25 Ocak 2010 Pazartesi

CHICAGO-ALA EL ASVANİ



Ala El Asvani’yi Aycan’ın hem yazarı hem de onun en yankı uyandıran kitabı olan Yakupyan Apartmanı tanıttığı yazı sayesinde duymuş oldum. Ala El Asvani için Necip Mahfuz’un tahtına aday olduğunu ve ününün hızla yayıldığını öğrenince “Necip Mahfuz ile kıyaslanıyorsa mutlaka okumalıyım” diyerek 2009 Yılı Kitap Fuarı’ndan Chicago adlı kitabını alıp denemeye karar verdim ve benim ilk okuduğum kitabı oldu. Yakupyan Apartmanı’nı henüz okumamakla birlikte Chicago bitince düşündüğüm şey şu oldu: “Necip Mahfuz olması için daha kırk fırın ekmek yemesi gerekecek.”



Asvani Chicago adlı bu kitabında hikâyeyi kahramanlarının hayat hikayesi üzerinden işliyor. Romanda;

politik girişimleri ve düşünceleri nedeni ile Amerika’ya adeta kaçmak zorunda kalan, tek olumlu ilişkisini şüpheciliği nedeni ile kaybeden şair Abdül Naci Samet,

Mısır Öğrenci Birliği’nin başkanı, kaypak, fırsatçı, emelleri nedeni ile karısını bile satabilecek kadar haysiyetsiz, işine gelince din kisvesine sarınan, cinsellik düşkünü, cimri Ahmet Danana,

Yıllar önce Amerika’ya göç eden ve başarılı bir profesör olan ancak 30 yıl sonra neredeyse birden bire hata yaptığını anlayan, eski aşkı tarafından zamanında Mısır’dan korkak olduğu gerekçesi ile kaçmakla itham edilen ve sıla özlemi ile yanmaya başlayan Muhammed Salah,

Yine yıllar önce Amerika’ya göç eden, ama bir Amerikalı’dan daha fazla Amerikalı olmaya çalışan, kültürünü devamlı küçümseyen profesör Rafet Tabit,

Dinine bağlı ve muhafazakâr bir biçimde yetiştirilen, dinine uygun olarak örtündüğü için dışlanan ancak kendisi gibi hırslı, eğitimine odaklanmış Şeyma,

Onun sonradan sevgilisi olan, kadınlar söz konusu olduğunda bilerek onları inciten ancak Şeyma ile bir kadının sıcaklığını tadarak ona bağlanan ama gene de eğitimi ve hedefleri ile ilişkisi arasında bocalayan öğrenci olarak Amerika’ya gelmiş olan Tarık

Ana karakterler olarak ilk başta göze çarpsa da bu karakterlerin eşleri, çocukları, sevgilileri de zaman zaman baskın hale gelen yan karakterler olarak karşımıza çıkıyor.

Romanda farklı kültürlerin ve hatta aynı kültürden olan insanların çatışmaları, önyargıları, gelenekler arasına sıkışmışlıkları ve uzlaşmazlıkları anlatılmaya çalışılmakla birlikte Asvani 11 Eylül sonrasında Müslümanlığa karşı olan önyargıyı da vermek istemiş. Ayrıca kendi ülkesinden, yöresinden ve kültüründen kopup gelmiş insanların sıla özleminin er ya da geç su yüzüne çıkacağı, her ne kadar yeni kültür sindirilmeye ve benimsenmeye çalışılmış olsa da insanın özünden asla kopamayacağının da altı çizilmiş. Ancak bu saptamalar ne yazık ki –Necip Mahfuz’da olduğu gibi- çok derin ve ayrıntılı olarak verilmemiş, karakterlerdeki değişimlerin başlangıcı, gelişimi iyi anlatılmamış durumda, her şey bir gecede oluveriyor, hiç ipucu yok; bizlerin anlaması ve zaten olacağı buydu dememiz bekleniyor .



Sanki Asvani her konuya bir değinip geçeyim istemiş ve ikinci sınıf olma, önyargılar karşısında ezilme ve yokolma ve başkalaş(ama)mayı anlatayım derken üstesinden gelemeyeceğini anlayınca vazgeçip hızlı şipşak bir roman yazmış. Farklı kimlik ve kültürleri, ayrımları sadece “kavramlar”üzerinden anlatmaya çalışmış ki bu da romanı iyice kötüleştirmiş; sadece şablonlar var.

Beni bu düşünceye itenlerden birisi, Naci Samet’in sevgilisi Wendy’nin Samet’in ilişkilerinin sürüp sürmeyeceğini sorduğunda bilmem sana bağlı, çünkü ben Yahudi’yim demesi oldu. Herşey klişeleştirilmiş, beyaz Amerikalı porfesör zenci sevgili, Mısırlı Müslüman Arap ve Yahudi sevgili, Amerikalı beyan profesörler Arap öğrenciler…Birbirlerine bakışları çok acemice aktarılmış. Asvani –bilmiyorum şu ara bu kadar ayyuka çıktı mı-özellikle Graham’in sevgilisinin zenci olduğu için hiçbir şekilde hiçbir yerde iş bulamaması -köpek bile gezdirtmiyorlar- bana biraz inandırıcılıktan uzak geldi.

Bir Amerikalıdan daha fazla Amerikalı gibi davranan, hatta fırsat bulduğunda Mısır’ı aşağılayıp duran ve Amerikan örf ve adetlerine ve özgürlükçü düşüncelerine dayalı olarak yetiştirdiği kızının kendi sınırlarını çizerek ondan kopuşunu/koparılışını hazmedemeyip sonunda kaybedişi ve sıla özlemi çeken Muhammed Salah’ın iktidarsızlık ve isteksizlik sorunu ile baş gösteren sıla özleminin karısına onu terk edeceğini söylediği anda birden belirginleşmesi ve bir “aydınlanma” yaşayarak ve evin bodrumuna koşması ve yıllar önce bavulunda sakladığı kıyafetleri giyerek hasret gidermesi biraz garip kaçıyor okurken, zira temelini bulamıyorsunuz romanda.



Ayrıca Muhammed Salah’ın karısı Chris’in kocası onunla ayrılacaklarını söyledikten sonra bir koşu gidip bir vibratör alması ve bağıra çağıra sen olmasan da ben kendime yeterim biçiminde feryat figan kendisini tatmin etmesini de komik ve sığ buldum: Muhammed Salah’ın Chris için baştan beri bir adet cinsel organ olmadığını düşünmek istiyorum ve ilişkilerdeki değişimlerin ve bir ilişki bittiğinde yerine konulacak şeyin bir organ olmamasını diliyorum ya da böyle verilmemesi gerektiğine inanıyorum.

Kitapta Naci Samet’i anlatan bölümlerin farklı bir punto ve karakterle yazılmış olmasını da başta basım hatası sandım Ancak romanın sonuna kadar bu yazılışın benimsenmesi bu durumun hata değil bilinçli olarak yapıldığı kanısına vardım ama esbabı mucibesini anlayamadım. Tüm romandaki hikâye ve karakterler bir de onun gözünden de anlatılmış olsa ne ala ama böyle bir durumda söz konusu değildi.

Bir an için Mısır’ın gözünden bakacak olursak Asvani ‘nin bu açıdan yeni bir soluk olduğunu söylemek yanlış olmaz ; zira Müslüman Mısır ve Kıpti Mısırlı’lar arasındaki ayrımcılıktan, cinsel tabulardan, dinin fırsatçıların elinde nasıl oyuncak hale getirilebileceğinden, bazı bağnaz din kurallarının da artık sorgulanması gerektiğinden bahsedildiği gibi Naci Samet üzerinden demokratikleşme sorunu da irdeleniyor ama karakterlerin yaratılışı ve gelişimi sığ ve yapay kaldığından bunlara işaret edilmesi de önemini kaybediyor bence.

Bana göre ,Asvani ‘nin yarattığı karakterlere ilişkin hikâyesini paralel olarak götürmesi ve her bölümün sonunda merak uyandıracak bir şekilde bitirmesi belki de romanın tek artısı. Şimdilerde üçüncü romanı üzerinde çalışmalar yapan Asvani’yi yine de merakla bekleyeceğim ama önce Yakupyan Apartmanı'nı okuyacağım.

Kitabı okumamın bir diğer artısı ise birkaç sene önce Chicago gezimi ve en sevdiğim binalardan biri olan Marina City Tower’ı hatırlatması idi.



Sevgiler
Billur

7 yorum:

Moonshine dedi ki...

Biz Arapca dersimizde Arapcasindan okumustuk bu kitabi. Cok derin bir kurgusu olmasa da eglenceli gelmisti.
Ala al Aswany, Arapca profesorumun yakin arkadasi ayni zamanda. Gercek hayattaki mesleginin discilik oldugunu biliyor muydunuz? :)

Chicago'ya yine bekleriz!!

Moonshine

billur dedi ki...

Sevgili Moonshine;

Evet kendisinin asıl mesleğinin dişçilik olduğunu hayatını okurken öğrenme fırsatım olmuştu.

Arapça dersi mi? Neden Niçin?

Evet sürükleyici bir dili olduğu kesin, bölüm sonlarında da bir merak uyandrmıyor değil ama biraz fazla yüzeysel hele necip mahfuz ile kıyaslanınca belki de benim beklentim fazla yükseldi.

Gerçekten keşke gene gelsem Chicago'ya, sevmiştim.

Sevgiler
Billur

Moonshine dedi ki...

Evet, Necip Mahfuz'la kesinlikle karsilastirilamaz, orasi kesin!

Modern Ortadogu tarihi okuyorum, o yuzden Arapca ogreniyorum 5 seneden beri. Misir'a da 2 kere gittim hatta. Bir ara gezi anilarimi yazayim bari :)

Sevgiler

Moonie

billur dedi ki...

Sevgili Moonshine;

Doğru profilinize baktığım ve doktora çalışmalarınızla ilgili yazıları okuduğum halde aklımdan çıkmış.

Mısır'a bir kez daha gitmek istiyorum ben de; ne uygarlık ama...

Necip Mahfuz'dan Kahire Üçlemesini okumuş muydunuz?
Sevgiler
Billur

aycan dedi ki...

Sevgili Billur,

Chicago'yu okumakla okumamak arasında kaldım şimdi..!? Ben düşünürken sen Yakupyan Apartmanı'nı okursan beğenip beğenmediğini bizimle paylaş bilmek isterim, ben bayağı beğenmiştim o kitabını ... Bildiğim bir şey daha var ; senden sık sık duyduğum Necip Mahfuz'dan Kahire Üçlemesini okumak farz oldu artık. Listemde ...
Aycan

Ayşe dedi ki...

Evet katılıyorum sunum yaklaşıyor okuyalım Kahire üçlemesini sende bizi şaşırt aynen Cebelavi deki gibi.

1994 yılında 49uncu kattan aşağıya baktığımda arabalar kibrit kutusu gibi vızır vızır gidip geliyordu. Ev sahibi bana '' What do you think about our corns on a stick? (Marina City Tower için) '' diye sorduğunda hımmm dedim içimden '' delicious !.. ''

Gulda dedi ki...

Ala El Asvani’yi okumadım, Billur’un bu yazısından sonra Okuma Listeme’de eklemeyeceğim. Bilhassa Billur’un bu kitabı okurken, yazara ne kadar sinirlendiğini gördükten sonra:) Ama, Şikago’ya gidelim derseniz hadi planlara başlayalım.

Kahire Üçlemesi ise çok güzel bir kitaptı. Hatta Saray Gezisi(üçlemenin ilk kitabı) okuduğum en güzel kitaplardan biri oldu. Ben Kahire Üçlemesi’ni Billur’un tavsiyesi ile okumuştum. Hem de yaz tatilinde, ağlaya ağlaya. Taa, Sicilya’dan mızıldanmak için Billur’u aradım ve "bu kitapta hiç mi iyi şeyler olmayacak, tatilimi mahvetti bu kitap benim. O da mı ölecek, yoksa başka neler olacak, neden her şey daha da kötüye gidiyor?" diye uzun uzun konuşup, geri döndüğümde ise, gelen cep telefonu faturama sızlandım.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails