7 Şubat 2011 Pazartesi

AŞK TESADÜFLERİ SEVER



En son sinemaya Kasım ayında, bayram sonrası İtalya dönüşünde Emre ile Harry Potter’a gitmiştim. Onda da hem yol yorgunuydum hem uykusuzdum. Ama Emre’ye gelir gelmez seni filme götüreceğim diye söz verdiğimden gitmiştik ve filmde uyumuştum.

Uzun süre sinemaya gitmeyip de ilk gittiğimde törensel bir durum söz konusu oluyor. Sanki o gün dünyanın tüm çiçekleri sadece benim için açıyor. Sanki o gün güneş sadece benim için doğuyor. Sanki o gün canımı hiç kimse veya hiçbir şey sıkamaz. Çocukça bir neşe kaplar içimi. Galiba bu da, bizim jenerasyonun küçük şeylerden mutlu olduğunun kanıtlarından bir tanesi.

“Bazen ilk görüşte bilirsin, o insan senin kaderindir. Bazen bir ömür ararsın, bulunmaz.”

Filmin tamamını oturup anlatmayacağım burada. Çünkü vizyona gireli daha 1 hafta bile olmadı. Henüz seyretmeyen pek çok blog takipçimiz olabilir.

Öncelikle filmin ismi her ne kadar buram buram aşk da koksa, aslında filmde hayata dair çok şey bulabiliyorsunuz.

Deniz ve Özgür’ün 1977’de Ankara’da doğdukları günden itibaren birbirine teğet geçen hayatları İstanbul’da kesişir.

Konuştukça, aslında 25 yıl öncesinde temelleri atılmış bir arkadaşlığın tesadüfler zincirleriyle örülmüş geçmişi ortaya çıkar.



Tesadüflerle beslenen bir arkadaşlığın aşka dönüşmesinin yanı sıra beni en çok etkileyen, Deniz ve Özgür’ün ebeveynleri ile ilişkileri oldu.



Kendi ailemle ilişkimi, çocuğumla ilişkimi düşündüm. Bazen kendi hayat çerçevemizi netleştirmek için, içindeki resmi layıkıyla tamamlayamayışımız, çerçeveyi değersiz kılmaz mı? İçine ne koyduğumuzun önemi yokmuşçasına, asıl önemli olan çerçeveymiş gibi davranırız. İşte o noktada aslında hayatı ıskalarız.



Yılmaz Bey de Özgür’e bir bölümde şöyle der; “mesele çerçevede değil, çerçevenin içindeki resimde…”

Filmden çıktığımda kulağıma çalınan yorumlardan biri de bu kadar tesadüf olabilir miydi? Olamaz mı? Olabilir.

Aslına bakarsanız filmin senaryosu, yönetmen Ömer Faruk Sorak ve eşi genel koordinatör İpek Sorak ile, Deniz rolünde izlediğimiz Belçim Bilgin ve Özgür rolündeki Mehmet Günsür’ün yaşantılarından derlemelerle yazılmış.

Ömer Faruk Sorak ve İpek Sorak da bir röportajlarında kendilerinin doğumunu aynı doktorun gerçekleştirdiğini, Ankara’da arkadaşlarıyla aynı mekânlarda buluştuklarını söylemişler. Yani onların da hayatlarında sonradan keşfettikleri pek çok tesadüf vardı.

Deniz’in filmde yıllar sonra kavuştuğu Hazine Kutusu, Belçim Bilgin’in bir küçüklük anısıymış.



Özgür’ün gençlik yıllarında müzikle olan ilişkisi ise, Mehmet Günsür’ün müziğe olan düşkünlüğünden esinlenilerek senaryoya eklenmiş.

Filmde 70’ler, 80’ler, 90’lar ve en nihayetinde 2000’li yıllardan kesitlerle, o dönemlerin toplumsal alışkanlıkları, giyim ve dekorasyon öğeleri filmin fonunu oluşturmuş.

Eve gelir gelmez kendimi YouTube karşısına atıp, filmin müziklerini teker teker dinledim.



Sonu ise benim için gerçekten çok çarpıcıydı. Daha fazla yorum yapmak isterdim ama konuşmayı uygun bulmuyorum. Kitap kulübünde okuduğumuz bir kitap üzerine Ayşen’in yaptığı sunumda araştırdığımız konu karşıma çıktı. Ve aslında sunum gecelerimizin bize ne kadar çok şey kattığını bir kez daha ispatlamış oldu.



Mehmet Günsür'ü zaten beğenirdim. Oyunculuğunu da...Rolünün hakkını vererek oynadığını düşünmüşümdür hep.

Belçin Bilgin'i ise sadece TV'de birkaç bölümüne denk geldiğim dizide seyretmiştim. Deniz rolüne yakıştığını düşünüyorum.

Filmde rol alan Altan Erkekli, Ayda Aksel ve Şebnem Sönmez de zaten performanslarına hayran olduğum sanatçılardır. Varlıkları, filmin tadını bir kat daha arttırmış.

Filmi görmenizi, tesadüflerin sizin hayatınızdaki yerini tartmanızı, kendinizi, ailenizle ilişkilerinizi sorgulamanızı, hayat çerçevenizi, dahası içindeki resminizi en mükemmel şekilde tamamlamaya çalışmanızı, aşka değer vermenizi tavsiye ediyorum. Ve tabii en önemlisi hayatı ıskalamamanızı…

Peyman

6 yorum:

Gulda dedi ki...

Günaydın Peyman’cığım,

Film festivalini saymazsam sanırım benim sinemada en son izlediğim film “sıkı dur” Sherlock Holmes idi. Bir türlü sinemaya gitmek içimden gelmiyor. En iyisi kalkıp bu filme giderek bu halimi kırayım.

“Ayşen’in yaptığı sunumda araştırdığımız konu” derken yoksa yoksa! O yüzden mi herkes bu kadar tesadüf fazla diyor.

Bu arada Şebnem Ferah’ın şarkısı da çok güzelmiş.

Hoşça kal,

Peyman dedi ki...

Gülda'cığım,

Belki de sen evde, rahat koltuğunda kâh 20 dakika süresiz izleyip, kâh 10 dakika evin içinde bacaklarını açmak için yapacağın iki tur ile filmlerini seyretmekten keyif alıyor olabilirsin ki bu halin bile benim evde de film seyredememden kat be kat daha iyidir :)

Aslında Ayşen'in hangi sunumu olduğunu belirtmemem de bir manâ içeriyor. Film hakkında ne kadar az tiyo o kadar merak getirir diye düşündüm.

Filmde TNK'nın güzel parçalarının yanısıra Teoman ve Demir Demirkan'ın da severek dinleyeceğiniz parçaları var.

Bu arada film çekilirken de ilginç tesadüfler olmuş. Meselâ film için TNK'nın parçalarını kullanalım demişler, ancak bir türlü TNK'ya ulaşamıyorlarmış. Pasaj müziğe yapılan ziyarette "eee elinizde şu anda hangi sanatçılar var?" gibisinden bir sorunun arkasından gelen cevap ise şaşırtıcıymış; TNK.

Sevgiler,

billur dedi ki...

Sevgili Peyman;

Ben de gideyim bakayım bu filme diyorum. Zaten Gülda ile aldığımız yeni yıl kararlarından biri de bu yıl daha çok filmi sinemaya giderek izlemek...

Değil mi GÜLD?

Benim bu ara algımın kapıları sımsıkı kapalı Ayşen'in sunumu yoksa ...yoksa... Aman Allahım durumu da nedir? Ben anlamadım...İki kitap okudum aklımı yitirdim!
Sevgiler
Billur

Peyman dedi ki...

Billur'cum,

Filme gideceksiniz madem, söylemiycem hangi sunumu olduğunu. Beklentiyle veya fazlasını bilerek gitmeyin isterim filme.

Aklını başından alan bu iki kitap hangisiymiş, merak ettim doğrusu :)

Sevgiler,

Gulda dedi ki...

Peyman’cığım,

Film izlemek istersen bize gel. Gerçi benimle bir filmi izlemek nerede ise üç saat kadar sürüyor ama :) Sen geldiğinde daha makul davranırım söz.

Açıkçası, sinema salonlarından, başında ortasında gösterilen n tane reklamdan, çamurlu popcorn’ lardan, onları haşır huşur yiyenlerden, filmin orta yerinde görüntünün kopmasından/durmasından, sigara içebilmek için arada giyinip kuşanıp dışarılara çıkmaktan, arada giren çıkanlardan, cep telefonu ile konuşanlardan, elle tutulur/izlemek istediğim filmlerin zamanında vizyona girmemesinden/hatta hiç gösterilmemesinden çok yoruldum.

Ama bunca şikâyet, beni aynı zamanda en sevdiğim uğraşlarımdan biri olan film izlemekten alı koymasından ayrıca üzüntü duyuyorum. En azından ayda bir ya da iki kere tüm bu olumsuzluklara katlanabilmeliyiz.

Dolayısı ile evet Billur’um… Yeni yıl kararlarımıza uymalıyız. Bu günlerde zor ama gelecek hafta mutlaka başlamalıyız. Bu filme bir sinema salonunda gitmeliyiz. Sonrasında uzun uzun sölenecek olsak dahi...

belkis dedi ki...

selam kızlar
kanyon,astoria ve akmerkezdeki tüm sinemalarda sadece perde sırasında ki yerlerin boş oldugunu öğrenip, ümitsizce uygun koltuguolan sinema ararken etiler de ki hillside uygun gözuktu ve dakika farkıyla sinemaya vardık....salonu bizim için açtılar ve film boyunca home theatre gibi seyrettik, bağdaş kurup, rustunun paltosunu battaniye yaparak izledik....gerçek karekterler olması, abartısız ve son derece güncel mekanlarda geçmesi... hayata dair bukle bukle acılar, mutsuzluklar ama bir o kadar da ümit verici heyecanlar....ben tesaduflere inanırım...hepsine ve herşeyin bir sebebi olduguna...kaderin cilvesi midir, evrene yolladıgınla ve bumerang gibi geri gelmesiylemidir bilmyorum ama çerçevenin içine konulan resime de çok inanırım...
çerçeveye uyan değil, yaşamayı istediğiniz resmi koyun ve yaşayın derim...itiraf etmem gerekiyor ki çok ağladım ama bisikleti ve gitarla son sahnede en son yürekler ölürü hatırladım...neden birinin mutlulugu için diğerinin hüznü gerekiyor bilmiyorum ama dolu dolu yaşanmış heran kendime vereceğimiz en büyük hediyedir...bize başkası bunu veremez, biz seçeriz

iyi ki doğdun billur

sevgiler
belkis

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails