12 Şubat 2010 Cuma

Yansımalar - 8

Yansımalar, bir yazı dizisi oldu çıktı.

Yazmazsam içim rahat etmiyor. Bazen iş yoğunluğu ve evdeki koşturmacadan vakit bulamıyorum. Hele şu aralar sadece aylık okumamız gereken kitabı okumaya vakit kalıyor. Ekstra bir şey yapmak istediğimde kendimi bir arabaya koşulmuş at misali hissediyorum. Hani yokuş çıkarken zavallıların dilleri bir karış dışarı sarkar, oflaya puflaya aksak adım çekerler arabayı içindeki yükle beraber.

Kulüp toplantıları hayatımdaki bir es, huzurlu, keyifli bir mola yeri. Hisseli Harikalar Kumpanyası…

Evet dedim ya içim rahat etmiyor yazmazsam. 2 Aralık’taki son sunum gecemizin üzerinden epeyce zaman geçti. Ama ben bilgisayarın önüne oturup yazı yazacak kadar ilhama ve zamana sahip olamadım maalesef.

Yazamadığım süre boyunca da sanki o gecenin sunucusuna haksızlık yapıyormuşum gibi vicdan azabı duydum.

Bir peri masalı bizim gecelerimiz. Çocukların dondurmaya, kurumuş toprakların suya, yeni filizlenen bahar dallarının güneşe kavuşması gibi.

Toplantı tarihlerini bir önceki toplantıda belirlediğimiz için hangi tarihte buluşacağımızı biliyoruz. Ama bizi bekleyen sürprizleri tahayyül edemiyoruz.

Toplantıdan 2-3 gün önce o ayın sunucusu mekân ve saat bilgisini atıyor. İşte o andan itibaren içimde uçuşan binlerce kelebeğin kanat seslerini duyuyorum. O anda içimdeki çocuk sanki bedenimi yarıp özgürlüğüne kavuşuyor .

Aysun, Stefan Zweig’in Sabırsız Yürek adlı romanını sunmak için toplanacağımız mekânın bilgisini attığında da aynı hisleri bir kere daha yaşadım.

Kalamış’ta Trattoria Il Faro isimli bir İtalyan restaurantında toplandık. Ilk etapta bahçe içinde müstakil bir evi andırıyor. Biz çatı katındaki sadece bize rezerve edilmiş bir odadaydık.

Bir evin sıcak ortamına sahip bu odada hemen hülyalara daldık; sanki burası bir restaurant salonu değil de kendi evimizdeki çatı katında şirin bir odaydı.

Aysun’un aristokrat duruşuyla örtüşen, feminen dokunuşun tüm izlerini taşıyan bu salonda, masanın üzerinde bizi bekleyen mini sürprizler vardı yine.

Üzerinde, tülden kanatları her an uçmaya hazır gibi duran bir kelebeğin iliştirildiği mavi zarfın içinde kitaptan paragraflar vardı. Bu paragraflar bizim için ne anlam taşıyordu? O paragraflarda asıl anlatılmak istenen bizim algıladığımız şey miydi?

Masanın üzerinde tabaklarımızın yanlarında sabundan birer mavi gonca gül duruyordu. Yaydığı koku tüm gece burun deliklerimizden süzülerek genzimize kadar ilerleyip, beynimizde romantik çağrışımlara kapı aralıyordu.

Aysun’un elleriyle yaptığı kurabiyeyi daha sonra evde kahve eşliğinde yedim. Gerçekten çok lezzetliydi.


O gecenin bizim için farklı bir anlamı daha vardı. Yaratıcılığımızı konuşturduğumuz kitap ayracı projesinin finalistleri belli olacaktı ve ödül töreni yapacaktık.
Emre’nin okul projelerinin haricinde çoktandır kendim için böyle bir etkinlik yapmamıştım.

Kararsızlık en büyük düşmanım oldu. Bir sürü malzeme aldım, kafamda binbir türlü şey vardı. Ama sonunda yapmaya karar verdiğim ayracın aldığım malzemelerle hiç alâkası yoktu.

Hepimiz emek harcamıştık. Ayraçlarımızı küçük bir masanın üzerine dizdik. Bizim eserlerimiz…

Sabırsız Yürek hakkında konuşmalarımız bittiğinde sıra ayraçların oylamasına geldi. Herkes en çok beğendiği ayracın yaratıcısının ismini bir kâğıda yazdı. Kağıtları bir yerde topladık ve sonra açtık. En çok oy alan iki ayracın tasarımcıları yani birinciliğe aday olanlar Aycan ve Gülden Abla idi. Gülden Abla ikinciliği almaya gönüllü olunca Aycan birinci, Gülden Abla ikinci, Gülda ve Belkıs ise üçüncü oldular.

Kraliçeler taçsız olmazdan yola çıkarak Aycan’a hak ettiği pırlanta taşlarla (!) bezeli tacını, oynattığında viuvvv viuvvvv diye ses çıkaran pembe afilli asasını ve tabii Ayraç Birincisi yazılı kurdelesini teslim ettik.

İkinci ve üçüncülerimize de hak ettikleri ödülleri verildi tabii. Değerli taşlardan kolyeler ve küpeler (!) fildişi tenlerde göz kamaştırarak parladılar.


Sunum gecelerimizin pek çoğunda o akşamın sunucusu gecenin anlamını ifade eden bir pasta hazırlattırmışlardı. O gece pastayı Aysun ve kız kardeşleri yapmıştı. Mavi zarf formatındaki ev mamülâtı pasta hem gözlerimize hem de midemize ziyafet çektirdi.


Evet bu seferki Yansımalar’da bir geceyi değil, arayı açtığım için iki geceyi yazacağım.

14 Ocak’ta Cihangir Kafika’da Ayn Rand’ın Hayatın Kaynağı adlı kitabını konuşmak üzere toplandık. Sunucumuz Bilgen’di.

Kafika’ya daha önce hiç gitmemiştim, ama arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla mekan bana çok ilginç gelmişti; salon kiralıyorsunuz, dostlarınızla filmlerinizi seyrederken veya romantik bir akşam olmasını istiyorsanız sevgilinize güzel bir sürpriz yapıp, romantik bir filmi yemek eşliğinde büyük perdede sadece ikinize özel seyredebiliyorsunuz.

Biz önce üst katta yemeğimizi yedik. Tabaklarımızın yanında yine birer hediye zarfı vardı. Ama sabırlı olmalı ve sunucumuzun “hadi zarflarımızı açıyoruz” yönlendirmesine kadar zarflarımızı açmamalıydık. Meraklı çocuklar gibi arada aklım paketin içinde ne olduğuna kayıyordu. İçimdeki çocuk beni içerden dürtüyor “hadi hadi aç” diyordu. Onu dinlemedim. Sabırlı olmasını bilmek lazım.


Hediye paketinin yanında bir de CD vardı. Kitabın, 1949 Amerikan yapımı filmi. Gary Cooper’ın Howard Roark’u, Patricia Neal’ın Dominique Francon’ı canlandırdığı siyah-beyaz film.


Yemeğimiz bitince daha fazla gecikmeden alt kata, büyük perdenin olduğu salona geçtik. Bilgen sunumunu perdeye yansıttı. Sanki kendi halinde bir kitap kulübü gecesi değil de, bir şirketin en iyi 13 pazarlamacısına verdiği eğitim toplantısıydı. Tek farkla; elimizde kahvelerimiz, çayımız, şaraplarımız ayaklarımızı bağdaş kurarak, yarı uzanarak sunumu seyrettik. Bilgen işi gereği daha kalabalık gruplar karşısında konuşmak zorunda olduğunda bile bu kadar heyecanlanmadığını söylese de gayet profesyoneldi.


925 sayfalık kitaptan konuşacak epey şey vardı. Gecelerimizin en büyük sıkıntısı zamanın yetmiyor olması. Sayfa sayısı önemli değil, daha az sayfalı kitaplar da bile 13 kişinin paylaşımları saatlerin yetmeyeceği kadar hararetli oluyor.

Tam sunum arasında kapı vuruldu ve içeri üzerinde kabanı ile ince uzun bir bey girdi. Elinde kitaplar vardı. Sinan Çetin kulüp üyelerine jest yapmış ve yine Ayn Rand’ın “John Galt Konuşması” adlı kitabını bize ulaştırmıştı. Henüz ben okuyacak vakit bulamadım ama arka kapakta yazdığına göre John Galt’ın radyo konuşmasından sonra hayatımız değişebilirmiş.

Sunum bittiğinde sonunda hediye paketimizi açma vaktimiz de gelmiş oldu. İçinden Smiley Face versiyonlarının kullanıldığı neşeli anahtarlıklar çıktı. O sırada kullandığım anahtarlığımın üzerndeki yusufçuk ortadan kırıldığı için çok zamanlı gelmiş bir hediye oldu. Tek sorunum ise bu cazip hediyeyi Emre’ye kaptırmadan kullanmaya başlamaktı. Kaptırmamakta başarılı oldum :). Her sunum gecesinin ardından mutlaka eve götürdüğüm küçük armağanları paylaşıyoruz da.

Filmden kısa bir fragman izleyerek geceyi bitirdik.

Kendimizi dışarıda soğuk havanın kucağına attığımızda, uzun gecenin vermiş olduğu tatlı bir yorgunluk vardı gözlerimizde.

Ama içleri gülen yorgun gözler…

Peyman

7 yorum:

Ayşe dedi ki...

Evet arayı bu kadar uzatma çünkü her sunumdan sonra acaba ne yazdı diye bekliyorum. Bu senin gözlerinden toplantılarımızın kısa özeti oluyor. Okumasıda çok keyifli oluyor çünkü o günü sanki tekrar yaşıyorum.

Peyman dedi ki...

Ben de dün akşam buna karar verdim; her sunum arkasından mutlaka yazacağım. Çünkü o akşamdan aldığım enerji ile aslında ilham gelmesini beklememe gerek olmuyor. Yaşadıklarım sayfa üzerinde kayıp gidiyor, ama bu kadar zaman yazmayınca, arada yaşadığım tüm zig zaglar da kaleme yansıyor.
Tekrar o akşamı yaşatmak ise büyük tatmin :)
Sevgiler,

Gulda dedi ki...

Ben de Yansımalar yazılarını heyecanla bekleyenlerdenim. Sunum günü sonrası yine beni o geceye götürüyor.

Aysun’un seçtiği mekân ve masa çok güzeldi. Keşke öyle evlerde oturabilsek. Bir de Ayşen’in ayracına da ayrıca özel ödül vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Hem hepimiz için ayrı ayrı yapmış, her biri ile çok uğraşmış ve çok güzeller. Ben bu ara sürekli o ayracı kullanıyorum, her elime aldığımda çok güzel bir his yayıyor.

Bilgen’in her birimizi için seçti hediye farklı idi sanırım. Benim zarfımdan üstünde Smiley yazan kapaklı bir kutu çıktı. Uzun süredir çantamda taşıyabileceğim bir kül tablasına ihtiyaç duyuyordum. Sayesinde sokakta izmaritleri hiç yere atmıyorum. Teşekkürler Bilgen.

billur dedi ki...

Sevgili Peyman;

Ben de dün Peyman'ı dürteyim diyordum, kaç sunum oldu, kaç Yansımalar yazısı var arkideş (Ege köylüsü ağzı)diyeyim derken yazını gördüm.

Lütfen hemen ertesi günü yaz...O geceyi tekrar yaşamak çok keyifli oluyor....
Sevgiler
Billur

Peyman dedi ki...

Sevgili Gülda ve Billur,

Beni kıskaca aldınız. Tamam, gerçekten ertesi gün yazmaya çalışacağım.

Gülda da güzel anekdotlar vermiş, gerçekten de bunları hatırlamak, hatta tekrar yaşamak çok keyifli oluyor.

Sevgiler,

aycan dedi ki...

Peymoş'um,

Yansımalar'ını okumayı bende çok seviyorum. Hatta ertesi gün ne yazacak diye blogumuzu açıyorum. Her göremediğimde de kös kös oluyorum. Eline sağlık ... hep devamını diliyoruz, bekliyoruz.

Aycan

Aysun dedi ki...

Sevgili Peyman,

yalnız değilmişim ,Yansımalarını hep birlikte sabırsızlıkla bekliyormuşuz.Keyifli gecelerin zamana düşülen notları senin yazıların.Sayende unutulmaz oluyorlar.

Bir daha bu kadar arayı açmıycan sözünü de aldık artık :)

Keyifli gecelerin zamana düşülen notları senin yazıların.Sayende unutulmaz oluyorlar.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails