19 Kasım 2010 Cuma

Kasabanın En Hüzünlü Filintası

Emrah Serbes - Erken Kaybedenler

Bu sene kitap fuarı çok hareketli idi. Bu hareketliliği de en yakın şekli ile twitter aracılığı ile takip edebildim. "Zaten aklı başında olan kaç kişi o mesafedeki bir kitap fuarına iki hafta süresince –çok yakınında oturmuyorsa- birden fazla gidebilir? Kim çoksatancılar, ulusalcılar ve muhafazakârlar kutuplaşmasının arasında çekiştirilirken; yeni, farklı kitaplar bulabilir? Sevdiği bir yazarla iki üç satır konuşup, sürüler halinde dolaşan küçük çocukları ezmeden ya da sinirlenmeden günü sakince bitirebilir" hiç bilemiyorum. Hangi akla hizmetle her yıl neden gittiğimin cevabı ise; yaşananları unutuyorum ve neyi kaçırıyorum merakı ile tekrar aynı tuzağın içine düşüyorum sanırım. Bu sene bir de yazarlar tweetlerinde; “Şu gün şu saatte, şu saatte kitaplarımı imzalayacağım, gelin” benzeri cümleler kurunca yine gitmek kaçınılmaz oldu.



Emrah Serbes’de kitapları imzalayacağı gün ve saati belirtir bir tweet yazmıştı:

“Kitap fuarındaki imza günüm (pazar 13-14 arası) sadece genç kızların katılımına açıktır, araya apaçi girerse kalemi yer baştan diyim.”

Bu tweet’i Tuna Kiremitçi atsa, ona olan hoşgörüsüzlüğüm daha da artardı. Yekta Kopan’dan gelse; “biri onun twitter hesabını ele geçirmiş komplo kuruyor” diye düşünürdüm. Ama tweet Emrah Serbes’den gelince beni çok güldürdü. Erken Kaybedenler’in her hangi bir öyküsündeki kahramanın ağzından çıkabilecek türde bir cümle ile öyküleri tekrar okumamı sağladı.



Gerçi öyküleri tekrar okuduktan sonra; pazar günü belirtilen saatte oraya gidip, tüm kitaplarını yüzüne fırlatıp:

“Hani Nilüfer gibi aklı bir karış havada kızlar laftan anlamazlardı. Hatta bu berbat dünya hakkında o kadar az şey biliyorlardı ki, ürküp kendini yanlarında iken on yaşındaki bir çocuğu baştan çıkarmaya çalışan bir sapık gibi hissediyordun!” (Zannettiğin Gibi Değil - Erken Kaybedenler)

Ya 36 yaşındaki kadın imza istese ne olacak? “O genç kız şaşkınlığını da, büyüdüm ama çocuksu ruhumu koruyorum saçmalıklarını da atalı hayli zaman olmuş, çiçekli elbisesi rüzgârda açılan kadın!” (Kimi Sevsem Çıkmazı – Erken Kaybedenler) demek de vardı ama “olayları küçültmeden ya da büyütmeden, oldukları gibi kabul ederek yaşamak gerektiğini” (Anneannemin Son Ölümü - Erken Kaybedenler) düşündüm. Aslında:

“Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle bir küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.” (Anneannemin Son Ölümü - Erken Kaybedenler) idi Türkçesi.

Sonuçta, kalabalığın daha az olacağını düşündüğümüz bir günde Kitap Fuarına gittik, çok keyif aldım, yüklendik kitaplarımızı döndük. Hiç bir yazara kitap imzalatmadık. İstersek fuarın kafesinde bira bile içebilirdik. Ancak ne mümkün; 40 km araba kullanmak vardı dönüş yolunda… İtiraf diyorum: Emrah Serbes’in kitaplarını da tekrar satın aldım.

