19 Ocak 2010 Salı

NAZIM HİKMET’TEN AVATAR’A, LATİN CAZDAN KLASİĞE

Geçtiğimiz hafta sonunu sanatın dalları arasında keyifli yolculuklarla geçirdik.

Hani bazen programlar kendiliğinden önünüze gelir, sizin çok çaba sarf etmenize gerek kalmaz. İşte benim hafta sonum da aynen bu yöntemle dolu dolu geçti.

Beşiktaş Belediyesi’nin ücretsiz sanat etkinlikleri olur her ay. Ben daha önce birkaç tiyatro etkinliğine gidebilmiştim. Bir de hemen hemen her ay Ustalara Saygı gecesi düzenlenir. Melih Kibar’dan, Çiğdem Talu’ya, Ülkü Erakalın’dan Haldun Taner’e kadar sanat için yaşamış ustalarımızın eserleriyle bizleri buluşturur.

Cuma akşamı ise 108. doğum yıldönümü sebebiyle Nazım Hikmet anıldı.



Dönemin sanatçılarının, sanat olaylarının kahvehanelerde konuşulması, tartışılması canlandırılarak samimi bir ortamda Nazım Hikmet’in şiirleri resim sanatçısı Serdar Samancıoğlu tarafından seslendirildi.

Geceyi tiyatro sanatçıları İsmail Can Törtop ve Gılman Kahyaoğlu Peremeci sundu.
Memleket meselelerinden, insanlık hallerine, hapisteyken Piraye’ye duyduğu özleme kadar pek çok farklı konu eserlerinde mısraları oluşturmuş ve şiirde serbest nazımı uygulayan ilk Türk şairi olmuştur.

En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...


Şiirlerinden birini oğlu Memet'in bir gemiye binmesi ile sonlandırmış. Ve o şiirleri yazdığı günlerde gerçekten de Piraye oğlunu bir gemiye bindirip yolculuğa uğurluyormuş. Bu da Nazım ile Piraye arasındaki duygusal bağın ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor.

Eserleri pek çok ödül kazanmış, ünü Türkiye sınırlarını aşmış 1902 Selanik doğumlu Nazım Hikmet, 1963 yılında Moskova’da bir kalp krizi sonrasında hayata veda ettiğinde Pablo Neruda’dan Jean Paul Sartre’a, Abidin Dino’dan Louis Aragon’a kadar sanat camiasından pek çok ünlü kendisi için güzel sözler söylemişlerdir.

Hani derler ya insan elindekinin değerini kaybedince anlar. İşte bizler için de sahip olduğumuz bu kadar değerli bir sanatçıyı sadece uzaktan takip etmek gerçekten büyük kayıp.

Nazım Hikmet 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkartılmış. Ve ancak 2009 yılının Ocak ayında çıkan Bakanlar Kurulu’nun kararınca yeniden Türk Vatandaşlığına kabul edilmiş. Sizce bu ne kadar adil? Bana, hayat sigortamız sayesinde biz öldükten sonra varislerimize kalacak, muhtemelen onların ne yapacaklarını bilemeyecekleri, belki bilenler de vardır, böyle bir durumda ben ne yapardım hiç düşünmedim. Çünkü sevdiklerinden ölümle ayrılmak zorunda kalan bir kişinin vefatından sonra ailesine kalan paranın, aslında ne kadar anlamını yitirmiş olacağı duygusuyla eş değer geliyor bana.

Nazım Hikmet’in şiirlerindeki konuşma dili, Piraye’ye sevdasını anlatışındaki içtenlik Serdar Samancıoğlu’nun yorumlarında birebir hissediliyordu.



Serdar Samancıoğlu Tarsus’ta doğmuş. Doğa ve insan konulu yöresel resimler yapan ressam, bir yılı aşkın bir süre Paris’te yaşamış. İstanbul’a dönüşünde şehrin kültürel miraslarını tuvallerine aktaran Samancıoğlu 1985 yılı itibariyle birçok kere Güzel Sanatlar Birliği’nde yönetim kurulunda yer almış.



Türkiye Komunist Partisi üyesi olan Nazım Hikmet’in şiirleri 1938 yılında cezaevine girmesiyle yasaklanmış ve ancak ölümünden 2 yıl sonra tekrar ortaya çıkmıştır.



Ayrı ayrı toplam 11 davadan yargılanmış, Türkiye’de yaşadığı yılların çoğunu cezaevinde geçirmiştir. 1938 yılında girdiği cezaevinden af ile çıkan Nazım Hikmet öldürüleceği endişesi ile 1950 yılında Rusya’ya gitmiş, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra Polonya vatandaşlığına geçerek büyük dedesi Mahmut Celaleddin Paşa’nın (Konstantin Borzecki) soyadı olan Borzecki soyadını almıştır. Novo-Deviçye Mezarlığında gömülü olan Nazım Hikmet’in naşının Türkiye getirilme konusunun yeğenleri tarafından olumlu karşılanmadığı söylenmektedir.

Şiir dinletisi, müzisyen Cenk Erdoğan, Nedret Ural, Mehmet Yaşar Yılmaz’ın enstrümanlarının eşliğinde Serdar Samancıoğlu’nun yorumuyla ve Gizem Ural’ın kadife sesiyle yorumladığı eserlerle zengin bir içeriğe kavuşmuştu.

Cumartesi sabahı sonunda Avatar’a gidebildim. Emre’yi götürüp götürmemek konusunda üzerinde epey düşündükten ve filmi gören arkadaşlarımın yorumlarını dinledikten sonra götürmeye karar verdim.



İtiraf ediyorum ilk 3D tecrübemdi. Na’vi ırkıyla Pandora’nın zümrüt ormanlarında sırtımda ok ve yayımla koştum, ulu ağaç evin dallarında uçarcasına dolaştım.

Eywa Ağacı’nın parlak dallarının arasında geçmişin seslerini dinledim.



Titanic filminin Oscar ödüllü yönetmeni James Cameron’ın 12 yıllık çalışması sonucu ortaya çıkan Avatar tam bir görsel şölen. Teknolojinin harika buluşları ile görselliği daha da vurgulanan film için daha önce yazılan bir kitaptan alıntı olduğu hakkında söylentiler var. Şayet alıntı ise James Cameron bu filmle uğraşmak için 12 yıl gibi uzun bir zamanını sanırım boşa harcamış oluyor...

Bu arada içerdiği savaş görüntüleri benim gibi çocuğunu götürüp götürmemek konusunda kararsız olan ebeveynler için engel teşkil etmesin. Filmdeki savaş görüntüleri seyrettikleri çizgi filmlerde de zaten var.

Üstelik de doğanın aslında katledilmemesi gereken, aksine özenle korunması gereken bir zenginlik olduğunu ama ne yazık ki “ insanın girdiği her yerde doğanın yok edildiğini” vurgulayan bir film olarak çok da beğendim.

Pazar sabahı Kanyon Alışveriş Merkezi’nde geleneksel hale gelen Caz Havası’na gittik. Kerem Görsev bu defa Latin müziğinin usta yorumcusu Ayhan Sicimoğlu ile sahne almıştı.



Hava buz gibiydi. Müzisyenler başlarında şapka, ellerinde yarım parmak eldivenlerle tam 2 saat boyunca çaldılar.



Şarap, sıcak çorba, çay ve kahve ikram edilen konserde 50’li ve 60’lı yılların parçaları rumba, bolero, salsa ritimleriyle uyumlu bir birliktelik sunarak kulaklarımızın pasını sildi.

Kanyon’dan İş Sanat’ta Mehmet Ali Alabora ile Emir Gamsızoğlu’nun sundukları Notada Yazmayanlar adlı çocuklar için klasik müzik etkinliğine gittik.

Sağolsun Gülda, bana bu etkinliğin duyurusunu Aralık ayında göndermişti, ama bilet bulamadığımız için bu aya sarkmıştı.

Mehmet Ali Alabora ile Emir Gamsızoğlu’nun yolları 12 yıl önce Mehmet Ali Alabora klasik müziğe ilgi duymaya başladığında kesişmiş. Tanışmalarından 2 yıl sonra da birlikte program yapmaya başlamışlar.



Çocukların daha bebekliklerinden itibaren duymaya başladıkları ninnilerin, okul şarkılarının aslında birer klasik müzik eseri olduğunu, hatta bunların parça değil de klasik müzik olarak adlandırıldığını, çocukların klasik müzik denince ne anladıklarını, bir klasik müzik eseri dinlerken birden fazla enstrümanın o esere kattıklarını interaktif şekilde çocuklara tanıtmak etkinliğin teması.

Çellist Jülide Canca ve kemancı Deniz Toygür’ün eşliğinde harika bir mini klasik müzik resitali de izlemiş olduk.

Çıkışta çocuklar biletlerini, broşürlerini Mehmet Ali Alabora ve Emir Gamsızoğlu’na imzalattılar. Emre ısrarla sabah Kanyon Remzi Kitabevi’nden aldığımız ve bir çırpıda okuduğu Scooby Doo kitabını imzalattı.

İstanbul’un keşmekeşi, hergün kilometrelerce yol katetmek zorunda kalan biz İstanbul’luları bezdirse de bu şehrin sunduğu sanatsal faaliyetler, katılabildiğimiz zaman gerçekten bize sunulan en büyük nimetlerden.

Her daim sanatla iç içe kalın…

Peyman

5 yorum:

billur dedi ki...

Sevgili Peyman;

Gerçekten yoğun ve zengin bir hafta sonu olmuş. Nehir'i Avatar'a ben de götüreyim , sorup duruyor.

Ayhan Sicimoğlu'nu bundan 4-5 yıl önce İstanbul Caz Festivali kapsamında Gülda ile tanımış ve kendisinin bir work -shop'ına katılmıştık. O gün bugündür hayranım ona. MFÖ'nün "Sen Neymişsin Be Abi?!" adlı şarkısını Ayhan Sicimoğlu için yaptığını duymuştum. Düşününce cuk diye oturduğunu düşünüyorum.
Sevgiler
Billur

Peyman dedi ki...

Billur'cum,

Avatar 7+ için gösterimi uygun görülmüş. Afişinde böyle bir ibare var. Biz kıl payı yırtıyoruz. Nehir için yaş sınırlaması sorun olur mu istersen onu bir araştır. Ama anlattığım gibi gerçekten görsel şölen. Heee şöyle bir not aklıma gelmişken; Emre ilk savaş sahnelerinde "bu muydu güzel dediğin film, ne çok vurdu kırdı var" diye serzenişte bulundu. Ama filmin sonunda "gerçekten güzel filmmiş, iyi ki gelmişiz" dedi :)

Ayhan Sicimoğlu konserde iki parça arasında durdu ve etrafta ritme uyarak dans eden çocuklara bakıp; "bayılıyorum böyle çocukların müzikle uyum içinde dans etmelerine ve daha çok mutu oluyorum. Benim kızım annesinin karnında mzikle haşır neşir olmaya başlamıştı. Şu anda Paris'te (ya Londra ya Paris, yanlış olmasın diye not düşeyim dedim) ve soprano oldu. Bir keresinde onu zyarete gittiğimde hocaları bana "tenör müsünüz?" diye sormuşlardı. Ben de "hayır, davulcuyum" demiştim. Bir davulcudan soprano ortaya çıktı. Lütfen çocuklarınızı müzikle iç içe yaşatın. Onlara çok fazla katkısı olacaktır, emin olun." diye kısa bir konuşma yaptı.

Aslında gittiğimiz sanat etkinliklerinden ne çok yazacak şey oluyor, ama yazıya dökerken bir cep kitabı yazmamış olmak için mecburen tırpanlıyoruz.

Konserde Ayhan Sicimoğlu'nun etrafına dağıttığı pozitif bir enerji vardı bence. Belki kendi kişiliğinden, çünkü çalarken yüzünde güller açan bir kişi. Ve belli ki işini gerçekten büyük bir aşkla yapıyor. Kerem Görsev de öyle. Hava çok soğuk olmasına rağmen konseri 10 dakika bile erken bitirmeyi düşünmedikleri gibi, Ayhan Sicimoğlu'nun konuğu olarak gelen Kolombiyalı bir şarkıcının yorumunda Bessame Mucho'yla mükemmel bir kapanış yaptılar. Akşama kadar çalsalar dinlerdim :)

Sevgiler,

aycan dedi ki...

Sevgili Peyman;

Keşke bende orada olsaydım !...
Oğlunu kültürel, sanatsal bakımdan böyle zenginleştirdiğin içinde tebrikler canım arkadaşım. Geleceğin muhteşem çocukları sizin sayenizde 3 tane dizi dizi olanlara inat yetişiyor. Ellerinize, gönlünüze, emeğinize sağlık!

Gulda dedi ki...

Beşiktaş Belediyesi’nin bu kültürel etkinliği çok güzel, ayrıca epey ses getiriyor. Benim anlamadığım Beşiktaş Belediyesi bu kadar düzgün işler yaparken, neden bir türlü geri dönüşüm işini organize edemiyor. Benim ofisim; Şişli Belediyesine bağlı bir yerde ve geri dönüşüm işi orada nerede ise hiç sorunsuz işliyor. Evimse; maalesef Beşiktaş Belediyesi sınırları içinde ve ben çöpleri ofise ya da Tansaş’a taşımak zorunda kalıyorum. Bizim site yönetici; bu konu ile uğraşmaktan ya yorulmuş ya da ilgilenmek istemiyor, geri dönüşüm işi ne durumda diye sorduğumda ban hep aynı cevabı veriyor: “Belediye bunları almıyor.”

Ayhan Sicimoğlu’nu ben de seviyorum İz TV’de ki programları da çok keyifli. Kerem Görsev içinse hep aynı yorumu yapıyorum: “Lütfen, sadece müzik yapsın, bar işletmesin.”

Emre için etkinlik önerilerim bu yıl da devam edecek. Sıkılırsan haber ver.

Sürekli Avatar İzlemek ve orada yaşamak isteyen Gülda

Peyman dedi ki...

Sevgili Gülda,

Sana katılıyorum geri dönüşüm konusunda. Emre'lerin okulu da Şili Belediyesi sınırlarında. Bana "kağıtları okula ben taşırım anne, bizim okulda geri dönüşüm kutuları var" deyip duruyor, ama garibim zaten çantası yeterince ağır bir de onları yüklemek istemiyorum. Ayrıca bir de şişe sorunumuz var. Bir ara bizim sokakta vardı şişeleri atmak için kocaman bir kutu. Artık sokakta arabadan geçilemeyeceği için sanırım kaldırdılar.

İzTV'dek programını birkaç kişiden daha duydum ama ne yazık ki denk getirip izlemek kısmet olmadı.

Belki de Kerem Görsev müzikten yeterince para kazanamadığını düşünüp bar işletmeye soyundu ama dediğin gibi herkes işini yapmalı.

Etkinlikleri haber vermen beni çok mutlu ediyor. Lütfen devam et. Sıkılacağımı hiç sanmıyorum.

I see you!

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails