Piyanonun tuşlarında hayat bulan
notalar, insanı büyüleyen rayihalar gibi salonda yükselip, kulaklarımıza dolan
ve beynimizde algıladığımız sinyallerle tüm benliğimizi saran o mükemmel
melodilere dönüşür. Aşkla yücelir. Vücudunuzun hafifçe ürperdiğini, ayva
tüylerinizin, kedinin düşmanı karşısında dikilen tüyleri misâli dikildiğini
gözlemlersiniz. Melodiler ve aşk sizi sarıp sarmalar. Hele ki aşk ve sevgi ile
dolup taşan bir kalbiniz var ise… Aşk, sadece bir kadın ve bir erkek arasında
yaşanmıyor. Bir annenin çocuğuna duyduğu karşılıksız yoğun hislerin de aşk, bir
çiçeğin toprağa duyduğu ihtiyacın da bir aşk, bir insanın evinde beslediği,
yetiştirdiği bir canlıya duyduğu sevginin de aşkın bir türevi olduğunu
biliyoruz. Bize heyecan veren, yaşama bağlayan, motive eden, karaları aka
çeviren aşklarımız. Ne kadar hüzünlü, sinirli olursak olalım, çocuğumuz bir
bakışı, bir gülücüğü ile kışımızı yaza çevirebilir. Evde bizi bekleyen kedimiz,
köpeğimiz yaptığı şaklabanlıklarla bizi gülmekten yere serebilir. Evimizdeki mis
kokulu rengârenk çiçeklerimiz gri günümüzü gökkuşağına dönüştürebilir. Yorucu
bir günün sonunda evde bekleyen aşkımız bizi kanatlandırıp göklere
çıkarabilir.
Mevlâna “Kâinat birbirine sevgi ile
bağlanmış, sevgisiz insandan dünya korkarmış” demiş.
Ancak sevginin olduğu gönüllerde insanlık,
hoşgörü, saygı, nezaket, ince düşünce olur. Aksi takdirde dünya karanlıklara
bürünür.
Attila İlhan, ayrılığın da
sevdanın bir parçası olduğunu, ayrılık olsa da yaşanan anıların unutulmadığını,
ayrılığın acısını bakın şöyle anlatmış:
Ay ışığına batmış
Karabiber ağaçları
Gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
Yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Çünkü ayrılık da sevdâya dahil
Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte
Herşey onunla ilgili
Karabiber ağaçları
Gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
Yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Çünkü ayrılık da sevdâya dahil
Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte
Herşey onunla ilgili
Louis Aragon ise şiirlerinde aşk
acısını tarif etse de, Elsa Triolet ile 42 yıllık mutlu bir evlilik hayatı
olmuştur.
Bir tek aşk yoktur acıya gark etmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da
Suda kendi aksini gören ve kendi kendine âşık olan, ama kendisine
âşık perileri fark etmeyen Narcissus ve onun aşkından bir kayaya dönüşerek,
Narcissus’un kendini suyun yansımasında görmesiyle attığı çığlığı yansıtan Echo’nun
mitolojik hikâyesine ne demeli? Kehanete göre Narcissus kendisini görmez ise
çok uzun yıllar yaşayabilecekti. Ama gelin görün ki suda kendi aksini gördüğü
anda ölüme kavuştu ve öldüğü yerde Nergis çiçekleri bitti. Bencil aşkın simgesi
Nergis’leri her gördüğümüzde bu aşk aklımıza gelmez mi?
Bir de Kız Kulesi efsanelerinden
birinin kahramanları Hero ve Leandros gibi birbirine kavuşamayan âşıklar var. Tüm
duygularını kalplerinde yaşayan, bir arada olmanın şaheserliğine erişemeyen âşıklar.
Hatta yıllardır tazelenen güçle
yaşanan bir cismi aşk ise İstanbul’un lâleleri ve toprağı arasında yaşanan ki bizlere
bu aşkın hikâyesini Tuluyhan Uğurlu piyanosuyla aktardı.
Aşkla örülmüş bir konserde Mevlâna
ve Şems’in tasavvufi aşkına değinmeden olmazdı. Bu bölümde piyanoya semazenler
eşlik etti.
1965 yılında İstanbul’da doğan ve
müzik yeteneği 4 yaşında keşfedilen Tuluyhan Uğurlu, parça aralarında
seyircisiyle giriştiği diyalogda aşkta felâket olduğunu vurgulasa da ben bir
sanat adamının aşk konusunda beceriksiz olabileceğine katılmıyorum. Olsa olsa
şanssız olabilir, ya da doğru kişiye rastlamamış olabilir. Piyanonun tuşlarına
bile bir sevgiliyi okşarcasına dokunuyor Tuluyhan Uğurlu. Kimi zaman narin, sevecen,
kimi zaman aşkın coşkusunu yansıtırcasına bir nebze daha yoğun bir dokunuş…
Biz piyanodan yükselen melodilere
kendimizi kaptırmışken, Tuluyhan Uğurlu, çaldığı notaların %65-70’inin
doğaçlama olduğunu anlatıyor. Piyanoda iki notayı arka arkaya çıkartamayan benim
gibi kabiliyetsiz biri için bir parçanın pek çok bölümünün doğaçlama olmasını,
farklı nota kalıplarını arka arkaya sıralamaya o anda karar verilmesini anlamak
çok zor. Ama dört yaşından beri müziğin içinde olan bir deha için kalemi eline
alıp “Ali top at” yazmak kadar kolay olsa gerek.
Gözlerinde mütevazı, çocuksu bir
bakış barındırıyor. İstanbul gibi her saat dilimi bir başka etkinlikle
çalkalanan bir şehirde, salondaki seyircilerin kendisini seçmesinden dolayı teşekkürlerini
iletecek kadar da kadir şinas.
Tuluyhan Uğurlu’yu dinlemek
gerçekten büyük keyifti.
İşitsel sanatla, görsel sanatın
iç içe geçtiği konserde göze batan kusurlar yok değildi. Kusurlardan biri,
mükemmel müziğe eşlik etmesi, melodilerin dili olması açısından sahneye
yerleştirilen perdeden yansıyan görsellerdi. Keşke görseller tek bir fırçadan
çıkmış olsaydı da internetten bulunan, birbirini tamamlamayan, icra edilen
sanatın değerini örseleyen görseller olmasaydı. Belki ebrû sanatı ile
hazırlanmış daha nitelikli görseller tercih edilebilirdi. Muhtemelen maliyeti
arttıran bir unsur olurdu, ama bence değerdi.
Diğer bir kusur ise piyanoya
eşlik eden semazenlerin döndüğü sahnede ben o tasavvufi aşkı hissetmek, o
mistik ortamı tüm duyularımla hissetmişçesine yaşayabilmek için piyanoyu
aydınlatan bir küçük ışık, karartılmış sahnede dönen üç semazenin ise sadece
spot ışıklarıyla aydınlatılmasını beklerdim. Ve tabii o sahnenin görsel döngüsünü
zedeleyen perdeye yansıyan projeksiyonun tamamen kapatılmasını.
Ruhunuza ziyafet çektirmek
istiyorsanız bir sonraki konseri kaçırmamanızı tavsiye ederim.
Peyman