Boşanıp annemlerin evine yerleştiğimde, bazı eşyalarım mecburen gözden düştü; çok sevdiğim şarap kadehlerim, değişik formlu şarap karafım, yemek takımlarım, masa örtülerim, seksi geceliklerim ve fotoğraf albümlerim…
Tam 4 yıl sonra, geçtiğimiz yaz, annemin yemek takımlarından sıkılınca bir değişiklik yapalım dedik. Annemin yemek takımlarını, bardaklarını kolileyip sığınağa kaldırdık, yerine benim yemek takımlarımı ve kadehlerimi çıkarttık. Uzun yıllar kolilerde kapalı kalan organze masa örtülerini, satenleri özgürlüklerine kavuşturduk.
Severim arada sırada eskileri anmayı… Yılların üzerimizdeki pozitif veya negatif etkilerini fark etmek ise bir başka duygunun penceresini açar yüreğimde. Belki biraz mutluluk, belki de biraz hüzün… Eğlenceli tarafını da unutmamak lazım…
Epeydir fotoğraf albümleri aklımdaydı. Emre’nin odasındaki gardrobun üzerinde oksijenle buluşacakları günü sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Geçtiğimiz gecelerden birinde üşenmedim, merdivenin tepesine tırmanıp fotoğraf kolisini omuzladım. Bir anda içimi heyecanla karışık mutluluk sardı. Emre’nin bebeklik resimlerini çok özlemiştim ve sonunda onlara doya doya bakabilecektim.
Sabırsızlıkla koliyi kapatan bantları çıkardım. Her bir albümü, tozlarını alıp yere üst üste dizdim.
Kendime bir kupa sıcak meyve çayı hazırlayıp, albümlerin önüne yere bağdaş kurup oturdum.
Emre’nin ilk albümünü elime aldım. Kapağını araladığımda içinden bir sürü anı fırlayıp etrafa saçıldı.
Minicik doğan bebeğimin ilk fotoğrafları, evdeki ilk banyosu, bir emzirme seansından sonra ikimizin yatağın üzerinde uyuyakaldığı bir başka fotoğraf, ilk dişleriyle kameraya kocaman güldüğü, ayak başparmağını ağzına aldığı an, bir dolap çekmecesinde keşif halindeyken çekilmiş fotoğraf…
Yüzündeki bebek ifadesinin yavaş yavaş silindiğini, hatlarının daha belirginleştiğini, gözlerinde yine masum ama artık bebekçe olmayan bakışı gördüm.
Sonra kendi fotoğraflarımı elime aldım. Bebeklikten çocukluğa, ergenlik döneminde kendine yön bulmaya çalışan çirkince bir yüze geçişini belgeleyen, tatlıya düşkünlüğümü ortaya koyan etine dolgun genç kız fotoğraflarına, sonra kendine özen göstermeye çalışan genç bir kadını çerçeveleyen fotoğraflar… kimi güzel kimisi ise hatırlanmak istenmeyecek acı anılarla dolu fotoğraflar.
Değişen hayatımızın şahitleri fotoğraflar.
Yüzümüzde, hızla geçip giden yıllarla kalıcı yerlere sahip olan çizgilerin kendileri kadar kalıcı belgeleri fotoğraflar.
41 yaşın yaşlılık olmadığını şiddetle savunan benim bile süngülerimi bir anda alaşağı eden fotoğraflar. Yüzüme, gittikçe yaşlandığımı acımasız bir şekilde çarpan fotoğraflar.
Hayır, ertelemeye çalıştığım duygu fırtınaları ile beni yüzleştirdikleri için onlara kırgın değilim. Aksine, hayatın ertelemeye gelmeyecek kadar hızlı uçup gittiğini bir kere daha gösterdikleri için onlara minnettarım.
Hayatımda hâlâ varolan, kökleri çok eskilere dayanan dostlarımın farkındalığını arttırdılar.
Yaşadığımız yılların yadsınmayacak kadar güzel anlarla dolu olduğunu hatırlattılar.
Annemin ve babamın kabul etmekte direndiğim ilerleyen yaşlarını, onlara daha sıkı sarılmam için bir kere daha bana gösterdiler.
Ergen psikolojisiyle, arkadaşlarımın yanında beni küçük düşüreceğine inandığım minik kardeşimin, aramızdaki yaş farkını kapatarak önce yakışıklı bir delikanlı, ardından olgun bir eş ve sonunda minik Tuana’nın babası olduğunu gözlerimin önüne serdiler.
Bazıları beni çok güldürdü.
Değişen moda akımlarının bizlere yansımasını gördüm o fotoğraflarda.
Yıllarla, insanın kendini şekillendirmesi konusunda ne kadar bilinçlendiğini fark ettim.
Ve artık aramızda olmayan sevdiklerimizi gördüm fotoğraf karelerinde. Birkaç damla gözyaşı yanaklarımdan süzüldü.
O gece anılara kısa bir yolculuk yaptım.
Albümleri, daha rahat ulaşabileceğim bir dolaba yerleştirip geçmişle günümüzün muhakemesine derin bir yolculukla geceyi noktaladım.
"Aynaların içi insanlarla dolu. Görünmez insanlar bizi görürler. Unutulmuşlar bizi hatırlarlar. Biz aslında onları görürüz, görürken kendimizi. Peki biz gidince, onlar da mı giderler?" diyordu Aynalar adlı kitabının ilk sayfasında Eduardo Galeano.
Fotoğrafların içi de insanlarla dolu. Belki uzun zamandır göremediğimiz insanlarla. Unuttuğumuz insanları hatırlarız o fotoğraflarla. Hem değişen kendimizi hem onları görürüz bakarken o fotoğraflara. Peki fotoğraflar giderse herkes mi gider ?
Peyman
Tam 4 yıl sonra, geçtiğimiz yaz, annemin yemek takımlarından sıkılınca bir değişiklik yapalım dedik. Annemin yemek takımlarını, bardaklarını kolileyip sığınağa kaldırdık, yerine benim yemek takımlarımı ve kadehlerimi çıkarttık. Uzun yıllar kolilerde kapalı kalan organze masa örtülerini, satenleri özgürlüklerine kavuşturduk.
Severim arada sırada eskileri anmayı… Yılların üzerimizdeki pozitif veya negatif etkilerini fark etmek ise bir başka duygunun penceresini açar yüreğimde. Belki biraz mutluluk, belki de biraz hüzün… Eğlenceli tarafını da unutmamak lazım…
Epeydir fotoğraf albümleri aklımdaydı. Emre’nin odasındaki gardrobun üzerinde oksijenle buluşacakları günü sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Geçtiğimiz gecelerden birinde üşenmedim, merdivenin tepesine tırmanıp fotoğraf kolisini omuzladım. Bir anda içimi heyecanla karışık mutluluk sardı. Emre’nin bebeklik resimlerini çok özlemiştim ve sonunda onlara doya doya bakabilecektim.
Sabırsızlıkla koliyi kapatan bantları çıkardım. Her bir albümü, tozlarını alıp yere üst üste dizdim.
Kendime bir kupa sıcak meyve çayı hazırlayıp, albümlerin önüne yere bağdaş kurup oturdum.
Emre’nin ilk albümünü elime aldım. Kapağını araladığımda içinden bir sürü anı fırlayıp etrafa saçıldı.
Minicik doğan bebeğimin ilk fotoğrafları, evdeki ilk banyosu, bir emzirme seansından sonra ikimizin yatağın üzerinde uyuyakaldığı bir başka fotoğraf, ilk dişleriyle kameraya kocaman güldüğü, ayak başparmağını ağzına aldığı an, bir dolap çekmecesinde keşif halindeyken çekilmiş fotoğraf…
Yüzündeki bebek ifadesinin yavaş yavaş silindiğini, hatlarının daha belirginleştiğini, gözlerinde yine masum ama artık bebekçe olmayan bakışı gördüm.
Sonra kendi fotoğraflarımı elime aldım. Bebeklikten çocukluğa, ergenlik döneminde kendine yön bulmaya çalışan çirkince bir yüze geçişini belgeleyen, tatlıya düşkünlüğümü ortaya koyan etine dolgun genç kız fotoğraflarına, sonra kendine özen göstermeye çalışan genç bir kadını çerçeveleyen fotoğraflar… kimi güzel kimisi ise hatırlanmak istenmeyecek acı anılarla dolu fotoğraflar.
Değişen hayatımızın şahitleri fotoğraflar.
Yüzümüzde, hızla geçip giden yıllarla kalıcı yerlere sahip olan çizgilerin kendileri kadar kalıcı belgeleri fotoğraflar.
41 yaşın yaşlılık olmadığını şiddetle savunan benim bile süngülerimi bir anda alaşağı eden fotoğraflar. Yüzüme, gittikçe yaşlandığımı acımasız bir şekilde çarpan fotoğraflar.
Hayır, ertelemeye çalıştığım duygu fırtınaları ile beni yüzleştirdikleri için onlara kırgın değilim. Aksine, hayatın ertelemeye gelmeyecek kadar hızlı uçup gittiğini bir kere daha gösterdikleri için onlara minnettarım.
Hayatımda hâlâ varolan, kökleri çok eskilere dayanan dostlarımın farkındalığını arttırdılar.
Yaşadığımız yılların yadsınmayacak kadar güzel anlarla dolu olduğunu hatırlattılar.
Annemin ve babamın kabul etmekte direndiğim ilerleyen yaşlarını, onlara daha sıkı sarılmam için bir kere daha bana gösterdiler.
Ergen psikolojisiyle, arkadaşlarımın yanında beni küçük düşüreceğine inandığım minik kardeşimin, aramızdaki yaş farkını kapatarak önce yakışıklı bir delikanlı, ardından olgun bir eş ve sonunda minik Tuana’nın babası olduğunu gözlerimin önüne serdiler.
Bazıları beni çok güldürdü.
Değişen moda akımlarının bizlere yansımasını gördüm o fotoğraflarda.
Yıllarla, insanın kendini şekillendirmesi konusunda ne kadar bilinçlendiğini fark ettim.
Ve artık aramızda olmayan sevdiklerimizi gördüm fotoğraf karelerinde. Birkaç damla gözyaşı yanaklarımdan süzüldü.
O gece anılara kısa bir yolculuk yaptım.
Albümleri, daha rahat ulaşabileceğim bir dolaba yerleştirip geçmişle günümüzün muhakemesine derin bir yolculukla geceyi noktaladım.
"Aynaların içi insanlarla dolu. Görünmez insanlar bizi görürler. Unutulmuşlar bizi hatırlarlar. Biz aslında onları görürüz, görürken kendimizi. Peki biz gidince, onlar da mı giderler?" diyordu Aynalar adlı kitabının ilk sayfasında Eduardo Galeano.
Fotoğrafların içi de insanlarla dolu. Belki uzun zamandır göremediğimiz insanlarla. Unuttuğumuz insanları hatırlarız o fotoğraflarla. Hem değişen kendimizi hem onları görürüz bakarken o fotoğraflara. Peki fotoğraflar giderse herkes mi gider ?
Peyman
6 yorum:
Fotoğraflar inanılmaz.Bu durum 40 yaşında başlıyor.İnsan geriye bakma ihtiyacı yaşıyor.Bir nevi muhasebe.Çünkü hayat biraz duruluyor.40 a kadar evlilik çocuk iş derken çok hızla farketmeden geçip gidiyor zaman.40 a gelip geriye baktığında şaşırıp kalıyorsun.Olgun yaşa hoş geldin.Beni de hüzünlendirdin.Eskinin ızdırapları silinip güzellikleri yaşatan anlağımız, bize 40 yaşında böyle oyunlar oynuyor işte.Sadece fotoğraflardaki anılar kalıyor geriye.
Merhaba Defne,
Özellikle 35 yaşından sonrası nasıl geçti hiç anlamadım. Fotoğrafları tekrar elime alıncaya kadar da 40'lı yaşlarımı hiç hissetmedim. Hep içimdeki çocuğa sığındım, onun beni gençleştirdiğini savundum durdum. Nüfus kâğıdındaki doğum yılının epey eskimeye başladığını ise fotoğraflarda gülen genç kız yüzüme vurdu.
Ama o fotoğraflarda güzel anıların saklı olması yaşanmışlığın simgesi değil mi?
Sevgiler,
çok etkilendim, çok güzel yazmışsınız.
hepimizin zaman zaman yaşadığı şeyler bunlar.
unutulmuş fotoğrafları görmek, eskiyi anmak, kaybettiklerimizi görmek, zamanın nasıl da hızla geçtiğini görmek...yaş kaç olursa olsun...
Merhaba sophie'nin dünyası,
Biraz hüzünlü olduğu muhakkak, ama eğlenceli tarafı da yok değil tabi. Onlara pek yer veremedim, çünkü onları çok geniş fotoğraf yelpazesinde göstermek daha keyifli olurdu. Omuzları örten kocaman vatkalar, aslan yelesi kesilmiş kabarık saçlar, alnın dörtte birini örten kalın kaşlar, insanın boyunu kesen etek boyları...
Naftalin kokulu anılar...:)
Peyman,
Biz bir "bilenden" öğrendik:
40’larda bir şey olmuyormuş. Asıl 55’i geçince seyreyle değişimi imiş… Ondan söylemesi...
Bir de ben, anıların unutulduğunu değil, yeri geldiğinde hatırlandığını düşünüyorum. Hatırlamadıklarımıza daha sıra gelmemiş demektir. O yüzden de fotoğraflar olsa güzel olur ama olmasa da kimse gitmez sanırım.
Resimler çok güzel.
Sevgiler,
Gülda
Sevgili Gülda,
Son birkaç haftadır 40'lı yaşlarımı duyumsadığımdan 50'li yaşların ön-panik modunu, annemin 50 sonrası yaşlarla ilgili söyledikleri ile bağdaştırıp az biraz hissettiğimi itiraf etmeliyim. Ama açıkçası o yaşları hiç düşünmek istemiyorum. 50'ye 9 kalanın tadını çıkarmaya bakıyorum :)
Ben de senin gibi fotoğraflar olmasa da kimse gitmez diye düşünüyorum. Aile, dostlar hep baki kalanlardır.
Sevgiler,
Yorum Gönder