29 Haziran 2012 Cuma

Süprizzzz !...




Kitap: Manga
Mekan: Morro Pizzeria Pidos
Sunucu: Ayşe
Katılımcılar: Ayşen, Aysun, Aycan, Billur, Berna, Gülda, Gülden, Peyman, Yonca, Özlem




SÜPRİZZZ SUNUM GECESİ !.....






Aslında bu ay masal kitabı yapmayı düşünüyordum (Rapunzel) ve çok güzelde bir baskısını bulmuştum. Gelin görünki masal kitabını bir şekilde kaybettim. Bir çok kitap evine bakmama rağmen aynı baskıyı bulamadım ve içimden başka bir masal kitabı yapmak gelmedi. Ne yapsam diye düşünürken aklıma Manga geldi ve kızları Manga ile tanıştırmaya karar verdim.


Dersimiz MANGA 101





En basit haliyle Manga, 19YY de Japonya da Japon yazarlar tarafından yaratılan karikatürdür.

Japonya’da her yaş ve kesim Manga okurken yurtdışında genelde gençler okumaktadır. Manga 1950’den beri basım evleri için çok önemli bir pay oluşturmaktadır. 2007 de $3.6 milyar ve 2009 da ise $5.5 milyar, rakamlar sektör için hiç de küçümsenmeyecek rakamlardır.

Zaman içinde Manga, Avrupa ve Ortadoğu da $250 milyon satışa ulaşmıştır. Amerika’da ise 2008 satışları $175 milyona ulaşmıştır.

Renkli basımı az mevcut olsa da, Manga genelde siyah ve beyaz olarak basılır. Manga haftalık veya aylık kalın birçok yazarın derlemelerinden oluşan kalın dergilerde basılır. Bu magazinler ucuz kağıt da basılır ve okunduktan sonra elden çıkarılacak magazinler olarak bakılır. Derlemelerin devamı bir sonraki magazinde devam eder ve tutulan hikayeler daha sonra Tankobon adı verilen ciltsiz (cep kitap) kitaplarda tekrar basılır. Tankobon’un kağıt kalitesi daha yüksek olup çoğunlukla B6 (12.8cm * 18.2cm ) ve ISO A5 (14.8cm * 21cm) ebatlarında basılır.

Mangaka (Manga Sanatçısı), yayın evinin yaratıcı editörü, birkaç asistan ile küçük bir stüdyoda çalışmalarını yapar.

KISA KISA KISA KISA:













• Manga kelimesinin ortaya çıkışı her ne kadar ressam ve baskıcı Hokusai’ye (1760 - 1849) mal edilse de bu doğru değildir. Bu kelime yalnızca onun tarafından popülerize edilmiştir.

• Manga kelimesi iki Çin karakterinden oluşur. Birincisi ‘’ kayıtsız / komik ‘’ ikincisi ise ‘’ resim ‘’ anlamına gelir ve kısaca çeşitli komik görüntü anlamında kullanılmıştır.

• Hokusai daha az ciddi olan derlemelerine bu terimi kullanmıştır.

• Japonya da Hokusai’den yüzyıl öncede karikatür çizimler mevcut idi.

• İlk örnekleri ortaçağ Japonya sına ait olup resim ile yazı, bir öyküyü veya olayı anlatır.

• Bu çizimler her ne kadar Modern Mangayı andırsa da çok önemli bir fark vardır. Modern Manga seri üretilerek her kesime ulaşırken Ortaçağ da ise bu çizimler yalnızca tekil çalışma olup seçkin okuyuculara yönelik olmuştur.

• 18YY sonlarında, orta sınıf şehirli tüccarlarının çoğalmasıyla canlı bir Kibyoshi tüketici kültürü ortaya çıkarmıştır.





Kibyoski, kitap formatında ahşap baskı kalıp tekniği ile yapılır ve yetişkinler için öykü kitaplarıdır. Modern Manga gibi içerikleri çeşitli konulardan oluşur: komedi, dram, fantezi, pornografi…. Ancak 19YY ortalarında Kibyoshi Japon hükümet sansüründen ortadan kaybolmuştur. Her ne kadar Modern Manga Kibyoshi’ye andırsa da Kibyoshi Modern Manga’nın doğuş noktası değildir.

• Modern Manga 19YY Avrupa/Amerikan stili politik ve komedi karikatür ve Amerikan gazetelerindeki kutucuklar halinde yayınlanan resimli romanlardan doğmuştur.

• Japon Manga ile kıyaslandığında 20YY başlarında Amerikan karikatürleri epey revaçta ve çeşitliydi. O zaman aklımıza şu soru geliyor. Neden Japon Manga ilerledi ama Amerikan ise geriledi?

• Modern Japon Manga’sının ilerlemesinde Osama Tezuka’nın katkıları çok büyüktür. Japonya da Osama Tezuka ‘’ Manga’nın Babası ‘’ olarak nitelendirilir.





• Osama Tezuka’nın en önemli eseri tüm dünya tarafından da bilinen ‘’ Mighty Atom ‘’ dur. 1960 da, Amerika’da ismi ‘’ Astro Boy ‘’ olarak değiştirilmiş ve çizgi filmi yapılmıştır.





• Osama Tezuka’nın başarılı olmasının en önemli etkeni: çizimlerini film karesi gibi çizmesi olmuştur. Eskiden bir karede yapılan çizimi birden fazla kareye çizmiştir. Hatta çizimlerine ses efektleri bile eklemiştir. Ayrıca Manga’nın yalnızca güldürmek için değil gözyaşı, üzüntü, kızgınlık ve nefret gibi duygularda eklemiştir ve öyküleri her zaman mutlu son ile bitmemiştir.

• Tezuka 1947 yılında karikatür dünyasına adımını ilk olarak ‘’ New Treasure Island ‘’ ile yapmıştır.





Basım Akahon stilinde yapılmıştır. Akahon, kırmızı kitap olarak adlandırılmasının sebebi kapağında kırmızı mürekkep kullanılmasındandır. Akahon, çocuklar için savaş sonrası yoksulluk içinde olan Japon pazarının küçük bir bölümü için basılıyordu. Ancak ‘’ New Treasure Island ‘’ bunu değiştirmiş ve 400,000 kopya satmıştır.

• Bu başarı basım evlerinin gözünden kaçmamış ve savaş sonrası Tezuka gibi olmak isteyen birçok genç artisti piyasaya kazandırmıştır.

• Başlıcaları:









* SHOHTAROH ISHIMORI (İshinomori)








* FUJIKO FUJIO








* FUJIO AKATSUKA








* HIDEKO MIZUNO


• Tezuka’nın yenilikleri Manga pazarında radikal değişikliklere sebep olmuştur. Tezuka ile tanışan çocuklar ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve sonrasında bile onu takip etmiştir.

• 1960 lara kadar Manga çocuklara yönelik çizilmiştir.

• Çocukluktan genç yetişkinliğe adım atan bu kitleyi kaçırmamak için Manga 1960 da yüz değiştirmiş ve genç yetişkinlere yönelik konulara el atmıştır.

• Pazar büyüdükçe Manga çeşitlenmiş ve nerdeyse her kesime hitap eder hale gelmiştir.

• 1960 ların ortası ve sonu Manganın ‘’ Altın Çağı ‘’ olarak kabul edilir.

• 1980 de Manga yayıncılık alanının 40% nı yakalamıştır ve okuyucularının yarısı genç yetişkinlerden oluşmaktaydı.

• Manga’nın çocuk ve genç yetişkinler arasında çok hızlı büyümesinin sebeplerinden bir kaçı: insanların istediklerini yüksek hacimde ve ucuz olarak üretmeleriydi. Manga’nın siyah ve beyaz basılmasının ana sebebi basım maliyetinin ucuz olmasından kaynaklanması.

• 1980 lerin sonlarında Manga ve Anime, ‘’ Tsutomu Miyazaki Olayı ‘’ ile bağlantılı görülmesinden dolayı kötü damga yemiştir. Bazı kesimler Manga ve Anime yasaklamak ve satan dükkanların kapatılması istemiştir.





• ‘’ Tsutomu Miyazaki Olayı ‘’, 4 kız çocuğu öldürmüş, ırzına geçmiş ve parçalarını ailelerine postalamıştır. Evinde birçok Manga ve Anime bulunması Miyazaki’nin bu tarz yayınlardan etkilendiği kanısına varılmasına sebep olmuş ve asılarak cezalandırılmıştır.

• Her ne kadar bu olay Manga’yı bir süreliğine perde arkasına itse de Manga ayakta kalmış ve 1995 de doruk noktasına ulaşmıştır.





Shounen Jump dergisi 20milyon insan tarafından okunur hale gelmiştir ve bu her altı Japon’dan biri demektir.

• 1995 den sonra Manga endüstrisi düşüşe geçmiştir. En önemli sebepleri: İnternet, video oyunları ve cep telefonlarıdır.

• Televizyon dizilerinin 20% - 30% si Mangalardan alıntıdır.

• Manga, kalın magazin formatında ince kağıt da siyah beyaz basılır. Ev ve iş yerlerine bırakılan telefon rehberine benzerler.

• Haftalık popüler magazinlerden biri Shohen Jump’dır ve 1983 den beri basılmaktadır. En parlak zamanında haftalık 6milyon kopya satmıştır.

• Japon ve Amerikan karikatür dergilerinin arasındaki en büyük fark, Japon yazarlara daha fazla sayfa yeri verilir ve daha özgür çalışırlar.

• Geleneksel Manga sağdan sola doğru okunur bu okuma sayfadaki kutucuklar içinde geçerlidir.





Amerika’da soldan sağa okuma için birkaç girişim yapılsa da Manga sanatçıları ve hayranları buna karşı gelmiş ve sonuçta Manga geleneksel stilinde basılmaya ve okunmaya devam etmiştir.

• Manga, çizim stili ile de kendi kulvarında koşar. Manga sanatı denince ilk akla karakterleri gelir. Bu karakterlerin büyük gözleri, küçük ağızları ve aykırı saçları vardır. Ayrıca karakterlerin duyguları abartılı olarak çizilir. Birkaç örnek vermek gerekirse: Karakter ağladığında birkaç göz damlası yerine kovayı dolduracak derecede göz yaşı, güldüklerinde sanki ağzı tüm kafasını yutacakmış şekle girmesi veya kızdığında yanaklarının kızarması yerine vücudunun her yerinden buhar çıkması gibi….

• Japonya dışında Manga genelde çocuklara hitap etse de Japonya da durum böyle değildir. Her yaşa ve duruma uygun kategoriler mevcuttur. Bunlardan birkaçı:

1) Shoujo – Genç kızlara yönelik (18 yaş aşağısı). İçeriği aşk macerası, ilişkiler.. .






2) Shonen – Genç erklere yönelik (18 yaş aşağısı). Genelde aksiyon, spor…..





3) Kodomo – Yeni okuma öğrenen çocuklara yönelik





4) Shoujo-ai / Yuri – Lezbiyen: Kadın / Kadın ilişki





5) Shonen-ai / Yaoi – Gay: Erkek / Erkek ilişki





6) Hentai – Erkeklere yönelik pornografik





7) Josei – Kadınlara yönelik yetişkin içerikli





8) Seinen – Erkeklere yönelik yetişkin içerikli





9) Gekiga – Dramatik çizim, genelde deneysel ve edebi içerikli




• Manhwa – Manga’nın Güney Kore adaptasyonudur. En iyi örnek Park So Hee tarafından yazılıp çizilen Goong (Saray) dur





• Manhua – Manga’nın Çin adaptasyonudur. Örnek: Yu Wo – ½ Prince




• Manga’da Chibi karakterler kullanılır. Chibi, kısa insan veya küçük çocuk anlamına gelir ve genellikle Chibi stili öyküde şirin ve/ya komik kareler yakalamak için kullanılır.





• Takribi 200 değişik Manga dergisi bulunmakta ve her birinin içinde ortalama 15 düzenli dizi mevcuttur.

• Popüler birkaç Manga:

1) Takeshi Obata -- Death Note
2) Yuke Murata -- Eyeshield 21
3) Osamu Tezuka -- Black Jack


• Birçok Manga zaman içinde: bilgisayar oyunu, çizgi film, televizyon dizisi, tiyatro ve müzikallere dönüştürülmüştür.

• Manga, Japonya’da kitle iletişim ağının en geniş olduğu ülkedir. Sebeplerinden biride aile ve hükümet tarafından yasaklanmamasıdır. Örneğin: Japonya’da 10-14 yaş grubu için çizim yasağı olmazken Fransa ve Amerika bu yaş grubu için çizilip çizilemeyecek kriterler mevcuttur.

Kısaca ben Manga & Manhwa okumaya başlayalı bir yıl oldu ve kendimi kaybetmiş durumdayım. 40+ yaşından sonra okunur mu diye bana garip gözlerle bakmayın çünkü denemeden anlayamazsınız lakin ben bile kendime şaşıyorum!..

Ayrıca Manga & Manhwa dan uyarlanan dizileri bile izlemeye başladım. Hayatım boyunca alt yazı okumayı sevmemişimdir bundan dolayı İngilizce dışındaki film ve/ya dizileri hiçbir zaman izlememişimdir. Gelin görün ki yavaş yavaş dizi koleksiyonum bile oluşmaya başladı ve artık alt yazı okumaya o kadar soğuk bakmıyorum. Şu gerçek ki çok farklı bir dünya ve insan kendisini kaybediyor ve ben bu dünyada kendimi kaybetmekten büyük bir zevk alıyorum.

Kitap okumak çizgilerin harfleri oluşturmasıyla başlıyor Manga da ki güzellik ise çizgilerle bir gülümsemeyi, dövüşü, sevgiyi, hırçınlığı, ağlamayı, hüznü, mekanı….. görüyorsunuz.

Birinde gözleriniz okuyor diğerinde hem okuyor hem de görüyor.

Görmek çok güzel!.. Siyah, Beyaz, Gri, Sert çizimler, Yumuşak çizimler, Karmaşık desenler daha neler neler…………………………………

O akşam katılımcı arkadaşlara Manga çizdirdim aşağıdaki resimler bizlerin yaratmış olduğu Manga karakterleridir.




6 Haziran 2012 Çarşamba

FESTİVALLER...FESTİVALLER...

2011 yılının özellikle ikinci yarısından çok yorgun çıktık ruhen ve bedenen Gülda ile. Özellikle sağlık konuları başımızda tedirginlik yaratan bir bulut kümesi olarak dolandı durdu. 2011’in ilk yarısında gösterdiğimiz performansı 2012’de maalesef çok gösteremedik ama gene de festivallerden nasibimizi almak için didindik durduk. Film Festivali zamanı açıklandığında daha önceden planladığımız uzak bir diyara olan yolculuk nedeni ile ilk haftaya yoğunluk verdik ama benim katılamayacağım anlaşılınca da gidememenin yarattığı mutsuzlukla sonraki tarihler için konsantre olamadım bir türlü. Toparlandıktan sonra ise biletlerimi kaybettim!


31. İstanbul Film Festivali

Festivalin başlangıcında aynı gün üç filme arka arkaya gittik. İlki bir İran Filmi olan2011 Pusan Yeni Akımlar Ödülü, FIPRESCI Ödülü’nü kazanmış Morteza Farshbaf’ın YAS adlı filmiydi. Başrolleri paylaşan ve Kamran ve Şerare adlı kahramanları canlandıran Kiomars Gity, Sharareh Pasha’nın profesyonel olmamalarına rağmen oyunculukları başarılıydı.





Himayeleri altındaki yeğenlerini arabayla anne ve babasının cenazesine götürme süreçleri boyunca iletişimsizliğin yıllarını birlikte geçiren bir çift üzerinden ironik bir biçimde anlatan bir yol filmi olan Yas ilk uzun metrajlı bir film için gerçekten güzeldi. Ancak filmi ön sıralarda izleyen Ender çıkarken “beni araba tuttu, bu kadar önden izleyince dedi.


Bu filmden çıktıktan sonra soluğu Atlas Sineması’nda Alexander Sokurov ‘un yorumuyla FAUST’u izlemek için koşturduk. Filmin açılış sahnesi can alıcı “ruh nerede?” sorusuyla başladı ve diyalogların niteliği, görüntülerin eşsizliği ile devam etti. Bir nevi rüya gibiydi. Ancak aralıksız bir şekilde bu iki filmi izlemek bana biraz fazla geldi. Zira birini sindirmeden, düşünmeden hala kafamın bir yerinde önceki filmin görüntüleri dönenirken Faust gibi bir filme odaklanmak beni çok yordu.





Bu nedenle de filmi bir kere de sakin ve tek başına izlemek istediğime karar verdim. İtiraf ediyorum ki film sona erdiğinde Gülda’ya eğilip “ Benim bir Steven Segal filmine ihtiyacım var “dedim.


Bu çağrıma Endonezya’lı yönetmen Gareth Evans BASKIN adlı filmi ile cevap verdi.2011 yılında Toronto’da Halkın Seçimi ile Geceyarısı Çılgınlığı Ödülü’nü alan film bence yılın en iyisi midir ona karar veremedim ama en kanlı, en hareketli, en kalifiye tekniklerin uygulandığı bir dövüş filmi olduğu kesindi ve o an ruhuma çok iyi geldi.




Başrollerdeki Iko Uwais ve Endonezya judo şampiyonu Joe Taslim’in iyi olabilir ama filmin dövüş koreografı olan Yayan Ruhian’ın alkışı ayrıca hak ettiğini düşünüyorum. Filmin sonlarına doğru iki kardeşi oynayan Taslim ve Uwais’in Ruhian ile yaptığı dövüşün sonunda Ruhian’ın yere yığılması ile salonda alkışlar yükseldi. Gülda dehşetle aldığım zevk nedeni ile beni seyrederken ben çok eğlendim.




Bu üçlemenin ardından Marlon Rivera’nın çektiği bir Filipin filmi olan ve hırslı, yetenekli ve eğitimli üç genç sinemacının ellerinde bulunan ve çok güvendikleri hikayeyi geliştirmeleri ve film yapma maceralarını mizahi bir dilde anlatan BOK ÇUKURUNDAKİ KADIN beni güldüren bir film oldu. Filmde başrollerden birini üstlenen ve bir nevi kendini oynayan Eugene Domingo’nun oyunculuğu da abartılmış bir karakterin nasıl abartılmadan canlandırılabileceğine güzel bir örnek teşkil ediyordu.




Bu fimlerin ardından tek başıma izlediğim Nefes, Cinnet ve Kopma diğer filmler oldu. Yönetmen Karl Markovics tarafından yönetilen ve Avusturya’nın bu yılki Oscar adayı olan NEFES Islahevinden yeni çıkmış ve iş arayan Roman’ın morgda çalışmaya karar vermesi ile kendisi ile, yaşamak ve hayatta kalmak ile yüzleşmesini anlatan Nefes bir ilk film için gerçekten çok başarılıydı. Oyuncu Thomas Schubert,’in oyunculuğu, abartısız canlandırması, diyalogların neredeyse hiç olmadığı sahnelerde dış dünya ile bağ kurmak konusundaki tedirginliği yansıtması etkileyiciydi.




Avusturyalı ünlü yönetmen Rainer Werner Fassbinder’in çektiği ve Nabokov’un eserinden yol çıkılarak yapılan CİNNET filmi hala eski etkileyiciliğini koruması açısından takdire şayan bir film olarak not ettikten sonra yukarıdaki listemde beni en çok etkileyen filme gelirsek o da KOPMA oldu.




Yönetmen Tony Kaye tarafından filme alınan ve başrollerinde Adrien Brody, Marcia Gay Hayden ve James Caan’ın yer aldığı Kopma vekil öğretmen olarak kötü durumdaki bir devlet okuluna atanan öğretmen Henry Barthes’in gözünden anlatılan ama klasik bir biçimde kahraman öğretmen gelir ve her şeyi yoluna koyar izleğinden başarıyla sıyrılmış ve Adrien Brody ‘nin oyunculuğu ile şahlanan bir film.




Seyrettiğim filmler arasında en son sırada ARIRANG vardı. Güney Koreli ünlü yönetmen: Kim Ki-Duk tarafından çekilen ve Kim Ki Duk’un kendisi ile, sanatı ile yüzleşmesini, hesaplaşmasını, hayata bakışını yeniden gözden geçirişini anlatan ARIRANG; fikir olarak, içindeki söylemler, sanata ironik yüklü bir bakış açısı ile değerlendiren öğeler barındırması açısından çok başarılı bulduğum, ironisi yerinde ve iyi kotarılmış yanları olan bir film. Ancak film biraz daha kısa olabilirdi ve -film içinde anlamı olsa da- Ki-Duk’un kötü sayılabilecek bir sesle ve bağırarak Kore halk şarkısı olan Arirang’ı sürekli söylemesi belki biz seyicilerin kulaklarını zaman zaman tıkamasına engel olabilirdi.



Biletlerimi kaybettiğimi sandığım ancak iki hafta sonra kitaplarımı toparlarken bulduğum filmler ise çok gitmek istediğim SEZAR ÖLMELİ ve GEORGE HARRISON idi. Sezar Ölmeli’nin iyi olduğunu duydum, mutlaka izleyin derim.

18. İstanbul Tiyatro Festivali

Tiyatro Festivali programı açıklandığı ve program elime geçtiğinde ilk başta ne seçeceğime karar verememiştim. Gülda’ya ilk gönderdiğim listede ise seçtiğim oyunların hepsi yerel oyunlardı. Sonra bir daha , bir daha baktım seçecek bir tek KAFKA’nın MAYMUNU ile HAMLET’i işaretleyip Gülda’dan yardım istedim. Mutlaka seyretmek istediğim ELİN ELİMDE' ye Cüneyt Türel’e bir şey olmadan son kez seyredeyim düşüncesi ile bilet aldım ve bilet acı bir hatıra olarak elimde kaldı. Bu listeye Gülda ORFEO ve GERGEDAN’ı ekledi ve bu festivalin ardından Müzik Festivali geldiği için bu kadarla kesmeye karar verdim.

Hamlet , Thomas Ostermeir’in rejisinde sahneye konulan bildiğimiz(en azından benim bilebildiğim) sahneye konulmuş Hamlet’lerden epey farklı, kışkırtıcı bir yoruma sahip bir oyundu. Açıkçası biraz daha kısa olması sona doğru dağılmamı engelleyebilirdi diye düşündüm oyun bitince.



Geniş bir alanı kaplayan toprak ve arka zeminde uzun bir ziyafet masası ve önünde tül bir perde ile tasarlanmış olan sahnede ilk olarak Kral’ın defin sahnesi ile karşılaşıyorsunuz oyunun başında. Traji komik bir şekilde bir türlü çukura girmeyen tabut ve ardından Kraliçe’nin ve diğer erkanın düşüp çamura bulanmaları çok simgesel anlamlar içermesi açısından çok etkileyici bulduğum anlardan birisi oldu.




Asıl oyundaki yirmi karakterin altı oyuncu tarafından oynanması, sahnede zaman zaman tekno müzik eşliğinde prens Hamlet’in “olmak ya da olmamak” tiradını yinelemesi, elinde bir video kamera ile sanki hayata, kişilere dair kaçırdıklarını, yüzlerin, sözlerin arkasında gizlenen anlamları bulmak istercesine sürekli kaydetmesi, kamerayı yakınlaştırıp uzaklaştırması, boşroldeki oyuncau Lars Eidinger ve hem Kraliçe’yi hem de Ophelia’yı oynayan Judith Rosmeir’in oyunculuğu, Rosmeir’in Ophelia’ya dönüşümünün adeta Exorcist filmindeki dönüşümü hatırlatması beni etkileyen hususların başlıcaları oldu.





Kafka’nın Maymunu Kafka’nın Bir Akademi İçin Bir Rapor adlı kısa öyküsünden uyarlanmış ve Walter Meierjohann tarafından rejisi yapılmış bir oyun. Bir saat boyunca Kathryn Hunter tarafından oynanan oyunda Hunter’ın oyunculuğuna, vücudunun esnekliğine ve bedeninin maymun diline şapka çıkarttık.Hayatta kalabilmek ve anlamı kendisi için biraz çarpıtılmış olsa da özgür kalabilmek/olabilmek için insana dönüşmeyi/benzemeyi hedef edinen ama gene de özü ile dönüştüğü “şey” arasında yalnızlığa itilmiş maymun insan Kırmızı Peter’ın öyküsü yoğun ama etkileyici idi.




Orfeo’ya gelince; oyundan çıktığımda yaratıcı ve hoş anlar yakalamış olsam da belden aşağısı felçli dansçı Lucas Patuelli’ye hayranlık duysam da açıkçası gitmeseymişim bir şey kaybetmeyeceğim nitelikte bir oyun olduğunu söyleyebilirim.Théâtre National de Chaillot tarafından sahnelenen oyunda ben gerçekten Yunan mitolojisinden bildiğimiz Orfeo hikayesinin bir yorumu ile karşılaşacağımı zannederken opera, bale ve akrobatların sahne aldığı, Monteverdi, Philipp Glass gibi bestecilerin eserlerinin çalındığı ve çok güzel sesli sopranoların yer aldığı ve arka planda Bruegel, Rubens ve Picasso gibi ressamlardan esinlenen video projeksiyonunun da –bazen dansçılara odaklanmamı engelledi- olduğu karma bir çalışmaydı ve ben esas hikayenin izlerini kimler ve neler temsil ediyor, nereyi kaçırdım diye dikkat kesilmekten sıkıldım ve arada bir anlatıcının Fransızca sözlerinin de çevrilmemesinin getirdiği şaşkınlıkla oyunun sonunu zor getirdim.




40. İstanbul Müzik Festivali


Açılışına katılamadığımız Müzik Festivali’ni Gülda ile geçtiğimiz Cuma akşamı VİYANA-BERLİN ODA ORKESTRASI & ANNE-SOPHIE MUTTER konseri ile yaptık. Laf aramızda kızımın yıl sonu gösterisine gitmedim Mutter’i dinleyeceğim diye. Yıllar sonra kızımın da bana hak vereceğine eminim.




Programında Mozart’ın eserlerine yer veren Mutter,ayrıca Wolfgang Rihm adlı bestecinin Lichtes Spiel adlı eserini de yorumladı ki; tüm duygu iniş ve çıkışlarını veren, zaman zaman tedirginlik yaratan bir eserdi. Naçizane bulunuz, dinleyiniz ve dinlettiriniz derim. Bu arada bazı İKSV üye seyircilerinin Mutter’i hiç beğenmediğini öğrenmemiz Gülda ve beni epey şaşırttı.

Haberler ve izlenimler devam edecek…
Sevgiler
Billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails