Bir Eflatun Ölüm (*)
Cahide Birgül’ün Eflatun Koza isimli kitabı Eylül 2009 da yayımlandığında hemen almış, okumaya kıyamamış ve kendime yeni yıl hediyesi olarak saklamıştım. Ofiste arkadaşım ile konuşuyorduk:
- Mor Kadınları aldın mı? (Kitabın adı bizim ofiste Mor Kadınlar)
- Aldım, ya sen?
-Ben de aldım.
….
- Mor Kadınları okudun mu?
- Daha değil, yılbaşında okuyacağım ya sen?
- Daha sonra
…
Aralığın başında ise Cahide Birgül’ün ölüm haberini gördüm, uzun süredir hasta imiş.
-Mor Kadın ölmüş, duydun mu?
-Duydum, annesinin evinde vefat etmiş, kansermiş, biliyor muydun?
-Bilmiyordum.
…
Akşam eve döndüğümde ise; "Ah Tutku Beni Öldürür müsün?" diyen bu Mor Kadın'ın, bu kitabı yazmayı ertelemediğine teşekkür ederek Eflatun Koza’yı okumaya başladım, bir de hiçbir şeyi ertelememe kararı verdim. Şimdilik başarabilmiş değilim ama deniyorum.
Çok incelikli ve çok sade bir dille yazılmış, tekinsiz karakterleri ile beni sarmalayan bir kitaptı bu. Her sayfasını çevirdiğimde Cahide Birgül’ün kulağıma fısıldadığı sözleri eşliğinde: "Dünya senin bildiğin dünya değil, sakın güvenme, seni yine şaşırtacağım; Gölgeler Çekildiğinde’de olduğu gibi, Patricia Highsmith romanlarında olduğu gibi. Hiç benzemediğini düşündüğün karakterlerde kendini göreceksin."
Kitapta yine diğer romanlarında yer alan benzerlikleri görmek çok keyifli idi. Gölgeler Çekildiğinde’de babası ile yaşayan ve her şeyden bunalmış bir kadın anlatılırken, bu sefer annesi ile yaşayan iç dünyasında kaybolmuş bir kadın anlatılıyordu. Geceye Uyananlar’da Nilüfer, Haluk ve Memo’nun tutku/nefret ilişkisi, bu romanda yine kardeş olan Ece ve Evrim’in ilişkisini hatırlatıyordu.
Cahide Birgül ile yapılan bir röportajda yazmayı planladığı romanla ilgili olarak; "Aykırı bir aşk romanı. Bu kez şunu istiyorum, pek yapamadığım bir şey bu; taraf tutmak. Asıl kahramanım olan orta yaşlı kadının, Tuna'nın yanında olmak. Onu korumak, incinmesini önlemek. Arzum, hayatta tecrübenin her şey olmadığını, kabalığın, duygusuzluğun, kötülüğün, çiğliğin karşısında büyümüş olmanın 'kandırılmayı' yine de engelleyemeyeceğini anlatmak" dediğinden beri bu romanı bekliyordum. Gölgeler Çekildiğinde’nin devamı olacağına inandığım bir kitaptı ama Cahide Birgül yine beni kandırdı, başka türlü bir şekilde sarmaladı ve bendeniz okurunu yine parmağında oynattı ve yarattığı gerilim ile beni epey tedirgin etti.
Son derece sıradan, sorunlu ve kendinden memnun olmayan genç bir kadın, içinde olduğu kozanın kabuğunu delerek bir gazetede stajyer muhabir olarak işe başlar. Kış denizinden korkar, örümceklerden korkar, dışarı çıkmaktan korkar, ayağının biri de zaman zaman aksar. O kadar ketum bir karakterdir ki, kitabın sonuna doğru ancak isminin Evrim olduğunu söyler. Çevresi ile iletişimi kapalıdır, kimseyi hayatına almak istemez. Şişli’nin tanınmış terzilerinden biri olan annesi ve tahta manken Zarife ile ara sokakta, karanlık bir apartman dairesinde yaşar. Madem konu Zarife’den açıldı; onu da hiç sevmez, hatta ondan da korkar. Babası ölmüştür, kız kardeşi Ece gitmiştir. Kardeşi Ece; ne kadar güzel, sokulgan ve tanıştığı tüm insanları büyüleyebilen biri ise, Evrim o kadar onun tersidir. Soğuk, silik ve gösterişsizdir.
Roman boyunca Evrim’in Ece’ye yaptıkları, aslında göründüğü kadar iyi biri olmadığı ve hep Ece’nin yüzünden Evrim’in böyle olduğunun hikâyesi Evrim tarafından anlatılır.
Tanrı’nın adaletsizliğine çok küçük yaşlarda inandım. Yokluğuna ise daha sonra. Ece çok güzeldi. O kadar ama. Sadece çok güzel. Zeki olduğunu da söyleyemem, zaten zeka güzelliğin yanında nedir ki? Siz zekânızı cebinizden çıkarıp gösterene kadar kardeşinizin güzelliği çoktan herkesi etkisi altına almış olur. (Sy.31)
Gazetede çalıştığı bölüm kaybolanlar ile ilgili çok ses getireceği düşünülen bir yazı dizisi hazırlanmaktadır. Genç kadına diğer muhabirin (Aslı) beğenmeyip bir kenara bıraktığı bir dosya verilir, üzerinde çalışması ve bir haber yapması istenir.
Genç kadın; kırklı yaşlarında olan Çağla Akışlı ve yirmi dört yaşında olan Irmak Derderoğlu’nun kaybolmaları ile ilgili bir yazı dizisi hazırlayacaktır. Bir yardıma ihtiyaç duyduğunda ise Aslı yardım edecektir. Eflatun mürekkep lekeli dosyayı incelerken, bu iki kadının sırrını çözecekse, önce onları anlaması gerektiğini düşünür.
Onları anlamaya çalışırken de, hiç tanımadığı bir dünya ile de tanışır. Irmak ve Çağla’nın dosyasında ismi geçen kişilerle görüşme yapmaya başlar. Önce Neslihan ile buluşur.
Aslı bana eğilmiş, “Neslihan lezbiyen,” diye fısıldamıştı kulağıma. Hani “Neslihan katil”, “Neslihan psikopat” der gibiydi tonlaması. Eşcinsellik hakkında çok şey bilmem. “Düşünmedim hiç üzerinde” demek daha doğru belki. İki kadının birbirini aşkla sevmesine “lezbiyenlik” denir. Bu kadar. Hayatta bazı şeyler vardır ki fazla bilgi sahibi olmanız gerekmez. Karıştırmak, kurcalamak gereksizdir. Kelime olarak tehlikesini hisseder, uzak durursunuz. Lezbiyenlik de böyle bir şey benim için. (Sy.37)
Bu görüşmeden bir sonuç elde edemese de Neslihan’ın Irmak’la çok yakın arkadaş olduklarını ama Çağla’dan hiç hoşlanmadığını öğrenir. Sormak ister? "Siz Irmak ile sevgili miydiniz?" ama soramaz. Roman boyunca Evrim’in iç sesi, hem romanın kurgusunu hem de Evrim’in kendi hikâyesini aslında son derece açıkça anlatıyordu. Ama ben, tüm o iç sesler arasında kayboldum ve kitabın sonu geldiğinde yine de şaşırdım. Şaşırtmak üzere kurgulandığını, Cahide Birgül’ün hep bunu yapmak istediğini bildiğim halde. Dolayısı ile bir kere daha, bu sefer ne kadar güzel kurgulanmış olduğunu öğrenmiş ve sonunda ne olacak diye merak içinde kalmadan tekrar okuyacağım. O yalın anlatımı, her bir paragrafta yüzüme vurduğu gerçekleri sindire sindire.
"Basit ve tartışılmayacak kadar yerleşmiş haklılıklar karşısında düştüğü o derin karanlığın içinde fena halde yalnız, yapayalnız iken," kendini, kendine hiç benzemese bile yakın hissettiği Necla Kıratlı ile tanışır. "Gay barın sahibi olan kadın ile." (Aslı yine aynı tonlamayı kullanır.) Hem de akşam karanlık bir saatte dışarı çıkmayı göze alarak. Hayata uzaktan bakma yerine, içinde olmayı, içinde olanı sakınmasızca sunmayı dener. Eflatun Kadınlar bu zorluklar altında bile, eşcinsel aşklarına sahip çıkmaya cesaret edebiliyorlarsa belki Evrim’de kozasından çıkabilir.
İki lezbiyen âşık, onların eski sevgilileri, Aslı, Ece, kendisinin eski sevgilisi, annesi, kasvetli ve gün geçtikçe tozlanan ev derken roman, gerilimi hızla artarak devam ediyor ve dediğim gibi tekinsiz hikâye iyice beklenmeyen ve gitgide daha da hüzünlendiren bir şekilde bitiyor.
Cahide Birgül, belki de başucu yazarınız olmaz, belki okur ve sevmezsiniz. Belki kitabın kapağını kapattığınızdan itibaren, kitapla ilgili aklınızda tek cümle dahi kalmaz. Ya da benim gibi çok etkilenir, onun o karanlık, tıkanmış karakterlerinin sizi sarmalamasını ve günler boyu peşinizden gelmelerini izlersiniz. Size çok yakınınızdan bir hikâyeyi fısıldadığını görürsünüz. Arası olur mu? emin değilim.
Bilin ki; böyle bir kadın geçti bu dünyadan. Her biri başka yayınevinden çıkan 4 adet roman yazdı. Aykırı insanların haklarını savundu. Bence, yazdığı her roman ile Türk Romanının/insanının gelişmesine öncülük etti ve sıradan görünen hayatların, sıra dışı gerçeklerini dile getirerek benzersiz eserler ortaya çıkarttı. Eşcinselliğin olağanlığını çok yalın bir şekilde anlatarak; diğerlerine benzemeyenlerin ve diğerlerinin birbirini anlamasını sağlamayı denedi.
Eflatun Koza, 2009 yılının en iyi 10 Türk Romanı arasında gösterilmiş. Eğer Cahide Birgül ölmese idi bu kitap bu kadar dikkate alınır mıydı bilemiyorum? Aralık ayının sonunda, bir arkadaşıma hediye olarak Eflatun Koza’yı almak istediğim için kitapçıya gittim. Görevli hevesle kitabı bulup getirdi ve ekledi: "Cahide Birgül’ün son kitabı çıktı ona da bakmak ister misiniz?" Afallayıp kaldım. Yoksa yine bizi şaşırtmak mı istemişti Cahide Birgül, ölümünden sonra yayımlanmasını istediği romanı ile? Hemen görevliye inandım. "Tabii ki, hiç bilmiyordum bu romanı dedim." Ne de olsa onun taraf tuttuğu, orta yaşlı Tuna isimli kadının hikâyesini yazdığı romanını bekliyordum. Görevli, Gölgeler Çekildiğinde ile tekrar geldiğinde ise, ne kadar utandığımı anlatamam. "Teşekkür ederim, o ilk kitabı idi!" diyerek çıkıp gittim. "En çok görünmez olmayı istediğim zamanlar budur işte. Bir kitapçıda durmak ve kitabımı alan birini izlemek isterim. Onunla evine gitmek ve kitabımı okuduğu anları görmek. Bunun için çok şey feda edebilirdim" demişti, umarım oradan izlenmiyoruzdur. Zaten Radikal’in Yazar Cahide Birgül Öldü haberi de ayrıca çok can sıkıcı idi. Geceye Uyananlar gibi oldukça akıllıca seçilmiş bir ismi olan kitabının adını nedense Geceye Uyuyanlar olarak yazmışlar, yazık!
Her ölüm erken ölümdür, biliyorum ama bu da çok erken oldu. Belki sadece gitmiştir.
-İyi de nereye?
-Kim bilir? Belki de mutlu olacakları, kimsenin onları rahatsız etmeyeceği bir yere. (sy.77)
Kim bilir belki de Patricia Highsmith ile karşılıklı çay içip, birkaç gün önce aralarına katılan J.D.Salinger’ı şaşırtmanın yollarını arıyorlardır.
Gülda
Bir Eflatun Ölüm
Kırgınım, saçılmış
Bir nar gibiyim.
Sessiz akan bir ırmağım
geceden
Git dersen giderim,
Kal dersen kalırım.
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
Yanıma kiraz hevenkleri alırım.
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
Aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
Söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
Sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
Behçet Aysan
Cahide Birgül’ün Eflatun Koza isimli kitabı Eylül 2009 da yayımlandığında hemen almış, okumaya kıyamamış ve kendime yeni yıl hediyesi olarak saklamıştım. Ofiste arkadaşım ile konuşuyorduk:
- Mor Kadınları aldın mı? (Kitabın adı bizim ofiste Mor Kadınlar)
- Aldım, ya sen?
-Ben de aldım.
….
- Mor Kadınları okudun mu?
- Daha değil, yılbaşında okuyacağım ya sen?
- Daha sonra
…
Aralığın başında ise Cahide Birgül’ün ölüm haberini gördüm, uzun süredir hasta imiş.
-Mor Kadın ölmüş, duydun mu?
-Duydum, annesinin evinde vefat etmiş, kansermiş, biliyor muydun?
-Bilmiyordum.
…
Akşam eve döndüğümde ise; "Ah Tutku Beni Öldürür müsün?" diyen bu Mor Kadın'ın, bu kitabı yazmayı ertelemediğine teşekkür ederek Eflatun Koza’yı okumaya başladım, bir de hiçbir şeyi ertelememe kararı verdim. Şimdilik başarabilmiş değilim ama deniyorum.
Çok incelikli ve çok sade bir dille yazılmış, tekinsiz karakterleri ile beni sarmalayan bir kitaptı bu. Her sayfasını çevirdiğimde Cahide Birgül’ün kulağıma fısıldadığı sözleri eşliğinde: "Dünya senin bildiğin dünya değil, sakın güvenme, seni yine şaşırtacağım; Gölgeler Çekildiğinde’de olduğu gibi, Patricia Highsmith romanlarında olduğu gibi. Hiç benzemediğini düşündüğün karakterlerde kendini göreceksin."
Kitapta yine diğer romanlarında yer alan benzerlikleri görmek çok keyifli idi. Gölgeler Çekildiğinde’de babası ile yaşayan ve her şeyden bunalmış bir kadın anlatılırken, bu sefer annesi ile yaşayan iç dünyasında kaybolmuş bir kadın anlatılıyordu. Geceye Uyananlar’da Nilüfer, Haluk ve Memo’nun tutku/nefret ilişkisi, bu romanda yine kardeş olan Ece ve Evrim’in ilişkisini hatırlatıyordu.
Cahide Birgül ile yapılan bir röportajda yazmayı planladığı romanla ilgili olarak; "Aykırı bir aşk romanı. Bu kez şunu istiyorum, pek yapamadığım bir şey bu; taraf tutmak. Asıl kahramanım olan orta yaşlı kadının, Tuna'nın yanında olmak. Onu korumak, incinmesini önlemek. Arzum, hayatta tecrübenin her şey olmadığını, kabalığın, duygusuzluğun, kötülüğün, çiğliğin karşısında büyümüş olmanın 'kandırılmayı' yine de engelleyemeyeceğini anlatmak" dediğinden beri bu romanı bekliyordum. Gölgeler Çekildiğinde’nin devamı olacağına inandığım bir kitaptı ama Cahide Birgül yine beni kandırdı, başka türlü bir şekilde sarmaladı ve bendeniz okurunu yine parmağında oynattı ve yarattığı gerilim ile beni epey tedirgin etti.
Son derece sıradan, sorunlu ve kendinden memnun olmayan genç bir kadın, içinde olduğu kozanın kabuğunu delerek bir gazetede stajyer muhabir olarak işe başlar. Kış denizinden korkar, örümceklerden korkar, dışarı çıkmaktan korkar, ayağının biri de zaman zaman aksar. O kadar ketum bir karakterdir ki, kitabın sonuna doğru ancak isminin Evrim olduğunu söyler. Çevresi ile iletişimi kapalıdır, kimseyi hayatına almak istemez. Şişli’nin tanınmış terzilerinden biri olan annesi ve tahta manken Zarife ile ara sokakta, karanlık bir apartman dairesinde yaşar. Madem konu Zarife’den açıldı; onu da hiç sevmez, hatta ondan da korkar. Babası ölmüştür, kız kardeşi Ece gitmiştir. Kardeşi Ece; ne kadar güzel, sokulgan ve tanıştığı tüm insanları büyüleyebilen biri ise, Evrim o kadar onun tersidir. Soğuk, silik ve gösterişsizdir.
Roman boyunca Evrim’in Ece’ye yaptıkları, aslında göründüğü kadar iyi biri olmadığı ve hep Ece’nin yüzünden Evrim’in böyle olduğunun hikâyesi Evrim tarafından anlatılır.
Tanrı’nın adaletsizliğine çok küçük yaşlarda inandım. Yokluğuna ise daha sonra. Ece çok güzeldi. O kadar ama. Sadece çok güzel. Zeki olduğunu da söyleyemem, zaten zeka güzelliğin yanında nedir ki? Siz zekânızı cebinizden çıkarıp gösterene kadar kardeşinizin güzelliği çoktan herkesi etkisi altına almış olur. (Sy.31)
Gazetede çalıştığı bölüm kaybolanlar ile ilgili çok ses getireceği düşünülen bir yazı dizisi hazırlanmaktadır. Genç kadına diğer muhabirin (Aslı) beğenmeyip bir kenara bıraktığı bir dosya verilir, üzerinde çalışması ve bir haber yapması istenir.
Genç kadın; kırklı yaşlarında olan Çağla Akışlı ve yirmi dört yaşında olan Irmak Derderoğlu’nun kaybolmaları ile ilgili bir yazı dizisi hazırlayacaktır. Bir yardıma ihtiyaç duyduğunda ise Aslı yardım edecektir. Eflatun mürekkep lekeli dosyayı incelerken, bu iki kadının sırrını çözecekse, önce onları anlaması gerektiğini düşünür.
Onları anlamaya çalışırken de, hiç tanımadığı bir dünya ile de tanışır. Irmak ve Çağla’nın dosyasında ismi geçen kişilerle görüşme yapmaya başlar. Önce Neslihan ile buluşur.
Aslı bana eğilmiş, “Neslihan lezbiyen,” diye fısıldamıştı kulağıma. Hani “Neslihan katil”, “Neslihan psikopat” der gibiydi tonlaması. Eşcinsellik hakkında çok şey bilmem. “Düşünmedim hiç üzerinde” demek daha doğru belki. İki kadının birbirini aşkla sevmesine “lezbiyenlik” denir. Bu kadar. Hayatta bazı şeyler vardır ki fazla bilgi sahibi olmanız gerekmez. Karıştırmak, kurcalamak gereksizdir. Kelime olarak tehlikesini hisseder, uzak durursunuz. Lezbiyenlik de böyle bir şey benim için. (Sy.37)
Bu görüşmeden bir sonuç elde edemese de Neslihan’ın Irmak’la çok yakın arkadaş olduklarını ama Çağla’dan hiç hoşlanmadığını öğrenir. Sormak ister? "Siz Irmak ile sevgili miydiniz?" ama soramaz. Roman boyunca Evrim’in iç sesi, hem romanın kurgusunu hem de Evrim’in kendi hikâyesini aslında son derece açıkça anlatıyordu. Ama ben, tüm o iç sesler arasında kayboldum ve kitabın sonu geldiğinde yine de şaşırdım. Şaşırtmak üzere kurgulandığını, Cahide Birgül’ün hep bunu yapmak istediğini bildiğim halde. Dolayısı ile bir kere daha, bu sefer ne kadar güzel kurgulanmış olduğunu öğrenmiş ve sonunda ne olacak diye merak içinde kalmadan tekrar okuyacağım. O yalın anlatımı, her bir paragrafta yüzüme vurduğu gerçekleri sindire sindire.
"Basit ve tartışılmayacak kadar yerleşmiş haklılıklar karşısında düştüğü o derin karanlığın içinde fena halde yalnız, yapayalnız iken," kendini, kendine hiç benzemese bile yakın hissettiği Necla Kıratlı ile tanışır. "Gay barın sahibi olan kadın ile." (Aslı yine aynı tonlamayı kullanır.) Hem de akşam karanlık bir saatte dışarı çıkmayı göze alarak. Hayata uzaktan bakma yerine, içinde olmayı, içinde olanı sakınmasızca sunmayı dener. Eflatun Kadınlar bu zorluklar altında bile, eşcinsel aşklarına sahip çıkmaya cesaret edebiliyorlarsa belki Evrim’de kozasından çıkabilir.
İki lezbiyen âşık, onların eski sevgilileri, Aslı, Ece, kendisinin eski sevgilisi, annesi, kasvetli ve gün geçtikçe tozlanan ev derken roman, gerilimi hızla artarak devam ediyor ve dediğim gibi tekinsiz hikâye iyice beklenmeyen ve gitgide daha da hüzünlendiren bir şekilde bitiyor.
Cahide Birgül, belki de başucu yazarınız olmaz, belki okur ve sevmezsiniz. Belki kitabın kapağını kapattığınızdan itibaren, kitapla ilgili aklınızda tek cümle dahi kalmaz. Ya da benim gibi çok etkilenir, onun o karanlık, tıkanmış karakterlerinin sizi sarmalamasını ve günler boyu peşinizden gelmelerini izlersiniz. Size çok yakınınızdan bir hikâyeyi fısıldadığını görürsünüz. Arası olur mu? emin değilim.
Bilin ki; böyle bir kadın geçti bu dünyadan. Her biri başka yayınevinden çıkan 4 adet roman yazdı. Aykırı insanların haklarını savundu. Bence, yazdığı her roman ile Türk Romanının/insanının gelişmesine öncülük etti ve sıradan görünen hayatların, sıra dışı gerçeklerini dile getirerek benzersiz eserler ortaya çıkarttı. Eşcinselliğin olağanlığını çok yalın bir şekilde anlatarak; diğerlerine benzemeyenlerin ve diğerlerinin birbirini anlamasını sağlamayı denedi.
Eflatun Koza, 2009 yılının en iyi 10 Türk Romanı arasında gösterilmiş. Eğer Cahide Birgül ölmese idi bu kitap bu kadar dikkate alınır mıydı bilemiyorum? Aralık ayının sonunda, bir arkadaşıma hediye olarak Eflatun Koza’yı almak istediğim için kitapçıya gittim. Görevli hevesle kitabı bulup getirdi ve ekledi: "Cahide Birgül’ün son kitabı çıktı ona da bakmak ister misiniz?" Afallayıp kaldım. Yoksa yine bizi şaşırtmak mı istemişti Cahide Birgül, ölümünden sonra yayımlanmasını istediği romanı ile? Hemen görevliye inandım. "Tabii ki, hiç bilmiyordum bu romanı dedim." Ne de olsa onun taraf tuttuğu, orta yaşlı Tuna isimli kadının hikâyesini yazdığı romanını bekliyordum. Görevli, Gölgeler Çekildiğinde ile tekrar geldiğinde ise, ne kadar utandığımı anlatamam. "Teşekkür ederim, o ilk kitabı idi!" diyerek çıkıp gittim. "En çok görünmez olmayı istediğim zamanlar budur işte. Bir kitapçıda durmak ve kitabımı alan birini izlemek isterim. Onunla evine gitmek ve kitabımı okuduğu anları görmek. Bunun için çok şey feda edebilirdim" demişti, umarım oradan izlenmiyoruzdur. Zaten Radikal’in Yazar Cahide Birgül Öldü haberi de ayrıca çok can sıkıcı idi. Geceye Uyananlar gibi oldukça akıllıca seçilmiş bir ismi olan kitabının adını nedense Geceye Uyuyanlar olarak yazmışlar, yazık!
Her ölüm erken ölümdür, biliyorum ama bu da çok erken oldu. Belki sadece gitmiştir.
-İyi de nereye?
-Kim bilir? Belki de mutlu olacakları, kimsenin onları rahatsız etmeyeceği bir yere. (sy.77)
Kim bilir belki de Patricia Highsmith ile karşılıklı çay içip, birkaç gün önce aralarına katılan J.D.Salinger’ı şaşırtmanın yollarını arıyorlardır.
Gülda
Bir Eflatun Ölüm
Kırgınım, saçılmış
Bir nar gibiyim.
Sessiz akan bir ırmağım
geceden
Git dersen giderim,
Kal dersen kalırım.
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
Yanıma kiraz hevenkleri alırım.
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
Aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
Söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
Sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
Behçet Aysan
7 yorum:
"Eflatun Koza"yı görünce dayanamadım. Cahide Birgül "benim" yazarlarımdan biri idi, çok severdim. Hasta olduğunu bilmiyordum, uzun süre yeni kitabı da çıkmamıştı. Tamamen tesadüfi bir şekilde facebookda adını bulmuş ve "Yeni kitap yok mu?" diye bir mesaj yollamıştım. "Yakında çıkacak" cevabını vermiş ve arkadaş olmuştuk facede. Kitap çıkmadan kısa bir süre önce Eflatun Koza'nın çıkacağını bildiren bir mesaj yollamıştı bana. Çıkar çıkmaz alıp hemen okudum ve ne kadar beğendiğime dair bir mail attım. Günlerce cevap gelmedi, şaşırdım ilgisizliğine, meğer hastalığının son demlerini yaşıyormuş. Ölümünü duyduğumda küçük bir şok yaşadım nerdeyse. Söylenecek birşey yok, değerli insanlar birer birer yok oluyor. Işıklar içinde yatsın diyor ve onu seven birinin olduğunu daha öğrenmekten mutlu oluyorum.
Sevgiler yolluyor, iyi okumalar diliyorum...
Çok akıllıca bir fikirmiş facebook’tan arkadaş olmak. Umarım yazışmalarınızı saklamışsınızdır. Keşke yazışmalarınızı bizimle de paylaşabilseniz?
Ve o kadar nazik biri imiş, cevap vermiş, yeni kitabı çıktığında haber vermiş. Biz kitap kulübümüz olarak birkaç romancı ile iletişime geçmeyi denedik. Bilhassa kadın olan romancılarımız cevap verme nezaketine dahi göstermedi.
Ne diyebilirim ki “iyiler erken ölür.”
Sevgilerimle,
Gülda
Diğer yazışmaları silmişim ne yazık ki ama son yazışma duruyormuş, zaten facebookdaki sayfası da duruyor, silmeye kıyamadım. Sanki ölmemiş gibi düşünüyorum. Son yazdıkları şöyle:
" Cahide Birgül 22 Ağustos 2009, 17:57
sevgili nurşen, eylülün ortasında yeni kitabım "Eflatun Koza" everest yayınlarından çıkıyor:) Sevineceğini bildiğim için seni haberdar etmek istedim...
sevgilerimle, cahide... "
Ne yazık ki çok kısa süre sonra ölüm haberi geldi. Yazdığım gibi kitabıyla ilgili övgülerime cevap vermemesinden şüphelenmeliymişim.
Size okuyucularıyla ilişkisi çok iyi olan bir yazar önereceğim, bilmiyorum hiç okudunuz mu, Onur Caymaz. Genç yaşına rağmen başarılı öykü, roman ve şiirleri olan bir yazardır. Onur Caymaz okurları adıyla facebookda bir grubu da var, temasa geçerseniz sizi kırmayacağını düşünüyorum. Nazlı Eray'ı da şahsen tanırım, o da okuyucuya çok yakın bir yazardır.
Sizlere çalışmalarınızda başarılar diliyorum, sevgiyle...
Nurşen Hanım,
İyi ki saklamışsınız. Çok çok teşekkür ederim. Onur Caymaz’ın adını çok duyuyorum ama daha okumamıştım. İlk fırsatta okuyacağım. Nazlı Eray’ı da çok severim.
Bu sınıflandırma da çok yerinde oldu. “Okuyucuya Yakın Yazar”, “Okuyucusunu Dikkate Almayan Yazar”
Okuyucuya Yakın Yazar deyince benim aklıma ilk Adalet Ağaoğlu ve Atilla İlhan, geliyor. Adnan Binyazar’ın duyarlılığına da hayran kaldım.
Sevgilerimle,
Gülda
ÇOK GÜZEL OLMUŞ ELİNE SAĞLIK. GERÇİ HENÜZ MOR KADINLARI OKUMADIM AMA , EN KISA ZAMANDA OKUYACAGIM.BAKALIM ANLATTIĞIN GİBİ Mİ?
Sevgili Gülda;
Ben adını duymakla birlikte okumadığım yazarlardan biriydi Cahide Birgül, sonra da öldüğünü öğrendim.
Yazın çok güzel olmuş; listemin ilk sıralarına geçti; tabii başımı köy romanları, 12 Mart ve 27 Mayıs ve 12 Eylül romanlarından kaldırabilirsem:)
Behçet Aysan da ne güzel yazmış; saçılmış nar taneleri gibi dizesini de iki üç kere okudum.
Sevgiler
Billur
çok güzel, kapsamlı, alıntıları-bağlantıları anlamlı bir yazı olmuş; elinize-aklınıza sağlık gülda hanım; cahide birgül sizin gibi okurları hak ediyordu. kendisi aramızdan erken ayrıldı, ancak inanıyoum ki yapıtlarının etkisi sürecek...
Yorum Gönder