Bir ölüm haberi, benimle uzaktan ve yakından ilgisi olmayan bir ölüm haberi...Etkilendim... Etrafta pek çok ölüm vardı ama en son duyduğum oydu…Manasız bir biçimde etkilendim. Belki de aklımın bir köşesinde Aralık ayını benim için hep hüzne boğan ve hayatım ne kadar mutlu anlarla geçse de küçük bir tasalı karabulutun sağımda solumda dolaşıp gözpınarlarımda zamansız yağmur damlaları düşmesine neden olan bir ölüm olayıydı bunun sebebi...Tüm acımasızlığı ve soğukluğu ile aklımın karanlık pencerelerinde bir görünüp bir kaybolan bu hayaletin peşimi hiç bırakmamasıydı etkilenmemin nedeni...
Sonra dünümü ve bugünümü nasıl küçük sıkıntılarla heba ettiğimi, aldığım bir sürü yeni kararın geçmekte olan yeni yılın küf kokan zaman koridorlarında unutulduğunu, gene bir manasız bekleyişin içine kendimi kıskıvrak hapsettiğimi düşündüm. İlk gençlik yıllarımda zamanın geçmek bilmediğini, nasıl heyecanlı ve sabırsız olduğumu düşünüp güldüm. Bir gün geçer, bir daha geçer ve herşey aynı imiş gelirdi. Hayatımdan sadece bir gün öylesine geçse ne değişirdi ki? Aslında çok şey değiştireceğini hala anlayamadığımı farkediyorum.
Kendi kurduğum alışkanlıklarımdan ve beklentilerimden örülü dünyama öylesine bir şekilde gömülüyor, bunlardan bıksam da hiçbir harekette bulunmuyor ve atalet içine giriyorum ki...Yaşama ve yaşamaya dair cesaretimi kaybetmiş buluyorum kendimi. Belki kaçıyorum da ondan…Bahanelere sığınıyorum. Yekta Kopan'ın Sarmaşık adlı öyküsünde babanın söylediği gibi “ Kaçmak istedikten sonra sığınacak liman çok.” Düşünüyorum…Ne çok liman var deniz biraz dalgalandığında sığındığım aslında…Sonra bakınıyorum, su sakin, dingin ama bekliyorum…Başka tekneler de olması beni rahatlatıyor sanırım…Onlara bakıyorum….Ben de bekliyorum…Birinden, birilerinden destek mi istiyorum nedir? Liman içinde liman mı yaratıyorum…?
Teğmen Drogo da böyle yapmıştı diyor bir ses kafamda . Tatar Çölü’nü okurken tanıştığım Drogo. O da bir kalede ömrünü gelmesi mümkün olmayan Tatarlar’ı beklemek ile geçirmişti…Beni sarsan şu sözleri geldi dudağımın ucuna kadar:
"O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti. İnsan bu yolda, sakin sakin, çevresine merakla bakarak ilerlerdi, aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi sıkıştıran, ne de tabii, bekleyen hiç kimse bulunmazdı, arkadaşlarınız da kaygısız oynamak için sık sık durarak ilerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size dostça selam verir ve suçortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede bekleyen harikulade şeylerin umudunu tadar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama bir gün onlara ulaşılacağı kesin, tartışmasız bir biçimde kesindir.
Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerdeki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki de varmışızdır bile. Şu ağaçlar, şu kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Bir an bunun doğru olduğuna inanıp, orada durmak isteriz. Sonra, kulağımıza ilerde daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bri biçimde yeniden yola koyuluruz.
İnsan böylelikle umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır.
Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını fark eder. İşte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırtına varırız; güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu son bulacağını anlarız."
Yolun sonu…Ne zaman nerede birden yolun sonu olacak? Uzun bir yürüyüşün sonunda aniden ve beklenmedik bir biçimde mi çıkacak karşıma. Uzanacağım yatağıma ve bir perde mi inecek üzerime? Yoksa bir gece karanlığında farları olmayan bir kamyonete arkadan toslayacak mıyım ağabeyim gibi… Aniden…fren izi bile bırakmadan…Sonra…Uzun ıssız bir gecede arabanın içinde beni bulmalarını umarak… Bekleyecek miyim? O noktada diğer beklemelerim mi aklıma gelecek? Sahi nasıl oldu ağabey? Sığındığın limanlardan ayrılma kararı vermiş miydin? Yoksa sen Sarmaşık’taki babanın dediği gibi “Hep açık denizlerde miydin. Hep ufuk çizgisine doğru…" O zaman olmasa bile şimdi oralardasın herhalde...
İşte böyle düşüncelerle ilerlerken geçen akşam elimde bir iki alışveriş torbası, korunaklı ve görünürde ışıltılı hayatların olduğu bir alışveriş merkezinde öylesine yürürken aklıma Çağan Irmak’ın “ Bana Old & Wise Çal “adlı kısa filmi ve dudaklarıma Alan Parsons Project’in muhteşem şarkısı… takıldı. İnsan bazı gidişleri kabullenemeyince, bir trafik ışığında esmer ve siyah saçlı herkesi ağabeyi sanmaya devam ettiğinde...Neden olmasın diyor? Belki bir gün radyoyu açarım ve ağabeyim bana Old and Wise'ı armağan eder...
Limanlara ne mi olacak? Sanırım biraz daha bekleyeceğim…Önümde bir darboğaz görür gibiyim bu aralar.
Billur
5 yorum:
Sanki dün yazdıklarını birileri duydu... Bugün bu güzel serin yağmurlu günü bize verdi!..
Sanki sen üzülme ben senin yerine üzülürüm der gibi!..
Sanki hayat devam ediyor der gibi!..
Sanki sözlerin durduğu haraketlerin birşey mana etmediği gibi!...
Sanki '' Ben iyiyim sen merak etme!.. '' der gibi!..
Çok hüzünlendim, bundan sonra ne zaman Old and Wise çalsa seni düşüneceğim.
okudum ,duruldum,dokundu,yüreğim dar ...
kelimeler kifayetsiz ...
ne old ne de wise olmak istiyorum işte , tam da böyle zamanlarda...
Sevgili Ayşe;
Ben de ne zaman hüzünlü olup da akamayan gözyaşları ile hayatımı hafif buğulu görmeye başlasam ardından bir fırtına bir yağmur kopar... Sanırım dediğin gibi...Sen Ağlama Dayanamam der gibi...
Sevgili Gülda;
Şimdi okuyorum da eh sen söylemesen de cümlenin altındaki mesajı görebiliyorum: " Bir daha ne zaman Old and Wise çalsa kapatacağım, dinleyemeyeceğim ." :)
Sevgili Aysun;
Ben de sustum, birden daha bir ağır geldi sanki herşey...Neyse sana bu hafta içinde Hayatım Sana Feda adlı Cü ve Tirkan'lı film armağan ederek yüreğinin darlığını neşeye boğacağım söz!
Zamanı geriye sarmak istedim,kamyonu Abinin önünden çekmek,yolu açmak istedim,hem liman olmak istedim hem de limandan çıkmak istediğinde rotanı renklendirecek Japon fenerleri olmak istedim.Çok şey istemedim ama bunları ÇOK istedim....
Yorum Gönder