15 Ocak 2010 Cuma

HAYATIN KAYNAĞI - AYN RAND - 14.01.2010






Kitap: Hayatın Kaynağı
Yazar: Ayn Rand
Yer: Kafika
Sunucu: Bilgen
Katılımcılar: Ayşen, Aysun, Aycan, Belkis, Billur, Gülda, Peyman, Özlem, Yonca, Ayşe




'' Bilinci durdurmak, hayatı durdurmaktır. ''




AYN RAND- HAYATI

Ayn Rand (2 Şubat 1905 – 6 Mart 1982, ilk adı Alissa Zinovievna Rosenbaum), Kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı Yaşamak İstiyorum (We the Living), Ben (Anthem), Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) ve Atlas Silkindi (Atlas Shrugged) kitapları ve objektivizm felsefesiyle tanınan düşünür-yazar

Onun ismine yönelik çok profesyonel bir enstitüsü var.
Tarikat gibi.
Her yaşta Kapitalizmi tanıtmak ve benimsenmesi
için çalışıyor.
Ayn Rand Rusya'da Saint Petersburg'da doğdu. Yahudi bir ailenin üç kızının en büyüğü idi. Ailesi dine karşı ilgisizdi. Küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve sinemaya ilgi duydu. Yedi yaşındayken hikâyeler ve oyunlar yazmaya başladı. Annesi ona Fransızca öğretti ve çocuklar için hikâyelerin bulunduğu bir dergiye abone oldu. Bu dergilerde Rand ilk çocukluk kahramanını buldu: Rudyard Kipling tarzı bir hikâye olan Gizemli Vadi'de yerli bir subay, Cyrus Paltons.


Gençlik yılları boyunca Sir Walter Scott, Alexandre Dumas ve diğer romantik yazarların kitaplarını okudu ve genel olarak romantizm akımına karşı tutkulu bir sevgi besledi. 13 yaşında Victor Hugo'yu keşfetti ve romanlarına aşık oldu. Sonraki yıllarda Rand onu en sevdiği, dünya edebiyatının en büyük roman yazarı olarak adlandırmıştır.
Petrograt Üniversitesi'nde felsefe ve tarih okudu. Üniversite yıllarında yaptığı en büyük keşifler Edmond Rostand, Friedrich Schiller ve Fyodor Dostoyevski oldu. Rostand'a zengin, romantik hayal gücü, Schiller'e de büyük, kahramansı etkisi yüzünden hayranlık besledi. Dostoevsky'e kurduğu drama ve yaptığı derin ahlaki analizler yüzünden hayrandı, ama felsefesine ve hayat anlayışına derinden karşıydı.

Kısa öyküler ve oyunlar yazmaya devam etti, ve yoğun bir şekilde anti-sovyet fikirler içeren düzensiz bir günlük tuttu. Nietzsche ile de tanıştı, Zerdüşt Böyle Diyordu'daki kahramanca ve özgür adamı yüceltişini beğendi, ama aynı zamanda felsefesine romanlarının önsöz kısmında haşince eleştirecek kadar karşı oldu.
Rand'ı açık ara en çok etkileyen isim özellike Mantık adlı eseriyle Aristoteles'tir, onu gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak gördü ve sonradan etkilendiği tek filozof olduğunu söyledi.

Sonradan 1924'te Devlet Sinema Sanatları enstitüsüne girdi ama 1925'te kendisine Amerika'daki akrabalarını ziyaret etmek için bir vize verildi. Şubat 1926'da 21 yaşında ABD'ye geldi ve akrabalarıyla Chicago'da geçirdiği kısa bir süreden sonra bir daha hiçbir zaman Sovyetler Birliği'ne geri dönmemeye karar verdi. Senarist olma hayali ile Hollywood yollarına düştü.

Sonradan ismini Ayn Rand olarak değiştirdi. İsmini Remington Rand daktilosundan aldığına dair bir rivayet vardır ama o Ayn Rand ismini daktilo piyasaya çıkmadan önce kullanmaya başlamıştır. Ayn adını Finlandiyalı bir yazardan etkilenip aldığını söylemiştir. Bu Finlandiya-Estonyalı bir yazar olan Aino Kallas olabilir, ama Fince konuşulan ülkelerde bu isme ve varyasyonlarına sıklıkla rastlandığı için kesin olarak bilinmiyor.

AYN RAND-ESERLERİ

Rand'ın profesyonel anlamda ilk büyük başarısı yazımı 7 sene süren ve 1943 yılında yayınlanan Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) romanı oldu. İlk zorluklara rağmen Hayatın Kaynağı dünya çapında bir başarıya kavuşarak Ayn Rand'a ün ve ekonomik rahatlama getirdi.

Rand'ın "magnum opus"u, en büyük eseri Atlas Vazgeçti'dir. (Atlas Shrugged) 1957 yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir bestseller olmuştur. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın artık vazgeçtiğine yapılan bir göndermedir. Atlas Vazgeçti, Ayn Rand'ın objektivist felsefesini en iyi ve bütün şekilde anlattığı romanıdır.

Atlas Vazgeçti’de "Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegane amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir."

Atlas Vazgeçti'nin ana teması "insan aklının toplumdaki rolü" dür. Rand sanayiciyi tüm toplumlardaki en değerli organ olarak görür ve sanayicilere karşı duyulan genel kızgınlığı son derece sert bir biçimde eleştirir. Bu duyguları onu Amerikalı sanayicilerin greve gittiği ve dağlık bir alanda saklanmayı seçtiği bir roman yazmaya iter. Toplumun sömürücü olarak gördüğü, aşağıladığı ve suçladığı bu idealist, yaratıcı insanların kaçmasıyla Amerikan toplumu ve ekonomisi genel anlamda çöküşe girer. Hükümet sanayi üzerindeki zaten boğucu olan kontrollerini artırarak tepki gösterir. Roman her ne kadar politik bir temayı merkez almışsa da seks, müzik, tıp ve insan yetenekleri gibi birçok farklı ve kompleks meseleyi irdeler.
Nathaniel Branden, karısı Barbara, Alan Greenspan ve Leonard Peikoff gibi başkaları ile birlikte Ayn Rand, Felsefesini tanıtmak ve yaymak üzere objektivist hareketi başlatır.

AYN RAND - ESERLERİ

1934 16 Ocak Gecesi (Night of January 16th)
1936 Yaşamak İstiyorum (We The Living)
1938 Ben, Ego (Anthem)
1943 Hayatın Kaynağı (The Fountainhead)
1957 Atlas Silkindi (Atlas Shrugged)
1961 For the New Intellectual
1964 The Virtue of Selfishness (Nathaniel Branden ile)
1966 Kapitalizm: Bilinmeyen İdeal (Capitalism: The Unknown Ideal)
1967 Introduction to Objectivist Epistemology
1969 The Romantic Manifesto
1971 The New Left: The Anti-Industrial Revolution
1982 İhtiyacımız Olan Felsefe (Philosophy: Who Needs It)



AYN RAND-FELSEFESİ

Felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. Devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanır.

Romanları kendisine özgü oluşturduğu bir kahramanın tanıtımını merkez alır.

Kahraman kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarı için çalıştığı için olur. Rand'a göre rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.

O'na göre,

İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir,
Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır,
Kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur.
İnsan önce Tanrı'nın tutsağıydı. Zincirlerini kırdı. Sonra kralların tutsağı oldu. Yine zincirlerini kırdı. Artık hiçkimsenin tutsağı olmamalı.

Biz hayatımızda neyin / kimin tutsağıyız?

Kolektif beyin diye bir şey yoktur. Kolektif düşünce diye bir şey de yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma, ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir, ya da birçok bireysel düşüncelerin bir ortalamasıdır. İkincil önem taşıyan bir şeydir. Birincil eylem.. yani mantık yürütme süreci... bir tek kişinin tek başına yapması gereken bir şeydir.


Yemekleri bir sürü insana paylaştırabiliriz. Ama kolektif bir midede sindiremeyiz. Hiç kimse kendi ciğerlerini, başkasının yerine solumak için kullanamaz. Hiç kimse kendi beynini, başka birinin yerine düşünmek için de kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamazlar ve devredilemezler.

OBJEKTİVİZM
Objektivizmin kıstası: AKIL ve REALİTEDİR

Objektif Şeyler: İnsanın " duygu-düşünce-hülya ve kişisel çıkarlarından " bağımsız olarak, yani "neyse o olarak " var olan şeylerdir.

Fiziksel bilimler, işte bu nedenle " Objektif Kriterleri " temel alır. Bu nedenle felsefe de " Objektif Kriterleri " temel alan bir bilimdir.Bu anlamda OBJEKTİVİZM: Objektif kıstasları temel alan, " DOĞRU'dan yana - YANLIŞ'a karşı TARAF " olan bir felsefedir.

ALTRUİZM = KENDİNİ FEDA ETME

Altruizmin temel prensibi insanın kendisi için varolma hakkının olmadığı, diğer insanlara hizmet etmenin kendi varlığının tek gerekçesi olduğu ve kendini feda etmenin insanın en yüksek ahlâkî görev, erdem ve değer olduğudur.


Sizden teslim etmenizi istedikleri şey aklınızdır. Fedakârlık inancını övüp duranlar, mevkileri, niyetleri ne olursa olsun, bunu sizden, ister ruhunuz, ister vü­cudunuz için istiyor olsun, size ister cennette bir hayatı, ister bu dünyada karnınızı doyurmayı vaadetsin, amaç aynıdır. Söze, kişinin, ‘kendi arzularının peşinde koşması bencilliktir, onları başkalarının isteklerine feda etmeli­sin,’ diye başlayanlar, sonunda da, ‘inançlarına bağlı kal­mak bencilliktir, onları da başkalarının inançlarına feda etmen gerek,’ diye bitireceklerdir.

ALTRUİZME GÖRE KURBANLARIN KARAKTER YAPISI

a) Kendine-saygı-ve-güvenden yoksundurlar; çünkü, değerler alanında ilk meseleleri, hayatlarını nasıl inşa edecekleri değil, onu nasıl feda edecekleridir.
b) Başkalarına saygıdan yoksundurlar; çünkü, insanlığı, sefalete mahkum, sürekli yardım bekleyeyen, dilenen bir zavallılar sürüsü olarak görmektedirler.
c) Realiteyi bir kabus olarak görmektedirler; çünkü, insanlığı, felaketlerin sürekli ve temel bir konu olacağı, bedhah bir evrene hapsolmuş zannetmektedirler.
d) Ahlaka karşı müthiş bir kayıtsızlık içindedirler; çünkü, soruları, kendi hayatlarının aktüel problemleriyle hiç ilgisiz, belki ömürleri boyunca hiç karşılaşmayacakları durumlarla ilgilidir; yani, normal hayatlarına rehber olacak bir ahlak sistemi yerine, sadece istisnai hallerde rehber olacak davranış kurallarıyla ilgilenmektirler.

ALTRUİZM = KENDİNİ FEDA ETME
Altruizmin ahlâkını yok eden ve onun tahammül edemediği bir kelime -tek bir kelime- vardır: “Niçin”. İnsanlar niçin başkaları için yaşasın? İnsan niçin kurbanlık bir hayvan olsun? Bu, niçin iyi bir şey olsun? Bunun için akla dayanan hiçbir dünyevî sebep yoktur, tüm felsefe tarihinde hiçbir mantıklı dünyevî cevap asla verilmemiştir.

Bunun ahlâkçıların yanına kâr kalmasını sağlayan sadece mistisizmdir. Bunun için gösterilen gerekçe, daha doğrusu bir gerekçe gösterme ihtiyacından kaçmak için başvurulan tek şey dünyevî olmayan, doğaüstü ve irrasyonel olan mistisizmdir.

İrrasyonel olan bir şeyde gerekçe aranmaz, o sadece inançla kabul edilir. Çoğu ahlâkçının -ve onların birkaç kurbanının fark ettiği şey mantık ve altruizmin birbiriyle uyuşmayan şeyler olduğudur.

ANA KARAKTERLER
Howard Roark
Peter Keating
Dominique Francon
Ellsworth Toohey
Gail Wynand

HAYATIN KAYNAĞI ÖZET
Hayatın Kaynağı'nın teması "insanın ruhundaki bireycilik ve kollektivistlik"tir. Beş ana karakteri konu alır.

Başkahraman Howard Roark, Rand'ın idealidir, yüce ruhlu, kendi fikirlerine ve ideallerine güçlü biçimde bağlı, hiçkimsenin bir başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikte mimaride kopya etmemesi gerektiğini düşünen bir mimar. Romandaki diğer tüm karakterler yoğunluğu değişmekle birlikte ondan değerlerinden feragat etmesini talep ederler ama o kararlılığını muhafaza eder. Roark'ın ilginç bir başka yönü de, bu savaşını alışılagelmiş diğer kahramanlar gibi özgünlüğü ve dünyanın adaletsizliği ile ilgili uzun ve tutkulu monologlara girerek değil, aksine kibirli, neredeyse küçümseyici bir suskunluk ve birkaç küçük söz ile yapar.

Son derece parlak genç bir mimar olan Howard Roark mimarlık okulundan, hem de son senesine gelmişken kovulur. Gerekçesiyse okulun geleneksel düzenine uygun çizimleri reddetmesidir.

Roark okuldan kovulmasını engellemek adına hiçbir şey yapmamakla beraber, aklında bir tek istek vardır: Herkesin yüzkarası olarak nitelendirdiği, sıradışı çizimleriyle sadece bir süre halkın ilgisini çekebilmiş, son zamanlardaysa hiç de gözde olmayan, Roark’un hayranlık duyduğu mimar Henry Cameron’un yanına gidip onunla çalışabilmek.

Roark’un, okulunu birincilikle bitiren okul arkadaşı Peter Keating de New York’a taşınarak prestijli bir mimari firması olan, başındaki ünlü Guy Francon tarafından idare edilen, Francon & Heyer de çalışmaya başlamıştır. Roark ve Cameron güzel eserler ortaya çıkarıyor ama projeleri hemen hemen hiç övgü topluyordu, buna karşın Peter Keating’in yeteneği her fırsatta övgüye değer bulunarak ona sürekli bir başarı getiriyordu.

Henry Cameron emekliye ayrıldığında ve finansal anlamda çöktüğünde Roark kendine ufak bir ofis açabildi ancak. Kendisinin müşterilerini memnun etmek için uzlaşmaya yanaşmayan tarzı sonunda ofisini kapatıp Connecticut adlı bir yerde granit taşocağında çalışmaya zorlamıştır kendini.

Connecticutt'a o sıralar Guy Francon’un güzel ve zeki kızı Dominique Francon toplumdan midesi bulanmış ve kendine aile malikanesinde dinlenme süreci tanımıştır. Dominique taşocağındaki işleri seyre geldiği günlerden birinde Roark’u görür görmez onun ellerindeki çevikliği ve kişiliğindeki anlam verilemez çekiciliği hisseder. Roark da aynı şekilde kızdan çok etkilenir. Öyle ki, Roark bir gece Dominique odasına girer ve ona tecavüz eder.

Dominique karşı gelir ama onu engellemek için çığlık atmaz ve bu ilişki sonucunda ne istediğini anlar ama Roark’u aramaya koyulduğunda, Roark New York’un önde gelen adamlarından birinin binasının dizaynı için taşocağını terketmiş durumdadır. Dominique New York a döndüğünde Howard Roark’un kimliğini öğrenir ve farkeder ki, hayran olduğu binanın mimarı Roark’tur. Dominique ve Roark gizli bir şekilde görüşürler ama toplum içinde Dominique onun amansız bir düşmanıymışçasına hareket eder.

Mimari eleştirmeni ve sosyalist Ellsworth Toohey yavaşça gücünü yükseltmeye hazırlanır. Engellemeye çalıştığı şey yetenek ve yapabilirliğin büyük bir sonuç olmadığını söyleyerek “ben” bilicini yok etmek ve oluşturmaya çalıştığı şey kişinin kendisini ikinci plana atarak topluma adamasıdır.

Böylece Toohey Roark’u çok önemli bir tehlike olarak görüp onu yok etmeye çabalamaktadır. Toohey zayıf karakterli bir müşterisini insanlık ruhuna adanacak bir tapınağın mimarı olarak Roark’u seçmeye ikna eder. Ve daha sonra onu tapınak bittiğinde, tapınağı bir küfür gibi algılamasını iddia ederk Roark’u dava etmeye ikna eder. Roark’un duruşmasında Dominique dışında herkes tapınağı ortodoks ve yasal olmamakla suçlar. Dominique ise Roark’un dünyaya verdiği bu hediyeyi haketmediğini söyler. Karşı tarafın duruşmayı kazanmasıyla Roark tekrardan işini kaybetmiş olur. Roark’u arzu ettiği için kendisini cezalandırmak isteyen Dominique, Peter Keating ile evlenir.

Başarılı bir yayımcı olan, önceki idealizmini kaybetmiş ve şansını halkın tam olarak duymak istediğini onlara veren bir gazetenin yayımcısı olmakta bulan Gail Wynand Dominique ile tanışır ve ona aşık olur. Wynand Peter Keating’e çok önemli bir iş teklifinde bulunarak – ve aynı zamanda sonsuz Wynand gazetelerinin onun adına çalışma fırsatını önererek- karısının kendisine ait olmasını ister ve tabiri caizse Dominique'i satın alır. Dominique evlenme teklifini onun Keating’den daha kötü olduğuna inandığı için kabul eder. Ama şaşırtıcı bir şekilde Wynand’ın bilinmeyen yüzünü görür, o prensipli biridir. Wynand ve Roark, Wynand’ın Dominique için şehir dışı bir yerde inşa ettirmeyi planladığı bir ev için mimar olarak Roark’u seçmesiyle tanışır ve hemen yakın arkadaş olurlar.

Roark ile Dominique’in geçmişinden habersiz Wynand Roark’a duyduğu hayranlığı Dominique’e her gün anlatmakta ve tabiki kadın onu çok iyi anlayabilmektedir. Bu arada yine başı sıkışmış olan Keating bir halk evi projesi olan Cortland Evleri'nin çizimi için Roark’tan yardım ister. Evlerin ekonomik olması fikri Roark’u cezbeder ve bu çizimi bir tek şartla kabul edeceğini söyler : Kendisinin çizimine hiçbir şekilde müdahale edilmeyecektir, diğer konular olan isim ve paraysa onun için önemli değildir; başka hiçbir talepte bulunmaz.

Roark Wynand ile yaz boyu çıktığı yat gezisinden dönüşünde, anlaşmanın tersine bir şekilde Cortland evlerinin projelerinde değişiklikler yapıldığını öğrenir. Roark Dominique inşaat alanına gidip bekçinin dikkatini başka yöne çekmesi için yardım ister ve Dominique oraya vardığında Roark kendi planına göre yapılmamış binayı havaya uçurur. Polis geldiğinde hiç itiraz etmeden teslim olur. Tüm komite Roark’u lanetler ama Wynand sonunda Roark’u savunmak ve halkın isteklerine kulak vermemek için gücü bulur ve gazetelerinde Roark’u savunan yazılar yayınlatır. Bunun üzerine Wynand gazetelerinin satışı düşer ve işçiler greve gider. Wynand bir süre daha buna dayansa da sonunda teslim olur ve Roark’un aleyhinde yazılar yazıp halktan özür diler. Duruşma Roark’un kötü sonu gibi görünse de bencillik erdemi ve kendine karşı dürüst kalma ihtiyacından uzun bir şekilde bahsederek jürinin dikkatini toplamıştır. Sonuç itibariyle de jüri onu suçsuz bulur. Roark Dominique ile evlenir.

ÖNE ÇIKAN TEMALAR
Yaratıcılık
Liderlik
Kendini feda etme
Tutku
Ödün vermemek
Medyanın gücü
Hayal etme
Köle olma
Kararlılık
Bireycilik
Kollektivizm
Bencillik
Kapitalizm
Altruizm
Boyun eğme
Ego
……

DESTEKLER
Plato Film- Taylan Barış Kızılöz
Internet
Wikipedia
Google
Kitap kurdu
Objektivist Hareket
Ekşi sözlük


12 yorum:

Ayşe dedi ki...

Sevgili Bilgen,

İlkönce ellerine sağlık çok güzel hazırlanmışsın. Bizlere attığın mailde 150 kişiye konferans verdim bu kadar heyecanlanmadım dedinya yüzümde hemen bir tebessüm oluştu. Çünkü sen bizi önemsiyorsun çünkü sen yaptığımıza inanıyorsun bunun içinde tekrar Teşekkür ederim.

Kollektivizm ve Alturizm anlatmak için gereksiz UZUN yazılmış bir kitap. Allahtan akıcı bir kitap idi 925 sayfa akıp gitti. Bir fikri anlatmak için karakterler bana çok uç geldi. BEN veya BİZ , bence ikisinin harmanlanması lazım. Yanlızca Ben veya yanlızca Bizle kimse ayakta kalmamış zaten Saf Capitalizm veya Saf Communizm diye birşey bence hiçbir zaman olamadı.

Peyman dedi ki...

Bilgen'cim,

Çok güzel bir sunum gecesiydi. Bir kere daha teşekkürler, ellerine sağlık.

Kitabı ilk elime aldığımda "eyvah! nasıl bitecek bu kitap?" dedim ama obsesif kişilik yapımdan kaynaklanan bir davranış şekli olarak bitirmeden de bir sunuma gelmek hiç bana göre değil. Ayşe'ye katılıyorum, çok rahat okudum. Bazı bölümlerini okumak için ertesi günü iple çekercesine merakla bekledim. Fakat gerçekten uzundu. Zaten Ayn Rand da 7 senede bitirmiş, ama bence kendisini bu kadar yormasına gerek yoktu. Bazı bölümler bana da gereksiz uzun geldi. Karakterleri çok sivri buldum. Günümüz şartlarında bu karakterlere uyan insanların var olması vaki değil.

Filmi de en kısa sürede izleyeceğim. Bakalım bunca sayfayı nasıl filme uyarlamışlar.

Sevgiler,

ayşen dedi ki...

Bilgencim,
Hem kitap seçimin hem de sunumun için teşekkürler...Yaşadığımız ve gördüğümüz bütün şehirlerde karakteri olan binalara ilgim daha da arttığı gibi bu binaların mimarlarına karşı olan merakım da daha çok arttı.Kitaptaki karakterlerin neredeyse gerçek olamayacak kadar sivriliği bence bu karakteristik özellikleri daha çarpıcı hale getirtiği için oldukça başarılı.Hayatlarımızda Howard Roark'lar cok az ama çok büyük,Peter Keatingler çok fazla ama çok küçük.Ayrıca kitapta "Medyanın Gücü" insanı ürkütecek kadar iyi işlenmiş.Filmi en kısa zamanda seyredeceğim çünkü bu kitabı zaten kafamda film sahnelerini görerek okudum.Benim sahnelerimle onların sahneleri ne kadar örtüştü merak ediyorum açıkçası.(Dün gördüğümüz küçücük parça da Dominique beni hayal kırıklığına uğratsa da diğerleri so good so far...)
Tekrar ellerine ve yüreğine sağlık,iyi ki bu kitabı da okumuşuz..

Gulda dedi ki...

Bilgen’ciğim,

Ellerine sağlık, gece için çok teşekkür ederim.

Ben de kitabı bitirdiğimden beri aynı cümleyi kuruyorum. Kitap 500 sayfa uzun olmuş. Uzun olması yetmemiş, bir de baskı hatasında kurban gitmiş. Bazı yerlerde paragraf tekrarları olmuş. Örnek veriyorum (6.baskı). Bakınız 842. sayfanın sonu (Ne istiyorsun diye başlayan bölüm) ve 843. sayfanın başı. Üstelik sadece bu kadar da değil. Bu, beni biraz yordu. Plato Yayıncık, Howard’ın mükemmeliyetçi yaklaşımından pek ders alamamış anlaşılan. Şimdi Howard bu kitabı görecekti, yakmaz mıydı?

Ancak kitabın hakkını yememek gerekiyor. Çok sürükleyici olduğu gibi, 1940’larda yayımlanmış olmasına rağmen, dün dahi yazılmış olabilecek kadar bu günün en temel sorunlarını da anlatır nitelikte idi.

Howard’ın Mimar Frank Lloyd Wright olduğunu okuduktan sonra, kitabı okuduğum süre boyunca internetten de Wright’ın tasarladığı bina ve eşyalara baktım ve eserlerden çok etkilendim. Böylece kitapta da sayfalarca bahsi geçen o binaların neye benzediklerini görmüş ve daha iyi anlamış oldum. Wright’ın eserlerine bakmanızı öneririm.

Kitap sonrası Wright’ın tasarladığı sandalyede otururken biraz daha özen gösterdim. Sandalye’nin sahibine de kitabı okumasını tavsiye ettim.

billur dedi ki...

Sevgili Bilgenciğim;

Öncelikle ellerine ve emeğine sağlık. Hediyem olan ve üzerinde Wild Thing yazan anahtarlığım ise çok hoştu.

Kitaba gelince ne kadar çok söylensem de okuduğum için çoook memnunum.
Baskı hataları olduğunu ve paragraf tekrarları benim kitapta da mevcuttu.

Zaten bazı ana fikirlerin çok tekrarlandığı bu kitapta bir de paragraflar tekrar edilince sersemledim.

Gülda'ya katılıyorum yarısı kadar yazılabilirdi.

Karakterler çok sivriydi ve bazen konuşmadan anlaşmaları ve birbirlerini anlıyor olmaları ya da tek , kesin , kısa kelimelerle tüm hayatları boyunca oluşturdukları düşünce ve duyguları anlamaları beni sıktı ve daha doğrusu aştı.

Ben ve Biz harmanlanmalı, Ben ön planda olmalı ancak herkes ben dese ne olur bu toplumun halinden farklı bir yaklaşımı olduğunu düşünüyorum kitabın yine de... Çünkü hiç devlet olmasın denilmiyor, müdahalesi minimum olsun deniliyor anladığım kadarı ile senin anlattıklarını da düşününce...

Binaları seviyorum, ama ben hem fonksiyonel hem de süslü binaları seviyorum!

Neyse daha yazacağım ama sonra...
Sevgiler
Billur

Ayşe dedi ki...

F.L.Wright binalarına bakınca bir an Roark'un binaları gözümün önüne geldi. Bazı binaları ne kadar etkileyici muhakkak bakın.

Peyman dedi ki...

Gülda, dün akşam kitabı okurken aklıma adını hatırlayamadığım bir mimarı çağrıştırdığını söylediğimde Frank Lloyd Write'ı kastetmiştim. Bahsettiğim ev de Fallingwater'dı. Tabii ben 1992 yılında gördüğüm fotoğrafla bu evin aslında ahşap bölümlerinin olduğunu hatırlıyordum, ama aslında onlar taşmış. Howard'ın Mimar Write olduğu Sinan Çetin'in Önsözü'nde mi yazıyordu yoksa, kaçırmışım galiba :(

Gulda dedi ki...

Peyman,

Yazarın Frank Lloyd Write'dan esinlenmiş olma ihtimali olduğunu ben Google'lama sonucu öğrendim. Eminim, kitap içinde yazsa idi zaten kaçırmazdın:)

Sinan Çetin'in önsözününse hiç yazılmamış olmasını tercih edenlerdenim.

Dün işi iyice cıvıtmak istemedim ama sormak istediğim (bu ara Sahilde Kafka ile haşır neşir olduğumdan olsa gerek) ben (ego), biz (toplum)kavramlarından söz edip durduk. Pekiiii, Altar Ego'ların durumu ne olacak?

Jezabel (Gülda'nın Altar Egosu)

Peyman dedi ki...

Altar Ego ? Yani Mr.Brooks filminde Kevin Costner ve Altar Ego'su William Hurt gibi mi?

Hmm Jezabe! Altar Ego için fazla iddialı :)

aycan dedi ki...

Bilgen'cim;

Sunumun son 5 dakikasına yetişebilme talihsizliği yaşadığım o akşam geldiğimde herkes kendini kaptırmış gidiyordu bu da beni hem yorgunluktan hemde konuşulması gereken herşeyin konuşulmuş hissiyatına kapılmamdan dolayı sessizliğe itti. Evet kitap uzundu ama okuduğum için bende memnunum doğrusu. Medya rezaletinin dünde bugünde aynı olduğunu görmek aslında hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu anlamak sinir bozucu ama keskin bir gerçek! Ayrıca bende Ayşe'ye katılıyorum herşeyin ortası en iyisi; ne sınırsız bencillik ne de sınırsız fedakarlık insanlığa ve takiben toplumlara mutluluk,refah getiremez, gittikçe bencilleşen bireylerle yaşadığımız toplumumuzda gördüğümü söyleyebilirim ki getirmiyor da ... Ayrıca o akşam sanada söylediğim gibi tüm karakterlerin içinde en gerçek olanı yan karakter Peter Keating'in annesi idi bana sorarsan. Hırslı,sinsi, müdahaleci, kendi ekseninde kurnaz, başedemeyeceği kişiyi gördüğü anda kuyruğunu kıstırıp kaçabilecek kadar korkak ve bencil bir anne!... Peter Keating de diğer uç karakterlere göre, daha gerçekçi bir karakterdi çünkü etrafımızda ona benzer karakterlerden var görüyoruz, biliyoruz. Diğerleri ise varlar mı !? var oldukları için mi yazılabiliyorlar!? tamamen hayal ürünleri mi!? bilemiyorum ama kitabın ana fikrine hepsi çok iyi hizmet etmiş. Herbiri böyle uç rollerde buluşmasalardı Ayn Rand kitaptaki felsefeleri bu kadar iyi anlatamazdı heralde.

Ayrıca gecenin sonunda benim hediyem nerede diye mızmızlanıp paketi açınca TOO SEXY yazan rozetimi görünce Al Jamal elbisemi düşünüp pek bi utanasım geldiyse de utanamadım çok hoşuma gitti, teşekkürler.

Elimde olmayan sebeplerden dolayı sunumuna geç kaldığım için tekrar özür diliyor ve anlayışın için çok teşekkür diyorum Bilgen'cim.

Sevgilerimle,

Aycan

Ayşe'nin Kitap Kulübü dedi ki...

canımcım, eline, emeğine ve yüreğine sağlık...bu teşekkür etmek için kaçıncı teşebbüsüm hatırlamıyorum ama bazen hakikatten teknoloji özürlü olduğumu kanıtlıyorum....sunum ertesi mail atacakken, bloga yazmak gerektiğini okuyup panikledim ama sorun etmedim...ancak bu kez sanırım yorum ekle yapabildim.

vahşi kapitalizmi bu kadar güzel allayıp pullayan,bencilliğin yada benci olmanın bu kadar enteresan işlendiği nadir kitaplardan biri bence...bu işin ortası yokmu, ya hep ya hiç mi olmalıyı ayan beyan koymuş....araştırman ve alturizmi tanıttığın için de ellerine sağlık...medyanın gücü korkutucu boyutta ama 1940 lardan günümüze ne değişmiş, tüm insanlık aynı yerde seyrediyor...sadece matrix bize dogru yolu gösterecek sanırım..sevgıyle kal
belkıs

aysun dedi ki...

Bilgencim,

Bu kez bloga girmek için gerçekten uzun bir ara verdim :(
Kafamın dolu ,koşturmacanın çok olduğu bir dönem!

Sunum için eline,emeğine sağlık .Uzuuun ama enteresan bir kitaptı .Yıllar geçse de maalesef toplumda kazananlar değişmemiş.

Karakterler oldukça sivri ve kitap film tadındaydı .uzun replikler ve zaman zaman roman değil bir filmi izliyormuş gibi hissetmem meğer normalmiş ,sayende öğrendim.önce kitabını okuyup sonra seyrettiğimiz filmlerde ,genel olarak kendi hayal dünyamızdan ve beklentilerimizden farklı anlatım ve görüntülerle karşılaşmak pek çok kez hayal kırıklığı yaratır bende ancak bize izletiğin o mahkeme sahnesi birebir kitabın kendisiydi,ilk fırsatta filmin tamamını da izleyeceğim.


keyifli saatler ,verdiğin bilgiler ve güzel anahtarlığım için bir kez daha teşekkürler...

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails