Yaklaşık iki aydır Varlık ve Hiçlik’i okumaya çalıştığım ve arada tatil sırasında, çok genç bir arkadaşın önerisi ile Stephenie Meyer’in vampirlerine bakarken tamamen bir karmaşaya düşmüştüm. Okuduklarım arasındaki tutarsızlık ise apayrı bir konu zaten.
Varlık ve Hiçlik’i okurken, her cümleyi en az iki kere okuduğumu ve kitabı elime aldığım her seferinde ise beş on sayfa öncesine dönmem gerektiğini ve çok zorlandığımı belirtmeliyim. Bu gidişle birkaç yıl daha okumaya devam edeceğim. Vampirler de ise; en iyisi biraz daha okuyayım, belki sonradan düzelir, yavanlıktan kurtulur, biraz heyecan katılır, Ayşe bu kitaplarda ne bulmuş olabilir? diye düşünerek bıraktım.
Yaşar Kemal’in 16.08.2009 tarihinde Radikal’de Zülfü Livaneli’nin Son Ada kitabını anlattığı ve “Zülfü Livaneli'nin 'Son Ada' romanı beni vurmuştu. Elim değdikçe bir daha, bir daha okudum. Zülfü bu romanda inanılmaz ölçüler, olanaklar yaratmış. Her şey birbirine uyuyor. Edebiyatta görkemli bir söz vardır, Büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir eserin yazarı demek. Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir.” diye başlayan yazıyı okur okumaz Kitap Kulübümüzün “Zülfü Livaneli Büyük Projesi” ni beklemekten vazgeçip alıp okudum.
Giderek deliren dünya’da varlığı bir sır gibi gizlenen son sığınağın/sakinlerinin başına gelenler ve bir kez daha kaybedilen ütopya’nın hikâyesi; post modern, anti roman, yeni roman gibi karışık anlatım tekniklerini bilmeyen basit bir anlatıcının ağzından anlatılıyor. Sık sık anlatıcının büyük üzüntüsü, pişmanlığı ve keşkeler ile es veriyor. Her keşke, okura kendi geçmişini/geleceğini hatırlatıyor. Toplumsal belleğimizin zayıflığını görüyoruz Diktatör’ün her projesinde, konuşmasının ardından sakinlerin davranışlarında.
Okurken kızıyorum ada sakinlerine “nasıl bu kadar saf olunur, nasıl düne kadar hiçbir zararı olmayan martılar bu gün en büyük düşman ilan edilir ve bu linçe nasıl bu kadar tepkisiz kalınır” diye. Sonra benzerliği yakalayıp, bakalım ne olacak diye devam ediyorum, ne olacağını bilerek ve utanarak.
Kendisinden Yazar diye bahsedilen karakter, diğerlerinden farklı olarak, uyarmayı, itiraz etmeyi seçiyor, ikna edemeyeceğini bilmesine rağmen pes etmeyip direniyor. “Hiçbirimizin yaşadığı dünyaya gözlerini bu kadar kapamaya hakkı yok” diyor.
Tıpkı, tüm kurban kahramanların kendilerini mecbur hissettikleri için bu işleri yapmak zorunda kaldıkları gerçeğini gözler önüne seren Anlatıcı’nın sevgilisi Lara gibi. “Şiir silahtan güçlüdür” diyerek bildirinin altına Puşkin’in bir şiirini değiştirip ekliyor.
Yasak tanımaz rüzgâr
Zincir vurulamaz martıya
Bir de insan kalbine
“Halk dediğin değişken bir şeydir. Bugün böyle davranır, yarın tam tersini yapar. Teşvik ve tehdide bağlı olarak” kuralını harfiyen uygulayan Başkan, ada sakinlerini türlü zenginlik hayalleri ile kandırıp, ardından sopa göstererek ve bu işin olmazsa olmazı gizli düşmanlar yaratarak idaresini güçlendiriyor tüm bu sürükleniş boyunca. Kendisine soru sorulmasından da, soranlardan da korkarak, demokrasi, medeniyet, daha iyiye kavuşma kavramlarının arkasına sığınarak.
Kafasındaki iyilik-kötülük düğümü biraz daha dolaşmış Anlatıcı da savruluyor yaşananla karşısında, tüm naifliği ile. Bir yanda Lara ve Yazar’ın dedikleri, bir yanda vahşice katledilen martılar, diğer yanda ise bu kadar güçlü ve önemli bir adam olan Başkan’a inanma isteği öte yandan, adalıların kafalarını iyice kuma gömmeleri ve yalan bile olsa bir umuda sığınma ihtiyaçları karşısında.
Bakkalın hiç konuşmayan kambur oğlu ise, tüm merhameti ve kararlılığı ile büyük bir çığlık atıyor sona gelindiğinde. Ağaçların budanması ile başlayan hikâye, martıların, tilkilerin, yılanların, leyleklerin de karışması ile tüm adalıların, işlediği günahların kefaretini ödemeleri ile bitiyor. “Zaten bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes biraz suçludur” diyor Yazar.
Zülfü Livaneli, kendi yaşadıklarımızdan da yola çıkarak, sadece bu zamana ve sadece buraya ait olmayan bir roman yazmış. Dünya’nın neresinde yaşarsa yaşasın bir okur bu kitapta; geçmişinden, ülkesinden, komşusundan ve kendisinden gerçekleri görebilecektir.
Yeğenim için hazırlamakta olduğum, okunacak kitaplar kutusuna bu kitabı da büyük bir özenle yerleştirdim. Kutuda bulunan; Dönüşüm (Franz Kafka) , Martı (Richard Bach), Yaşlı Adam ve Deniz (Ernest Hemingway), 1984 (George Orwell), Yabancı (Albert Camus), Fahrenheit 451 (Ray Bradbury) kadar okunmasını istediğim bir kitap olduğunu düşündüm.
Ayrıca, Zülfü Livaneli’nin kitaplarını okumayı severim. Bilhassa, okuma tempom düştüğünde. Onun kitaplarını bir ya da iki gün içinde okur, sonra da haftalarca kitabın içinde yer alan, müzik, müzisyen, yazar ve kavramlar konusunda kendimce araştırma yaparım. Hem romanını etkileyici bir üslupla ve tutarlılıkla yazar hem de bir kılavuzmuşçasına okura yeni bilgiler verir ya da hatırlatır.
Burada da kitabın içinden fırlayan, Marcel Proust, J.L.Borges, Alexander Puşkin, Platon, İsa’ da yüzyıllardır tekrarlananlara şahitlik etmiş. Keşke, kitaba eşlik eden müzik ve flüte, biraz da müzisyen ve besteci de ekleseymiş. Bu sefer de müziği siz seçin demişse Livaneli, ben Jan Garbarek’in “In Praise Of Dreams” albümünü seçiyorum. Onun da tüm zamanlara eşlik edeceğini düşünerek.
Billur yeni bir okuma listesi istiyordu. Gerçi birçoğunu okuduk ama Orhan Kemal Roman Ödülü kazanan romanlar sırası ile şöyle imiş:
2009 Zülfü Livaneli - Son Ada
2008 Ayşegül Devecioğlu - Ağlayan Dağ Susan Nehir
2007 Hıfzı Topuz - Başın Öne Eğilmesin
2006 Hasan Ali Toptaş - Uykuların Doğusu
2005 Adnan Binyazar - Ölümün Gölgesi Yok
2004 İnci Aral - Mor
2003 Erhan Bener - İlişkiler
2002 Selim İleri - Bu Yaz, Ayrılığın İlk Yazı Olacak
2001 Oya Baydar - Sıcak Külleri Kaldı
2000 Oktay Akbal - Bütün romanları
1999 Ahmet Karcılılar - Yağmur Hüznü
1998 Kemal Bekir - Hücre 1952
1997 Yıldırım Keskin - Ölümü Bekleyen Kent
1996 Erendiz Atasü - Dağın Öteki Yüzü
1995 Necati Cumalı - Viran Dağlar
1994 Faik Baysal - Sarduvan
1993 Tahsin Yücel - Peygamberin Son Beş Günü
1992 Talip Apaydın - Köylüler
1991 Peride Celal - Kurtlar
1990 Demir Özlü - Bir Yaz Mevsimi Romansı
1989 Samim Kocagöz - Eski Toprak
1988 Ahmet Yurdakul - Kahramanlar Ölmeli
1987 Şemsettin Ünlü - Yukarı Şehir
1986 Yaşar Kemal - Kale Kapısı
1985 Mehmet Eroğlu - Geç Kalmış Ölü ve Issızlığın Ortasında
1984 Tarık Dursun K. - Kurşun Ata Ata Biter
1983 Orhan Pamuk - Cevdet Bey ve Oğulları
1982 Rıfat Ilgaz - Yıldız Karayel
1981 Verilmedi
1980 Adalet Ağaoğlu - Bir Düğün Gecesi
1979 Mehmet Başaran - Mehmetçik Mehmet
1978 Fakir Baykurt - Kara Ahmet Destanı
1977 Hasan İzzettin Dinamo - Kutsal Barış
1976 Vedat Türkali - Bir Gün Tek Başına
1975 Erdal Öz - Yaralısın
1974 Sevgi Soysal - Yenişehir'de Bir Öğle Vakti
1973 Çetin Altan - Büyük Gözaltı
1972 Yılmaz Güney - Boynu Bükük Öldüler
(Gülda)
1 yorum:
Sevgili Gülda,
Ben de henüz Son Ada'yı okumadım. Ve evet biraz da okumamamın sebebi bizim Zülfü projesi oldu.
Livaneli kitaplarına yönelik yapmış olduğun yorumlara yüzdeyüz katılıyorum.
Kitaplarındaki akıcılığı zengin kelime ve bilgi arşivini biz okurlarına açarak ufkumuzu genişletmesini çok seviyorum.
Şayet okumadıysan yine Zülfü'nün, Enegereğin Gözündeki Kamaşma adlı tarihi romanını da şiddetle tavsiye ederim.
Sevgiler.
Yorum Gönder