24 Mart 2010 Çarşamba

Hayalet Oğuz - Tezer Özlü - Yüzyılın 40 Öykücüsü

“Yaşanacak bir yaşam vardır.
Binilecek bisikletler vardır.
Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır.”
Cesare Pavese





İşte ben tüm hayatımda buna sarılırım diyebilirim, kendimi ne zaman kötü hissetsem aklıma bu gelir, yıllarca yolladığım mektupların altına “görülecek gün batışları, binilecek bisikletler vardır” yazdım, hâlâ Yonca’nın kulağına fısıldarım ve “devam edeceğiz ve o kaldırımları arşınlayacağız, her ne olursa olsun…” derim.

Ben bu dizeyi Pavese’nin bir kitabında okumadım. Tüm gençliğim boyunca izini sürdüğüm Tezel Özlü’den öğrendim. Tıpkı Kafka’yı, Svevo’yu, Demir Özlü’yü de onunla sevdiğim gibi.

Kısa bir not düşmek isterim: Benim kişisel bir kütüphanem hiç olmadı. Sadece bazı kitaplarım oldu, onlar hiç vazgeçemeyeceğim kitaplar olarak, oradan oraya benimle birlikte taşındılar. Kitaplığımı görenler, kitaplarımın sıralama biçimini özensizlik olarak nitelendirir. Hâlbuki kendi içinde çok ciddi bir düzeni vardır. Mesela, Tezer Özlü’nün kitaplarımı Kafka’lar, Pavese’ler, Svevo’lar, Calvino’lar ardından, Demir Özlü’ler, Orhan Duru’lar, Leyla Erbil’ler, Ferid Edgü’ler takip eder.



Tezer Özlü sayesinde başka bir sürü şey de öğrendim. Hüzün ile neşenin, yaşam ile ölümün iç içe geçeceğini, duvarların yaşantımızdaki mezarlar olduğunu, sevmenin karşımızdaki kişinin özgürlüğünü almamak demek olduğunu...

Bir kısım önyargımın oluşma sebebi de Tezer Özlü’dür. Beni tanıyanlar bilirler, ben kıvırcık saçlı, yuvarlak yüzlü, küt ve kısa parmaklı ve gözleri pırıldayan biriyim. Gençken güzellik kavramımı da onunla özdeşleştirmiştim. “Güzel, akıllı ve yaratıcı biri mutlaka; düz saçlı, sivri yüzlü, kemikli parmaklı ve hüzünlü bakışlı olmalı idi.” Hâlâ onu çok güzel buluyorum, hâlâ sözcüklerini ve öykülerinin birçoğunu yaşamımda beraberimde taşıyorum. Onun gibi:

“Tüm dünya ülkeleri. Tüm dünya ülkelerinin savaşları. Ne alıp sattıkları. Türk yazınının en anlaşılmayan örnekleri. Nasıl yurttaş olunabileceği. Askerlik görevleri. Savunma, Müslümanlığın koşulları. Faust’un özü. Bulutların oluşması. Ezberlenen şiirler, ezberlenen formüller… Bütün öğrendiklerimi unutmak istiyorum.(Tezer Özlü, Çocukluğumun Soğuk geceleri, s.38) diye öfkelenebilirim.




Ancak artık çoğu zaman, onun keskinliğini anlamakta güçlük çekiyorum. Onun gibi; “Kimseyle yaşlanmak istemiyorum, kendimle bile.” diyemem. Çok sıkıcı görünse de tüm sevdiklerimle beraber yaşlanıp mızıldanmak isterim.

Mesela Hayalet Oğuz’un ki gibi bir cenaze töreni isterim:

"Oğuz’un çok güzel, nerdeyse kitap adı gibi “Eğlentili Bir Gömme Töreni” oldu.


Otuz kadar yakın dostu Krepen Pasajı’ndaki Neşe Meyhanesinde oturup, onun anısına yedik, rakı içtik, üstelik iştahla yedik. Akşamüstü aşuresi bile pişip geldi."



Tezer Özlü’nün Eski Sevgi, Eski Bahçe hikâye kitabındaki Hayalet Oğuz adlı öyküde Oğuz’un töreni işte böyle anlatılıyor. Oğuz ise, o zamana kadar tanığım kimseye benzemiyordu:

“Oğuz bir dönemi yaşadı. Yeryüzünde belki de hiç kimsenin yaşayamadığı gibi. Tek bir sandalye sahibi olmadı. Bir, iki giysisi temizleyici de durur, kirlenince yenilerini satın alır, iç çamaşırlarını ve çoraplarını en yakın çöp tenekesine atardı. Ev almadı, ev kiralamadı, eşya almadı, eşya tamir ettirmedi, belki bir tek mobilya mağazasına girmedi. Pasaport almadı, karı almadı, karı boşamadı, kimseyi gebe bırakmadı, resmi dairelere girip çıkmadı.



Kimseye baskı yapmadı, canlı ya da cansız hiçbir şeye malı gözüyle bakmadı.”


Hayalet Oğuz benim en sevdiğim öykülerden biridir. Ne zaman bavul yapsam aklıma bu öykü gelir. Ben bir bavula; kış-yaz, iş-tatil ayrımı gözetmeksizin her eşyamı –her dediğime bakmayın, sadece yanımda olsun istediklerim- tıkıştırma çabası ile fermuarı çekiştirmeye çalışırken, onun tüm ömrünü koyduğu ve atabildiği valizini düşünürüm. Eşyalar beni ele geçirmeye başlamasın isterim. O yüzden de arkadaşlarıma kendim için satın aldığım her eşyamı verebilmek isterim.

"Yıllardır hiç açılmamıştı. Afrika Han’da, Bülent Oran’dan kalmış bir valiz içinden iki taş baskı örtü çıktı. Yepyeni onları bana verdi.

—Bunları bir kızla birlikte almıştık, dedi.

Kadının güzelini bilir, bu kadınlara annesi, arkadaşı ve aynı zamanda sevgilisiymiş gibi bakardı. Valizinden ayrıca; yedi sekiz yıldır kullanılmamış bir diş fırçası, çoğu bitmiş bir İpana diş macunu, Yüksel Arslan ve Ömer Uluç’la bir fotoğrafı, gene arkadaşları ile Bebek’te lokantada bir fotoğrafı, film çalışması yaparken bir fotoğrafı, temiz iki beyaz cin pantolon, fayans üzerine basılmış antik bir oto resmi, kirli çorap ve kirli çamaşır, bir iki ozanın adına imzaladığı kitap, bir iki kolej kitaplığından alınma İngilizce ekonomi kitabı çıktı… hepsi bu, işe yararlarını bana verdi, gerisini attı."


Öncelikle daha önce hiç böyle biri ile tanışmamış olduğum için, sonrasında da bir dostluğu bu kadar içten ve güzel/sorgusuz anlatan başka öykülerde bu tadı alamadığım için bu öyküyü hiç unutmak istemem. Sıkıldıkça açıp, okurum, hatırlarım Hayalet Oğuz'u:


"Onun konukluğu bir kelebek gibiydi.

...

Oğuz, yanında kaldığı dostlarına aldığından çok fazlasını verdi. Dostluk, güleryüz gösterdi onlara. Akıllıca yapılmış şakaları ve bulunmaz kişiliğiyle öylesine yeri doldurulamaz bir insandı ki, onu tanımış, onunla birlikte günler, geceler geçirmiş olmayı, erişebilecek mutlulukların en büyüğü sayıyorum."


Öyküyü okuduktan yıllar sonra benim de Hayalet Oğuz’a çok benzettiğim bir arkadaşım oldu ve onu, o beyaz kelebeği her sorgulamaya kalktığımda yine bu öyküyü hatırlıyorum, onu yargılamak yerine, yitirmemeye çalışıyorum. Onun bana verdiği mutluluk ve huzurun sonsuza dek sürmesini diliyorum.

Bu öykü sayesinde Bülent Oran, Celâl Sılay, Yüksel Arslan ve Ömer Uluç’un kim olduğunu araştırmaya başladım. O zamanlar google daha yoktu. Biraz karışık, biraz ürkütücü olsa da Beyoğlu vardı. Beyoğlu’nda araştırma bittikten sonra Kulis’e, Papirus’a, Degüstasyon’a gitme cesaretini de bu öykü verdi. Papirus’a ilk gittiğimde ne kadar korktuğumu anlatamam.

Hayalet Oğuz sadece bu hikâyede karşıma çıkan bir hayal kahramanı değildir. Tezer Özlü, Çocukluğumun Soğuk Geceleri’nde de kendisinden bahseder:

"Öylesi dostluklar vardır. O dostla konuşmak, o dostla yürümek, bir lokantada yemek yemek, o dostla paylaşılmayacak hiçbir olgu yoktur."

Sonradan iyice belledim. Asıl adı Oğuz Haluk Alplaçin olan Hayalet Oğuz yaşadıkları dönemin en renkli simalarından biri idi. Orhan Duru’nun Sezer Duru ile beraber hazırladıkları, O Pera'daki Hayalet isimli kitabını bulursanız hem kişiliği, hem dönemi hem de o güçlü kalemlerin Hayalet Oğuz ile ilgili anılarını izlemek çok keyifli. Kesinlikle çok güzel bir anı kitabı idi. Benim kitaplığımda vardı, hem de Tezer Özlü’nün Eski Bahçe, Eski Sevgi adlı kitabının tam yanında duruyordu, şimdi acaba nerededir?



“3 Eylül 1928’de doğdu. 17 Eylül 1975’de öldü. 1.73 boyunda, 46 kilo idi. Şişli camisi avlusuna tabutunu dört kişi hafif bir çanta taşır gibi getirdi.”

Hayalet Oğuz - Eski Bahçe Eski Sevgi - Tezer Özlü (1976)

Gülda

6 yorum:

Unknown dedi ki...

Guldacim basligi gorur gormez senin yazdigini anladim...

Gulda dedi ki...

Trala'lalalalacım,

Sen, başlığı görür görmez benim yazdığımı anladı isen, ben de senin kim olduğunu anladım:)

aycan dedi ki...

Gülda,

Dostlarla yaşlanmak istemeyi sıkıcı değil çok insani buluyorum. Kesinlikle bende aynı fikirdeyim.
Mesela ben kesinlikle sizlerle kulübümüzde yaşlanma fikrini seviyorum, düşününce/hayal edince beni hüzünlendirmiyor tam tersine gülümsetiyor.


Aycan

Gulda dedi ki...

Yaşlandığımı görmek istiyorum, hepinizle beraber yaşlanmak istiyorum…

Adsız dedi ki...

Merhaba,
Bugün Tezer Özlü ile ilgili internette dolaşırken sizin blogunuza rastladım.Çok hoşuma gitti.Ne keyiflidir sizinle sohbet. istanbul'da kaldıgım sürede görmüş olsaydım keşke bu blogu..jane austin incelemesi ne kadar keyifli olmuş..yazacak çok şey var ama.. bRu

Gulda dedi ki...

Çok teşekkür ederim.

Gülda

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails