5 Ağustos 2011 Cuma

80 Günde Devri Alem




Kitap: 80 Günde Devri Alem
Yazar: Jules Gabriel Verne
Mekan: Quick China Tarih: 04.08.2011
Sunucu: Ayşe
Katılımcılar: Ayşen, Aysun, Aycan, Belkis, Bilgen, Berna, Billur, Gülda, Gülden, Peyman, Yonca






TADIMLIK:




















JULES GABRİEL VERNE (1828 - 1905 )





* Nantes, Fransa’da doğdu. *Beş kardeşin en büyüğü. (Mathilde, Anna, Marie & Paul) *Orta gelirli bir ailenin çocuğu.

* Babası Pierre Verne avukat. Annesi Sophie Allote de la Füye ev hanımıdır. Annesinin ailesinde gemi inşaatçısı ve kaptanı bulunmaktadır. *Gençlik yıllarını kardeşi Paul ile Nantes’in hareketli rıhtımında geçirir, gezi magazinlerini okur, geziler icat ederlermiş. İkisi de sandal hayranı ve kendi kendilerine kullanmayı öğretmiş.

* 12 yaşında Karayipler’e giden ‘’ Coralier ‘’ adında ticaret gemisini bulur ve kamarota para vererek yerine geçer ancak son dakikada fark edilerek ailesine teslim edilir. *Okul yıllarında makul bir öğrencidir.

* İlkokul öğretmeninin eşi gemi kaptanıdır ve duldur.

* 13-18 yaşlarında kısa nesir (düzyazı) yazmaya başlar. *Babası 19 yaşında hukuk okuması için Paris’e gönderir. *Jules ise yazılarını ve oyunlarını satmak ister ve kısa sürede bunun ancak çevre ile olacağını anlar.

* Amcası Paris’in edebiyat çevresine girmesine vesile olur. Paris de tiyatroya merak salar. *Babası derslerine çalışmak yerine oratoryo yazdığını öğrenince tüm finansal yardımını geri çeker. Jules parasız ortada kalır.

* Bedava ve sıcak olduğu için sürekli kütüphaneye gider. Orada doğa bilimi ve teknoloji üzerine kitaplar okur ve not alır.





* Para kazanmak için çocuk dergilerine yazar, birkaç makalesi basılır, bir oyunu sahnelenir, hukuk stajyerliği yapar.

* 20 yaşlarında tesadüf Michel Carre ile tanışır ( Fransız oratoryo yazarı) ve operalar için oratoryo yazmaya başlar.

* Bu sırada Fransız yazarlar Victor Hugo (Sefiller, Notre Dame’in Kamburu, İhtiyar Balıkçı) ve Alexander Dumas ( Demir Maske, Üç Silahşörler ve Mönte Kristo Dükü) ile tanışır ve ona yazımlarında tavsiyede bulunurlar.





* 29 yaşında İki çocuklu dul Honorine de Viane Morel ile tanışıp evlenir. Babasının zoruyla borsada çalışmaya başlar.

* Karısının desteği ile yazmaya ve kendisini temsil edecek yayınevi aramaya devam eder.

* 33 yaşında iken Michel Jules Verne adında bir oğlu doğar. Oğlu dik başlı ve inatçı bir çocuktur. Babasının itirazlarına rağmen 19 yaşında iken bir aktris ile kaçarak büyük bir skandala yol açar. Belli bir süreden sonra babası ile barışır ve 22 yaşında aktris ile evlenir. Kısa bir süre sonra 16 yaşındaki başka bir genç kızla kaçar ve ondan iki çocuk sahibi olur.





* 1863 yılında, balona benzer ‘’ Zeplin ‘’ ile havacılığa yol açılır. Jules, ‘’ Zeplin ‘’ hakkında epey okumuştur ancak yeni öyküsünü rüzgar gücü ile aşağı yukarı hareket eden balonda kılar.

* Bu arada yakın arkadaşı fotoğrafçı ve sporcu Felix Nadar da balon ile Avrupa’yı geçmek istemekte ve bunun için para toplamaya çalışmaktadır.

* O dönemde Afrika da yapılan keşifler halkın ilgisini oraya çekmiş ve Jules öyküsünü balonla Afrika’yı baştan başa geçmekle tasarlamıştır.

* Afrika ve balon ile uçmak hakkında birçok kitap okur ve dönüm noktası olacak kitabını yazar. *Balonla Afrika’yı keşif taslağını birçok yayınevine okutur ancak çok bilimsel olduğu için ret edilir.

* Şans eseri Fransa’nın en ünlü yayıncılarından Pierre Jules Hetzel (Victor Hugo’nun da yayıncısıdır) ile tanışır ve taslağını okutur.

* Hetze’in tavsiyeleri: komik vurgular ekle, kitabın sonu mutlu bitsin ve içinden politik mesajları çıkar. *Hetzel’in yardımı ile taslağı tekrar yazar. *Birlikte çok iyi yazar/editör ilişkisi kurulur.

* 1863 de Balonla Beş Hafta basılır. Bu kitap büyük ilgi görür ve birkaç dile çevrilir.

* Bu kitap dan sonra Jules Verne’in her yıl bir veya iki kitabı basılmıştır.

* Jules kitaplarında dünyada gelişen en yeni bilimsel bilgi ve teorilere yer vermiştir.

* Bilimkurgu romanın bulucularındandır. Kitaplarında hayali icatlara da yer vermiş Artık yazarak para kazanmaya başlamıştır.

* Servetinin çoğunu 80 Günde Devri Alem ve Michel Strogoff’u sahneye adapte ederek kazanmıştır.

* Mali durumu iyileşince Saint Michel adında küçük bir gemi satın alır. Sonraki yıllarda gelir seviyesinin iyileşmesiyle eski gemisi değiştirerek sırasıyle daha iyi olan Saint Michel II ve daha sonrada Saint Michel III ‘i alır.

* Saint Michel III ile Avrupa’nın etrafını dolaşır.

* 42 yaşında Fransız Şövalye Nişanı (Chevalier Legion d’honneur) verilmiştir. Fransız nişanı Napolyon Bonapart döneminde verilmeye başlamıştır. Beş sınıfa ayrılır : Büyük Haç (Grand-Croix), Büyük Subay (Grand-Officer), Kumandan (Commandeur), Subay (Officier) ve Şövalye (Chevalier).

* 58 yaşında iken akli dengesi bozuk 25 yaşındaki yeğeni Gaston amcasına iki el ateş etmiş. İlk mermi ıskalamış ancak ikinci mermi ayağına isabet etmiş ve sakat bırakmıştır. Olay örtbas edilir ve yeğeni apar topar akıl hastanesine kaldırılır.





* 59 yaşında Hetzel ve annesinin ölümüyle daha karanlık konular yazmaya başlar.

* Bu değişim karakteri ile ilgili olabilir ancak Hetzel’in ölümünden sonra oğlunun işin başına geçmesi de önemli bir etkendir. Oğlu Hetzel gibi Jules Verne’e editöryel destekte bulunmamak da idi.

* 60 yaşında politikaya atılır ve 15 yıl belediye üyesi olarak görev alır.

* 77 yaşında şeker hastalığından ölür.

* 1989 yılında torunun çocuğu kasada saklı Jules Verne’e ait bir ‘’ 20yy da Paris ‘’ adlı bir taslak bulur. Her ne kadar bu taslak 1863 yılında yazılmış olsa da ancak 1994 yılında basılır. Sebebi: Kitabın konusu, 20yy Paris de camdan yapılmış gökdelenler, hızlı trenler, petrol ile çalışan otomobiller, hesap makineleri ve gelişmiş komünikasyon ağı içerisinde yaşayan ama mutlu olamayan ve trajik sonla biten genç bir adamın hayatını konu alır. Hetzel taslağı okur ve popüleritesinin doruk noktasında olan Jules Verne için iyi olmayacağını düşünerek ileriki yıllarda basmayı teklif eder.

HETZEL’İN ETKİSİ:

* Hetzel, Jules’in yazılarını epey müdahale etmiştir. Bu müdahaleden Jules da memnundur ve istediği değişikliklerin birçoğuna karşı çıkmamıştır.

* Hetzel yalnızca bir romanının basımına karşı çıkmıştır oda ‘’ 20yy da Paris ‘’. Romanlarında daha iyimser olmasına teşvik etmiştir.

* Aslında Jules teknolojik ve insan gelişimlerine pek hevesli değildi ve pesimist bir yapıya sahipti.

* Örnek 1: Esrarlı Ada: Orijinali, sağ kalanlar kıtaya döner ve ölene dek adanın nostaljisi ile yaşar. Hetzel taslağı okuduktan sonra mutlu son tavsiye eder ve sağ kalanların servetlerini kullanarak Esrarlı Ada’nın benzerini inşa etmesinin uygun olacağını söyler.

* Örnek 2: Denizler Altında Yirmi Bin Fersah: Orijinalinde Kaptan Nemo Polonya’yı bölmek (Rusya) isteyenlere karşı Polonyalı bir mültecidir. Kitabın yazıldığı dönemde Fransa’nın ilişkileri Rusya ile iyidir. Hetze ısrarıyla, Kaptan Nemo İngiltere Emperyalizmine düşman olan Hintli bir kralın oğlu olarak karşımıza çıkar.





HERŞEY HAYAL ETMEKLE BAŞLAR:

* HAYAL: Denizler Altında Yirmi Bin Fersah da ki elektrikli denizaltı Nautilus. GERÇEK: Elektrik ile çalışan kurşun bataryalı 3 kişilik Circa 1964 ‘’ Alvin ‘’.

* HAYAL: 1889 yılında yazdığı ‘’ 2889 Yılında ‘’ adlı makalesinde, yazılı haberlerin/gazete (siyasi, bilim, muhabir söyleşileri, politikacıların konuşmaları vb) artık Dünya Kayıt (Earth Chronicle) ile sesli olarak üyelere iletileceğidir. GERÇEK: İlk haber programı 1920 li yıllarda gerçekleşmiştir.

* HAYAL: Ay’a Seyahat de Amerika iç savaşından sonra bir araya gelen zengin ailelerin Ay’a gidecek bir uzay gemisi inşa edip Ay’a gitmesi. GERÇEK: 1969 yılında Apollo 11

* HAYAL: Ay’a Seyahat, itici gücün veya fişeğin ateşlenip insanları Ay’a götürmesi. GERÇEK: Ay Modülü (Lunar Module), Uzay gemisi bir roketin üstündedir.

* HAYAL: Jules etrafında olup bitenleri çok iyi gözlemlerdi ve bunlardan biride reklamdı. ‘’ 2889 Yılında ‘’ adlı makalesinde gökyüzünde reklama değinmiştir. Makalesinde ‘’ Everyone has noticed those advertisements reflected from the clouds so large they may be seen by the populations of whole cities or even entire countries. ‘’ yazmıştır. GERÇEK: Günümüzde reklam amaçlı kullanılan gökyüzünde lazer ışınlarıyla yazı.

* HAYAL: ‘’ 2889 Yılında ‘’ makalesinde ‘’ The phonetelephote allowed ‘ the transmission of images by means of sensetive mirrors connected by wires ‘’. GERÇEK: Video Konferans.

* HAYAL: Kitaplarında icat edilmemiş silahları da yazmıştır. ‘’ Denizaltında Yirmi Bin Fersah ‘’ da elektrik akımı çıkaran silahı anlatılır. ‘’ The balls sent by this gun are not ordinary balls, but little cases of glass. The glass cases are covered with a case of steel, and weighted with a pellet of lead: they are real Leyden bottles into which the electricity is forced to a very high tension. With the slightest shock they are dischared, and the animal, however strong it may be, falls dead. ‘’ GERÇEK: Taser

* HAYAL: ‘’ Ay’a Seyahat ‘’ de uzaygemisi paraşütle okyanusa iner. GERÇEK: Zaten başka yol var mı?





19YY. İCATLARI:

1800 – Pil - Count Alessandro Volta
1809 – Elektriğin ışığa çevrilmesi – Humphry Davy
1810 – Teneke Kutusu – Peter Durand
1814 – Buharlı Tren tasarımı – George Stephenson
1815 – Madenci Lambası – Humphry Davy
1816 – Fotoğraf - Nicephore Niepce
1819 – Stetoskop – Rene Laennec
1823 – Yağmurluk – Charles Mackintosh
1824 – İlk oyuncak balon – Michael Faraday
1825 – Elektrikli Mıknatıs – William Sturgeon
1827 – Kibrit – John Walker
1829 – Daktilo – W. A. Burt
1830 – Dikiş Makinası – Barthelemy Thimonnier
1834 – Buz Makinası – Jacob Perkins
1835 – Mekanik Hesap Makinesi – Charles Babbage
1836 – Tabanca – Samuel Colt
1837 – Telegraf – Samuel Morse
1837 – Posta Pulu – Rowland Hill
1838 – Morse Kodu – Samuel Morse
1839 – Bisiklet – Kirkpatrick Macmillan
1840 – Kopya Kağıdı – John Herschel
1843 – Faks – Alexandar Bain
1846 – Diş çekiminde ilk anestezi kullanan – Dr. William Morton
1849 – Çengelli iğne – Walter Hunt
1866 – Dinamit – Alfred Nobel
1868 – Trafik Işığı – J. P. Knight
1873 – Dikenli Tel – Joseph Glidden
1876 – Telefonun patenti – Graham Bell
1880 – Peanut Butter – George W. Carver
1886 – Bulaşık Makinesi -Josephine Cochrane
1887 – Radar – Heinrich Hertz 1899 –
Ataş – Hohan Vaaler

20YY BAŞI İCATLAR:

1900 – Yürüyen Merdiven – Charles Seeberger
1901 – Elektrikli Süpürge – Hubert Booth
1902 – Klima – Willis Carrier
1902 – Yalan Makinesi – James Mckenzie
1902 – Neon Işığı – George Claude
1903 – İlk motoru benzin ile çalışan uçak – Wright Brothers
1904 – Çay poşeti – Thomas Suilliavan
1904 – Traktör – Benjamin Holt
1905 – İzafiyet Teorisi (E=mc2) – Albert Einstein

KİŞİYE ÖZEL İCATLAR:

1774 – Marie Antoinette doğdu
1863 – Plastik – Alexander Parkes
1888 – İtalyan Lisesi/İstanbul
1933 – T.H.Y. doğdu
1934 – Sophia Lauren doğdu
1961 – George Clooney doğdu
1962 – Tom Cruise doğdu
1964 – Diet Pepsi doğdu
1969 – Efes Pilsen doğdu
1972 – Jude Law doğdu
1983 – Caner doğdu
1991 – Christian Louboutin doğdu


SOUR CEVAP BÖLÜMÜ:

1) Kitap fikri nerden doğdu?

Paris de bir kafe de gazete okurken dikkatini bir haber çeker. Haber: 1870 yılında USA başkanlığına oynayan George Francis Train adında demiryolu patronunun dünyayı 80 veya daha az günde kat edeceğini deklare etmesidir.

2) George F. Train 80 günde kat eder mi?

Neredeyse iki katı günde dünyayı kat eder. İki defa daha dener ancak üçüncü denemesinde 20 yıl sonra 1890 da 67 günde dünyayı kat eder.

3) Jules Verne kitaplarındaki gibi gezgin miydi?

Aslında Jules Verne çok az seyahat ederdi. Balona bir defa binmiş ve seyahati de 24 dakika gibi çok kısa bir süre sürmüştür.

4) Kitap hangi dönemde yazılmıştır?

Zor bir dönem olan Fransa (Franco) – Almanya (Prussian) Savaşında ( 1870 – 1871 )

5) Savaş döneminde aktif görevde bulundu mu?

Savaş döneminde sahil muhafaza olarak görev yapmıştır.

6) Kitap 19yy da yazıldı. 80 günde devri alem yapacakları kanısına nasıl vardılar? 1869 ve 1870 yıllarındaki üç tane teknolojik yenilik bu imkanı sağlamıştır. Bu 3 teknolojik yenilik Nedir?

1.) 1869 da Amerika da inşa edilen İlk kıta aşırı tren yolu
2.) 1870 da Hindistan da inşa edilen tren yolu
3.) 1869 da Süveyş Kanalının açılması

7) Bu romandaki farklı özellik nedir?

Birçok romanı gelecek zaman, esrarengiz olaylar, teknolojik icat öğeleri içerir ama bu romanında bu öğelere rastlanmaz.

8) O zaman hangi öğeye rastlarız?

Bir yabancının gözünden (Fransız) Britanya Krallığı. ‘’ Bir zamanlar üzerinden güneşin eksik olmadığı bir krallığın başkenti: Londra…kuralım ki dünyanın her köşesindeki toprakları üzerinden güneş hiç batmaz olsun…..

9) Bazı okuyucuların seyahatin doğru olduğunu ve aralarında bahse girdiği doğrumu?

Kitap seri/dizi olarak basılmıştır. Bazı okuyucular yolculuğun gerçekten olduğunu sanmış ve aralarında bahse girmiştir.

10) Kitabı okumamış birçok kişi bu seyahatin balon ile yapıldığını düşünür, Neden?

A) Jules Verne’in tanınması Balonla Beş Haftadır.
B) Kitap da balonun bahsi yalnızca 32inci bölüm sayfa 336 da geçer ‘’ Balonla geçmeyeceklerine göre – zaten bu da oldukça maceraperest ve neredeyse imkansız bir düşünceydi – Atlantik’i gemiyle geçmenin bir yolunu bulmaları gerekiyordu. ‘’
C) 1956 United Artist tarafından sinemalaştırılan film de balon kullanılmıştır. Bu film Oscars ve Golden Globe kazanmış ve büyük ses getirmiştir. Bir çoğumuz bu film ile Jules Verne’in 80 Günde Devri Alem ini tanımışızdır. (Phileas Fogg’u David Niven, Passepartout’u Mario Moreno Cantinflas , Aouda’yı Shirley Maclaine ve Dedektif Fix’i ise Robert Newton oynamıştır)





11) Gün değişikliğini nerden esinlendi?

Bu soru Nisan 1873 de, ‘’ Meridyen & Takvim ‘’ seminerinde sorulmuştur. Bu soruyu cevaplamadan önce biraz bilgi tazeleyelim.

ŞEKİL 1





ŞEKİL 2





ŞEKİL 3





* ( Şekil 1 ) Greenwich başlangıç meridyeninin (prime meridian) geçtiği Londra’nın güneybatı banliyösündeki bir semt. Burada bulunan rasathanenin üzerinde bulunduğu kabul edilen meridyen, sıfır olarak alınır. Bu meridyenden doğuya doğru gidildikçe ileri, batıya doğru gidildikçe geri gidilmiş olur.

* ( Şekil 2 ) Her derece arası 4 dakika olduğundan 15 derecelik (15x4=60) her dilim bir saat olarak kabul edilmiştir. Böylece 12 saat doğuda, 12 saat batıda olmak üzere, yeryüzü 24 saat dilimine bölünmüştür. Dünyadaki saat ayarlaması Greenwich’den geçen meridyene göre yapılır. Dikkat: Greenwich deki başlangıç meridyeninin (prime meridian) uluslararası kabulu1884 de gerçekleşmiştir.

* ( Şekil 3 ) Uluslararası Gün Çizgisi (İnternational Time Line) Güney Kutbu ile Kuzey Kutbu arasında uzanan ve bir takvim gününden bir sonrakine geçişi belirleyen sanal çizgi. Büyük bölümü 180. meridyeni izler. Bu hat hayali bir hattır ve Pasifik Okyanusundan geçer (Asya ile Amerika). Dikkat: Uluslararası Gün Çizgisi 1880 de yürürlüğe girdi.

12) Asıl soruya geri dönelim: Gün değişimini nerden esinlendi?

1873 konferansında bu soru sorulduğunda Jules Verne’in cevabı: Kafasında birçok bilimsel kırıntılar olduğunu söyler. Kitap fikrini Paris de bir kafe de kafasına not ettiğini ama asıl gün değişikliği fikrinin ise Edgar Allan Poe’nun kısa bir öyküsü olan ‘’ Three Sundays İn A Week ‘’ nden esinlendiğini ekler.

13) O zaman bir sonraki sorumuz Edgar Allan Poe’nun bu öyküsünün konusu neydi?

İlk önce bu kısa öykü 27 Kasım 1841 yılında ‘’ The Philadelphia Saturday Evening Post ‘’ yayınlanmıştır. Kısaca konusu genç aşıkların evlenmesine karışı olan genç kızın babasının itirazıdır ve akıllıca bir oyun ile nasıl kızını vermek zorunda kalışıdır.

EDGAR ALLAN POE (1808 - 1849)





THREE SUNDAYS İN A WEEK:

* Kahramanlar: Ölen ailesinin vasiyetiyle genç iken amcasının yanına gönderilen Kahramanız, kuzeni Kate ve amcası Rumgudgcon.

* İnatçı amca ne zaman ki 3 Pazar aynı haftaya denk düşer o zaman genç aşıkların evlenmelerine izin vereceğini söyler.

* Kate’e çözüm dünyanın çevresini zıt yönlerde dolaşan iki arkadaşının ziyaretiyle ortaya çıkar.

* Kaptan Pratt, dünyayı batıdan dolaşmış ve bir gün kaybetmiş.

* Kaptan Smitherton dünyayı doğudan dolaşmış ve bir gün kazanmıştır.

* Bunu keşfeden genç aşıklar konuşmaları öyle bir yöne çeker ki babasına nasıl 3 pazarın aynı haftaya geldiğini kanıtlar.

* Kahramanımız, Kaptan Pratt ve Smitherton’u seyahatlerini anlatmak ve kard oyunu oynamak için bir sonraki akşama davet eder.

* Kaptan Pratt ama yarın Pazar belki başka akşam der. Ama Kate bugünün Pazar olduğunu söyler. Konuşmalara Smitherton da katılır ve dünün Pazar olduğunu söyler. Amcasıda bugünün Pazar olduğunu söyler ve aralarında tartışma başlar.

* Bu arada tartışmaya Kate girer. Kaptan Pratt dünün Pazar olduğunu söylüyor ve bu çok doğru. Ben, kuzenim ve amcam bugünün Pazar olduğunu söylüyoruz buda doğru ve siz Kaptan Smitherton sizde yarının Pazar olduğunu söylüyorsunuz ve buda çok doğru. Böylelikle 3 Pazar bir haftaya gelmiş oluyor!!!!!

* Smitherton açıklamaya başlar. Dünyanın çevresi 24.000 mil dir. Dünya kendi ekseni etrafında 24.000 mili batıdan doğuya doğru 24 saatte döner.

* Buda 1 saatte 1000mil demektir. Örneğin ben buradan (Londra) 1000mil doğuya gidersem Londra dan güneşi 1 saat önce göreceğim. 2000mil daha doğuya gidersem 2 saat önce. Başladığım noktadan (Londra) 24.000mil doğuya gidersem Londra’da 24 saat sonra güneşin doğacağını tahmin ederim. Kısaca ben sizin saatinize göre bir gün önde olurum.

* Ama Kaptan Pratt, benim yolumun tam tersine doğru gitti. Yani Londra’dan 1000mil batıya doğru gittiğinde Londra’dan güneşi 1 saat sonra görecek. Londra’dan başlayarak 24.000mil kat ettiğinde ve tekrar başladığı noktaya 24 saat içerinde vardığında ise Londra’dan 1 gün sonra olacak.

* Bundan dolayı benim için Pazar yarın, Kaptan Pratt için dün ve sizin için ise bugün. Bundan dolayı hepimiz doğruyuz.

* Kısaca bir haftada 3 Pazarı amcasına kanıtlarlar. Mutlu Son: Kahramanımız Kate ile evlenmek için amcasının rızasını alır.

ORİGİNAL ÖYKÜ:

THREE SUNDAYS İN A WEEK (1841)

Edgar Allan Poe YOU hard-headed, dunder-headed, obstinate, rusty, crusty, musty, fusty, old savage!" said I, in fancy, one afternoon, to my grand uncle Rumgudgeon-shaking my fist at him in imagination.

Only in imagination. The fact is, some trivial discrepancy did exist, just then, between what I said and what I had not the courage to say-between what I did and what I had half a mind to do. The old porpoise, as I opened the drawing-room (dining room) door, was sitting with his feet upon (up on) the mantel-piece, and a bumper (ağzına kadar dolu) of port (şarap) in his paw (el ), making strenuous efforts to accomplish the ditty.

Remplis ton verre vide! ( Fill your empty glass )
Vide ton verre plein! (Empty your glass full )

"My dear uncle," said I, closing the door gently, and approaching him with the blandest (mülayim) of smiles, "you are always so very kind and considerate, and have evinced (belirtmek) your benevolence (cömertlik) in so many-so very many ways-that-that I feel I have only to suggest this little point to you once more to make sure of your full acquiescence (kabul, rıza)." "Hem!" said he, "good boy! go on!" "I am sure, my dearest uncle [you confounded (şaşırmış) old rascal (aşağılık herif)!], that you have no design (niyet etmek) really, seriously, to oppose my union with Kate.

This is merely a joke of yours, I know-ha! ha! ha!-how very pleasant you are at times." "Ha! ha! ha!" said he, "curse you! yes!" "To be sure-of course! I knew you were jesting (alay etmek).

Now, uncle, all that Kate and myself wish at present, is that you would oblige (mecbur etmek) us with your advice as-as regards the time-you know, uncle-in short, when will it be most convenient for yourself, that the wedding shall-shall come off, you know?" "Come off, you scoundrel!-what do you mean by that?-Better wait till it goes on." "Ha! ha! ha!-he! he! he!-hi! hi! hi!-ho! ho! ho!-hu! hu! hu!- that's good!-oh that's capital-such a wit!

But all we want just now, you know, uncle, is that you would indicate the time precisely." "Ah!-precisely?" "Yes, uncle-that is, if it would be quite agreeable to yourself." "Wouldn't it answer, Bobby, if I were to leave it at random-some time within a year or so, for example?-must I say precisely?" "If you please, uncle-precisely." "Well, then, Bobby, my boy-you're a fine fellow, aren't you?-since you will have the exact time I'll-why I'll oblige you for once:" "Dear uncle!" "Hush, sir!" [drowning my voice]-I'll oblige you for once.

You shall have my consent-and the plum, we mus'n't forget the plum-let me see! when shall it be? To-day's Sunday-isn't it? Well, then, you shall be married precisely-precisely, now mind!-when three Sundays come together in a week! Do you hear me, sir!

What are you gaping at? I say, you shall have Kate and her plum (18yy ve 19yy başı argo – 100.000pounds) when three Sundays come together in a week-but not till then-you young scapegrace (yüzkarası kimse) -not till then, if I die for it.

You know me-I'm a man of my word-now be off!" Here he swallowed his bumper (ağzı dolu kadeh) of port (şarap), while I rushed from the room in despair. A very "fine old English gentleman," was my grand-uncle Rumgudgeon, but unlike him of the song, he had his weak points.

He was a little, pursy (şişman), pompous (küstah), passionate semicircular somebody, with a red nose, a thick scull, [sic] a long purse, and a strong sense of his own consequence. With the best heart in the world, he contrived, through a predominant whim of contradiction, to earn for himself, among those who only knew him superficially, the character of a curmudgeon (huysuz adam).

Like many excellent people, he seemed possessed with a spirit of tantalization (boşuna umutlandırmak), which might easily, at a casual glance, have been mistaken for malevolence (kötü niyet). To every request, a positive "No!" was his immediate answer, but in the end-in the long, long end-there were exceedingly few requests which he refused.

Against all attacks upon his purse he made the most sturdy (kararlı) defence; but the amount extorted from him, at last, was generally in direct ratio with the length of the siege and the stubbornness of the resistance. In charity no one gave more liberally or with a worse grace.

For the fine arts, and especially for the belles-lettres (beautiful writing – poem, drama essays etc.. ), he entertained a profound (derin bilgili) contempt (hor görme). With this he had been inspired by Casimir Perier, whose pert little query (soru) "A quoi un poete est il bon? ( what a poet is good?) " he was in the habit of quoting, with a very droll (matrak) pronunciation, as the ne plus ultra of logical wit (akıl/fikir).

Thus my own inkling (ima) for the Muses had excited his entire displeasure. He assured me one day, when I asked him for a new copy of Horace (Romalı lirik şair) , that the translation of "Poeta nascitur non fit" was "a nasty poet for nothing fit"-a remark which I took in high (very serious) dudgeon (anger).

His repugnance (nefret) to "the humanities (konusu insan olan ilimler)" had, also, much (been much) increased of late, by an accidental bias in favor of what he supposed to be natural science. Somebody had accosted (konuşma niyetiyle yaklaşma) him in the street, mistaking him for no less a personage (önemkli kişi) than Doctor Dubble L. Dee, the lecturer upon quack (şarlatan) physics.

This set him off at a tangent; and just at the epoch (çağ) of this story-for story it is getting (growing) to be after all-my grand-uncle Rumgudgeon was accessible and pacific only upon points which happened to chime in with the caprioles (leap) of the hobby he was riding. For the rest, he laughed with his arms and legs, and his politics were stubborn and easily understood.

He thought, with Horsley, that "the people have nothing to do with the laws but to obey them." I had lived with the old gentleman all my life. My parents, in dying, had bequeathed (vasiyetle bırakma) me to him as a rich legacy. I believe the old villain loved me as his own child-nearly if not quite as well as he loved Kate-but it was a dog's existence that he led me, after all.

From my first year until my fifth, he obliged me with very regular floggings (dayak cezası). From five to fifteen, he threatened me, hourly, with the House of Correction. From fifteen to twenty, not a day passed in which he did not promise to cut me off with a shilling.

I was a sad dog, it is true-but then it was a part of my nature-a point of my faith. In Kate, however, I had a firm friend, and I knew it. She was a good girl, and told me very sweetly that I might have her (plum (18yy ve 19yy başı argo – 100.000pounds) and all) whenever I could badger my grand-uncle Rumgudgeon, into the necessary consent.

Poor girl!-she was barely fifteen, and without this consent, her little amount in the funds was not come-at-able until five immeasurable summers had "dragged their slow length along." What, then, to do? At fifteen, or even at twenty-one [for I had now passed my fifth olympiad] five years in prospect are very much the same as five hundred. In vain we besieged (mahsur) the old gentleman with importunities.

Here was a piece de resistance (as Messieurs Ude and Careme would say) which suited his perverse fancy to a T. It would have stiffed (katı/sert) the indignation (kınama/kızgınlık) of Job himself, to see how much like an old mouser he behaved to us two poor wretched little mice.

In his heart he wished for nothing more ardently (hevesli) than our union. He had made up his mind to this all along. In fact, he would have given ten thousand pounds from his own pocket (Kate's (18yy ve 19yy başı argo – 100.000pounds) was her own) if he could have invented any thing like an excuse for complying with our very natural wishes.

But then we had been so imprudent (düşüncesiz) as to broach (ortaya atmak) the subject ourselves. Not to oppose it under such circumstances, I sincerely believe, was not in his power. I have said already that he had his weak points; but in speaking of these, I must not be understood as referring to his obstinacy (inatçılık) : which was one of his strong points-"assurement ce n' etait pas sa foible. (assuredly it was not his weak) " When I mention his weakness I have allusion to a bizarre old-womanish superstition which beset (kuşatmak) him.

He was great in dreams, portents, et id genus omne of rigmarole (hoş olmıyan bir şeyin habercisi/önbelirti) . He was excessively punctilious (titiz) , too, upon small points of honor, and, after his own fashion, was a man of his word, beyond doubt. This was, in fact, one of his hobbies.

The spirit of his vows he made no scruple (vicdanının sesini duymak) of setting at naught (hiç/sıfır) , but the letter was a bond inviolable (bozulmaz/dokunulmaz). Now it was this latter peculiarity in his disposition, of which Kates ingenuity enabled us one fine day, not long after our interview in the dining-room, to take a very unexpected advantage, and, having thus, in the fashion of all modern bards (person who composed or recited epic, heroic poems often while playing the harp etc.) and orators (a public speaker), exhausted in prolegomena (prolog) , all the time at my command, and nearly all the room at my disposal, I will sum up in a few words what constitutes the whole pith of the story.

It happened then-so the Fates (yazgı) ordered it-that among the naval acquaintances of my betrothed (nişanlı), were two gentlemen who had just set foot upon the shores of England, after a year's absence, each, in foreign travel. In company with these gentlemen, my cousin and I, preconcertedly (önceden kararlaştırmak) paid uncle Rumgudgeon a visit on the afternoon of Sunday, October the tenth,-just three weeks after the memorable decision which had so cruelly defeated our hopes. For about half an hour the conversation ran upon ordinary topics, but at last, we contrived, quite naturally, to give it the following turn:

CAPT. PRATT. "Well I have been absent just one year.-Just one year to-day, as I live-let me see! yes!-this is October the tenth. You remember, Mr. Rumgudgeon, I called, this day year to bid you good-bye. And by the way, it does seem something like a coincidence, does it not-that our friend, Captain Smitherton, here, has been absent exactly a year also-a year to-day!"

SMITHERTON. "Yes! just one year to a fraction. You will remember, Mr. Rumgudgeon, that I called with Capt. Pratol on this very day, last year, to pay my parting respects."

UNCLE. "Yes, yes, yes-I remember it very well-very queer (muammalı) indeed! Both of you gone just one year. A very strange coincidence, indeed! Just what Doctor Dubble L. Dee would denominate an extraordinary concurrence of events. Doctor Dub-" KATE. [Interrupting.] "To be sure, papa, it is something strange; but then Captain Pratt and Captain Smitherton didn't go altogether the same route, and that makes a difference, you know."

UNCLE. "I don't know any such thing, you huzzy! How should I? I think it only makes the matter more remarkable, Doctor Dubble L. Dee-

KATE. Why, papa, Captain Pratt went round Cape Horn, and Captain Smitherton doubled the Cape of Good Hope."

UNCLE. "Precisely!-the one went east and the other went west, you jade, and they both have gone quite round the world. By the by, Doctor Dubble L. Dee-

MYSELF. [Hurriedly.] "Captain Pratt, you must come and spend the evening with us to-morrow-you and Smitherton-you can tell us all about your voyage, and well have a game of whist (card game) and-

PRATT. "Wist, my dear fellow-you forget (forget yourself). To-morrow will be Sunday. Some other evening-

KATE. "Oh, no. Fie (used to Express mild annoyance) !-Robert's not quite so bad as that. To-day's Sunday."

PRATT. "I beg both your pardons-but I can't be so much mistaken. I know to-morrow's Sunday, because-"

SMITHERTON. [Much surprised.] "What are you all thinking about? Wasn't yesterday, Sunday, I should like to know?" ALL. "Yesterday indeed! you are out!"

UNCLE. "To-days Sunday, I say-don't I know?"

PRATT. "Oh no!-to-morrow's Sunday."

SMITHERTON. "You are all mad-every one of you. I am as positive that yesterday was Sunday as I am that I sit upon this chair."

KATE. [jumping up eagerly.] "I see it-I see it all. Papa, this is a judgment upon you, about-about you know what. Let me alone, and I'll explain it all in a minute. It's a very simple thing, indeed. Captain Smitherton says that yesterday was Sunday: so it was; he is right. Cousin Bobby, and uncle and I say that to-day is Sunday: so it is; we are right. Captain Pratt maintains that to-morrow will be Sunday: so it will; he is right, too. The fact is, we are all right, and thus three Sundays have come together in a week. (three Sundays’ have come together) . "

SMITHERTON. [After a pause.] "By the by (by the way) , Pratt, Kate has us completely. What fools we two are! Mr. Rumgudgeon, the matter stands thus: the earth, you know, is twenty-four thousand miles in circumference. Now this globe of the earth turns upon its own axis- revolves-spins round-these twenty-four thousand miles of extent, going from west to east, in precisely twenty-four hours. Do you understand Mr. Rumgudgeon?-"

UNCLE. "To be sure-to be sure-Doctor Dub-"

SMITHERTON. [Drowning his voice.] "Well, sir; that is at the rate of one thousand miles per hour. Now, suppose that I sail from this position a thousand miles east. Of course I anticipate the rising of the sun here at London by just one hour. I see the sun rise one hour before you do. Proceeding, in the same direction, yet another thousand miles, I anticipate the rising by two hours-another thousand, and I anticipate it by three hours, and so on, until I go entirely round the globe, and back to this spot, when, having gone twenty-four thousand miles east, I anticipate the rising of the London sun by no less than twenty-four hours; that is to say, I am a day in advance of your time. Understand, eh?"

UNCLE. "But Double L. Dee-"

SMITHERTON. [Speaking very loud.] "Captain Pratt, on the contrary, when he had sailed a thousand miles west of this position, was an hour, and when he had sailed twenty-four thousand miles west, was twenty-four hours, or one day, behind the time at London. Thus, with me, yesterday was Sunday-thus, with you, to-day is Sunday-and thus, with Pratt, to-morrow will be Sunday. And what is more, Mr. Rumgudgeon, it is positively clear that we are all right; for there can be no philosophical reason assigned why the idea of one of us should have preference over that of the other."

UNCLE. "My eyes!-well, Kate-well, Bobby!-this is a judgment upon me, as you say. But I am a man of my word-mark that! you shall have her, boy, (plum (18yy ve 19yy başı argo – 100.000pounds) and all), when you please. Done up, by Jove! Three Sundays all in a row! I'll go, and take Duble (double) L. Dee's opinion upon that."

THE END

80 GÜNDE DEVRİ ALEM

Kısa Özet:

- Öykümüz İngiltere’de, Phileas Fogg adında hayatı çok düzenli ve titiz olan bir İngiliz beyefendisi ile başlar. Fogg her akşam düzenli olarak Reform Kulübe gider.

- O kadar titizdir ki uşağını kovma sebebi tıraş suyunu her zamanki ısısı olan 30 derece yerine 29 derece getirmesidir.

- Eski uşağı yerine Fransız Passepartout’u işe alır. Passepartout da düzenli bir hayat sürmek için Fogg’un yanına girmekten çok memnundur.

_ Akşam Reform Kulüp de arkadaşları ile kart oyunu oynarken gazetede yayınlanan Hindistan’da ki yeni tren yolunun açılması ile dünyanın çevresini 80 günde kat edilip edilemeyeceği yazı hakkında arkadaşları ile münakaşaya girer.

- Gazetedeki 80 günlük planlama:
1) Demiryolu & Buharlı Gemiyle Londra’dan - Süveyş’eı -7gün
2) Buharlı Gemiyle Süvey’den – Bombay’a --------------13gün
3) Demiryolu ile Bombay’dan – Kalküta’ya -------------3gün
4) Buharlı Gemiyle Kalküta’dan – Hong Kong’a ---------13gün
5) Buharlı Gemiyle Hong Kong’dan Yokohama’ya ---------6gün
6) Buharlı Gemiyle Yokohama’dan – San Francisco’ya ---22gün
7) Demiryolu ile San Francisco’dan – New York’a ------7gün
8) Buharlı Gemiyle New York’dan – Londra’ya ----------9gün
Toplam -----------------------------------------------80gün

- Bu planlama yolda gelebilecek problemleri hesaba katmaz ancak Fogg 80 günde diretir ve arkadaşları ile 20.000pound (bugünkü değeri 1.325.000pound) bahse girer.





- 2 Ekim 1872 Londra’dan 8:45pm de gidiş ve tam 80 gün sonra 21 Aralık 1872 saat 8:45pm de Reform Kulübe varış.

- Fogg ve uşağı Süveyş’e zamanında varır.

- Bu arada Londra’dan Mısıra gönderilen Scotland Yard Dedektifi Fix’de Londra’da bir bankayı soyan zanlının peşindedir. Dedektif Fix soyguncunun eşkalini Fogg’a benzetir ve hemen yakalama emri çıkartmaya çalışır.

- Ancak Dedektif Fix tutuklama emrini zamanında çıkartamaz ve Fogg’un bir sonraki durağı olan Bombay’a onlarla birlikte buharlı gemiye biner. Bu seyahat esnasında amacının ne olduğunu açıklamadan Passepartout ile tanışır.

- Bombay’dan Kalküta’ya kalkan trene zamanında yetişirler.

- Dedektif Fix’de onları takip eder.

- Trenden Kholby’de inmek zorunda kalırler çünkü demiryolu tamamlanmamıştır ve trenin tekrar kalktığı Allahabad’a 80 km mesafeyi farklı bir yoldan kat etmek zorunda kalırlar.

- İki istasyon arasını fil ile kat etmek zorunda kalırlar. Bu yolculuk esnasında yaşlı kocası öldüğünden Brahman rahipler tarafından kurban edilecek Persli Aouda’yı kurtarırlar. Aouda’yı yanlarına alır ve Hong Kong’da akrabasına teslim etmeyi planlarlar.

- Kalküta’ya gidecek olan trene yetişirler ve Kalküta’dan buharlı gemi ile Hong Kong’a yola çıkarlar.

- Bu arada gizlice Fogg ve Passepartout’u takip eden Dedektif Fix, Kalküta’da onları tutuklatır ancak bundan kurtulurlar ve Dedektif Fix’de onları Hong Kong’a takip etmek zorunda kalır.

- Bu seyahat esnasında Dedektif Fix kendini Passepartout’a gösterir.

- Ayrıca Hong Kong’da Aouda’nın akrabasının Hollanda’ya taşınmış olduğunu öğrenir ve onu da yanlarında Avrupa’ya götürmeye karar verirler.

- Dedektif Fix’in halen elinde tutuklama emri mevcut değildir ve Hong Kong’da Fogg’u tutuklaması için elindeki son şansıdır (Asya’daki son İngiliz toprağı).

- Dedektif Fix tutuklama emrinin zamanında Hong Kong’a ulaşıp ulaşamayacağından emin olmadığı için durumu Passepartout’a açar. Passepartout duyduklarına inanmaz ve efendisinin banka hırsızı olmadığını söyler.

- Hong Kong’a vardıklarında durumu Fogg’a açacağından şüphelenen Dedektif Fix, Passepartout’u sarhoş eder ve opium vererek bir afyon evinde bilinçsiz halde bırakır.

- Zar zor Yokohama buharlı gemisine yetişen Passepartout, efendisine geminin kalkış değişikliğini söylemeyi atlar.

- Değişikliği bilmeyen Fogg ve Aouda, bir sonraki gün buharlı gemiye binmek için gider ve gemiyi kaçırdıklarını öğrenirler. Bu arada da Passepartout’da ortalıkta yoktur.

- Fogg (Auoda ve Dedektif Fix beraberinde) onları Shanghai götürecek bir gemi bulur. Buradan başka bir buharlı gemi ile Yokohama’ya geçerler.

- Yokohama’da, Passepartout’u eve dönmek için para kazanmak için sirk de çalışırken bulurlar. - Birleşen gurup Yokohama’dan onları San Francisco götürecek buharlı gemiye binerler.

- Seyahat esnasında Dedektif Fix, artık Fogg’un seyahatine engel olmayacağını ve tam tersine Londra’ya gitmesi için yardımcı olacağını söyler (çünkü artık Amerikan topraklarında tutuklama gücü kalmamıştır).

- San Francisco’dan New York’a giden trene binerler. Ancak yolda trene kızılderililer saldırır ve Passepartout ile iki yolcuyu rehin alır.

- Fogg ve Amerikan ordusundan gönüllüler rehin alınanları kurtarmak için guruptan ayrılırlar. Başarıyla rehineler kurtarılır ancak bu Fogg’un zaman kaybetmesine sebep olur.

- Kaybedilen zaman bir kızak kiralayarak Omaha’dan Nebraska’ya ve oradan da trene binerek Chicago, İllinois ve New York’a varırlar.

- Ancak New York’a vardıklarında Liverpool gemisini çok kısa süre ile kaçırdıklarını öğrenirler.

- Fogg’un araştırmaları sonucu Bordeaux, Fransa’ya gidecek bir gemi bulur ancak kaptanı Liverpool’a gitmeyi ikna edemez ama yinede bu gemiye binerler. Seyahat esnasında mürettebata rüşvet vererek gemide isyan başlatır ve geminin yönünü Liverpool değiştirir.

- Buharlı gemi son hızla seyahat etmeye başlar ama birkaç gün sonra yakıtları biter. Fogg yollarına devam edebilmek için buharlı gemideki tüm ahşapların yakılmasını ister ve kaptana da zararından dolayı yüklü bir para öder.

- Queenstown, İrlanda’ya varırlar ve oradan Dublin ve Lilverpool ve zamanında Londra’ya varacakken, İngiliz topraklarında olduklarından dedektif Fix tutuklama emri çıkartır.

- Fogg tutuklanır ancak kısa bir süre sonra dedektif Fix asıl zanlının birkaç gün önce Liverpool’da yakalandığını öğrenir. Bunu öğrenen Fogg, dedektif Fogg’a yumruk atar çünkü Londra’ya gidecek olan treni kaçırmış ve sonuç olarak bahsi 5dakika süreyle kaybeder.

- Bir sonraki gün, tüm bu olaylardan dolayı Aouda’dan özür diler. Aouda’yı bu serüven boyunca sürüklemiş ve bahsi kaybettiğinden dolayı artık yoksul ve ona bakacak gücünü olmadığını söyler.

- Aouda birden Fogg’a aşk olduğunu itiraf eder ve onunla evlenmesini ister. Fogg memnuniyetle bu teklifi kabul eder.

- Fogg, hemen Passepartout’u rahibe haber vermesi için gönderir. Rahip ile konuşurken Passepartout bugünün Pazar değil Cumartesi olduğunu öğrenir.

- Çünkü hep doğuya doğru seyahat ettiklerinden ve Uluslararası Gün Çizgisini geçtiklerinden bir gün kazanmışlardır.

- Passapartout hızla günün Cumartesi olduğunu haber vermek için Fogg gider. Sonuç olarak Fogg, Reform Kulübe zamanında giderek bahsi kazanır ve böylelikle 80 dünya devri alem öykümüz bitmiş olur.


MAJOR TEMALAR:

1) 80 günde dünyanın etrafını dolanmak: Fogg tüm tersliklere rağmen dünyanın etrafını 80 günde kat edilebileceğini herkese kanıtlamış oldu.

2) Fogg’un banka soyguncusu olup olmadığı: Dedektif Fix kitabın beşinci bölümünde karşımıza çıkar ve romanın sonuna kadar devam eder.

3) Kitap boyunca Fogg’un karakterinin gelişimi: Fogg dakik, titiz, sakin, aklı başında, duygusuz ve soğuk gibi gözükür. Ama Aouda’yı kurtarmak için planlarını değiştirir. Kızılderililer tarafından kaçırılan Passepartout’u kurtarmak için hayatını tehlikeye atar, Dedektif Fix’e yumruk atar


MİNOR TEMALAR:

1) Passepartout’un karakteri: Kitap boyunca çılgın hareketleriyle ortamı yumuşatır veya heyecana vurur.

2) Fogg ile Aouda’nın aşkı: Aşkları major tema değildir ancak yinede seyahati ilginç kılar. Aouda’nın Persli bir Hint prensesi oluşu öyküye daha bir egzotik hava verir.

3) Fogg’un bahsi üzerine yapılan spekülasyonlar: Dünyayı 80 günde seyahati edip edemeyeceğine dair halk arasında bahisler oynanır ve bu İngiltere’nin gündeminde bomba etkisi yaratır ama sonra banka soyguncusu olma ihtimalinin ortaya çıkmasıyla bahis spekülasyonları azalır. Ne zamanki Dedektif Fix’in hata yaptığı öğrenilir spekülasyonlar tekrar alevlenir. Seyahat ettiği yerlerin tasviri: Her ne kadar bir yerde çok uzun süreli kalmasa da okuyucuya gittiği her yeri bir fotoğraf karesi gibi sunar.


ROMANIN TARZI:

Kitabın bize seyahatin ne kadar maceralı ve heyecanlı olduğunu hissettirir. Kitap çok hızlı ilerler ve karşılaşılan olaylar heyecan vericidir.

Kitap da esrarengizlikte vardır. Fogg’un banka hırsızı olma ihtimali kitap bitene kadar sürer ve okuyucuyu sürekli tereddüt içinde bırakır.

Olaylar karşındaki meydan okumalar ve mücadeleler


ANA KARAKTERLER:

PHİLEAS FOGG:

Jules Verne’in unutulmaz karakterlerinden biridir. İngiliz asıllı Fogg düzenli bir hayat yaşar, dakik ve görgü kurallarında mükemmeldir. İsteklerinde titizdir ve ödün vermez. Eğer kitabın adı 80 günde Devri Alem olmasa idi başında tanıtılan Fogg’un dünya seyahati için bahse gireceğini tahmin edemezdiniz. Aykırı bir karakteri vardır çünkü bahse para için girmemiştir. Karşısına çıkan hiçbir olay karşısında paniklemez ve serinkanlı hareket eder. Ayrıca karşısına çıkan tersliklere karşı pes etmez ve çözüm arar (Fil alması, kızakla Amerika’yı geçmesi gibi) Her ne kadar soğuk görünse de aslında kalbi çok büyüktür. Aouda’yı kurtarmak için gün kaybetmesi veya Passepartout için hayatını tehlikeye atması veya Dedektif Fix’e her ne kadar sinirlense de sonunda bağışlar ve hatta para vermeyi bile teklif eder. Her ne kadar romanın sonunda gururu için bahsi kazansa da aslında kalbi içinde bir aşk kazanır.

PASSEPARTOUT:

Fransız asıllı Passepartout Fogg’un tam tersidir. Maceralı ve heyecanlı bir hayatı olan Passepartout artık kendisi için düzenli bir hayat istemektedir. Daha sakin ve düzenli bir hayat için Fogg’un uşağı olmak ister. Passepartout her ne kadar Fogg’a sadık olsa da seyahatlerindeki aksamlara sebep olur. Saf bir yanı da vardır ve bu saflık Dedektif Fix’in onu sarhoş etmesine, bir afyon evinde kendinden geçmesine ve sonuç olarak Fogg’un Yokohoma’ya gidecek olan gemiyi kaçırmasına sebep olur. Kötü yanlarını efendisine olan bağlılığı ve cesaretiyle kapar. Ayrıca ilginçtir çünkü önceden sirkte çalışmıştır ve bu onun için Japonya’da çok işine yarar. Fogg’un tam tersidir ve çok iyi bir ikili olurlar. Passepartout davranışlarıyla okuyucuyu büyüler ve okudukça bu deli Fransız adamı sevmeye başlar.

DEDEKTİF FİX:

Romandaki muhalif karakterdir. Kitabın beşinci bölümünde tanırız ve sonuna kadar bizle birlikte olur. Fogg’u yakalamak için onu takip eder ve sonunda oda dünyanın etrafını Fogg ile birlikte kat eder. Fogg’un farkında olmadan önüne birçok engel çıkartır. Fix açıksözlü biri değildir. Banka soyguncusunun başına konan ödülü elde edebilmek için Passepartout’u sarhoş edip opium içirtecek kadar da hırslıdır. Fix’in utanma duygusu da yoktur çünkü bir şekilde Fogg’un seyahatinin bir parçası olur ve parasal olarak hiçbir katkıda bulunmaz. Romanda Fogg’a yardım ettiği tek bölüm Amerika ayağıdır ama oda çıkarı içindir çünkü Fix’in Amerika’da tutuklama yetkisi yoktur ve bir an önce İngiltere topraklarına gitmek istemektedir.

AOUDA:

Güzel ve egzotik Pers asıllı Hint prensesidir. Babası öldükten sonra yaşlı Rajah’lı bir adamla evlendirilir. Erkek ağırlıklı bir romana dişilik getirir. Fogg’un soğuk yapısına rağmen aslında onun iyi yürekli biri olduğunu düşünür ve ona aşık olur. Fogg gibi biri için Aouda mükemmel bir yol arkadaşıdır. Aouda iyi eğitim görmüş ve seyahat boyunca karşılarına çıkan tüm olaylar karşısında cesaretle durmuştur ( Kızılderililerin baskınında kendisini savunması gibi).


**** Tabi bundan sonra ödev vermeden olmaz!!!!!! Buluşma öncesi herekse mail attım ve ana karakterlerden 4 Yerli ve 4 Yabancı ünlü seçmelerini istedim.

SONUÇLAR AŞAĞIDAKİ GİBİDİR:

PHİLEAS FOGG:





PASSEPARTOUT:





DEDEKTİF FİX:





AOUDA:








5 yorum:

Kontrast dedi ki...

Keyifli ve emek dolu bir yazı olmuş. Elinize sağlık.

Ben de bloguma beklerim. Yorumlarınızı da dört gözle beklerim!

Sevgiler...

Peyman dedi ki...

Ayşe'ciğim,

Bizi çocukluğumuza döndürdüğün, renkli mi renkli bir gece yaşattığın, bilmediğimiz sularda bizi yüzdürdüğün için tekrar teşekkür ederim.

Her ev ödevi talebini duyduğumda mır mır yapsam da geceye bambaşka bir tat kattığını itiraf etmeliyim.

Sevgiler,

Ayşe dedi ki...

Sevgili Kontrast,

Artık takibimizdesin. Evet emek ama o kadar keyifliki herkese tavsiye ederim. Toplayın arkadaşlarınızı sizde kendi dünyanızı yaratın. Birilerinden birşey beklemeyin siz kendiniz başladın bakın göreceksiniz peşinizden sürükliyeceksiniz.

Sevgili Peymo,

Sen ne kadar mır mır yapsanda ne kadar çalışkan bir öğrenci olduğunu biliyoruz. Bu arada potre yarışmasını halen unutmadım!..

billur dedi ki...

Sevgili Ayşe;

80 Günde Devrialem benim çocukluğumun en sevdiğim kitaplarındandı. Çünkü içinde prenses vardı:))Sanırım bununla birlikte 6. okuyuşum olmuştur.

Bu kitabın ardından bende olmayan Jules Verne kitaplarını da sipariş ettim mesela Esrarlı Ada!

Bu seferki ödevin zor değildi, kendi adıma teşekkürü bir borç bilirim ama zevkliydi ve seçtiğim kişiler dediğim gibi ödev anında "gönlümden geçenlerdi" zira çok roller üzerine düşünmedim!

Sen şu ince para hesaplarını da yapıp bize gönder bir ara...

Eline sağlık gene çok güzel ve eğlenceli bir sunum oldu. Jules Verne'in bir kitabını okuyunca okuma hızım yeniden geldi.
Sevgiler
Billur

Aysun dedi ki...

Nimir Ra,
çocukluğumuza giderken yolda daha nerelerde durduk sayende prensesim,başından sonuna çok keyifli bir seyahat yaşattın.

Ödev lafını her duyuşta midemde bir kasılma olsa da :) sonuçta ortaya çıkanlar çok yaratıcı:)Bu kez de öyle oldu.

İstemeden kaçırdığım 2 sunumdan sonra çok özleyerek koşarak geldiğim ve yine beni çok mutlu eden bir başka dopdolu akşamdı ,herşey çok özenli amma sen ayrı güzeldin!

Eline,koluna ,diline sağlık...
Sevgiler,
Aysun

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails