Kışın yakasını bırakmadığı, ilkbaharın müjdecisi Mart ayı nasıl geçti çok da anlamadım.
Bahar çarpmış, aklım başımdan 10 karış yukarıda, sunum için yanlış ayı seçtiğimi düşünmeye başlamıştım.
Ayşe’den sonra sunum yapmanın zor olduğunu da işin içine katarsak, Mart 2010’un hayatımda bıraktığı izi tahmin etmeniz zor olmaz.
Ayşe’den sonra sunum yapıyor olmak, uğraş gerektiriyor. O kadar detaycı, araştırmacı, yaratıcı ki, yapacağınız sunumun niteliği çok önem taşıyor. Sunumun derecesini düşürmek istemiyorsunuz. Geceye katılan kulüp üyelerinin geceden zevk almalarını sağlamak en büyük misyon oluyor.
Kitap seçiminden, mekân bulmaya, menü oluşturmaya, sunumda vereceğiniz hediyelere, sunum içeriğine kadar her şey özen istiyor.
D&R’da kitabı gördüğümde onu sunmaya karar verdim. Yıllar öncesinde yaşanmış bir aşk hikâyesi, ama hikâye Roma’da geçiyor. Benim için tanıdık bir kültürden bir parça, sunum gecemiz için de farklı bir kitap olabilirdi. Şimdiye kadar sanat tarihi içeren bir kitap okumamıştık.
Kitabı birkaç günde okudum. Sıra, sunum için ne yapacağıma gelmişti.
İşte o noktada biraz tıkandım. Sunumu basılı materyal ile mi hazırlamalıydım, yoksa CD’de mi çelişki yaşadım. Sonunda CD’de karar kıldım.
Raffaello’nun hayatı, eserleri, İtalyanca müziğin divası Mina, kitapta adı geçen Neron ve Poppea CD’nin içinde olmalıydı.
Başta da dediğim gibi Mart aklımı başımdan aldığı için sunumu hazırlamak biraz uzun sürdü. Sunum gecesi için bir sanat tarihçisi davet etmeyi düşündüm, ancak yakın çevremde kolaylıkla ulaşabileceğim birisi yoktu.
Sıra mekân bulmaya gelmişti. Konsepte uygun bir yer olmasını istedim. Sunum geceleri için aradığımız mekânların en büyük özelliğinin 12-13 kişilik özel bir bölümü veya bir odası olması gerektiği. Biz kitap hakkında sunum yaparken, kitap hakkında konuşurken ve tabii kulübümüz ile ilgili diğer detaylardan bahsederken mekândaki diğer müşterilerin rahatsız olmaması, aynı zamanda bizim de diğer müşterilerin sesinden etkilenmememiz gerekiyor.
Beyoğlu – Tünel kitap sunum gecesi için uygun mekânların olabileceği doğru bir güzergâh diye düşündüm. Araştırmaları o bölgede yaptım. Tam araştırırken bir arkadaşım Asmalı Mescit’te bir meyhaneden bahsetti. Üst katının tam da konsepte uygun olabileceğini söyledi. Bir hafta sonu öğleden sonra görmeye gittim.
Cenevizlilerden kalma sarnıç içine inşa edilmiş Asmalı Cumba Meyhane gün ışığında farklı görünse de, tuğla duvarları, mekân sahibi Ergun Bey’in kişisel merakı olan ve duvarları süsleyen Venedik maskeleri, kırmızı abajurları, projeksiyon perdesi ile gerçekten de tam gönlüme ve sunuma göre bir yerdi.
Birkaç gün sonra gece görmeye gittiğimde çok doğru bir karar aldığımı görerek sevindim. Mekân gece ışığında aradığım kriterlere çok daha uygundu. Ergun Bey ile müzikleri konuştuk. İtalyanca ağırlıklı çalmasını rica ettim.
Hikâye Rönesans döneminde geçiyordu. Benim de en çok istediğim şey günün birinde hep Rönesans döneminin o şaşalı kostümlerinden giyebilmekti. Belki de kitap sayesinde o gün gelmişti. Kostüm kiralayan firmaları araştırdım. En sonunda Beyoğlu’nda Garderobe’da karar kıldım. Mükemmel kostümler, aksesuarlar vardı. İçlerinden benim bedenime uyan uçuk pembe, kare yakalı, eteklerinde ve göğüs kısmında pembe güller olan, kolları kat kat dantelle dirseklerimin altına kadar inen, eteği içindeki tarlatanı sayesinde kabarık elbise, ilk giydiğim ve üzerime tıpatıp olan kiralamaya karar verdiğim elbiseydi.
O gece kızları bu elbise ile karşıladım. Yüzlerindeki ifade harikaydı.
Oturup kalkması çok zor olsa da, o elbise içinde kendimi daha kadın hissediyordum. O dönemlerde kadınların bu elbiselerle daha da dişi olduklarını hep imrenerek seyrederdim filmlerde. Ben kabarık elbisem içinde dişiliğimin keyfini sürerken, arada uzun eteklerime takılıp karizmayı çizdirdiğim de oldu tabi :)
Yemekler, müzik, ortam çok güzeldi. Maskelerle bezenmiş duvarlarda sanki gizemli siluetler bizi izliyordu. Kızlara İtalya’dan sipariş verdiğim Raffaello’nun Madonna Sistina eserindeki meleklerin ve bir de kimin eseri olduğunu bir türlü bulamadığım yine melek figürlerinin olduğu magnetler hediye ettim.
Ertesi gün Gülden Abla’nın doğum günüydü. Ayşe pasta organize etmişti, üzerine de yine elcağızlarıyla güzel kartlar hazırlamıştı.
Pastamızı da kestikten sonra sunuma başladık. Başlangıçta birkaç aksaklık oldu. PC’den perdeye yansıtmada sorun çıktı. Mekândaki görevli arkadaşlar onu ayarlamaya çalışırken ben sunuma başlamak zorunda kaldım. Dikkatim dağıldı, cümlelerim gözümün önünden uçtu gitti, kelime tekrarlarım oldu :(. Sonra sunuma PC’den devam etmeye karar verdim. Bu sefer de sunum altına koyduğum müzik devreye girmedi. Aksilik üzerine aksilik.
Sunumdan sonra kitap hakkında konuştuk. Kitaplarımızı imzaladık.
Ayşe o gece iki farklı tasarımda bastırdığımız kulüp kartvizitlerimizi getirdi. Aramızda paylaştırdık.
Önümüzdeki projelerimizi masaya yatırdık.
Gece biterken, kostümü üzerimden çıkardığımda peri masalı bitmişti. Ve bir sunum gecesi daha…
Kendimi hafiflemiş hissediyordum.
Artık bir süre sunum hazırlama stresi olmadan rahatça sıradaki kitaplarımı okuyabilirdim :).
Ama sıradaki sunumları da sabırsızlıkla bekleyerek tabii :).
Sevgiyle…
Peyman