Ben Emrah Serbes’i Afili Filintalar’da yazdığı maddeleri ile takip ediyordum. Kitaplarını almış ama daha okumamıştım. Sevgili Danzon’un “Belki de Bir Kederi Sahiden Anlamak İçin Ondaki Komik Yönleri Bulmak Lazım Önce." yazısını okuduktan sonra, bir çırpıda Erken Kaybedenleri okudum. Behzat Ç. ile bilerek ve isteyerek Son Hafriyat ile tanışmayı tercih ettim ve en sona Her Temas İz Bırakır’ı bıraktım.

Afili Filintalar’a çok az madde eklediği ve twitter’da da çok az yorum yazdığı için açıkçası ona biraz gıcık oluyorum. İki roman, bir öykü kitabı ve 71 madde ile beklemekten başka çarem yok. Zaten Mehmet Eroğlu’da Fay Kırığı II’yi hâlâ bitiremedi...

“Kafam bozuk biraz, kusura bakmayın!”

Bir de Emrah Serbes’in hiç mutlu –en azından bu kadar da acıtmadan biten- biten bir hikâyesi yok ya. Ona da ayrıca kızıyorum! Ona bağıra çağıra:

“Beni hayal dünyasına sürüklemene gerek yok ama bu kadar da gerçeği yüzüme vurmasan da olur. Bu öykü! Bu roman!” demek istiyorum:

Ne de olsa ben; “ilk kale nöbetini alacak kadar iyi yürekli kız” idim. (Denizin Çağrısı – Erken Kaybedenler)

Şimdi imza kuyruğuna girmeye yaşım tutmuyor. Ayrıca onun sürekli bahsettiği , “reis, cCc…cCc, amk” gibi tabirler de kafamda çok oturmuyor. "Diyim" de nedir ***? (*** okkalı bir küfür aslında) demek istiyorum. Ama “*** sen Borges’misin ki senin için kuyruğa gireyim” diyecek kadar da pişkinleşmişim.

“Senin vicdanın kalbin Allah’ın kitabın yok mu lan it!” (Son Hafriyat sy.288) diyorum! Neden gencecik insanları öldürüyorsun romanlarında? Neden sessiz soluksuz bırakıyorsun babaları? Gencecik, masum insanların zaten gün be gün telef olmaları yetmedi mi? Bir de sen öldür onları. Aferin sana! Kendimi çok kötü hissetmeme sebep oluyorsun, yazdığın maddelerin her biri beni daha da yaralıyor.

Aflil Filintalar’da madde üzerine madde sıralıyorsun:

Madde 52: Genel Plan: Birbirimize ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Zalimliğin başladığı yer burası, hoşgörünün başladığı yer de. Ama bunu sözcüklerle anlatmanın imkânı yok. Bir saat kadar Noir désir dinlemek lazım.”

-Bayım, “Bir saat kadar Noir désir dinlemek" hiçbir işe yaramıyor.

İşte beni bu kadar nefessiz soluksuz bıraktığın için de neden bu yazıyı yazdığıma bile gelemedim. Aslında ben Behzat Ç. ile ilgili yazmak için yola koyulmuştum. Dün akşam diziyi -8. bölümmüş- bile izlemeyi göze almıştım hâlbuki. Gerçi bitiremedim, çok uzun sürdü. Bir de reklamlarda sürekli bir sonraki bölümde “Berna’nın” ne yapacağına ilişkin bilgiler vardı, dayanamadım, sızmışım.

Bir de Emrah Serbes, üçüncü Bezhat Ç. Bir AnKara Polisiyesi’ni de yazmaya karar vermiş. Onu da eminim hepimiz okuyacağız. Ama birileri ölecekse bu sefer Aybars ölsün, Bahattin ölsün, olmadı Tahsin ölsün, sapık doçent ölsün, yüzümüz gülsün.–Ölümle mutlu olacak hâle mi geldik?

—Sahi ne yapıyoruz biz?

Ben, Gırgır Dergisi ile büyüdüm. Her hafta hevesle Gırgır Dergisinin çıktığı yeni sayıyı bekler, dergiyi okuma sırası bana geldiğinde; satır satır, tamamını okur ve çok gülerdim. Sadece gülmezdim, çok da canım acırdı. Çünkü nerede ise tümünü hafızama kaydettiğim o çizgi ve yazılarda; yaşananların resmi duruyor olurdu. Bizi bu acılardan kurtarabilecek; Yüzbaşı Tommiks, Kaptan Swing, Çelik Bilek hatta Konyakçı bile yoktu. Sadece Red Kit sever Özal vardı, o da dergiyi kapattırmıştı. -Özal’ı da şimdi sadece o balerin haliyle resmedildiği şekli ile hatırlıyorum o ayrı.- Kapandığı süre boyunca; eski sayıları tekrar tekrar okuduk. Durumun vahametini de derginin fiyatında beliren Özal kafalarından iyice anlıyorduk. İnsanların işkence gördüklerini de, aç kaldıklarını da ve nedeni anlaşılamaz bir şekilde kaybolduklarını da tanıklık ediyordu Gırgır her hafta…

Erken Kaybedenler, içinde yer alan sekiz öyküsü ile eskinin Gırgır’ı tadında. Güldürüyor, midenize kocaman kocaman yumruklar atıyor ve canınızı çok yakıyor. Tıpkı Gırgır gibi; içindeki her bir kare; her yeni okunuşta, resmin içinde gözden kaçan başka bir resim/ayrıntı ile öyküyü yeniden yaratıyor. Emrah Serbes öykülerinde, kasırganın resmini çiziyor.

Komşuyu terörist belleyip öldürme planı yapan “Özbeöz Türk ve şanlı milletinin milliyetçisi” çocuğun “sözde teröristlerle” arkadaş olup, üstüne üstlük onlarla eylem yaparken polisin sıktığı biber gazına itirazını kim bir daha unutabilir?

-Öne çıktım, “Göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok,” dedim. “Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar.”- (Üst Kattaki Terörist – Erken Kaybedenler)

Emrah Serbes’i okuyun, pişman olmayacaksınız. Onun kitapları ile dolu dolu bir serüvene çıkacağınıza eminim. Pişman olursanız da seneye gidin kitap fuarına… Fırlatın kitaplarını onun yüzüne; “Hey Hüzünlü Filinta, bizi çok yaralıyorsun/kırdın…” deyin. Ben yapamadım, siz yapın!

Hatta kampanya başlatalım: “Gerçekleri kimsenin yüzüne vuramıyoruz, öcümüzü Emrah Serbes’den alalım.” diyelim. O da bu kentsel dönüşüm çarkında sadece kötü/kötü-leri öldürsün romanlarında. İsterseniz bununla da yetinmeyelim: Behzat Ç. “içkiyi sigarayı bıraksın” kampanyası yapalım: Onu sağlıklı yaşam kampına yollayalım, bir hafta maydanoz suyu içsin, arınsın. Kendimize benzemeyenden nefret ettiğimiz için onu da kendimize benzetelim. Tüm öfkesini Tai-Chi yaparak çıkartsın…Böylece, üstünü sıvalayalım tüm geçmişin, masum(!) bir tarih yazalım yeniden…

Dedim ya kafam bozuk, sıkıldım, yoruldum...

Gülda

10 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

"Erken Kaybedenler"i okuyup benim kadar seven birini bulduğum için çok sevindim. Ben Emrah Serbes'i sırf Ankara'da geçen bir polisiye yazdığı için okumaya başlamıştım "Her Temas iz Bırakır" ile. Komiserin kızının trajik ölümüyle serseme dönüp 2.kitaba geçtiğimde ise çoktan hayranı olmuştum bile. "Erken Kaybedenler" ise zirve yaptı.
Ha, "Fay Kırığı 2" nin yazılmasını ben de çok istiyorum. Mehmet Eroğlu'na alkışlı propoganda mı yapsak ki:)
Ve sevgiler yolluyorum...

Gulda dedi ki...

Sevgili Leylak Dalı,

Sesinizi duymak ne hoş…

Erken Kaybedenler’de son dönemde okuduğum en yeni, güzel öyküler vardı. Emrah Serbes, kitabın arkasında “Beni erkek çocuk hikâyeleri yazmaya teşvik eden Levent Cantek’e teşekkür ederim.” yazmış. Gerçekten teşekkürler Levent Cantek.

Alkışlı propaganda fikrinizi çok sevdim. Ama ya sonra Behzat Ç.’ye yakalanırsak:)

Bir aksilik olmazsa; Fay Kırığı 2 2010 sonu ya da 2011 başında Rojin ise 2013’de okuyabileceğiz sanırım. http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1238933425&year=2009&month=04&day=05

Sevgilerimle,

Gülda

Leylak Dalı dedi ki...

Sevgili Gülda,
Levent Cantek'in kızkardeşimin eşi olduğunu biliyor musunuz:)

Gulda dedi ki...

Bilmiyordum ama teşekkürümü ilk elden iletmenizi rica ederim. Ve bloğunun, yazılarının hayranlıkla takipçisi olduğumuzu da söylerseniz çok makbule geçer.

Sizin çekmecenizde ne çok şey var. Cahide Birgül ile arkadaşlık, Onur Caymaz, Nazlı Eray, şimdi Levent Cantek… Her seferinde beni oldukça şaşırtıyorsunuz.

danzon dedi ki...

emrah serbes'in acıttığı canınız/canlarımız, "ıssızlığın ortası" gibi benzersiz bir romanı türk edebiyatına kazandırmış mehmet eroğlu'dan okuduklarımızla talimli değil mi!

seviye notu:
behzat ç.'nin üçüncü ve son macerasında, ancak bizzat behzat ç. ölürse ilk ikisindeki kadar acır canım.

Gulda dedi ki...

Kesinlikle talimli. Bilhassa bebeklerden katil yaratanlar sayesinde de hiç bitmeyecekmiş bir kursta gibi...

Açıkçası 3. romanda Behzat Ç. ölürse o kadar şaşırmam. Zaten o da Ayhan’ın (Issızlığın Ortasında) değimi ile Geç Kalmış Bir Ölü. Hatta her an kafasına silahı dayamaya hazır görünüyor. Ya ölecek ya da öldürecek…

gülçin dedi ki...

sevgili Gülda,
yazını severek, eğlenerek okudum. Emrah Serbes'i uzun zamandır takip etmekteyim, kendisini facebook sayfasından "hani yeni kitap hıı?" diye taciz etmişliğim bile vardır :) ne yazsa okurum ben, karışmıyorum kendisine.
yazında bazı yerlerde erhan olmuş adı, onu bir diyeyim dedim.
sevgiler.

Gulda dedi ki...

Gülçin Hanım, kem, küm...

İtiraf ediyorum ben Emrah Serbes’e sürekli Erhan Serbes diyorum ve göya o kadar dikkat etmeme rağmen yine Erhan demeye devam etmişim. Bilgi verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Gerekli düzeltmeleri yaptım.

Ayrıca, Behzat Ç.’ye de Behçet Ç. Diyorum. Şevket ya Behçet tınısından olsa gerek.

Sevgilerimle,

Leylak Dalı dedi ki...

Çok ilginç, ben de Behçet K. diyor ve sürekli düzeltiliyorum hane halkı tarafından, halbuki en iyi izleyecisi benim:))

billur dedi ki...

Sevgili Gülda;

Yazın gerçekten çok hoş olmuş.Kitabı kah hakhaha kah boğazımda bir yumru ile okuduğum oldu. Ama senin fuara gidip Emrah Serbes'e dayılanacağın bir gün olursa ben de gelmek istiyorum. VE DEMEK İSTİYORUM Kİ "O kazan dairesindeki kızın başına gelenlere ben hep maruz kaldım. İstersen bir de küçük bir kızın gözünden sana bir hikaye anlatayım!"

Çok güzel tespitleri vardı Emrah Serbes'in ve çok dokunaklıydı. Sana ayrıca dediğim gibi ben bir iki ay "erken kaybeden" havasında gezeceğim ve konuşacağım...
Sevgiler
Billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails