Bu yolculuk bizi biraz hırpalıyor mu nedir? Yorgunuz... Konser için hazırlanıp bir taksi ile konserin olduğu Palau de la Musıca Catalana’ya gidiyoruz.
Gülda ve Ender sigara ve bira (burada sudan ucuz bu bira !) ihtiyaçlarını kısmen giderdikten sonra salona doğru gidiyor ve içeriye giriyoruz. Bu bina gerçekten bir saray sanırım. Tavanını heyecanla Gülda’ya gösteriyorum. Bu binanın UNESCO Dünya Mirası arasına alınmasına şaşmamak gerek; çok güzel.
Salonun tamamı dolu ve herkes çok coşkulu görünüyor. Konsere her yaştan gelen dinleyici var salonda. Sahneye önce müzisyenler gelip kuruluyor ve ardından yoğun alkış ve bağırışlar arasında Nina Pastori sahne alıyor.
Nina Pastori bir Flâmenko şarkıcısı ve 30’lu yaşlarının başında. Müzik hayatına çok küçük yaşta San Fernando şarkı yarışmasını kazanarak başlamış. Başlangıç döneminde “Camaron de la Isla’”nın tertemiz Flâmenko tarzını takip eden Pastori sonradan kaçınılmaz olarak pop unsurunu katarak ticari bir yola başvurmuş. İlk albümünü 17 yaşında “Entre dos puertos” (Between Two Ports) adı ile çıkarmış. 1996 yılının yazında Tu me camelas adlı şarkı hit olmuş. Kendi şarkı sözleri ve besteleri de bulunuyor. Üçüncü albümü “Canailla”’yı “Ketama” adlı bir Flâmenko grubu ile kotarmış ve bunu şehrine ve flâmenkoya adamış. Bu albümünde pop unsuru daha geri planda kalmış olduğu ifade ediliyor.
Biz bu akşam “Waiting to See You” adlı albümünden şarkılar dinleyeceğimizi öğreniyoruz; tabii diğer 6 albümünden başka hit şarkılar okursa bilemeyeceğiz ama olsun. Ben de seyircilerin coşkusuna katılıyorum; onlarla bağırıyor, onlarla gereken yerlerde alkış tutuyor ve tüm sözleri eksiksiz anlarcasına kâh hüzünleniyor kâh dalgalanıp duruyorum. Hatta konuyu abartıp Pastori’nin arada seyircilerle kurduğu diyaloglardaki bazı esprilerine gülenlerle de gülüyorum! Bazı şarkılarında biraz bizde de yer alan arabesk unsurlar ve popun ticari tınıları fazlaca duyuluyordu ama genelde konser benim hoşuma gitti. Özellikle vokalistlerin Flâmenko şarkıları söylediği bölümler çok iyiydi. Balkon kısmında bir grup sürekli bayrak sarkıtıyordu; anladık ki Fransız bayrağı imiş ve Pastori onlara yoğun ilgi gösteriyordu. Gülda’ya bayram ve seyranlarda bayrak asmaya üşenen ve gerekli olup olmadığını sorgulayan biri olan ben “ Gülda’cığım not et lütfen; bir daha bavula bir adet bayrak konulacak ve konserlerde dalgalandırılacak “ diyorum.
Bir kadının delici ve eleştirisel gözü ile bakarsak Nina Pastori sempatik ve sıcak görünüyor ancak bir moda danışmanına ihtiyacı olduğu şüphesiz. Giydiği kıyafetler hadi birincisi neyse ama ikinci kıyafeti olacak şey değildi. Bol kesimli aşağıya doğru daralan bir elbise altına mavi/mor tayt ve altına gri renkte bir kısa bot! Kıyafetine 2 ancak sesine 10 veriyorum. [Bu puanlama işi bu konserden sonra mı çıktı bilemiyorum ama bundan sonra Gülda ile her şeye/ herkese puan vermeye başladık! ]
Bis kısmına da ayakta eşlik ettikten sonra Ender ile hemen çıkıyoruz ve Gülda’yı dışarıda buluyoruz. Ne yapacağımız kısmı konusunda bir belirsizlik yaşıyoruz; yemek sorunumuz var. Ancak “Dört Kedi” adlı cafe/restorana gitmeyi öneriyor Gülda ve yürüyerek orayı bulmaya çalışıyoruz. Bulduğumuzda biraz önünde kuyruk olsa da Gülda içeri giriyor ve tüm cazibesi ile bize yer buluyor. Burası Vicky Cristina Barcelona adlı filme ev sahipliği yaptığı yer. Hani çakır keyif Xavier Bardem gelir ve kızlara kısaca “eğlence” teklif eder ya... İşte orası. Yemekler aslında vasatın biraz üstünde ve bununla orantısal olarak fiyatlar da makul. Bu cafe 1897 yılında kurulmuş ve o gün bugündür sanatçıların ve entelektüellerin mekânı olmuş. Menülerinden birini Picasso’nun tasarladığı ve ilk sergisini açtığı bu cafe genel olarak hoşuma gitti ve Barselona’da daha kalsaydık sanırım oraya her gün giderdik Gülda ile.
Ayrılmadan önce buraya ait bardakaltlığı ve kahve fincanı alıyorum. Eskiden her yerden kupa alıyordum veya bilenler hediye getiriyordu (şimdi bu magnete ve çana yöneldi]. Aslında gitmediğim bir yere ait bir kupa çok bir şey ifade etmese de (bir hatıra, bende bıraktığı iz ve benim bıraktığım bir iz olmadığında) sevinçle kabul ediyordum ama son zamanlarda ünlü ve tarihi bir geçmişi olan cafe ve restoranlara ait bardak çanak almak gibi bir huy edindim. Böylece evde sıkıldığım zamanlarda kendime kahve yapıp bu fincanlara koyup ve kendimi o yerde hayal edebiliyorum.
Sonra....Sonra mı? Eve gidiyoruz....Yarın son günümüz ve Park Güell gezilecek; son programlar yapılacak ve dönüş hazırlıklarına başlanacak.
Sevgiler
Billur
PALAU de la MUSICA CATALANA İÇİN KATLANILAN EZİYET VE NINA PASTORI:
Aslında bu grubun en uyumlu ve her şeyden en hoşnut üyesi benim ama yazı ilerledikçe sanki hiçbir şeyi beğenmemişim gibi bir yargı oluşabilecek bir bölüme daha geldik.
Tamam, ben, bir sonraki sefer mutlaka Palau de la Musica Catalana ’da bir konser izleyeceğim demiştim ama şansımıza Nina Pastori’nin denk gelmesi gerçekten benim hevesimi çok kırdı. Gitmeden ve hatta biletleri almadan önce defalarca Billur’a “Mekân çok güzel ama Pastori bizi çok zorlar, bak sana youtube, dailymotion vs adreslerini yolluyorum, bir dinle, bence sevmezsin, istemezsen gitmeyiz, sonradan da şikâyet etmem söz” maillerime ne demekse ısrarla gidelim, öğrenelim, dinleyelim duruşu ile biletleri satın aldım. Konser öncesi de “bakınız beğenmezseniz ben zaten söylemiştim” tavrı ve bir gün öncesinden tecrübe ile şal, mont ve hatta kazak ile mekâna gittik. Fazla söze ne gerek var. Görüp görülebilecek en iyi konser mekânlarından birinde, oldukça heyecanlı izleyiciler ile yerlerimize oturduk.
Döneminin en genç ve en yetenekli Flâmenko şarkıcılarından biri sayılan Nina Pastori, birkaç şarkı sonrası konseri, izleyicisinin de yoğun teşviki iyice Pop kıvamına dönüştürdü. İspanyolca Pop dinleyeceksem Pastori yerine Shakira’yı tercih ederdim. Ve böylece 2009 yılında ikinci kez izlediğim gösteriyi terk ettim, ikisi de Barselona'da idi.
Dışarıda oldukça eğlenceli bir grup ile biraz sohbet ettim. Hepsi içeride konseri izlemekte olan 15 yaş civarı kızlarını/oğullarını beklemekte idi. Ben de yaşı 40’a yaklaşan arkadaşımın keyfini
anla(t)mayı uygun görmedim o an ve “sadece arkadaşlarımı bekliyorum” demekle yetindim. Bu arada da epey içtiğimi ifade etmeliyim. Halktan kopup, 4 GATS’te rezervasyon yapma çabalarım boşa gitti ve artık ne dediysem, telefonun ucundaki beyefendinin “siz gelin, yer ayarlarız” sözüne güvenip konser sonrası yola koyulduk.
Yer karolarında bulunan Ruta Del Modernisme halkalarını da takip ederek 4 Gats’e ulaştık. Daha önce de yemek yemiştim. Picasso’nın en sevdiği kafe olması sebebi ile olan popülerlik Woody Allen ile başka bir boyuta geçmişti ve bu epey fark ediliyordu. Gerçi Ender bu tür bir popüler olandan hiç hoşlanmasa da bizim hatırımıza yine katlandı. Yemek güzel değildi, eve aç dönsem de; hem Picasso hem de Woody Allen sever biri olarak çok iyi vakit geçirdim. Yine yerde bulunan modernisme halkalarını takip edip, sonrasında bir taksi ile eve döndük. Yarın mı? Billur başlasın, ben sonrasında yine şakırım sanırım.
Gülda
Billur'un 2 verdiği mavi/mor kıyafetli ve bizim gittiğimiz konserden bir bölüm izlemek isterseniz aşağıda bulunan linki tıklayınız.
Niña Pastori "cai & Romero Verde" Palau De La Musica Barcelona 02 10 2009 - VidoEmo - Emotional Video Unity
Niña Pastori'den başka bir şarkı için ise:
.Nina.Pastori y Rosa.-.Cartita.de.amor.
Yükleyen hijodelaluna. - Diğer müzik videolarına göz atın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder