Murat Gülsoy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat Gülsoy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2011 Cuma

Bir Ayraç Hikâyesi ve Ubor Metenga



Kitap kulübümüz kurulduğundan bu yana, kitap ayraçlarımın sayısı hızla arttı. Hepsi birbirinden sevimli, renkli, uçuk kaçık, şık kitap ayraçları… Kıyafetime göre değiştirdiğim aksesuarlarım gibi, dönemsel olarak, okuduğum kitaplarda da ayraçlarım değişkenlik gösteriyor. Hiçbirinin hakkı diğerine geçmesin.

Geçen haftadan bu yana kitabımın arasından sarkan lacivert püsküllü ayracın ise yeri bambaşka. Hatıralarımdan silinmeyecek bir anlamı var.

Ayraç hikâyesini dinlemek ister misiniz?

Oğlumun “Annemin aklı fikri kitap olmuş” serzenişlerini boşa çıkartmamacasına, kovalayanın, kovalanandan daha yoğun olduğu günlerin içinde tek sığınağım kitaplarım.
Murakami’nin dediği gibi kendimi okumaktan alıkoyamıyorum. İşe gittiğimde bilgisayarın açılmasını beklerken, mutfakta yemek karıştırırken, yatakta, öğle tatilinde, kuaförde, banka kuyruğunda, her yerde okuyorum.

Ama sadece okumak yeterli değil. Okuduğunu tamamen hissetmek, karakterlerin sesi olmak, duygularını paylaşmak, kitap içindeki farklı anlamları keşfetmek lâzım…
Nasıl ki duygusal çöküntülerimizde bize yol gösterecek bir profesyonele başvururuz, kitabın tamamen özüne inmek, çözümlemek için bize yol gösterecek üstatların rehberliğine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

İKSV ve Can Yayınları’nın birlikte organize ettikleri, Yekta Kopan, Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy’un dinlemeye doyulmaz anlatımlarıyla Salon’da yapılan Ubor Metenga Buluşmaları edebi algımızın sınırlarını genişleten çok faydalı bir etkinlik.

Tek üzücü yanı Ayfer Tunç’un yılın çoğu zamanını yurt dışında geçirmesi sebebiyle toplantıların sayısının az olması.

Geçen hafta Salı akşamı iş çıkışı oğlumu etütten almaya gittim. Henüz çalışması bitmediği için bir sandalyeye ilişerek beklemeye başladım.

Elimde Camus, gözüm bir yandan satırlarda dolaşırken bir yandan da saate kaçamak bakışlar atıyordu. Artık Ubor Metenga’ya gidebilme ümidimi yitirmek üzereydim ki, benim küçük adam kapıda belirdi.

İşte yeni bir maratona ramak kalmıştı. Arabada günün kısa özetini birbirimizle paylaştık. Kapıda öpüşüp koklaştık. O eve çıktı, ben de son hız metroya koşturdum. Keşke örümcek ağı misali metro hatlarımız olsaydı.

İKSV’ye vardığımda programın başlamasına on dakika vardı.

Salonun girişinde toplanmış kalabalık arasında gözüm bizim kızları aradı. Henüz gelmemişlerdi.

O sırada salonun kapısını açtılar. Önce rezervasyonluları içeriye almaya başladılar. Baktım listede kalabalık bir grup olarak rezervasyonumuz görünüyor. Utana sıkıla bir tam boş sırayı tutmak için sıranın ortalarında bir sandalyeye oturdum.

Salon gittikçe dolmaya başlamıştı. Bu yerleri daha fazla tutmaya gücüm yetmeyecekti. Birkaç kişiyi şirin şirin gülümseyerek başka sandalyelere yönlendirdim. Başımı kapıya çevirip ilk girecek olanların bizimkiler olması için dua ederken kapıdan yaşlı bir hanım ve bir bey girdi. Tam kapının karşısındaki sırada olduğum için ilk göze çarpan benim sandalyelerimdi. Hemen de benimsemişim; benim sandalyelerim.

Beyaz saçları kısa modern bir kesimle şekillendirilmiş hanımefendinin siması yabancı gelmemekle birlikte nereden tanıdığımı çıkartamıyordum. Hafifçe tebessüm ettim. Tam o sırada her ikisi de benim yanıma doğru yaklaştılar. Hanımefendi “Boş mu?” diye sordu. “Aslında değil. Biz on yedi kişiyiz de. Arkadaşlarım gelmek üzereler” sözlerini ağzımda gevelerken onları başka sandalyelere yönlendirmeye içim elvermedi. “Tabii, buyurun.” Dedim.

Birkaç dakika içinde hanımefendi ile sohbete başladık.

O esnada Gülda, Billur, Yonca, Nur ve diğer kızlar da gelmişlerdi. Birazdan yazarlarımız salona gelecek ve biz Ali Teoman’ın Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı adlı öykü kitabını çözümleyecektik.

“Hiç bu kadar rağbet gördüğünü düşünmüyordum bu toplantıların.”

“Daha kalabalık oluyor. Birazdan salon dolar.”

Gerçekten de birazdan tüm salon, balkon dahil olmak üzere tıklım tıklım doldu.
Hanımefendinin gözlerinde hafif nemli, sıcak, müteşekkir bir ifade belirdi.

“Bu kadar çok kişinin geldiğini görmek mutluluk veriyor. Sizin nasıl haberiniz oldu bu geceden?”

“Bizim bir kitap kulübümüz var. Sosyal medyadan, İKSV sitesinden bu tarz aktiviteleri takip ediyoruz. Arkadaşımız Gülda da rezervasyonumuzu yaptırıyor. Kaçırmamaya çalışıyoruz.”

“Madem bir kitap kulübünüz var, size bu geceyi hatırlatacak küçük bir hediye vermek istiyorum.”

Ben birkaç nezaket sözü dile getirirken hanımefendi elini çantasına götürdü. Çantasından çıkardığı Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı kitabının arasından bir kitap ayracı alıp, bana uzattı. Ve anlatmaya başladı.



“Ali’nin vefat etmeden önce yayınlanan son eseri Gezgin Günce – Britanya Defterleri için kendim hazırladım bu ayracı. Ali de çok beğenmişti. Bende daha var. Bu ayracı kabul edin lütfen.”

Böyle incelikli, anısı yüce bir ayracı kabul etmemem mümkün müydü?
Teşekkür ederek ayracı aldım. İçimi saran mutluluk, yüreğimi ele geçiren hüzünle sarmaş dolaş oldu.

Yekta Kopan sözlerine başlamadan hemen önce hanımefendi ile birbirimize kartlarımızı verdik.

İşte kitabımın arasından sarkan bu lacivert püsküllü kitap ayracı, Ali Teoman’ın teyzesinin bir hediyesidir. Hanımefendinin yanındaki beyefendi de Ali Teoman’ın babasıymış.

Bütün çözümlemeyi boğazımda kocaman bir düğümle izledim.



Asıl mesleği olan mimarlığı bırakıp, kendini yazmaya veren Ali Teoman, isminden, hikâyenin kurgusuna, tanıtımına kadar her şeyi ile gizemli bir kitap yazmış. Öyle bir kitap ki Nurten Ay isimli bir sekreter, kitabın yazarı olarak tanınmış, 1991 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü Yarışması’na Nurten Ay’ın kitabı olarak katılmış ve ödül kazanmış.



Ali Teoman’ın amacı 20 yıl bu gizemi korumakmış. Kitapla ilgili tüm röportajlar Nurten Ay ile yapılmış. Yekta Kopan’ın anlattığı üzere yapılan bu röportajlarda Nurten Ay, yazdığı düşünülen kitap kadar performans gösterememiş, hatta tesadüf eseri bu kadar başarılı bir eser yazmış, ama bir daha ilham kendisine uğramamış gibisinden söylemlere maruz kalmış.

Gelin görün ki Ali Teoman’ın pençesine düştüğü hastalık, günden güne durumunu kötüleştirdiğinden yayımlanmış ve yayımlanmamış tüm eserlerini yayıncısına ve bir yazar arkadaşına emanet etmiş. Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı’nın da işte o zaman kendi eseri olduğunu duyurmuş.



O dönemde olumsuz eleştirilerin yanı sıra, bunun çok incelikli bir oyun olduğunu vurgulayan eleştiriler de almış.

Kendisinin de bir röportajında açıkladığı üzere kitap içindeki üç öykü de bir erkeğin bakış açısıyla yazılmış, oysa yazar bir kadın -Nurten Ay. Öykülerin hepsi İstanbul’da geçiyor, ama Nurten Ay Tunceliliymiş. Öyküler üzerinde dikkat sarf eden kişilerin bu oyunu çözmek için çaba göstereceğini düşündüğünü de yine bu röportajda dile getirmiş.

Yekta Kopan, Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy’un anlattıkları üzere de kitabın başındaki bir alıntıdaki anlam bütünlüğü, kitabın son bölümü bittiğinde netleşiyor. Ayrıca birbirinden farklı gibi algıladığımız her üç öyküyü birbirine bağlayan ifadeleri de unutmamak lazım.

Yine çok faydalı bir Ubor Metenga Buluşması'ydı. Ali Teoman’ı, bu büyük yazarımızı o gece saygıyla selâmladık.

Ve ben, ayracımı her elime aldığımda, kendisini tekrar tekrar selâmlıyorum.

Peyman

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails