22 Eylül 2009 Salı

ÖLÜMÜN GÖLGESİ YOK ADNAN BİNYAZAR



Orhan Kemal Roman Ödülü almış kitapları okuma serüveninde okuduğum bir diğer kitap, Adnan Binyazar’ın Ölümün Gölgesi Yok adlı kitap idi. Ödülü veren seçici kurul romanın seçilme sebebini:

Etkileyici, tutarlı ve yoğun anlatımının yanında, bu romanında Adnan Binyazar, kitabın ana temasında işlenen, duyarlık körleşmesine uğradığımız günümüz ortamında, sevginin çağdaş destanı sayılabilecek "Ölümün Gölgesi Yok" eseriyle, gün gün bir tükenişi yaşatırken, varlık kadar yokluğun da sonsuzluğuna inandırıyor okuru" diyerek açıklamış.

Geçen hafta sel felaketi nedeni ile zaten, ne denirse ağlayacak halde idim. Televizyonu açıp, o selde sürüklenen kız çocuğu hakkındaki haberi izlediğimde, arkasında oturacak koltuğu, penceresi bile olmayan, yük taşımak için tasarlanmış minibüste işe gidip gelen o kadınların her gün çektiklerin, sel sebebi ile kapana kısılmaları ile bittiğini gördüğümde, barınaktaki hayvanlarının başına gelenleri okuduğumda…

Bu sıkıntının içerisinde zamanlama olarak yanlış bir kitap seçmişim. Nerede ise, her sayfasını çevirdiğimde daha da hüzünlenen bir hikâyenin ortasına düştüm. Ancak kitabı bırakamadım. Bu hüzünlü romanın, masalsı bir anlatımı, şiirli bir dili vardı.

Adnan Binyazar, sonuna dair hiçbir meraka yer bırakılmamış bir “ağıtroman” yazmış olmasına rağmen, sayfaları çevirdikçe, bir yandan da eşi ile geçirmiş olduğu 32 senenin güzelliklerini, yaşadıkları aşkı ve büyük mutluluklarını anlatan hikâyesini de sunmuş.

Adnan Binyazar 1934 yılında Diyarbakır’da doğmuş. İlkokula 14 yaşında başlayabilmiş. Dicle Köy Enstitüsü’ nü ve ardından Gazi Eğitim Üniversitesi Edebiyat Bölümünü bitirmiş. Öğretmen olarak tayini çıktığı Çorum Kız Lisesinde, son sınıf öğrencilerinden Filiz’i ilk gördüğünde masalların kırk birinci kapısından geçebileceğine ve kader kitabının aynı sayfasında yazılı olduklarına inanmış. Sonrasında Filiz ile evlenmiş, büyük ve tarifi zor bir aşk ile beraber 32 yıl geçirmişler ve Filiz’in yakalandığı hastalığı atlatamaması ile Çorum’da başlayan Berlin’de noktalanan bu aşk, romanın da konusunu oluşturmuş.




Bu hastanenin köşesinde, gün gün sonsuz uykusuna yaklaşan eşimin solgun yüzüne bakıyor; içinde “ölüm” yolcusu taşıyan kırık bir takanın mecalsiz kürekçisi gibi, elimi uzatıp sevgilimi kurtaramayışın aczini duyuyordum.” (s.17)


Otobiyografik bir roman olan Ölümün Gölgesi Yok, bir yandan Adnan Binyazar’ın eşi Filiz Binyazar’ı yitirmesine kadar olan dönemde yaşadıkları aşk, hastalık ve ölüm karşısındaki duruşlarını Adnan Bey’in ağzından anlatırken, bu dönemin olaylarına da arka planda tanıklık ediyor. 27 Mayıs Askerî Müdahalesi, örf ve adetler, Tifo, eğitim sorunları, eziyet çeken kadınlar, yoksunluklar…

Coşkusu yüreğiyle beyni arasında yolunu şaşırmış bir halktık; coşkumuzun da nefretimiz de ölçüsü yoktu. (s.125)

Esmer derisinden dolayı bir adama “kara” denmesi, sıradan bir adlandırma sayılabilir. Ama bir halkın adı anılarak “Kürt” diye aşağılanmak insanın ağırına gidiyor. (s.141) Kürt’ün aşağılayıcı bir ad olarak kullanılması beni çok incitmişti. (s.143)

Diyarbakırlı esmer bir genç olan Adnan’a Çorumlular Kürt demişler. Adnan, bunu merak eden Filiz’e şaka ile karışık “Hem Kürdüm; Kürdün de kuyruklusuyum” deyince de korku dolu gözlerle Filiz, Adnan’ın kuyruğunu aramış bir süre.

Bir benzerini kendim de yaşadığım için biliyorum ki bu his çok can acıtıyor. Babamın işi sebebi dolayısı ile Van’da geçirdiğimiz üç senenin ardından, İzmir’e döndüğümüzde kendisi doğma büyüme İzmirli olan akrabamızın, “Sen Kürtsün, buraya gelirken de annenler kuyruğunu kestiler” sözünü ve yıllarca acaba tekrar kuyruğum çıkar mı? endişemi hatırladım. Bu söz, her ne kadar yakın akrabam olsa da kendisi ile arama epey bir mesafe koymaya yetti. Gerçekten Kürt olsam herhalde canımı daha da yakardı.

Tüm bu aşk öyküsünü, büyük bir mahremiyet içerisinde yazmış Adnan Binyazar. Filiz’e ulaşana kadar Adnan’ın hayatında yer eden başka kadınlar da olmuş. Adnan bu dört kadından bahsederken, daha açık yürekli davranmış. Onların verdiği tinsel hazlardan da, hayal kırıklıklarından da bahsetmiş. Ancak eşi ile olan kısmındaki mahremiyet, Filiz’i bir masal kahramanına dönüştürmüş. Tüm roman boyunca Adnan’ın Filiz’e hislerini sayfalar boyunca okurken -büyük bir oto sansür içerisinde olmakla beraber- Filiz’in kişiliği hakkında çok az bilgi vermiş. Kocasını seven, güzel, müşfik, anlayışlı eş…

Adnan Binyazar, hem örf ve adetlere bağlı biri olduğunu hem de biraz tutucu olduğunu romanında da belirtmiş. Aynı zamanda, ne kadar yüzünü batıya dönse de çaresizlik karşısında doğunun sihirli iksirlerinden, mucizelerinden de medet ummuş.

Bana mutluluğu tanımla deselerdi, hep Filiz’in yanında olmak derdim. Beni karşılarken kucaklaşmazdık, evdekilerden çekinir, el sıkışmakla yetinirdik. Ellerinin aklığı yüreğimi ısıtırdı. O zamanlar, duygular bugünkü gibi değer yitimine uğramamıştı; öyle vara yoğa öpüşler dönemi başlamamıştı daha. Bakışlarımızın çakışması yeterdi; gözlerimizle kucaklaşırdık, öpüşürdük. (s.140)

Kitabın müziğini, doğudan batıya giderken yine doğuya uzanan yazarının izinde Verdi’nin La Traviata’sından, 9.Senfoni’ye, Leyla Gencer’e, Maria Callas’a oradan yanık türkülere uzanıyor. Ben aralarından, Leyla Gencer’in sesi ile La Traviata operasından “Addio, del passato’yu” (Elveda, gelip geçen...) seçtim.



Adnan Binyazar bu masalsı aşk hikâyesini anlatırken ünlü şairleri, yazarları da romanının içine dâhil etmiş ve sıklıkla onların cümlelerine yer vermiş. Romanın içinden, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Shakespeare, Colm Toibin, Anna Ahmatova, Cahit Sıtkı Tarancı, Behçet Necatigil, Necip Fazıl Kısakürek, Fuzuli, Yahya Kemal Beyatlı, Dostoyevski, Ayfer Tunç, Gustave Flaubert, Cervantes, Lorca, Paternak, Çehov, Yvan Goll, Albert Camus –bilhassa Yabancı’nın Mersault karakteri- Adnan’ın Filiz’e olan aşkını ve çaresizliğini anlatmaya yardım etmiş. Binbir Gece Masalları'nın da kitaba katkısı olmuş.

Ölümün sinsi yüzüdür umut (s.26)

Kendisi ile yapılan bir söyleşide, romanını zaten çok güzel açıklamış:

Evlilik, bir hayatı ikiye bölerek yaşamaktır. İyi bir evlilikse, canlıyı var eden hücre gibi, bölünmüş ‘yarım’ı büyük ‘tam’lara erdirerek gelişir. Ölüm, ‘yarım’ın yok olması değil, ‘tam’ın parçalanmasıdır. Gözünüz görüşünden, kulağınız sesinden, burnunuz kokusundan oluyor... Ağzınızın tadı bozuluyor, dokunacak kimse kalmıyor çevrenizde. “Ölümün Gölgesi Yok”, gördüğünüz gibi, her satırında o ‘tam’ı yitirmemenin yazısal savaşımıdır.

Bense acilen bir macera kitabı okumalıyım, arkasından da Kurt Vonnegut.

Öğreniyoruz:

Kitabın içinde anlatıcı, romanın karakteri ne dil ile konuşuyorsa özellikle o dile ait kelimeler kullanmaya özen göstermiş. Dolayısı ile kitapta Almancaya, Eski Türkçeye ve yöresel deyimlere sıkça yer vermiş. Ancak bu üslup, yalın ve sade anlatımı hiç sıkıntıya sokmamış.

Cücişko: Cücenin cücesi anlamında yakıştırma bir söz
Ben-i Âdem: İnsan
Sır: Aynanın arkasına sürülen saydam vernik
Ferç: Kadın cinsel organı
Mağripten maşrıka: Batıdan doğuya
Gözel: Güzel
Gişisi ekser: Kocası asker
Münezzeh: Belli bir yerle sınırlı olmamak
Yılçıbanı: Başta Şanlıurfa, Diyarbakır, Gaziantep; Türkiye’nin Güneydoğu’sunda, insanların daha çok yüzünde çıkan, iyileşince yerinde iz bırakan, “yılyarası”, “şarkçıbanı” da denilen bulaşıcı bir yara
Lal: Dilsiz
Havuş: Avlu
Vakt-i kerahat: Her akşam içmeyi adet edinmiş olanlar arasında şaka yollu söylenen, içkiye başlama saaatı. (Kerâhet: iğrenme, tiksinme. Burada sözcüğün karşıt anlamı sezdiriliyor.)
Tantağ: Yakıştırmalı bir söyleyişle, kadının cinsel organı
Kofil: Kürt kadınlarının başlarına giydikleri bir tür başlık
Sitil: İçine su, yoğurt vb. konulan, kovaya göre daha yayvan, genellikle bakırdan yapılmış kulplu küçük bakraç
Homayto bigir: (Zazaca) Allah canını alsın!
Kıbrah: Pezevenk
Zebella: İri yarı, korkunç
Gezgiç: Çok gezen
Comba: Manda yavrusu
Lokul: (Çorum deyimi) Lokum
Ayân olmak: Görünmek
Banderilla: Boğa güreşi sırasında, matadorun boğanın omuz başına sapladığı, üzeri renkli süslerle bezenmiş şiş
Öldürüm: Katliam
Sıyanetiyle donatacak: Korumalarına alacak
Şıltik: (Yerel dilde) Buruşuk
Bulaşım: Enfeksiyon
Rûz-i cezâ: Kıyamet günü
Nura gark olmak: Işığa bürünmek, ışığa dönüşmek
Kırkmak: Kesmek
Çağam: Çocuğum


Gülda

5 yorum:

billur dedi ki...

Sevgili Gülda;

Bu Orhan Kemal Roman Ödülü serüvenimizde sana okuyacağın roman sıralamasını yapmış ve buyurmuştum ki bu kitap sonlara kalacak. Ama sen beni dinlemediğin için bir süre gözü yaşlı dolaşmışsın anladığım kadarı ile. Romanı okuma süresince seninle bazı sohbetlerimizde muhafazakar bir tutumun varlığından bahsetmiştin ama anlayabildiğim kadarı ile Adnan Binyazar sevginin, öpüşüp ve koklaşmanın bir mahremiyeti olması gerektiğini düşünüyor; tabii diğer kadınlarla olan maceralarını daha açık anlatması biraz çelişki yaratsa da bu noktada "Doğulu" olmanın getirdiği kültürel ve ahlaki değerlerin düşünce ve ruhsal yapısına etkisini yadsımamak gerek. "Böyle aşklar ve sevgiler de var" diye düşündürmesi umutsuzluğumuzu bir an için ortadan kaldırdı benim. Ellerine sağlık.

Vara yoğa öpüşlere son veren
Billur

Gulda dedi ki...

Ne yapayım, önce hiç okumadığım yazarlarla başlayayım dedim. Şimdi senin verdiğin talimatla devam ediyorum.

Ben Adnan Binyazar’ı okurken, onun katılaşmış değer yargılarına ve kalıplarına sahip biri olduğunu hissettim. Açıkçası, ne kadar iyi bir yazar olursa olsun ve ne kadar iyi bir aşk hikâyesi yazmış olursa olsun; “O zamanlar, duygular bugünkü gibi değer yitimine uğramamıştı” cümlesi ve benzer birkaç cümle, beni rahatsız etti. Bu tıpkı anne babalarımızın aşk hikâyeleri ve hayata bakışları gibi. Birbirlerini görür görmez âşık oldular ama el ele bile tutuşmadılar. Bizi de leylekler getirdi zaten…

Adnan Binyazar, çok akıcı bir dile sahip, çok güzel hikâyeleri olan ama benim için oldukça muhafazakâr bir yazar.

Hep öpüşelim ve birbirimize sarılalım derim sadece.

Adsız dedi ki...

Sayın Gülda Şahin,

Blog'unuzda bana da yer verdiğiniz için size teşekkürlerimi sunuyorum.Romanın duyarlık alanlarına yöneldiğiniz için Ölümün Gölgesi Yok'u gerçek boyutuyla kavradığınızı belirtmeliyim. Bu yaklaşımınızla İyi bir okur olduğunuz kanısı edindim. Bilmem benim sıkça basılan, Ağustos ayında da 11. baskısı yapılan Masalını Yititren Dev adlı romanımı okumuş muydunuz? Şairin Kedisi ile Şah Mahmet adlı öykü kitaplarım da ilgi çekti.
Bundan böyle blog'unuzu izlemeye çalışacağım.
Başarı dileklerimle...
Sevgiyle, esenlikle

Adnan Binyazar

Adsız dedi ki...

Sevgili Gülda,

Sn. Adnan Binyazar'ın kitaplarından hiçbirini okumadığım için ki - utanç verici bir durum - hemen telafi edeceğim,okumadığım bir kitap hakkında yazdıklarına bir yorumda bulunmam yanlış olur. Taraflı olur kanımca... Ama yine de belirtmeden edemeyeceğim husus şudur ki, "çok akıcı bir üslup" kullanman sayesinde yazını sıkılmadan hatta merakla sonuna kadar okuyabiliyor insan.
Her günümüzün kitapla, okumakla geçmesi dileğimle,
Ebru

Peyman dedi ki...

Gülda'cım,

Kitabı bu sabah bitirdim. Okuduğum Orhan Kemal Roman Ödülü almış kitaplar içinde beni yormadan okuma sürecine almış kitap demek istiyorum. Sayın Binyazar'ın yaşadıklarını, hayatımızda yeri olan değişik kategorilerdeki kişilerin kayıplarını, en büyük kayıp, eşin kaybıdır deyişini defalarca düşündüm. Bunu ancak tadanlar ayrımsayabilir, ama yaşanan bu kadar derin, bu kadar temiz, bu kadar içten bir sevgi ise eminim ki eşin kaybı çok çok büyüktür. Bence eşinden önce hayatında iz bırakmış kadınlardan daha rahat bir üslûpla bahsetmesi, gelir geçerin daha paylaşılmaya değer bulunduğu, kalıcının ise mahremiyetinin daha fazla olmasındandır. Her satırı edebi anlatımlarla süslenmiş, okuru, tasvirleriyle büyüleyen bir kitap.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails