Ben Ne Zaman John Malkovich’e Gönlümü Kaptırmıştım?
Cevap veriyorum; Tehlikeli İlişkiler (Dangerous Liasions) adlı filmde Vicomte Sébastien de Valmont rolünde izlediğimde…
Bu filmle başlayan hayranlığım hiç azalmadı. Oynadığı rol ne olursa olsun, ben Jonh Malkovich’i hep biraz tedirgin edici, mesafeli kişilikleri oynadığı rollere yakıştırmışımdır.
Özellikle In the Line of Fire filmindeki performansı benim naçizane fikrime göre çok iyidir. Ayrıca kendisini şehla bakan gözleri ile de yakışıklı bulduğumu itiraf ediyorum.
Bu seneki 17. İstanbul Tiyatro Festivali’ne geleceğini ve hele hele benim özel ilgi alanım olan seri katillerden birinin hayat hikâyesini konu edinen bir oyunla yer alacağını öğrendiğimde Tiyatro Festivali’ne yıllar önce küsmüş olan Gülda ile kısa bir an bakışmış veya telefonda idiysek susmuş olmalıyız. Bu bakışma ve sessizliğin sesinin ardından Gülda Tiyatro Festivali’ne “Boz” dedi ve biletleri aldı. O günden beri de benim için hayat oyunun oynanacağı günde takılı kaldı.
Cuma akşamı bir yerlerde lavlar kül bulutuna dönüşüp üstüme yağmadı, buzullar çağlayana dönüşüp beni başka diyarlara götürmedi ve ben Jonh Malkovich’e elimi uzattığımda dokunacak kadar yakın bir şekilde saat 20.30’da Lütfi Kırdar’da yerimi aldım.
Şeytani Komedya Neyi Anlatıyor?(Infernal Comedia)
Şeytani Komedya Avusturyalı bir seri katil olan Jack Unterweger’in hayat hikâyesini anlatan bir oyun.Prömiyeri 2008 yılında Los Angeles’ta yapılmış ve Viyana’da da geçen yıl sahnelenmiş.
Michael Sturminger tarafından yazılan ve Michael Sturminger ve John Malkovich tarafından yönetilen olan oyunda John Malkovich’e Viyana Akademi Orkestrası'nın yorumladığı Vivaldi, Handel, Gluck, Haydn ve Mozart besteleri ve Viyana Operası'ndan iki ünlü soprano eşlik etmesi üzerine kurulmuş.Ama maalesef ki sadece kurulmuş ve bırakılmış...
Oyun bittiğinde Gülda kulağıma eğilip John Malkovich’i Talented Mr Ripley için alkışlıyorum dedi. Ender “ Eh oyun 15 dakikada bitebilirmiş. “dedi. Çıkışta bir hanım “ Kendimi aldatılmış hissediyorum” diye söyleniyordu. Bir başka hanım –eminim ki sadece oyunun beklediği gibi çıkmamasından olacak- elinde telefon arkadaşına Hanım’ın Çiftliği’nde katilin kim olduğunu soruyordu.
Ben de epey hüsrana uğradığımı itiraf ediyorum. Fikir ve kavram çok hoş, yaratıcı ve heyecan verici olsa da bu yaratıcılığın sahneye konuluşunda -bana göre Malkovich’in monologlarının gereğinden fazla ve uzun bir şekilde sopranoların solo şarkıları ile kesilmesinden ve reji eksikliğinden kaynaklanan- bir tavsama olmuş.
John Malkovich'in beyaz takım elbise içine giydiği siyah gömlek ve güneş gözlükleri ile sahneye geldiği, iki soprano'nun bulunuş amacını anlatırken sinirli ve alaycı hareketleri ve Avusturya aksanı ile İngilizce konuşması ilk anda benim kalbimin çarpmasına neden olduysa da Ben biraz daha hareket, biraz daha şiddeti hissemek ve gelgit görmek istiyordum ama olmadı.
Ancak Jack Unterweger’in annesi ile ilgili –her çocuğun hayatını etkileyen ilk kadın olması açısından- bağlantının anlatıldığı aryayı başarılı buldum ve bu noktada ilk başta hoşuma gitti.
Ama bir süre sonra oyuna olan ilgim azaldı ve seri katiller ile ilgili kendi hayal dünyama daldım gittim. Oyunda belirli bir kurgu da yoktu ve sanırım buna tiyatro oyunu demek de ne kadar doğru bilmiyorum.
Oyunun metninde Jack Unterweger’in kişiliği ekseninde aşağı yukarı her seri katilin ortak kişilik özelliklerinden bazı hususları yakalamak ve bunların ironik bir biçimde dile getirilmesi hoşuma gitmedi değil.
Örneğin kendisi ile ilgili soruşturmalara katılması ve polislerle fikir teatisinde bulunmasının ona nasıl bir üstünlük duygusu verdiği, rehabilitasyona cevap verdiği izlenimi doğurması ve bunu çabuklaştıracak doğru noktalara oynaması ve topluma sadece duymak istediklerini söylemekteki şeytani zekâsı üzerine çok hoş bir iki monolog vardı. Ama Ender’in dediği gibi bunları sohbet ederek 20-25 dakikada o hoş ses tonu ile anlatabilirdi Malkovich.
Ayrıca eğer benim kulaklarımda bir sorun yoksa ses düzeni çok kötüydü, havalandırma sisteminin gürültüsü (buna bir çare bulan mühendis/mimar yok mu acaba?) sürekli bir biçimde kulaklarımda uğulduyordu. Ayrıca salonun bir kısmına hiç etkisi olmayan bu havalandırma benim oturduğum kısımda zaman zaman hissedilen soğuk hava dalgası yaratıyordu.
Değişik Bir Seri Katil Hikâyesi
Ben seri katiller ile ilgili bir dönem çok okudum, belgesel seyrettim. Bilmiyorum neden özel bir ilgim var. Ender zaman zaman tedirgin olmuyor değil, geçenlerde Nehir kütüphanenin derinliklerinde seri katiller ile ilgili kitapları bulunca "Anne neden bizim evde korkunç kitaplar var?" dedi. Bazıları çok sıradan ama bazıları ise gerçekten ilginç olabiliyor. İşte bunlardan biri Jack Unterweger olduğu için oyun konusunda çok heyecanlanmıştım.
Jack Unterweger Viyanalı bir anneyle kim olduğunu bilmediği Amerikalı bir askerin çocuğu olarak dünyaya geliyor. İlk cinayetini 1974’te 18 yaşındaki Alman Margaret Schafer’i kendi sütyeniyle boğarak işler. Hapse girdiğinde ise vaktini kısa öyküler, şiirler, oyunlar ve bir de otobiyografi yazarak geçiriyor.
Jack Unterweger’in hayat hikâyesi bir seri katilde olan tipik özellikleri barındırsa da –anlatıldığı ve bilindiği kadarı ile-hayatının belirli bir dönemi biraz atipik bir seyirde devam etmiş bir seri katil. Alkolik bir dedeyle yoksulluk içinde bir çocukluk geçirdiğini anlatan Unterwegerin bu beyanları teysezi tarafından yalanlanır.
Oyunun bir kısmında da aslında hayat hikâyesi ile ilgili verileri kendisinin vermiş olduğunu ve ne yazmışsa da hiçbir zaman dürüstçe bir tek kelime bile kaleme almadığını dile getirerek internete bağlanıp kendi hayat hikâyesi için wikipedia’ya başvurması oyunun metni içinde en başarılı bulduğum ironik anlardan biri.
Jack Unterweger bana göre bir seri katilin rehabilite olamayacağının bir örneği. Nobel ödüllü Elfriede Jelinek’in de dahil olduğu bir grup Avusturyalı aydın Unterweger’in affı için dilekçe verir ve 1990 yılında Unterweger serbest bırakılır. Yargılanmasının ardından suçlu bulunarak mahkûm olmasından sonra ikinci mahkûmiyetine kadarki dönem boyunca kendini eğitime vermesi, kitaplar, şiirler yazmasını zekâsının bir sonucu olarak görüyorum. Yazdığı kitabın adı bile bence alaycılık ve bir itiraf içeriyor: Fegefeuer(Araf).
Unterweger ,tüm seri katillerde görülen özelliklere sahip; çift kişilik, anne tarafından terk edilme ve bu nedenle tüm kadınları fahişe gibi görüp annesini öldürdüğü zannı ile öldürme güdüsü. Aynı zamanda bir imzaya da sahip; kadınları sutyeni ile boğarak öldürüyor.
İkinci mahkumiyetini aldığı zaman kendini hücrede asarak intihar ediyor ki oyunda bu durumun Jack Unterweger’in zekasına işaret ettiği ifade ediliyor; o an yürürlükte olan Avusturya Yasaları’na göre Unterweger kararı temyize götür(e)mediği için suçluluğu kesinleşmiyor ve “masum” olarak ölüyor.
Avusturyalı bir yetkili Jack Unterweger ile ilgili olarak yaptığı bir açıklamada şöyle diyor: "biz bir psikopatı eğiterek topluma kazandırabileceğimizi sandık, halbuki bu eğitim onu öyle inanılır ve güvenilir biri yaptı ki 'entelektüel bir psikopat' olarak hepimizi kandırdı ve eskisinden daha da tehlikeli oldu."
Ah Ah sayfalarca yazarım ama yanlış tanınmaktan korkuyorum. Neyse ben bu seri katillerle ilgili yazımı bir kitapla bağlantılı hale getirerek yazayım… Ne dersiniz?
Sevgiler
Billur
2 yorum:
Biletleri o kadar erken almamıza rağmen 8. sırada olmamıza inanamadım. İstanbul Sanat çevresindeki itibarımın 8. sırada olmasından memnun değilim. John Malkovich sahneden inip seyirci arasına karıştığında, yerimizden bir kere daha hoşnut olmadım.
Bir tür böyle bir oyunla karşılaşacağımı biliyor olmama rağmen daha fazlası bir performans beklediğimi de söylemeliyim. Neyse gittik, gördük ama gitmese ve evde bir filmini koyup izlese idim herhalde daha iyi vakit geçirirdim.
Ayrıca Viyana Opera Binasında biletlerimiz olmasına rağmen izleyemediğimiz oyunu hatırlayıp, bir de evinizde Sacher-Torte bayatlattığınızı öğrenince iyice bozuldum. Yarın Harry Connick Jr konserine getirir misin, konser öncesi sen seri katilleri anlatırken bayat mayat yiyelim.
Viyana’yı atlatamamışken John Malkovich hüsranı yaşayan arkadaşın
Oyundan çıktığımda kendimden utanıyordum. Çünkü hiç zevk almamıştım ve kendimle savaş veriyordum. Anlamadığımı, kendimi oyuna veremediğimi, bir daha tiyatroya girmeden önce kesinlikle alkol almayacağıma dair kendi kendime verdiğim sözleri içimde gel-gitlerle yaşıyordum. Pazar sabahı gazeteyi açtığımda ve yorumları okuduğumda, sorunun bende olmadığını görerek mutlu oldum. Evet Yekta Kopan'ın dediği gibi "John Malkovich geldi, oku, gitti. Eeeee?".
Ben John Malkovich'i kafamda bir yere oturtmuştum. Güçlü oyunculuğu, yakışıklı değil ama karizmatikliği, formda beden yapısı ile kafamdayer eden John Malkovich ile, kilolu, ayakları içe basan, doğal olarak yaşı epey ilerlemiş Malkovich arasında dağlar kadar fark vardı.
Sopranolardan kızıl saçlı olanının sesini çok beğendim, ama her ikisinin de oyun aralarında, replikleri bitince telaş içinde koşar adım sahne arkasına gitmelerini pek profesyonel bulmadım.
Kısacası ben oyundan beklediğimi alamadım, ama en azından John Malkocih'i canlı performansta seyrettim.
Sevgiler,
Yorum Gönder