Oysa çok iyi biliyorum ki Like Minds ve Remembering Bud Powell albümlerim kesinlikle vardı zira yurtdışından almıştım yıllar önce. Bir de kasetim olacaktı: 1987 tarihli Compact Jazz-Chick Korea ve Blue Note kaseti...
Sadece manasız bir albüm buldum,COREA/HANCOCK/JARRETT/TYNER adlı albüm. Aslında çok iyi bir albümdür, kızgınlığımdan bu densizliğim. Neyse, konser öncesinde doğru dürüst bir Chick Korea dinleyemeden Gülda ile buluştuk. Ender’i Dünya Kupası maçlarına kaptırmış olduğumuzdan sadece ikimizdik. İlk söylediğim şey: “Benim Chick Corea albümlerimi biri çalmış” oldu. Gülda :” O kadar albüm varken kimse onları çalmaz” dedi. Hala kimin çalmış olabileceğini düşünüyorum.
Konser mekânı Açık Hava Sahnesi’nde yerimizi aldığımızda Gülda ile ikimiz de aynı şeyi hissediyorduk: Festival şimdi başlamıştı işte. Sahnedeki dekoru yer bulma telaşından oturana kadar pek görmemiştim. İlk defa bir dekora şahit oluyordum. Mavi bir sahne ışığı altında solda kumlar üzerinde büyük bir deniz kabuğu, sağ tarafta ise kıyıya vurmuş bir kayık bulunuyordu. Arka fonda bir teras ve tanıyamadığım bir şehirden binalar kesiti.
Deniz ve onunla ilgili her şey bana her zaman özgürlüğü çağrıştırır, yüzerken ruhum suyun içinde erir, o derin sessizliğe gömülür gider. Bu nedenle de daha baştan itibaren uzaktan bir dalga sesinin bana bu konserin çok güzel geçeceğini fısıldadığını duyar gibi oldum. Gülda su ve benzeri ihtiyaçlarımızı temin ettikten sonra yerlerimize yerleştik ve arkamızı dönüp baktığımızda Açık Hava’nın dolu olduğunu gördük. Işıklar söndü ve Chick Korea önderliğinde Freedom Band yerlerini aldı.
Chick Korea’yı anlatmanın yersiz olduğunu düşünüyorum. Her dönemini –özellikle bazı füzyon çalışmaları- sevmesem de caz tarihinde yeri doldurulamayacak işlere imza atmış en önemli caz piyanistlerinden biri. 1996 yılında katıldığı 3. Uluslararası İstanbul Caz Festivali’ndeki konseri hariç her ne zaman festivale konuk olsa Chick Korea’yı dinlemeye gittim ve halen de gidiyorum.
Kenny Garrett ile ilk ciddi tanışmam Miles Davis’in Amandla adlı albümünde adını görmem ile başlar. Daha sonra Miles &Quincy (ben Quincy Jones’a hayranımdır) Live at Montreux adlı bir albümde denk geldim. Ancak kendisini kanlı canlı ilk izleyişim 6. Uluslararası İstanbul Caz Festivali’nde olmuştur ki kendisine olan hayranlığım o gün bugün devam etmektedir.
Açık söylemek gerekirse Christian McBride ile ilk defa bu konserde tanıştım ve kendimden utandım. Son zamanlarda ne kadar aklı havada bir dinleyici olduğum şuradan belli! Kendisinin liderlik yaptığı 8 albümün yanı sıra bende mevcut bulunan pek çok albümde yer almasına rağmen avare avare albümlere dikkat etmemişim ki bunlar arasında: Diana Krall albümleri, David Sanborn albümleri, Chick Corea’nın Bud Powell albümü ve Chris Botti var.
Ayrıca kendisi Chick Corea’nın önderlik ettiği Five Peace Band bünyesinde de yer almış. Sanırım Kenny Garrett, Chick Corea, John Mclaughlin adlarına odaklanıp hiç oralı olmamışım ki eskiden böyle değildim.
