler cahilliğimizin arkasına sığınır biz bu kadar anlıyoruz bu işten demek de cabası. Hiçbirimiz profesyonel manada eleştirmen değiliz. Bence bu iyi bir öneriydi ve sayesinde bir sürü Türk yazarın varlığını ve eserini öğreniyorum.

Biliyorsun buradan yola çıkarak Nobel Ödülü almış yazarların eserlerine de bulaşalım demiştim. Biliyorum kitaba değil yazara veriliyor ama olsun.

Bu Orhan Kemal Projesinde bence birer de Orhan Kemal okumalıyız derim.

Bir diğer proje de Milli Eğitim Bakanlığı'nın 100 Temel Eser olarak belirlediği kitapları okumak olmalı....Şaka Şaka:))

Sevgiler
Zihni Berrak Ruhu Bulanık
Billur

Ayşe dedi ki...

Billurun ilk paragrafına katılıyor ama tabi bu arada kendimede binlerce iğne batırıyorum.

Katılma bölümü, okuduğumuz kitabı düşündüğümüz ve anladığımız gibi yorumlamak. İyi veya kötü burada okuyucu biziz ve bu kitaplar bizim için yazılıyor.

İğne batırma bölümü ise, kabul ediyorum seçtiğim kitaplardan hiçbirine başlıyamadım. Benim hedefim daha çok Türk yazar okuyabilmekti ve epeyde heyecanlı idim. Aslında heyecanım halen gitmiş değil ama rota değiştirmiş durumunda. Ford Aşkına elimde değil elim gitmiyor bu elim ile bir konuşma yapmam gerekiyor pek yakında. Evet buda biraz günah çıkarma seansı gibi oldu....

billur dedi ki...

Sevgili Ayşe;

Geçenlerde kim hangi kitabı seçmiş diye bakarken senin kitapları da öğrenmiş oldum. Hıfzı Topuz'u bilemem ancak Erhan Bener'in İlişkiler kitabına el gitmeyecek bir şey yok diye düşünüyorum. Çok akıcı ve yalın bir biçimde yazar ve sen onu bir hafta sonunda ne olduğunu anlayamadan bitirirsin...

Arkideş Cebelavi Sokağının Çocuklarını okumuş ve Ayn Rand'ı bitirmiş birisin sen...

Sevgiler
Billur

Gulda dedi ki...

Sevgili Ayşe ve Billur,

Ben aslında neyi hedefliyoruz derken; çok inceden bir eleştirimi dile getirmeye çalışıyordum.

Bu benim kişisel bloğum olsa; sadece kendi fikirlerimin olması yeterli olur. Ben bunu okudum, beğendim, beğenmedim derim ve konu kapanır. Ancak burası 13 kişinin “Kitap Kulübü”nün bloğu. Dolayısı ile diğer 12 kişinin, bir kaçının kitapla, yazarla ya da en azından yazı ile ilgili fikrini beyan etmesi gerektiğini düşünüyorum. Konu ile ilgili fikir beyan etmezsek, yazı da, proje de havada kalır.

Ayşe dedi ki...

Gülda,

Avatar I de '' I see you '' çok şey mana ediyordu.

Avatar II olursa bence '' I hear you '' demeleri lazım diye düşünüyorum.

Avatar III ise '' I not only see you but hear you '' bence konuyu dahada pekiştirir........

Unknown dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails