4 Şubat 2011 Cuma

KANADA (1)

BAŞARDIK!

Uçaktaydık işte! Hiçbir volkan yeniden öfke nöbetine kapılmamış, hiçbir kasırga öyle yapılmaz bu iş böyle olur meydan okuması ile uçağımızın kalkmasını engelleyememişti. İş şimdi bu kocaman 10 saatlik uçuşu tamamlamaya kalmıştı.



Uçaktan artık korkuyorum. Korkup ne yapıyorum? Üstüne gidiyorum korkumun. 10 saat uçacağım, üstüne bir 5 saat daha uçacağım. Ne oluyor peki üstüne gidince… Hiçbir şey… daha fazla korkuyorum. Neyse…

Kanada uçağında gidişte Gülda ile konuşuyoruz:

-Bir günde bitiyormuş Vancouver…

-Hadi canım!

-Bir gün işte, görülecek 10 yer var ve bir günde bitiyor.

- İyi o halde O zaman hemen gezeriz o yerleri… Sonra sevdiğimiz yerlerde takılırız.

Uçaktaki 10 saat hepimiz için çok kıymetli. Ne yapacağımıza karar verememekten zaman yetmiyor. Yemek, kitaplar, bir iki film derken iniyoruz. Pasaport kontrolden bizi başka kontrol bölgesine yönlendiriyorlar… Endişeli gözlerle birbirimiz bakıyoruz… Görevli, aile olmamız nedeni ile biraz şüphe ile yaklaşıyor gibi. Bu arada söylemeyi unuttum. Ben bu yolculuğa iddialı bir şekilde Nehir’i kattım. Hem okul hem çevrem itiraz etti [ ama “Türkiye’de Nehir’i bırakırsam çocuğumun fiziksel ve ruhsal gelişiminin tehlikeye maruz kalmasının yanı sıra ruhunda onulmaz yaralar açılacak olup, olumsuz etkileri uzun süre devam edecektir” gibi tehditkâr bir gerekçe sundum herkese. Kontrol sanırım bizim maaile Kanada’ya gelmemizle ilgili idi. Ama sorunsuz geçtik. Toronto-Vancouver arasındaki 5 saatlik uçuşu hatırlamıyorum. Sadece uçak çok soğuktu. Ondan sonra tek hatırladığım kalacağımız apartmanın önünde bizi kiralayanın karşıladığı.

EVİMİZ ÇOK GÜZEL

Evimiz çok güzeldi, özellikle manzarası. Ardından hemen ben, Gülda ve Nehir market alışverişi için dışarı çıktık. Marketler kapalıydı, bir hoş geldin birası ve su alsak iyi olacaktı. Baktık ki köşedeki bakkalımsı yer açık, daldık içeri. Kapıdan girerken etrafta soğukta cıbıl cıbıl giyinmiş kızların ağlaştığını ve polisin etrafta olduğunu gördük. Meğerse birileri birilerine bıçak çekmiş (ne sorumsuz anneyim; etrafta polis, bıçak mıçak lafı dolaşıyor oralı olan yok). Laf olsun diye bir şeyler aldık ve çıktık. Zira öğrendik ki içki satılmıyormuş. Gülda “Barlar her zaman içki satar” dedi ve biraz ötedeki bara girdi. Biz de Nehir ile barın önünde onu bekledik. Sakın, bu yaşta çocuk bar önlerine mi götürülür demeyin! Kısa bir süre sonra Gülda “Yasakmış, içki dükkânları satarmış” diyerek geldi. Biraz daha etrafta dolandık ama eve elimiz boş döndük. Nehir ise eve dönerken” ben de bira içebilir miyim” diye soruyordu…

NE YAPSAK NE ETSEK?

Evimizin manzarası gerçekten güzeldi, karşımızda Grouse Mountain vardı ve şehrin Old Town denilen yerine 100 metre öteydi. Ertesi gün sabah kalkıp Abigail's Party'de kahvaltı etmeye gittik. Kahvaltı güzeldi ve Nehir’in “beykıt” (Bacon)sevdiğini keşfettik.



Kahvaltının ardından klasik bir biçimde sahilde yürüdük ve Montevideo anılarımız anarak güldük. Parkta olan ve her biri değişik hayatlara gönderme yapan ve bu hayatlardaki kişilere atfedilen bankları çok romantik bulduk. Hedefimiz evimizin karşısından görülen Grouse Mountain tarafına geçmek ve Capilano Suspension Bridge’e giderek adrenalinimizi arttırmaktı. Kanada ile ilgili ilk izlenimimiz ÇOK YEŞİL olduğu idi. Karşı kıyıya geçmemiz ve otobüs yolculuğu Capilano Suspension Bridge’e vardık. Yolda ağaçlar, ağaçlar, ağaçlar vardı benim gördüğüm, bir de tek katlı bahçeli huzur dolu evler…



Bu köprü fikrinden ürktüğümü söylememe gerek yok sanırım. O filmlerde gördüğünüz türden bir tahta köprüden geçme hususunda ciddi endişelerim vardı… 1889 yılında yapılan daha sonra 1956 yılında yeniden inşa edilen ve arada bakım gören bir köprü olması önemli değildi.




Köprü bence biraz fazla yaylanıyordu ve ortasına geldiğimde sağıma-soluma, aşağıya baktım. Aşağıda Capilano Nehri akıyordu ama öyle çağıl çağıl bir görünümü yoktu, sonra başımı kaldırdım, puslu bir hava, ağaçlar, ağaçlar… ve yüce bir orman! Ormanı gezerken en zevkli kısım ağaçlar arasına kurulmuş ama yer yer 10 metreden fazla yükseklikteki yoldu. Geri dönüşte fazla oksijenden ve bir gün önceki yolculuktan dolayı hepimiz fazlası ile yorgunduk. Ertesi gün Kuzey Amerika’nın en önemli Akvaryumu’nu görmeye karar verdik. Akvaryum da yine görülmesi gereken Stanley Park’ın içinde yer alıyor…

Billur

VANCOUVER’DA DÖRT TÜRKİYELİ

Başardık da nasıl başardık bir de bana sorun!

Öncelikle “İnsan Neden Tatile Kanada’ya Gider” konulu bir araştırma yapıp, oraya gidilince yapmak istediklerimin listesini çıkarttım. Bunları alt alta toplayınca gidiş geliş süreleri haricinde en az 16 gün kalmamız gerektiği ortaya çıktı. Oraya kadar gidip Alaska’yı görmeden dönmek de olmazdı!

Gidiş dönüş tarihleri, güzergâh, ne yapılacağı konusunda bir türlü mutabık kalamadık. Alaska’yı çıkartırsam, gitmenin tüm cazibesi silinecekti. Ve ben, tüm planları üç kişilik yapmıştım!

Açıkçası Nehir’in de bizimle gelme ihtimali bile benim için başlı başına bir sorundu. Ben, Nehir ile vakit geçirmeyi çok sevsem de, ömrüm boyunca 15 gün bir çocukla kalmamıştım. Böyle bir istediğim de hiç olmamıştı. Grup arkadaşlarım da, Nehir’in gelip gelmeyeceği konusunda son derece yuvarlak ifadeler kullandılar. “Belli değil, belki götürürüz…” Ben de ne yapacağıma bir türlü karar verdim. Yine de vize almak için başvurdum.

Kanada Vizesi



Vize başvuruma niye gittiğimi, kimlerle gideceğimi, ne kadar kalacağımı, arkadaşımın katılacağı toplantının detaylarını ve bir klasör evrakı ekledim, acenteme yolladım. İki gün konsolosluktan aradılar. İtiraf edeyim, konsolosluktan aranınca çok geriliyorum.

“Anlatmadan geçemeyeceğim. Avustralya’ya ikinci kere vize almak istediğim seferinde çok rahattım. İlk vizem bir yıllık, çok girişli verilmişti. Girmiş, çıkmış, ülkeleri için potansiyel bir tehlike olmadığım anlaşılmıştır diye düşünmüştüm. İşte öyle olmadı! İkinci seferininde telefonla aradılar. Arayanın konsolosluk görevlisi olduğuna önce pek inanmadım. Acayip şaka anlayışı olan bir arkadaşımın, beni işletme ihtimalini de göz önüne alıp, sorulan sorulara gayet akla ziyan cevaplar verdim. Görüşmenin sonuna doğru aklım başıma gelse de olan olmuştu. Kalktım, vize dairesine gittim. Israrla olanları anlatmayı denedim. Karşımdaki kişi “Size bir dakika veriyorum. Ne söyleyecekseniz söyleyin ve gidin.” dedi. Söyledim, gittim. Birkaç gün sonra pasaportum geldi. 3 aylık ve tek girişli bir vize… Hicap duydum.

Avustralya Konsolosluğu tecrübem ile Kanada görüşmesinde çok ciddi ve kısa cevaplar verdim. Telefonun ucundaki ses “Kanada bir kadının, tek başına gitmesine uygun, turistik bir yer değil. Neden Kanada?” diye sordu. Sakin sakin anlattım. Bir noktada dayanamayıp “Ben bunları size yollamıştım, almadınız mı?” sorusunu da sıkıştırdım. Görevli, soruma başka bir soru ile karşılık verdi. Neyse bu sefer makul davranmış olacağım ki, iki yıllık çok girişli bir Kanada vizem oldu.


Kanada’ya Gidiyor muyuz?


Billur ile birbirimize, iki ay boyunca nerede ise her gün bu soruyu sorduk. Ben bununla da yetinmeyip her akşam Ka’ya, Yonca’ya “Kanada’ya gitmeli miyim?” demeye devam ettim. Utanmasam konsolosluk görevlisine dâhi danışabilirdim. Biletleri miller ile alacaktık ve alma süremiz dolmak üzere iken almaya karar verdik, en kötü iptal ettirirdik. Vancouver’de kalacağımız eve rezervasyon yaptırdım. Galiba gidiyorduk. Nehir’e de bilet alınacağını acenteden öğrendiğimde; öyle öfkelendim ki, sanırım aklımdan birkaç tel koptu.

Yaptığım program yetişkin insanları bile çok zorlayacak tempoda idi. Vancouver’da tuttuğum ev, balkonsuz bir gökdelende ama “sigara içilebilir” opsiyonlu idi. Alaska’ya da gidişi gelişi ayarlamıştım ama arada altı saat kadar havaalanında beklememiz gerekecekti. Üç gün orada kalmak için 30 küsur saati havada/havaalanında geçirecektik.

Ayrıca ben kötü alışkanlıklar bütünüyüm. Sigara, içki içiyorum, gece geç yatıp, abur cubur ile besleniyorum. Sadece acayip yemekleri yemek istiyorum. Sabah bir kutu gazlı içecek, bir dolu koyu kahve karışımı bir kahvaltı ile güne başlıyorum.

Billur ondan hiç beklemeyeceğim bir performansla beni sakinleştirdi. “Nehir’in başka çocuklara benzemediği, – gerçi her anne öyle der ama!- çok uyumlu olduğu, hiç şımarıklık yapmayacağı –iyi ama ben onu iki günde öyle bir şımartırım ki, sonra hakkından gelemeyiz Billur- konulu” bir toplantı yaptık. Sonuçta öyle ya da böyle gitmeye karar verdik.

Evi değiştirip balkonlu bir ev tuttum. Alaska, benim bile gözümü korkuttuğu için çıkarttık. (Alaska’yı gelecek senelere bıraktık. Ama program hazır! –Gitmeyi düşünürseniz haberim olsun.- Zaman ve para bulunan Nisan, Ekim, Kasım aylarına denk gelmeyen ilk seferde biz gidiyoruz.)



Vancouver’da Kısa Süreli Ev Kiralama Tecrübesi:

Yaklaşık on günlük bir google araması ile mükemmel bir hizmet veren, oldukça iyi çalışan bir acente buldum. Her şey tıkır tıkır işledi. Hatta fazla iyi idi. Daha önce hiç, bir Kanadalı ile iş yapmamıştım. İtiraf ediyorum; Lori McCurdy ile ilk yazışmalarımız akabinde biraz tökezledim, açıkçası dağıldım. Her şeyi o kadar çok tekrar edip, öylesine basit bir konuyu onlarca yazışma ve imza atma törenine dönüştürdü ki; bunca evrak karmaşasında bir ara kayboldum. Ka’ya “Lori’nin yazdıklarına bir bakar mısın, neyi kaçırıyorum?” diye sorduğumda cevabı çok netti:

“Tıpkı senin gibi yapıyor.”

Bu ne eleştiri idi, ne de iltifat. Basiti daha da basite indirgemeye çalışırken çokça karmaşıklaştırmak. Bunu bir yere not ettim, düzelteceğim!

Yine de ben firmadan çok memnun kaldım. Her ne sorarsam sorayım en kısa sürede cevap verdiler. Defalarca mailleştik, onlarca kere telefonla görüştük her seferinde çok içtendiler. Gezinin Vancouver ayağında bize bir sürü tavsiye verdiler. Ancak Montreal’de olan bir şey beni çok şaşırttı. Lori bir mail yolladı ve kaldığımız evle/ firması ile ilgili bir anket doldurmamı istedi. Ben de ona anketi en kısa süre içinde dolduracağımı ancak verdikleri servisin ve yaklaşımlarının, yardımlarının ne derece hoş olduğunu anlatır bir yazı yazdım, teşekkür ettim. Lori sonrasında bana bir daha cevap vermedi! Vancouver’da ne olursa olsun, onu aramamda ısrar eder bir yardımseverlikte olan Lori, ben oradan ayrıldığım an yok oldu. Bilim kurgu romanlarındaki robotlar gibi kendini imha etti. Bu güne kadar benzeri yaklaşımlara çokça tanık oldum ama böylesini hiç yaşamamıştım. Neyse, benim kişisel şaşkınlıklarımı bir kenara bırakalım; Vancouver’da kısa süreli ev kiralamak isterseniz tavsiye ederim.-

Kanada’ya İlk Adım:

Pasaport kontrolünden sorunsuzca geçemedik! Tanıdık, tanımadık uçaktaki çoğu kişi bagaj alma bölümüne ilerlerken, bizim uçakta doldurduğumuz formlara kırmızı kalemle büyük çizgiler atıldı ve başka bir bölüme yollandık. Galiba Kanada’yı hiç göremeyecektik. Daha ben uçakta iken parti planlamıştım. Uçakta beraber seyahat ettiğimiz ve toplantı sebebi ile Vancouver’a gidecek olan diğer tanıdıkları da eklediğim Stanley Park’da gerçekleşecek olan piknik organizasyonum ne olacaktı? Gerçi davetlilerden biri Vancouver ile ilgili her şeye internetten baktığını ve Japa Dog yemek dışında yapmak istediği hiçbir şey olmadığını belirtmiş ve diğer ikisini de şimdi görsem hatırlamayacağıma emin olsam bile yine de ben toprağına adım dâhi atamadığım ülkede bir piknik hayal etmiştim.



Açıkçası onca bekleme ve soru sonrası; ne Kanada, ne tatil, hiçbir şey umurumda değildi. On saat uçmuştuk, sadece bir sigara ve iyi bir kahveye ihtiyacım vardı ve ömrüm boyunca ilk defa, "forma kırmızı çizginin" çekildiği odadaydım. Ama bizi görmeniz lazımdı. Üç kocaman, dört daha küçük bavul, torbalar, nerede kalacaksınız sorusuna “ev kiraladık” yanıtımız, turistten ziyade “hemen ülkelerine yerleşecek aile” halimiz ile kimseyi on küsur günlük bir tatile çıktığımıza inandırmamız mümkün değildi. Tatil planımız, toplantı kitapçığı, o, bu, şu… bir şekilde ülkeye girmeyi başardık. Giremese idik, o an kendimi yere atıp “Bari bir sigara içmeme izin verin!” diyecek halde idim. Sonradan gördük ki, öyle bile olsa kimse buna müsamaha göstermezdi!

Kanada’da Kim Ne Yapsın?

Uçaktan indikten yaklaşık bir saat sonra içebildiğim ilk sigara başımı öylesine döndürdü ki, kendime gelmem epey sürdü. Aslında öylesine güzel bir tatil oldu ki nerede ise geri dönene kadar aynı his devam etti.


Vancouver:


Pazar günü yapacağımız piknik yağmur ve hava şartları sebebi ile iptal oldu. Ben de yapılacaklar listemizi açtım. Vancouver’da yapılacak ilk on ile bir gün Vancouver’da kalsanız yapacağınız ilk on şey nerede ise aynı imiş demiştim Billur’a. Dolayısı ile her şeyi hemen bitirip, keyfimizce dolaşmaya karar vermiştik. Aslında bu iki listenin nerede ise aynılığı beni tedirgin de etmiyor değildi ama turist olmak böyle bir şey. Öyle çok sorgulamamak lâzım!

Ta ki ben köprüyü görene kadar…

Köprü:

Capilano Suspension Bridge’in anlatılan köprü ile hiç bilgisi yoktu. Ya da benim asma köprü anlayışımla hiç alakası yoktu demem daha doğru olacak. Benim köprü takıntım var, köprülerden geçmek bana garip bir heyecan yaşatır. Yarısına kadar gidip ilerleyemeyip geri dönmek istediğim, dönemeyip emekleyerek devam ettiğim ya da yanımda duranın elini iyini sıkıca tutmadan adım atamadığım köprüler var benim hayatımda. Ben köprü adrenalini seviyorum.

Capilano Suspension Bridge ise son derece "turistik/çocuklar için" idi. Hatta sıradan, derme çatma bir köprü bile daha ihtişamlı olabilir. Asma köprü olarak ise bambaşka bir güvenlik kalkanı ile donatılmıştı. Ömrümde ilk defa bir köprüden geçerken sıkıldım, kendimi kandırılmış hissettim! Şu kadarını söyleyebilirim: Asma olmasa bile Londra’daki Millenium Bridge'den yürüyerek geçmek daha ürkütücü, heyecan verici.



Köprü, bira alamamak, sigara içememek, buz gibi bir soğuk, kalacağımız beş gün boyunca bir tek düzgün konser olmaması –Orada olmak için tamamen yanlış zaman, ara dönemmiş. Hatta biz orada iken Rufus Wainwright konser duyurucusundan mail geldi. Biz ayrıldıktan yirmi gün kadar sonra orada konseri olacaktı.- konsolosluktaki görevlini sözleri, köprü etkinliğini tekrar düşününce listede kalan dokuzunu da aynı tecrübeyi yaşatacağına emin oldum. Vancouver yaşamak için mükemmel bir yer olabilirdi ama bir turist için yeterince iyi bir yer değildi…

Gerçi itiraf etmeliyim; sonrasında çok keyifli vakit geçirmenin yollarını bulduk. Hatta turist olma yaklaşımımı bile değiştirdim.



Kanada/Kanadalılar hakkında ileri geri konuşabilirim. Bunların hepsi kişisel yorumum ama sırf müzik tarihine katkıları ile bile muhteşemler:

Top 100 Canadian Singles

Listeye göre 1. sırada olan şarkı:

American Woman The Guess Who



Gülda

Devam Edecek...

3 yorum:

Ayşe dedi ki...

1991 yılında ailemle bir Kanada gezisi yapmıştık. Tabi yola Virginia, Usa dan çıktık Niagara, Toronto, Ottowa ve Quebec kadar gidiş. Kanada bana çok düz gelmişti heryer tarla.

Tek aklımda kalan Niagara da büyük bir tekne ile şelaleye yanaşa bildiğimiz kadar yanaşmıştık. Öyle bir an geliyorki her yanınız beyaz sis oluyor ve sesden yanınızdakiyle bile konuşamıyorsunuz çok heyecan vericiydi.

Peyman dedi ki...

Kanada'ya gitme fikri bana o kadar uzak ki. Hani bazı ülkeler vardır ya, insanı hiç çekmez, Kanada benim için ancak dünyanın geri kalan benim için en gezilesi yerlerini gezip, en sona bırakılacak bir ülke. Bir arkadaşımın kuzeni birkaç yıl önce Kanada'ya yerleşti. En son, arkadaşımla konuşurken şunu dediğini hatırlıyorum: "Bir sürü fotoğrafı var. Ama hepsi piknik yaparken, yeşilliğin içinde."

danzon dedi ki...

kanada maceralarınız belli ki, -gitmemiş olsam da- kanada'nın kendisinden daha heyecanlı; keyifle okunası.
devamını merakla bekliyorum...

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails