Dün gece Yapı Kredi Kültür ve Sanat Merkezi’nde Adnan Binyazar ve Mehmet Erte’nin konuk olduğu söyleşiye katıldık Gülda ile. Söyleşinin konusu yazmaya nasıl başladınız çerçevesinde gelişecekti ve Mehmet Erte adını ise –benim cahilliğim gene- ilk defa duyuyordum.
Mehmet Erte, 1978 yılında İzmir'de doğmuş ve yazar ve şair kimliği ile doğrudan ilgili olmayan bir alanda ,fizik alanında öğrenim görmüş.
İlk şiiri “Yıldırımları Beklemek” Varlık Dergisi’nde 1999 yılında yayımlanmış ve 2003 yılında ise Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’ne layık görülmüş. Suyu Bulandıran Şey adlı dosyası aynı yıl Varlık Yayınları tarafından kitap haline getirilmiş. Bakışın Kirlettiği Ayna adlı öykü kitabı ise 2008 yılında yayımlanmış.
Mehmet Erte’nin çok bilgili ve çok dolu olduğu belli oluyordu ancak kendisinin de ifade ettiği gibi bunları aktarmada biraz başarısız olduğu konusunda doğruluk payı vardı; konuşmak ona göre değil. Ama çok hoş ve doğru şeyler de söyledi; yazarın yazdığının bilinmesini istediğini daha doğrusu bir muhatabının olduğunu bilmesinin öneminden bahsetti. İlk zamanlarda bir şair/yazar nasıl konuşması gerekiyorsa, beylik sorulara nasıl cevap vermesi gerekiyorsa öyle konuşmaya çalıştığından dem vurdu. . İşe de ilk roman denemesi ile başladığını ama yazdıklarının bir işe yaramadığını, kendisini fazla sıkmış olmasından dolayı ilerlemediğini anlattı.
Öykü yazmanın zorluğundan bahsetti ve öykü yazabilmek için ise çok çalışmak gerektiğini şiir yazabilmek için çok uzun süre çalışılması gerektiğine kanaat getirdiğini söyledi. Adnan Binyazar'ın dediği gibi bu nedenle mi acaba "Çok şair var ama çok az şiir var"?
Dün akşam söyleşi bittikten sonra Mehmet Erte’nin kitaplarını almaya karar verdim, nicedir şiir namına bir şey okumadığım gerçeği ortaya çıktı ve yeni dönem şairlerle ile ise hiçbir bağ kurmamış olduğumu hatırladım/anladım.
Sadece 2010 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış olan ALÇALMA adlı şiir kitabını aldım (aslında sadece bu vardı) ve dün gece içinden rastgele sayfaları açtığımda -her şiir kitabını ve öykü kitabını böyle okurum- karşıma çıkan ve okuduğum iki şiiri sizlerle de paylaşmak istiyorum. Kitabın tamamını ise bitirdim ama sindirilmesi ve bir çırpıda okunmaması gerektiğine karar verdim. Aşağıdaki iki şiir ise çok hoşuma gitti.
SİMGELERLE BÖYLE BEN
Size şimdi güneyde bir tatilden dönmek yakışır
Hamburg’da bir toplantı, New York’a bir iş seyahati
Çağdaş Türk kadınını siz düzüyorsunuz
Hyatt’ta bir kahvenin, Ceylan’da bir yemeğin ardından
Karılarınız hiç bu kadar yüksekten görmedi İstanbul’u
Ama onlar da en az metresleriniz kadar mutlu
Uşaklarınız, yardakçılarınız umutlu olmak zorunda, siz değilsiniz
Umutsuzluk değil sizinkisi, can sıkıntısı
Pipetle kokteylinizi karıştırırken ansızın dalgınlaşabilirsiniz
Ama var mı öyle boş gözlerle bedavaya dalgınlaşmak
Karşınıza genç bir kız oturtalım, kolay değil, uğraşın biraz
Haydi kalkın, birlikte Mori’ye gidip suşi yiyin
Günbatımında boğaz, kız hemen ikna olmaz
Chrysler’in ön koltuğunda oturmak
Bir otel odasının buz gibi çarşaflarını ılıtmaz
Öyleyse evinize çağırın, davetinizdeki cesaret şaşırtsın
Karınız yazlıkta olsun, hizmetçiniz izinde
Kızın yüreği bir evin sıcaklığıyla ısınsın
Bakın, daha insanî oldu böylelikle
Ne kadar onurlu olduğunuzu ispat için
Düzün onu salondaki pufun üzerinde
Ve hizmetçinizin yatağında bulun sabahı
Elbette dini karıştırmıyorsunuz işinize
Kız dokunamaz karınızın eşyalarına, kahveyi siz yapın
İlk önce o çıksın evden
Aman, taksi parası vererek orospu yerine koymayın
Altın bir bileklikle alıştırın onu oyuna
Baktınız gururu inciniyor
Ahşap bir takı kutusu hediye edin
Saygı göstermiş olursunuz kızımızın ucuz oyuncaklarına.
İşte ben böyle simgelerle konuşuyorum diye dövdüler beni
Tuzlu suya yatırdılar, yeniden.. yeniden dövmek için
Kolumu bir hamle kırdılar, kalbimi üç günde!
Bu şiirin adını görünce nedense aklıma Atilla İlhan geldi; hani “boynuna o yeşil fuları sarma çocuk” dizesi olan…
FULAR VE RAY
Dün akşam eve dönerken fularımı metroda raylara bırakarak
onu yıllar önce bir yerde unuttuğumu varsaydım.
Dün akşam fotoğraflarımıza tekrar tekrar bakarak
hikâyemizi değiştirmeye çalıştım.
Senden beni boğmanı istemiştim:
O yaz gecesi.. saçım başım darmadağın, giysilerim parçalanmış,
senin yüzünde çizikler, alnında kan. O yaz gecesi eğer
beni boğsaydın, şüphesiz şimdi daha yakın olacaktım yüreğine.
Mesafelerle örülmedi bu duvar. Kapanıp açılınca perde
artık aynı geçmişe bakamazsın. Yaşadım ben
nice sahneyi açıp kapatarak. Her sahnede bir zar.
Nice son yaratarak sildim belleğinden
başladığımız yeri; başka başka noktalardan geçerek
yeniden çizdim her şeyi. Beni boğsaydın eğer o yaz gecesi,
sürekli değişen anlamları olmayacaktı anılarımızın.
Mehmet Erte ile tanıştığıma çok memnun oldum, şiir dünyamıza yeni bir soluk getirmişe benziyor. Şu köy edebiyatı bitsin hele, Türk Şiiri ne alemde konulu araştırma yapacağım. Haydi Hayırlısı!
Sevgiler
Billur
2 yorum:
Mehmet Erte aslında çok esprili biri idi. İlk şirini kimin için yazdın diye sormuşlar o da beylik bir cevap ile “bir kız için yazmıştım” demiş. Hâlbuki ilk şirini “bir inek için” yazmış. O şiiri bulup okusak.
Simgelerle Böyle Ben çok iyi, vurucu ve çok gerçek bir şiir. Bu şiiri yollayabileceğim bir sürü “onurlu adam” tanıyorum. (Hamburg’a toplantı, New York’a iş seyahatine giden) Adımı vermeksiniz şiiri onlara yollamak istiyorum…
Simgelerle Böyle Ben şiiri on numara, bende çok beğendim.
Yorum Gönder