16 Kasım 2009 Pazartesi

AĞLAYAN DAĞ SUSAN NEHİR - AYŞEGÜL DEVECİOĞLU



2008 yılı Orhan Kemal Roman Ödülü, Ayşegül Devecioğlu’na 2007 yılında yayımlanan Ağlayan Dağ Susan Nehir adlı romanı ile verilmiş. Seçici kurul (Tahsin Yücel, Osman Şahin, Semih Gümüş, İnci Aral, Adnan Binyazar, Refik Durbaş, ve A. Kemal Öğütçü) Devecioğlu'nun romanını "değişik bir kültürün insanlarına yaklaşımı, kişilerini büyük bir başarıyla yaratmış olması, Türkçeyi kullanmadaki özeni ve yazınsal değerini göz önünde bulundurduğu" için ödüllendirmiş.




Orta sınıf, iyi eğitimli ve dürüst insanlardan oluşan bir ailenin küçük kızı olan Anlatıcı, eve yardımcı olarak alınan ve bir süre sonra da ailenin sevilen bir ferdi haline dönüşen Naciye Abla’nın hikâyesini anlatırken, Çingenelerin yaşamlarına da hiç bakmadığımız bir gözle baktırıyor.

Anlatıcı, Naciye Abla’dan leğende yıkanabilmeyi, yaşlı kadınları yıkayabilmeyi, odun ateşi yakmayı, dip bucak temizlik yapmayı, göç etmeyi, bohça hazırlamayı, evi sürekli değiştirmeyi, bir sürü batıl itikadı, hikâye anlatmayı, türlü türlü yemekleri ve diğerlerinin yanı sıra yalan söylemeyi öğrenmiş.

Tüm kitap boyunca bu "bir yalancının öyküsüdür" diyor Anlatıcı ve Naciye Abla’nın izinden Edirne’ye Naciye Abla’nın evine gidiyor, yalanın en büyüğünü bulmaya ve cadı avına... Çingene’nin yalan tiyatrosunun kadim sahnesi bana Gerçek’ten çok daha fazlasını borçluydu; en esaslısından bir yalanı… (sy.99)

Romanın ilk üç bölümünün masalsı bir yanı vardı. Hatta kitabı okurken, Marquez’in romanlarında olduğu gibi büyülü bir gerçekliğe sahip olduğunu düşündüm. Naciye Abla’nın hikâyelerinden çıkıp gelen, Malihulya, Karazindan, Sitar, Sairfilmenam, Kankurutan; bir peri masalının kahramanı gibi görünse de gerçekliğe de o ölçüde yaklaşıyordu. Masalın ve yalanın gerçekle aynı olan etine. (sy.56)

Köksüz Çingenenin hikâyesi, onun göçerliliğinin izinde adı eskiden “Ağlayan Dağ” anlamına gelen bir Balkan kasabasında başlıyor. Bu izler, 1934 yılında Trakya’da cereyan eden Yahudi mahallerine yapılan saldırılara, tecavüzlere gelirken; suçlanan Çingeneler ve yabancılar oluyor. Auschwitz’de Yahudi toplama kamplarında Yahudi ile beraber binlerce Çingene’nin de öldürüldüğü, ancak bu “duman kardeşliğinden” kimsenin bahsetmediği, defterde sadece diğerleri olarak geçtiği anlatılıyor. 1978 Maraş Katliamı tüm karanlığı ile romana dâhil olurken, hiç unutulmaması gerekenlerin ne kadar çabuk unutulduğu ya da ne kadar değişerek hatırlandığı da...

Anlatıcı ve ailesi ister istemez Naciye Abla’yı kendilerine benzemeye zorlamış. Naciye Abla ise eve uyum sağlayabilmek ve sevgi görebilmek için değişmiş gibi yapmış. Onların dinlediği müziği sevmiş, allı güllü giysiler yerine, ağırbaşlı kıyafetler almış, tıpkı anlatıcının ailesi gibi Türk filmlerini çok saçma bulmuş, son olarak da Çingene değil Arap olduğunu ortaya atmış. Onlar gibi olmaya; -korkunun, zulmün, dışlanmanın, gizlenmenin, kurnazlığın, hayatta kalma güdüsünün, oyunbazlığın hazin ve ürkütücü karışımından (sy.108)- çalışsa da anlattığı masallar ile kendi dünyasını korumaya özen göstermiş ve kadim yaşam alışkanlıklarının da etkisi ile onlardan biri olamamış. Geri dönüp kendi mahallesine gittiğinde ise diğerleri gibi kalamamış. Hâlbuki bir Çingene hep Çingene kalırmış. Ne kadar gerçeği gizlese de "Çingenelerin damağında leke vardır. Mühür gibi!” (sy.49)

Kendi kimliğinden göçmeye çalışan, ne kendi halkından ne de diğerlerinden olamayan ve yalnızlığa terkedilen Naciye Abla’nın hikâyesi,oldukça hüzünlü, karanlık ve belirsizliklerle dolu.

Acımasız sessiz kuralları varmış çingenelerin. Mesela, doğuramayan kadın sakat bir ata benzermiş. Hemen yenisi ile değiştirilebilirmiş. Bir Çingene bir diğerini Çingene olduğu için ya da yeterince Çingene olmadığı için de aşağılayabilirmiş.

Tanrı’ya inansın ya da inanmasın ölümlülerin hikâyesi ölümle biter. Ölümü hikâye edebilen yoktur. Ölümlü ölümü bilemez; ama ölüm korkusunu bilir. Derler ki Çingeneler için yalnız kalmak ölümden bile korkuludur. (sy:138)

Darbukacı Ördek ve Bisiklet Hırsızları ile Naciye Abla’nın tek aşkı Yılmaz Güney hayranı Basri’nin hikâyesi başladığında ise, artık masallar bitiyor. Kitabın sonunda, Kanrevanmaraş Katliamı ile gerçek; duvara toslatıyor. Saldırılar, ölümler, tecavüzleri ile.



1959 doğumlu Ayşegül Devecioğlu, ODTÜ’de öğrenimini yarım bırakmış. Devrimci Yol hareketine katılmış, eşi Behçet Dinlerer 12 Eylül Darbesi sonrası gözaltında işkence edilerek öldürülmüş. 1976 yılında oğlu (Ali Fuat Devecioğlu) doğduktan sonra Ayşegül Devecioğlu, kitapta bahsedilen Çingene Mahallesinde saklanarak hayatta kalmayı başarmış. Belki de bu sebepten kitap, “Atiye Abla’ya, onun yurtsuz ve yazısız halkına” adanmış.

“Sana gerçekten de enternasyonal bir şey söyleyeyim mi Cevahir,” dedi, “dünyanın neresine gidersen git, taksi şoförü hangi milletten olursa olsun seni Çingene mahallesine götürmez…” (sy:253) Ancak kitapta bahsedilen mahalle, bir gaco(*) olmasına rağmen Ayşegül Devecioğlu’nu saklamış, binlerce sırrı sakladığı gibi.

Ayşegül Devecioğlu, ilk romanı; "Kuş Diline Öykünen" de ise 12 Eylül'le hesaplaşıyor. Olanları unutturmamak ve belki de tekrardan olmasını engellemek için yazmaya, direnmeye ve hatırlatmaya devam ediyor ve yarattığı gerçek-masal bir dille sesleniyor.

Kitap boyunca Çingeneler hakkında hiçbir şey bilmiyor olduğumdu sorguladığım. Birkaç film, Flâmenko’nun İspanya’ya göç eden Çingenelerin müziği olması ve Cohen’in The Gypsy's Wife şarkısı gibi keyif verici durumlarının yanı sıra, göbek atan, fal bakan, çiçek satan, çalan, söyleyen, bizim gibilere karışmadan yaşamlarını sürdüren insanlar işte. Şimdi ise bu kitapla bambaşka bir pencere açtım, daha fazlasını öğrenmek istiyorum.

Bana benzemeyeni horgörmek değil, hoşgörmek istiyorum.

Horgörü ile hoşgörü arasındaki farkın yalnızca iki harfin “r” ve “ş”nin sırtına yüklenmesi küstahlığın ölçüsünü ortaya koyuyor. Ne var ki, hoşgörüde içkin olanı yüzümüze vuran yine bu küçük işaretlerdir. (sy.61)


Yazar; roman boyunca "Erik ağacı, dalları göçebe yaprakları yağmur erik ağacı" diye bir ezgiden bahsetse de, kitapta kendisinden bir kahraman gibi bahsedilen Django Reinhardt ve gitarını; kitabın müziği olarak seçtim.

Yangında yitirdiği iki parmağı olmaksızın gitarı inanılmaz bir duygu ile çalabilen Stephane Grappelli'den birçoklarına eşlik etmiş müthiş Çingene Django Reinhardt’a hayranlık duymamak mümkün mü?



Bu kitabı okumanızı özellikle tavsiye ederim.

Gülda

(*) Gaco: (Çingene dilinde) Çingene olmayan

2 yorum:

asli koyuncuoğlu dedi ki...

İlginç bir kitaba benziyor.Listeme aldım okumak için.

billur dedi ki...

Sevgili Gülda;

Çingenelerin her zaman renkli ve komik olduklarını düşünmüşümdür.Ağabeyime ve bana yıllarca bakan ve Havva Anne dediğimiz emektar teyzemiz de saklasa da çingene kökenli idi ve beni uyutmak için hep oynak türküler ve şarkılar söylerdi. Sanırım bugükü oynaklığımı ya da "şopar" halimi ondan aldım:)

Bu kitabı hangi araya sıkıştıracağım bilmiyorum ama mutlaka okumak istiyorum; belki de Manici- Yeşilyurt Köyü'nde iyi gider...

Ellerine sağlık
Sevgiler Billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails