Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Italo Calvino - Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler

Birbirini Tekrar Eden Yirmi Mevsim

Italo Calvino'yu nasıl bilirsiniz? Garip çocuksu kahramanlar, ağaca tüneyen baronlar, var olmayan şövalyeler, kesişen yazgılar…



Son derece sade bir üslup ve keskin bir zekâ ile birleşince benzersiz hikâyelerin yaratıcısı olarak ölümsüzler listesine girmiş bir yazar Calvino. Pavese’nin sırdaşı olmanın yanı sıra, öykünün sihirbazı ve tarzıyla eşsiz kapılar aralamaktan hiç vazgeçmemiş biri. Çok uzun süredir Calvino okumamıştım, şimdilerde tüm kitaplarını okumaya heves ettim. Bir süredir öykü yazmayı deniyorum; hikâye nasıl yazılmalı dersi varsa “Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler” gerçek bir başucu kitabı olmalı. Tavsiye sahibine tekrar teşekkür etmeliyim. Her bir önerisiyle beni silkeleyip kendime getirdiğini belirtmeliyim.



Her mevsimi tekrar tekrar yaşarken olanaksız bir düşün kapılarını aralamayı deneyen ve şehre yenik düşen Marcovaldo yine de akıllanmıyor. Başka bir değişle umudunu yitirmiyor. Her bir bahar; yaza, kışa ya da güze dönüştüğünde direnmeye devam ediyor. Evde aç bilaç bekleyen çocuklar, her şeyden şikâyet eden, memnuniyetsiz eş, beceriksizce geliştirilen projeler, açlık, sefalet, işsizlik, işçilik halleri bile pes ettirmiyor.

Doğaya dönmek istiyor Marcovaldo. Yirmi kısa öykünün her birinde fabrika bacalarının, atıklarının tabiatı ve dolayısıyla insanları tükettiği küçük bir kentte sıkışmış biri olarak hayal kırıklıkları ve ümitleriyle sarsıp duruyor sürekli.



“Ayakkabısını bağlamak için eğilip daha iyi baktı: mantardı, gerçek mantardı, kentin tam orta yerinde bitiyorlardı! Çevresini saran karanlık, kalleş dünya birden gizli zenginliklerini sunuyormuş, yaşamdan hâlâ, toplu sözleşmenin saat ücreti, ek ücret, çocuk yardımı, pahalılık yardımı dışında da bir şey beklenebilirmiş gibi geldi Marcovaldo’ya.” (Bahar- Mantarlar Kentte)

Büyük beklentileri yok Marcovaldo’nun. Özlemleri var, sevdiklerini koruma ihtiyacı var. Kent endişe ve karamsarlık yayıyor üzerine. Uyuyamıyor:

"Ne olur bir kez de çalar saatin zili, yeni doğan Paolino'nun viyaklaması ya da karım Domitilla'nın öfkeli sesi yerine, kuş sesleriyle gözümü açsam…" (Yaz – Park Sırasında Bir Yaz Gecesi)

Yaratıcıdır Marcovaldo. İşe gittiği günlerden birinde göç etmekte olan bir çulluk sürüsü görür. Hayallere kapılır.

“O gece Marcovaldo düşünde, damın, ökseotuna yakalanmış, çırpınan çulluklarla dolu olduğunu gördü.” (Güz – Belediyenin Güvercini)

Kış geldiğinde ekip şefinin gözüne girip, işinde ilerlemeyi hedeflemektedir. İşyeri kapısının önündeki karı temizlemesi gerekmektedir.

“ Kar küremek çocuk oyuncağı değildi, hele midesi boş biri için, ama Marcovaldo karı bir dost, yaşamının içine hapsedildiği kafesin duvarlarını yok eden bir etken sayıyordu.” (Kış – Karda Kaybolan Kent)



İyimserdir Marcovaldo aynı zamanda girişimci bir ruhu vardır. Kış sonrası romatizmaları artan Sinyor Rizieri romatizmanın arı zehriyle iyileştiğine dair bir yazı bulur gazetede .

“O günden sonra, Marcovaldo caddelerde yürürken her vızıltıya kulak kabartıyor, çevresinde uçan her böceği gözleriyle izliyordu. Sonunda kocaman karınlı, kara, sarı çizgili bir eşekarısının uçuşunu gözlerken, arının bir ağacın kovuğuna girdiğini, kovuktan başka eşekarılarının çıktıklarını gördü; bir uğultu, bir gidiş geliş, gövdenin içinde eşekarısı yuvası olduğunu gösteriyordu.” (Bahar – Eşekarılarıyla Sağaltım)

Yaz geldiğinde sigorta doktoru Marcovaldo’ya romatizmaları için bol bol kum banyosu yapmasını önerir. Ancak yaşadıkları kentte böyle bir yer yoktur. Irmağın kıyısı bile taraklar, vinçlerin çalıştığı, yüzülemez bir haldedir.

“Günlerdir kurumuş, yabancı maddelerden arınmış, incecik deniz kumu gibi açık renkli bu kum, tam Marcovaldo’nun aradığı gibi bir kumdu.” (Yaz – Güneşli, Kumlu, Uykulu Bir Cumartesi)

Niteliksiz işci Marcovaldo öğlenleri evine dönmek yerine sefertasında getirdiği yemekleri yer. Domitilla ile kavga etmek yerine bir akşam öncesinden kalmış, belki de ekşimiş, soğumuş yemekleri yemek bile iştahını artırır. Hem ev uzaktır, tramvaya binmek masraf çıkarır!

“Güzse, güneş de varsa, biraz güneş gelen bir yer seçiyordu; ağaçlardan dökülen kırmızı, parlak yaprakları da peçete diye kullanıyordu; salamların kabuklarını başıboş köpeklere atıyor, çok geçmeden köpekler arkadaş oluyorlardı; ekmek kırıntılarını ise, caddeden hiç kimsenin geçmediği bir sırada serçeler topluyordu.” (Güz – Sefertası)

Alıntılardan da gördüğünüz üzere kitabın dili son derece yalın. İtalya’da ilk yayımlandığında çocuk kitabı olarak çıkmış olduğunu da belirtmeliyim. Çocuk, büyük herkesi etkileyecek öykülerle dolu bir kitap bu. Her okunduğunda başka hisler yaratıyor, farklı bir yere dikkat çekiyor.

Ve yine kış gelir:

“Yeryüzünde soğuğun yayılmasının bin bir biçimi, bin bir yolu vardır; denizde bir at sürüsü gibi koşar, köyleri bir çekirge bulutu gibi sarar, kentlerde bir bıçağın ağzı gibi sokağı keser, ısıtılmamış evlerin aralıklarından sızar.” (Kış – Otoyoldaki Orman)



Bahar geldiğinde Sigorta doktoru çocukların temiz havaya çıkmaya ihtiyacı olduğunu söyler.

“Temiz hava yenir mi?” diye sorar çocuklardan birisi (Bahar – Temiz Hava)



Yaz gelir, güz geçer, kış gider ve kendini tekrar eder mevsimler…

Gülda

İllüstrasyonlar the-mojo-jojo.blogspot.com adlı siteden alınmıştır.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails