Anı kitaplarını severim. Küçüklüğümden beri, 'bir gün anılarımı yazacağım' der dururum ya da ben yazamasam bile anılarını yazan birisinin en önemli yan kahramanlarından olacağımı hayal ederim. Bu yüzden anı kitaplarına diğer kitaplara davrandığımdan daha hassas davranırım. Acele etmem, kim kimmiş, ne yapmış, kahramanlar nasıl bir ilişki içinde, o tarihlerde neler olmuş hepsini iyice hafızama kazımak isterim, bolca ağlar, çokça gülerim. İşte bu yüzden Memet Fuat'ın, ünlü Piraye (annesi) ve Nazım'ın (üvey babası) aşkından tutun da çevresindeki o döneme ait birçok kişiyi, aşkı, olayı anlattığı anı kitabını ilk okuduğumda da, sonrasında birkaç defa daha okuduğumda da, çok sevdim. Memet Fuat bu kitabı yazmaya başladığında altmış dokuz yaşındaymış; bitirdiğinde ise, yetmiş bir... ama okumaya başlar başlamaz; yazdığı sayfada Memet Fuat 6 yaşındaysa gerçekten 6 yaşında yazmış, 25 yaşındayken 25 yaşında yazmış duygusuna kapıldım; sanki Memet Fuat, kitabın sayfa aralarında gözümün önünde büyüyordu, bu his kitabın sonuna kadar muhteşem aile fotoğrafları yüzünden de peşimi bırakmadı. Her sayfada, hayatın içinden kopup gelen samimi, içten, duygusal, romantik, trajik esintiler kalbimi okşarken hüzün arka kapak sayfasına yazdığı şu cümlelerle eşlik etti bana;
Yalnız Piraye'nin, Nazım'ın çevresinden ünlü sanatçılar değil... Erenköylüler, Çamlıcalılar... O güzel insanları gönlümce anlatabildiğimi sanmıyorum. Anlatabilmem için dinleyen de ben olmalıyım... Herkesin kendi güzel insanları var, okurken ister istemez onları okuyacaklar... Yapabileceğim bu kadar!.. Hoşçakalın!..
Kitabı okurken tanıdığınız Erenköylüler ve Çamlıcalılar Nazım ve Piraye kadar etkili yazarın hayatında. Babası ve annesi çok erken yaşlarda ayrılmış olsalar da Memet Fuat dedesi Mehmet Ali Paşa ve etrafındaki Erenköylüler, Çamlıcalılar ve diğerleri sayesinde bunalıma girmiyor, aklına bile getirmiyor. Zaten o kadar curcunanın içinde ne vakit bulup bunalıma girecek ki ?... Annesi Piraye onaltı yaşında köşke gelin gidiyor, dedesi Mehmet Ali Paşa gelinini kendi kızı gibi seviyor ve yaşadığı sürece -köşkten çıkıp gittiğinde bile - onu ve torunlarını sevip kollamaya ve korumaya devam ederken kalbinin bir köşesinde artist olma hayalleri kuran bu uğurda diyar diyar dolaşan, karısını ve çocuklarını terk eden oğlu Vedat Orfi'yi hiç affetmiyor ne o zaman ne de sonrasında. O günleri Memet Fuat şöyle özetliyor;
‘’Dedem en çok sevdiği söylenen bu oğluna güvenini bütünüyle yitirmişti. Hiçbir sözüne inanmıyordu. On beş yaşında bir kızken kandırıp evlendiği Piraye’yi yüzüstü bırakıp gitmesini, Suzan’la bana karşı gösterdiği ilgisizliği kesinlikle bağışlamıyordu. (s.426)
Piraye kocasını dört yıl beklemiş Mehmet Ali Paşa köşkünde, gerçi el üstünde tutulmuş, çocuklarının her türlü gereksinimlerinin karşılanması, hele beslenmeleri konusunda hiçbir sorunu olmamış ama kendisi için hiçbir şey istemez, tabanı delinen ayakkabılarının eskidiğini bile göstermemeye çalışırmış. Biri kucakta, öbürü yeni ayaklanmış iki çocuk... Bırakılmış bir kadın ... Kocası bir şarkıcı ile Paris'e gitmiş, oradan Mısır'a geçmiş... Ondokuz yaşından yirmi üç yaşına kadar... tam dört yıl... her şeyi torunlarına çılgınca düşkün, sevgisi de, öfkesi de askerce bir dededen bekliyorsun... [s.54]’’
Piraye bu bekleyişi daha fazla sürdüremeyeceğini anlayınca Memet Fuat yanına alarak annesi Nurhayat hanımın evine Kadıköy'e dönüyor. Nurhayat hanım da eşinden üstüne ikinci bir eş nikâhladığı için ayrılmış, kızına ve torununa sorgusuz sualsiz canı gönülden kucak açıyor. Piraye'nin ve tabi Memet Fuat'ın hayatı bu eve dönüş ile değişiyor; Piraye Nazım’la burada tanışıp aşık oluyor, gerçi evlenmemek için bayağı dirense de sonunda gönlüne laf anlatamıyor, ikinci evliliğini de aşk evliliği olarak yapıyor. Yazarın çocuk gözü ile Nazım ve Piraye'nin aşkını objektif anlattığını düşünüyorum. Zaman zaman annesinden, Nazım'a karşı daha soğuk, daha uzak, daha duygularını belli etmeyen taraf olduğu için yakınıyor; zaman zaman Nazım'ın abartılı sevgi gösterilerine, annesini çok sevdiğini söylemesine, ona olan aşkını yere göğe koyamamasına karşılık Piraye'yi aldatmış olmasından dolayı Nazım’a kızıyor.
‘ Nazım ile Piraye özellikle cinsellikle alanında uzlaştırılması çok güç duyarlılıkları olan insanlardı:
Nazım bu konuyu son derece doğal görüyordu. Piraye ise utangaçtı…
Nazım sevgiyi sözlerde arıyordu, Piraye ise davranışlarda …
Nazım aşkını herkese duyurmak istiyordu, Piraye ise herkesten gizliyordu…
Bir parçasını alıntıladığım o mektubuna yanıt verirken dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalıştım Nazım’a neden yanıldığını. Annemin onun şiirlerini odasına çekilip okurken nasıl ağladığını yazdım, bu arada anımsatmak için Mithat Paşa köşkündeki tartışmada ‘Ayrılamam seviyorum’ deyişine de değindim. Cevabında Nazım Piraye’nin bunu böyle açıkça itiraf etmesine ihtimal veremiyorum diye yazar, Memet Fuat bu cevaba istinaden hissettiklerini kitabında şöyle yer verir: ‘İhtimal veremiyorum’ demesine doğrusu biraz alınmıştım. (s.191)
Kitapta aşk var, zamanın siyasi olaylarından kesitler var, tarihsel kayıtlar var, dönemin ünlü şair, yazar, müzisyenlerine dair anılar var ama bence en güzel anlatılmış olanlar; aile bağları, birbirlerine olan sevgi, saygı ve düşkünlükleri, zorluklar karşısında beraber hareket etmeleri, birlikte çözüm bulmaları ...
' Gerçi babam yoktu İstanbul'da ama dedemin karşısına, halamın yanı başına Nazım'la birlikte gitmekten annemin tedirgin olması doğaldı. Belki köşke iki aile gibi gitmemiz de bu yüzdendi.
Bir aile : Nurhayat hanım, kızları Fahamet (Fifi), Piraye, Selma, Fahamet’in kocası Vedat, Piraye’nin oğlu Memet...
Öbür aile: Nazım, kız kardeşi Samiye ile kocası Seyda Yaltırım. (s. 95)
... Annemden öğrendiğime göre Seyda askere çağrılınca Samiye' de annesinin yanına gitmiş. Bu ayrılmalar evin karma bütçesinde azalmalara neden oluyor, sıkıntı yaratıyordu herhalde. Bir ara alt kattaki boş bir odaya pansiyoner almıştık, bir İtalyan mühendisti sanırım. Bir ara da kendimiz üst kata çekilip alt kattaki üç odayı bir doktora mevsimlik kiraya vermiştik. (s.97) ‘
Memet Fuat büyüdüğü entellektüel çevreden etkileniyor ve Nazım Hikmet’in ve Piraye'nin cesaretlendirmesi ile edebiyata yöneliyor. İşte Memet Fuat'ın öykülerinden biri için Nazım’ın söyledikleri:
" Senin 'Kız Yusuf' hikâyesi şimdiye kadar okuduğum bütün hikâyelerin arasında en acılarından, en cesur ve isyan ettiricilerin biridir. "
Nazım Hikmet ile Piraye ayrıldıktan sonra geride kalan tüm hüzünlere acılara rağmen kazandıkları çok fazla Memet Fuat’ın ... Nazım’ı tanımaktan, hayatının büyük bir bölümünü onun anılarıyla doldurmaktan çok gururlu ama tüm bunlara rağmen Nazım onun dünyalardan çok sevdiği annesini aldatan ‘içindeki yeşil dalı kıran’ adam o.
… Bir keresinde, Aragon’un. ‘Vatanıma, davama, karıma hiçbir zaman ihanet etmedim’ sözünü anarak, ‘ Ben de vatanıma, davama hiçbir zaman ihanet etmedim’ demiş, sonra şirin şirin anneme bakarak, ‘ama karıma bir azcık, çok az …’ diye eklemişti. (s. 542)
... ister istemez ayrılık sonrası ilişkiler de eskiyor, bir an geliyor ki artık kopuyor. Memet Fuat annesinin mutlu olmasını istiyor, annesinin tekrar aşkı yaşamasını istiyor, buna dair çarpıcı bir konuşma geçiyor aralarında.
‘’Hiç evlenmeyecek misin?’’
‘’Hayır!’’
‘’Niye?’’
Benim istemeyeceğimi düşünüyor olabilir diye geçiriyordum aklımdan... Evlenmesinden yana olduğumu belirtmeliydim...
Ama ondan çok değişik bir yanıt geldin:
‘’Nazım’ın üstüne bir başkasıyla yaşayamam...’’
Daha sonra İzgen’e, ‘’Ben iki evliliğimde de kocalarıma aşık olmuştum.’’ Demiş. ‘’Nazım’ın üstüne kime aşık olabilirim.’’ (s.588)
Nazım ve Piraye için yalan yanlış yazılanlara da ara ara cevap veriyor. Söylentiye bakılırsa Nazım, Piraye ile mantık evliliği yapmış, buna çok gülüyor Memet Fuat. Tüm yazılan o aşk şiirleri ve mektuplar ile mantık evliliğini bağdaştırmak gerçekten zor, bunlara da cevap niteliğinde zaten bazı satırbaşları. Sadece Nazım ve Piraye ve aşkları yok kitapta. Marmara’dan denize girilen bir dönem, Kalamış iskelesinden Kurbağalıdere’nin ağzına kadar uzanan Kalamış kır kahvelerinin olduğu dönem, Süreyya Sineması’nın en şaşalı dönemi işte bugün hayal zorlanacağımız bir dönem anlatılıyor ve o dönemin insanları... Dedim yaaa ben nostaljik bu kitabı çok sevdim. Zaman zaman anıların belli bir sıra ile değil bölük pörçük, biraz oradan biraz buradan anlatılması bile dağıtmadı beni, kitabın sonunda hazırlanan ‘ Kim Kimdir ‘ bölümü kişileri çözmem, hatırlamam konusunda bana çok yardımcı oldu. (Elif Şafak’ın Aşk kitabında böyle bir bölümün eksikliği bizi çok zorlamıştı.) Duygusal yapıma iyi hitap etti, beni yakaladı, sürükledi. Anı kitaplarını ve dönemi seviyorsanız kaçırmayın derim !...
Yazar Hakkında
Aslında bu yazıyı Memet Fuat’ın ölüm yıldönümü 19.Aralık’ta yazmayı hedefliyordum ama araya giren iş, güç, gezme, tozma meseleleri yüzünden neredeyse 1 ay sonra bugün yazabildim. Anılarını okurken Memet Fuat’ı daha iyi tanıyacağınızı düşünsem de, yazar hakkında bölüm olmadan olmazlardan … işte kısa bir bilgilendirme !
Erenköy 38. İlkokulu'nda, Kadıköy 1. Orta'da, Robert Kolej'de ve Haydarpaşa Lisesi'nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Nazım Hikmet ile Piraye'nin birlikteliği sırasında onlarla birlikte yaşadı.
Gençliğinde yaşadığı akciğer rahatsızlığı sebebiyle askerliğe başladığı yedek subay okulundan çürük raporuyla çıkarıldı. Nazım Hikmet'in etkisi ile yöneldiği edebiyat alanında "Memet Fuat" adıyla tanınmaya başladı. Çocukluğundan beri tanıştığı ve Piraye'nin de akrabası olan İzgen'le Edebiyat Fakültesi'ndeki arkadaşlıkları evlilikle noktalandı. Bu evlilikten 25 Temmuz 1961 yılında oğulları Kenan doğdu.
De yayınevini kurdu ve 1960 - 1980 yılları arasında, 20 yılda birçok kitap yayımladı. "Yeni Dergi"yi çıkardı.
İstanbul Altunizade mahallesinde Altınyurt Spor Kulübü'nde çocuklara futbol öğretti, turnuvalar düzenledi. Daha sonraki yıllarda yardımlaşmaya dayanan bir takım sporu olan voleybolu seçti. Altınyurt Voleybol A Takımını deplasmanlı voleybol ligine taşıdı. Tam 10 yıl amatörlükten hiç ödün vermeden, yeni genç oyuncular yetiştirerek bu ligde kalmayı başardı. 1972 - 1980 yılları arasında genç, ümit, büyükler ve üniversite erkek ulusal takımlarını turnuvalara hazırladı. 1979 - 1982 yılları arasında Anadolu Hisarı Gençlik ve Spor Akademisi'nde voleybol dersleri verdi.
1980 - 1983 yılları arasında Yazko Edebiyat dergisini yönetti. 1981'de Adam Yayınları'nın yerli yayınlar editörü oldu.
1990'larda önce 1990 yılında bir ameliyatta eşi İzgen'i, arkasından da 1995 yılında Piraye'yi yitirdi. 1995'de onların üzüntüsünü atlatamadan solunum yetmezliğinden yoğun bakıma alındı.
Yoğun bakım sonrasında öldüğü güne kadar evinde çalışmaya devam etti. 1999'da ikinci kez girdiği yoğun bakımdan çıkar çıkmaz tutmaya başladığı güncesi, ölümünden sonra "Ölünceye Kadar" adıyla 2 cilt olarak yayımlandı. Bu sırada yazdığı ve derlediği birçok eseri yayımlandı. 19 Aralık 2002'de yaşamını kaybetti.
Ödülleri
• 1959 Ataç Eleştiri Armağanı
• 1961 yılında Düşünceye Saygı adlı kitabı ile Türk Dil Kurumu Deneme-Eleştiri Ödülü
• 1992 yılında Çağdaşımız Makyavel adlı kitapla Sedat Semavi Ödülü
• 1995 Kültür Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
• 1996 yılında Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü Altın Madalyası
• 1997 yılında Gölgede Kalan Yıllar Romanı Yaşasın Edebiyat Dergisi'nin yaptığı soruşturmada yılın kitabı seçildi.
• 2000 Nazım Hikmet adlı eser Dünya Kitap Eki'nin oluşturduğu yargıcılar kurulunca Yılın Telif Kitabı olarak değerlendirildi.
Daha fazla bilgi edinmek isteyenler için
• http://www.memetfuat.com/
Giderek böyle güzel insanların özlemiyle, sevgiyle ...
Aycan
2 yorum:
Sevgili Aycan;
Bu kitabı yıllar oldu okuyalı. ne kadar güzel bir anı kitabı sayende bir kez daha hatırladım.Kitabın büyük bölümünde Erenköy'den bahsediyordu, ben de Erenköy'de büyüdüm. Kitapta tarif edilen yerlerin izini sürdüğümü, karşıma blok blok apartmanların çıkışını görünce nasıl hayal kırıklığına uğradığımı hatırlıyorum. Memet Fuat'ın dedesinin köşkünün bahçesi hala hatırımdadır; o kadar büyüktür ki komşular Ethem Efendi'ye çıkmak için bahçeden geçerlermiş diye bahsediyordu.
Aslında başucu kitabım yapsam ve yavaş yavaş sindire sindire tekrar okusam.
Bence mutlaka herkes okumalı.
Sevgiler
Billur
Billur bana sürekli Gölgede Kalan Yıllar’ı oku deyip duruyordu. Bir türlü sıra gelmemişti. Hemen kitabı bulup okuyacağım.
Piraye’ye Mektuplar’da ve Nazım Hikmet’in Piraye için yazdığı şiirlerden de anlaşılacağı üzere bu gerçekten büyük bir aşkmış. Gerçekten de Piraye Nazım’dan sonra kimi sevebilirdi ki?
Sevgiler,
Gülda
Yaşamak, ümitli bir iştir, sevgilim,
Yaşamak, seni sevmek gibi ciddi bir iştir...
Nazım Hikmet
Yorum Gönder