13 Ocak 2010 Çarşamba

Guns n Roses’dan Louis Armstrong’a Geçiş

Geçen yazılarımda bahsettiğim Yeşilyurt Köyü’ndeki ev-otelde sabaha karşı Gülda, Ka ve Ben ıpod’dan yükselen Julie London’ın seslnedirdiği Cry me a River adlı şarkının eşliğinde amaçsızca oturuyor, huşu içinde müziği dinliyor kısa kısa konuşmalar yapıyoruz.

Sonraki günlerde caza ne zaman ve nasıl merak sardığımı düşündüm ve 3 esaslı neden olduğunu keşfettim:
1. Yeni tanıştığım bir iki tipin beni ezişi, daha önce hiç caz ile ilgilenmediğim için burun kıvırışı ve hırslanışım.
2. Aynı dönemlerde Grace Kelly ve Frank Sinatra’nın başrollerini paylaştığı High Society filminde Louis Armstrong ve orkestrasına denk gelişim



3.Simply Red’in 1987 yılında çıkardıkları Men and Women albümünde yer aldığında bayıldığım Every Time We Say Goodbye ve asıl beste sahibinin Cole Porter olduğunu öğrenişim ve Cole Porter kimdir ile başlayan bir yolculuk.

Yukarıda yazdığım 3 nedenin ortaya çıktığı dönemlerdeki müzik dinleme kapasitem, sınırlı sayıda piyasada olan her kaseti alışımı düşünüyorum da, sanırım Gülda’ya söylediğim gibi şimdi gerçekten müzik dinlemiyormuşum gibi geliyor.



Bu bahsettiğim dönemler 80’li yılların ortası ve sonuna kadar olan dönem ki o dönemde Deep Purple, Nirvana, Radiohead, , Pearl Jam ve 1987 yılında patlayan Guns n Roses ve New wave akımı ve temsilcileri Depeche Mode deliler gibi dinleniyor ve tabii ki 1970’li yılların rock grupları da ihmal edilmiyor. Rock dinlemek daha önemli...

İlk önce Cole Porter peşine düşüyorum; sonuç başarısız ve ardından şu High Society filmindeki trompet çalan sevimli adamın peşine düşme kararı veriliyor ve kaçınılmaz sonuç bir Louis Armstrong –Ella Fitzgerald albümü alınışı, [o tarihlerde kaset var piyasada daha] ve bu vesile ile de Ella ile de ilk tanışmam. Hiç unutmuyorum, Bayramoğlu’nda yazlıktayım ve teybe kaseti takmış 25. Kez Louis ile Ella’yı dinliyorum ve bayılıyorum şu trompete….



Uzzzuuun araştırmalar başlıyor ardından… Tabii ki o dönemde internet hak getire tek tük bir iki kitap bulunuyor ve oralardan önce cazın tarihi okunuyor, swing, bop, rag time, fusion dönemini anlamaya çalışıyorum. Bir sıçrayışta Chick Corea’ya ya atlıyorum ama fazla ve anlaşılmaz bulup geri adım atıyorum Cole Porter’a. Ardından ancak zamanla Count Basie, Artie Shaw, Dizzy Gillespie, Miles Davis, John Coltrane, Oscar Peterson ...



Ardından Ella’dan sonra benim için kült olan Billie Holiday ve Sarah Vaughan ile tanışma ve üniversite yıllarım olan 1990’lı yılların ortasında giderek caza kayışım… Artık Chick Korea, Herbie Hancock, David Sanborn’ları dinlerken yarıda kapatmamalar…

Tabii bu caza kayış ve İstanbul Caz Festivali ile yeni isimler keşfediş sürdükçe her ne kadar rock ve caz paralel olarak devam etse de 1990ların ortasında ve 2000li yıllarda rock müzikte neler oldu biraz bihaber olarak gezdim. Yeni yeni Gülda ile birlikte yer aldığımız TOG’un Rehber –Rehbi Projesinde beraber zaman geçirdiğimiz gençler sayesinde yine takip eder ,dinler ve albüm alır hale geldim zira en son ben rock grubu olarak Offspring’de kalmışım.



Aslında bu yazıyı niye mi yazdım? Blogda caz festivalinden festivaline değil de daha sık caz ile ilgili yazılara yer vermek isteğimden ve Yeşilyurt Köyü’nde Gülda ile kısa kısa sohbet ederken bana söylediği bir şeye blogda başlangıç yapmak için… Gülda bana ne mi söyledi? Ehh..Bunu da kendisinden okuyun.

Sevgiler
Billur

6 yorum:

Ayşe dedi ki...

Sevgili Billur,

Louis Armstrong ne hüzünlü bir ses ama bi o kadar güçlü nefes. İlgilenirsen Louis Armstrong rol aldığı bi kaç film daha: Hello Dolly, A Man Called Adam, The Five Pennies, A Song is Born, New Orleans.

Ayşe

billur dedi ki...

Sevgili Ayşe;

Hello Dolly benim en sevdiğim filmlerden biridir. Zira okulda Thorton Wilder'ın The Matchmaker'ının okurken filmi de izlemiş ve zaten Barbra Streisand hayranı olan ben bayılmıştım. Louis Armstrong'un "Hello Dolly" deyişi hala kulaklarımdadır.

Sevgiler
Billur

Ayşe dedi ki...

'' Hello, gorgeous !.. '' Fanny Brice dediği gibi.

Bu kadın da ne yetenekdir. Beni en çok The Way We Were de etkilemiştir.

billur dedi ki...

Geçenlerde Gülda benden bir film hakkında yazarsam Pillow Talk'u yazmamı istemişti.

Bu konuda çalışma yaparken aklıma The Way Were geldi. Robert Redford nefesleri kesen bir yakışıklılık düzeyindedir. Sanırım belki önceliği bu film alır.

Ayşe dedi ki...

Ahhhhh Pillow Talk tek kelimeyle muhteşem yahu bigün artık inşallah yeni evimde benim size VHS kolleksiyonumu göstermem lazım bu filmlerin çoğu var. Bunları izliyelim çok keyifli olur. Hahaha bu arada pul kolleksiyom gibi oldu.

aycan dedi ki...

Pillow Talk Ayşe'nin bana seyrettiği ve sevdirdiği klasiklerden ... çok keyifli bir film hakikaten önce mi sonra mı bilmem ama Billur lütfen yaz.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails