4 Mart 2012 Pazar

Yansımalar - 21



Zamanı geri alabilmek mümkün olsa, 5 ay öncesine, o ahşap, tarih kokan eski yalıdaki, bugünün küçük ama huzur dolu ortamıyla insanı rahatlatan küçük butik oteline geri gitmek isterdim.

Otelin ikinci katında kocaman dikdörtgen masif masanın başında, öykülerin, romanların hayatımızdaki eşsiz varlıkları sayesinde tanımaya nail olduğumuz çok değerli yazarımız Adnan Binyazar’ın konuğumuz olarak katıldığı sunum gecemize ışınlanmak, zaman tünelimin, kelimelerin çok daha coşkuyla ağızlardan döküldüğü o akşama, o paha biçilmez saatlere açılmasını isterdim.

Arnavutköy’e ne zaman gitsem, kendimi İstanbul’dan soyutlanmış, küçük bir balıkçı kasabasında hayal ederim. İyot kokusunun daracık sokaklarını arşınladığı, cumbalı pencereden elimi uzattığımda karşı penceredeki komşumla sıcak bir kucaklaşmayı bulabileceğim, esnafının hâlâ kapıdan geçen Gülsüm Teyze’yi hürmetle selamladığı bir küçük balıkçı kasabası benim için.

Pencerelerinde mor hercai menekşelerinin salındığı, al kırmızı sardunyaların dizildiği iki, üç katlı ahşap binaların sıcak misafirperverliği ile sarhoş olduğum Arnavutköy...

Lulu sunumunu yaptığımız aynı mekândı, ama farklı bir isimle bu defa bizleri karşılamıştı. İsim farklıydı belki, ama ortam aynı konuksever ortamdı. Yabancılık hissetmeden dar, ahşap merdivenlerle bir üst kattaki yemek odasına çıktım.

Sunum gecelerinin içimde yarattığı duygu fırtınasını biliyorsunuz. Üç buçuk yıldır hiç dinmedi bu fırtına. Her sunumda, sanki ilk sunum gecesiymiş gibi heyecan duyuyorum.

Ama 5 ay önceki sunum gecesi, hatıralarımdan hiç silinmeyecek ve hep aynı tazeliğini koruyacak.

Merdivenlerden üst kata çıkarken, salondan gelen her zamanki alışık olduğumuz bayan seslerinin yanı sıra tok bir erkek sesi ortamı farklılaştırıyordu.

Salonun kapısına vardığımda, dikdörtgen masanın en başında koyu renk takım elbisesi içinde ak saçları, gözlükleri ve munis gülümsemesiyle Adnan Binyazar oturuyordu.

Usulca yanına yaklaşıp kendimi tanıttım, tokalaştık, birbirimize hal hatır sorduk. Sonra masadaki yerime oturdum.

Bir çeyrek saat kadar sonra o akşam gelebilecek tüm kulüp üyeleri toplandığında kulaklarımıza, ruhumuza ziyafet niteliğindeki sohbete başladık.

Sayın Binyazar çocukluğundan, ailesinden, eşinden ve bütün o sevdikleriyle zenginleşmiş anılarından bahsetti.

“İpekböceğinin yaptığını fil, filin yaptığını ipekböceği yapamaz” sözleriyle yeryüzündeki her canlının sahip olduğu niteliklere göre hayata katkılarının çeşitlilik gösterdiğini anlatırken, bu dünyadaki varlığımızı, kimliğimizi, işlevimizi sorgulamadan edemedim.

Yaşamında çok özel yere sahip iki kadının, annesi ve eşinin, ataerkil toplumumuzda kadın olmanın önemini, kadına duyduğu saygıyı biçimselliğin ötesine taşıdıklarını aktardı.



Ne acı ki bugünün Türkiye’sinde kadın olmanın anlamını, avantajlarını sayabilmek çok da mümkün değil. Anadolu’da pek çok genç kızın eğitimden uzak, erken yaşta evliliği tadan, acı deneyimlerle yüklü hayatlarını, her türlü statüdeki kadının şiddete maruz kaldığını düşünürsek ülkemizde kadın olmanın zorluklarını saymak daha kolay geliyor.
Binyazar’ı dinlerken birkaç saatliğine de olsa kadın olmanın ayrıcalığını, önemini hissetmek keyif vericiydi. Bu duyguyu neden yurt dışına gittiğimizde, bize yöneltilen bakışlardan, jestlerden, saygı sözcüklerinden hissediyoruz da, kendi ülkemizde sadece istisnaları beklemek zorunda kalıyoruz? Okur açısından baktığımızda feminist bir yaklaşım olarak görülebilir, ama toplumsal gelişim sürecinde anlamlı bir yere sahip biz kadınların bu saygıyı daha çok hak ettiğimize inanıyorum.

Masamız büyüktü ve konum itibariyle de asma katta olduğumuzdan giriş katındaki neşeli dörtlünün kahkahalarından konuşmalarımızı duyamayacak bir noktaya geldik.
Seslerin dinmesini beklediğimiz o birkaç dakika bizim için büyük bir kayıptı.

“Daha önce bana, İstanbul’da dostların var mı diye sorsalar, Gülda ve Billur’un isimlerini telaffuz ederdim. Bu gece itibariyle tüm Ayşe’nin Kitap Kulübü üyeleri diyebilirim.” diyerek de ince düşünceliliği ile bizleri onurlandırdı.



Sunum gecemizi,değerli varlığı ile şereflendiren Binyazar için hazırlattığımız, üzerinde “her kadın biraz Marilyn’dir” inancını simgeleyen Marilyn Monroe’nun, en sevdiği roman kahramanı olan Don Kişot’un yer aldığı bir pastanın anılarımızda oluşturacağı tatlı bir enstantane ile sonlandırdık. Tabii kendimiz ve sevdiklerimiz için seçtiğimiz romanlarını imzalattırmayı da ihmal etmedik.

Peyman





Hiç yorum yok:

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails