Hani bazen programlar kendiliğinden önünüze gelir, sizin çok çaba sarf etmenize gerek kalmaz. İşte benim hafta sonum da aynen bu yöntemle dolu dolu geçti.
Beşiktaş Belediyesi’nin ücretsiz sanat etkinlikleri olur her ay. Ben daha önce birkaç tiyatro etkinliğine gidebilmiştim. Bir de hemen hemen her ay Ustalara Saygı gecesi düzenlenir. Melih Kibar’dan, Çiğdem Talu’ya, Ülkü Erakalın’dan Haldun Taner’e kadar sanat için yaşamış ustalarımızın eserleriyle bizleri buluşturur.
Cuma akşamı ise 108. doğum yıldönümü sebebiyle Nazım Hikmet anıldı.
Dönemin sanatçılarının, sanat olaylarının kahvehanelerde konuşulması, tartışılması canlandırılarak samimi bir ortamda Nazım Hikmet’in şiirleri resim sanatçısı Serdar Samancıoğlu tarafından seslendirildi.
Geceyi tiyatro sanatçıları İsmail Can Törtop ve Gılman Kahyaoğlu Peremeci sundu.
Memleket meselelerinden, insanlık hallerine, hapisteyken Piraye’ye duyduğu özleme kadar pek çok farklı konu eserlerinde mısraları oluşturmuş ve şiirde serbest nazımı uygulayan ilk Türk şairi olmuştur.
En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...
Şiirlerinden birini oğlu Memet'in bir gemiye binmesi ile sonlandırmış. Ve o şiirleri yazdığı günlerde gerçekten de Piraye oğlunu bir gemiye bindirip yolculuğa uğurluyormuş. Bu da Nazım ile Piraye arasındaki duygusal bağın ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor.
Eserleri pek çok ödül kazanmış, ünü Türkiye sınırlarını aşmış 1902 Selanik doğumlu Nazım Hikmet, 1963 yılında Moskova’da bir kalp krizi sonrasında hayata veda ettiğinde Pablo Neruda’dan Jean Paul Sartre’a, Abidin Dino’dan Louis Aragon’a kadar sanat camiasından pek çok ünlü kendisi için güzel sözler söylemişlerdir.
Hani derler ya insan elindekinin değerini kaybedince anlar. İşte bizler için de sahip olduğumuz bu kadar değerli bir sanatçıyı sadece uzaktan takip etmek gerçekten büyük kayıp.
Nazım Hikmet 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkartılmış. Ve ancak 2009 yılının Ocak ayında çıkan Bakanlar Kurulu’nun kararınca yeniden Türk Vatandaşlığına kabul edilmiş. Sizce bu ne kadar adil? Bana, hayat sigortamız sayesinde biz öldükten sonra varislerimize kalacak, muhtemelen onların ne yapacaklarını bilemeyecekleri, belki bilenler de vardır, böyle bir durumda ben ne yapardım hiç düşünmedim. Çünkü sevdiklerinden ölümle ayrılmak zorunda kalan bir kişinin vefatından sonra ailesine kalan paranın, aslında ne kadar anlamını yitirmiş olacağı duygusuyla eş değer geliyor bana.
Nazım Hikmet’in şiirlerindeki konuşma dili, Piraye’ye sevdasını anlatışındaki içtenlik Serdar Samancıoğlu’nun yorumlarında birebir hissediliyordu.
Serdar Samancıoğlu Tarsus’ta doğmuş. Doğa ve insan konulu yöresel resimler yapan ressam, bir yılı aşkın bir süre Paris’te yaşamış. İstanbul’a dönüşünde şehrin kültürel miraslarını tuvallerine aktaran Samancıoğlu 1985 yılı itibariyle birçok kere Güzel Sanatlar Birliği’nde yönetim kurulunda yer almış.
Türkiye Komunist Partisi üyesi olan Nazım Hikmet’in şiirleri 1938 yılında cezaevine girmesiyle yasaklanmış ve ancak ölümünden 2 yıl sonra tekrar ortaya çıkmıştır.
Ayrı ayrı toplam 11 davadan yargılanmış, Türkiye’de yaşadığı yılların çoğunu cezaevinde geçirmiştir. 1938 yılında girdiği cezaevinden af ile çıkan Nazım Hikmet öldürüleceği endişesi ile 1950 yılında Rusya’ya gitmiş, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra Polonya vatandaşlığına geçerek büyük dedesi Mahmut Celaleddin Paşa’nın (Konstantin Borzecki) soyadı olan Borzecki soyadını almıştır. Novo-Deviçye Mezarlığında gömülü olan Nazım Hikmet’in naşının Türkiye getirilme konusunun yeğenleri tarafından olumlu karşılanmadığı söylenmektedir.
Şiir dinletisi, müzisyen Cenk Erdoğan, Nedret Ural, Mehmet Yaşar Yılmaz’ın enstrümanlarının eşliğinde Serdar Samancıoğlu’nun yorumuyla ve Gizem Ural’ın kadife sesiyle yorumladığı eserlerle zengin bir içeriğe kavuşmuştu.
Cumartesi sabahı sonunda Avatar’a gidebildim. Emre’yi götürüp götürmemek konusunda üzerinde epey düşündükten ve filmi gören arkadaşlarımın yorumlarını dinledikten sonra götürmeye karar verdim.
İtiraf ediyorum ilk 3D tecrübemdi. Na’vi ırkıyla Pandora’nın zümrüt ormanlarında sırtımda ok ve yayımla koştum, ulu ağaç evin dallarında uçarcasına dolaştım.
Eywa Ağacı’nın parlak dallarının arasında geçmişin seslerini dinledim.
Titanic filminin Oscar ödüllü yönetmeni James Cameron’ın 12 yıllık çalışması sonucu ortaya çıkan Avatar tam bir görsel şölen. Teknolojinin harika buluşları ile görselliği daha da vurgulanan film için daha önce yazılan bir kitaptan alıntı olduğu hakkında söylentiler var. Şayet alıntı ise James Cameron bu filmle uğraşmak için 12 yıl gibi uzun bir zamanını sanırım boşa harcamış oluyor...
Bu arada içerdiği savaş görüntüleri benim gibi çocuğunu götürüp götürmemek konusunda kararsız olan ebeveynler için engel teşkil etmesin. Filmdeki savaş görüntüleri seyrettikleri çizgi filmlerde de zaten var.
Üstelik de doğanın aslında katledilmemesi gereken, aksine özenle korunması gereken bir zenginlik olduğunu ama ne yazık ki “ insanın girdiği her yerde doğanın yok edildiğini” vurgulayan bir film olarak çok da beğendim.
Pazar sabahı Kanyon Alışveriş Merkezi’nde geleneksel hale gelen Caz Havası’na gittik. Kerem Görsev bu defa Latin müziğinin usta yorumcusu Ayhan Sicimoğlu ile sahne almıştı.
Hava buz gibiydi. Müzisyenler başlarında şapka, ellerinde yarım parmak eldivenlerle tam 2 saat boyunca çaldılar.
Şarap, sıcak çorba, çay ve kahve ikram edilen konserde 50’li ve 60’lı yılların parçaları rumba, bolero, salsa ritimleriyle uyumlu bir birliktelik sunarak kulaklarımızın pasını sildi.
Kanyon’dan İş Sanat’ta Mehmet Ali Alabora ile Emir Gamsızoğlu’nun sundukları Notada Yazmayanlar adlı çocuklar için klasik müzik etkinliğine gittik.
Sağolsun Gülda, bana bu etkinliğin duyurusunu Aralık ayında göndermişti, ama bilet bulamadığımız için bu aya sarkmıştı.
Mehmet Ali Alabora ile Emir Gamsızoğlu’nun yolları 12 yıl önce Mehmet Ali Alabora klasik müziğe ilgi duymaya başladığında kesişmiş. Tanışmalarından 2 yıl sonra da birlikte program yapmaya başlamışlar.
Çocukların daha bebekliklerinden itibaren duymaya başladıkları ninnilerin, okul şarkılarının aslında birer klasik müzik eseri olduğunu, hatta bunların parça değil de klasik müzik olarak adlandırıldığını, çocukların klasik müzik denince ne anladıklarını, bir klasik müzik eseri dinlerken birden fazla enstrümanın o esere kattıklarını interaktif şekilde çocuklara tanıtmak etkinliğin teması.
Çellist Jülide Canca ve kemancı Deniz Toygür’ün eşliğinde harika bir mini klasik müzik resitali de izlemiş olduk.
Çıkışta çocuklar biletlerini, broşürlerini Mehmet Ali Alabora ve Emir Gamsızoğlu’na imzalattılar. Emre ısrarla sabah Kanyon Remzi Kitabevi’nden aldığımız ve bir çırpıda okuduğu Scooby Doo kitabını imzalattı.
İstanbul’un keşmekeşi, hergün kilometrelerce yol katetmek zorunda kalan biz İstanbul’luları bezdirse de bu şehrin sunduğu sanatsal faaliyetler, katılabildiğimiz zaman gerçekten bize sunulan en büyük nimetlerden.
Her daim sanatla iç içe kalın…
Peyman