ROY HAYNES, ROY HAYNES ve İLLE DE ROY HAYNES. Beni konserde sanırım en fazla etkileyen kişi oldu. Sahnede herkes yerini aldığında önce Roy Haynes yok sandım, insan 85 yaş deyince, bir şartlandırmayla biraz da olsa kırık dökük birini bekliyor. Gülda’ya dönüp “Bu adam sence 85 yaşında mı?” dediğimi hatırlıyorum. Enerjisi, coşkusu, muzipliği ve sanki oyuncak ile oynarmışçasına, ben de elime bagetleri alsam aynı ritmi tuttururabilirmişim edası ile çalması inanılmazdı.
Kendisi yıkılmayacak bir çınar olduğunu kanıtladı. Onun Charlie Parker ve Lester Young gibi hayran olduğum müzisyenlerle çalmış ve 5 yıla yayılan bir süre boyunca Sarah Vaughan ile turneye çıkmış olmasını düşündükçe, tüylerim ürperdi. Neredeyse caz tarihinin önemli bir kısmında tüm değişikliklere, yeniliklere ve oluşumlara şahitlik etmiş ve hala sahnede ve hala capcanlı bir müzisyen.
Chick Corea Detroit News’a verdiği demeçte Roy Haynes için “Roy bebop döneminin başlangıcına bağlı. Bu, müziğin beni ilgilendiren ilk lisanı. Bu nedenle, tanıştığımızda zaten aynı dili konuştuk” diyor.
Roy Haynes - Chick Corea
Yükleyen MilousedeBastia. - Diğer müzik videolarına göz atın.
Bu arada Chick Corea aslında bir piyanist olmasına rağmen davulla da ayrı bir yakınlığı ve bağlılığı bulunuyor.Zira kendisinin 1964 ila 1966 arasında New York’ta olduğu dönemde çaldığı piyanoların çok kötü olması nedeni ile New York’ta davulcu olarak etrafta dolandığını ancak Stan Gtez ile bir gecelik bir piyano çalmasının ardından bu kariyerinin sonlandığını ancak davulun da piyano kadar bir tutku olduğunu ve evindeki stüdyosunda bir davulu bulunduğunu ifade ediyor, Vancouver Sun’dan Marke Andrews ile yaptığı söyleşide.
Konserin en güzel ve en eğlenceli anı -sanırım benle herkes aynı fikirdedir-; Roy Haynes’in yerinden kalkıp elindeki bagetlerle ritim tutarak Corea’nın yanına gitmesi bu arada Mcbride’ın Haynes’in elinden bageti kapıp davula vurmaya başlaması ve bunun ardından Corea ve Garrett’in kalkıp davulun başına toplanarak alkışlarımız eşliğinde tek bir davula yoğunlaşarak çalmaya başlamalarıydı.
Aslında bu güzelliklerin tadına varmam zaman zaman sekteye uğramadı değil zira konser boyunca arkamda DURMADAN KONUŞAN (abartmıyorum) kadın suretindeki İKİ VARLIK sayesinde zaman zaman konsantrasyon eksikliği çektim. Bu sürekli konuşan, fokurdayan dinleyici tiplemelerinin benim sağımda, solumda, önümde ve arkamda olmasını bana birilerinin ah etmiş olmasına bağlıyorum artık. Bir ara “elimdeki suyu üzerlerine dökeyim mi Gülda?” diye sordum ama 10 dakika kendime telkinde bulunarak vazgeçtim.
Ki bu vazgeçişi Chick Corea Freedom Band'in konser boyunca çaldıkları The Night Has a Thousand Eyes,Psalm, Monk's Dream, Darn That Dream, Blue Hawk , Steps adlı eserlerin benim ruhumu özgürleştirmesine ve sakileştirmesine borçluyum diye düşünüyorum.
Chick Corea Freedom Band EPK from CoreaCrew on Vimeo.
Sevgiler
Billur
1 yorum:
Piyanoyu bu kadar hızlı ve farklı bir şekilde çalan başka biri var mı bilemiyorum. Mükemmeldi. Seneye yine gelsinler.
Yorum Gönder