13 Eylül 2009 Pazar

KAR ÇİÇEĞİ VE SIRLAR YELPAZESİ-LISA SEE


Dün birden Gülda ile konuşurken hatırladık. Bu kitabı Çin’e giderken elime almıştım ve seyahatten döndüğümde günlerce Gülda’ya kitaptan öğrendiğim ayak bağlama geleneğini anlatıp durmuştum. Zorla resimler göstermiştim. Oralarda her boş kaldığımda telefonumdan internete bağlanıp bu konuyu araştırmış ve döndüğümde ilginç bir telefon faturası ödemiştim. Bu geleneğe ve geleneğin hizmet ettiği amacı içime sindirmek biraz zaman almıştı doğrusu.

Lisa See kitabın sonunda kendini yarı Çinli olarak nitelendirdiğini ifade ediyor. Kendisi Paris’te doğuyor ama Los Angeles'ta, Çin mahallesinde büyükannemleri, büyükbabamları, teyzeleri, amcalarıyla birlikte yaşayarak büyüyor.

Aynı zamanda bir gazeteci. On Gold Mountain: The One Hundred Years Odyssey of My Chinese-Americcan Family (Altın Tepede: Çinli-Amerikalı Ailemin Yüz Yıllık Serüveni) adlı 1995 yılında kaleme aldığı ilk kitabı 100 yaşındaki dedesinin Çin’den göç etmesinden sonra Çin Mahallesi’nde “baba” oluşunu konu ediniyor. Bu kitaptan sonra ilk romanı olan Flower Net (Çiçek Ağı) adlı romanı yazıyor ve polisiye türünde olan roman filme alınıyor.



Lisa See’nin bu kitabı yazarkenki çıkış noktası aslında Çin’li kadınların bin yılı aşkın bir süre boyunca kullandıkları “Nu Şu” denilen gizli bir yazı dili.Kitabı yazarken hayatta kalan son özgün nu şu yazarı olan Yang Huanyi’yi yazarını ziyaret ediyor ve ondan nu şu, ayak bağlama , evlilik için yorgan hazırlama işlerini ve daha nice anısını ve kısaca gelenek ve görenekler, toplumun istekleri ve beğenileri çerçevesinde ezilen kadınların hayatını anlatıyor. Nasıl bir hayat mı bu? Kız çocuklarının bir hiç olarak değerlendirildiği, evlenene kadar doyurulacak bir ağız, giydirilecek bir beden olarak görüldüğü bir hayat. Evlendikten sonra da koca evinde yer edinmek ve saygı görmek için ille de erkek çocuk doğurmanın şart olduğu bir hayat.


YANG HUANYİ'NİN RESMİ

Bu konu ile ilgili Yang Huanyi evlenirken kendisi için söylenen bir deyişi aktarmış Lisa See’ye: “Bir kız evladı evlendirmek, tıpkı su atmak gibidir.” Dünyanın neredeyse her yerinde kadınların ve kızların bir hiç gibi algılanması nedendir acaba?

Acı ve Ölüm Dolu Bir Gelenek

Peki evlenebilmek ve iyi bir evlilik yapabilmenin ana şartı nedir? Ayaklarınızın en fazla 7 santim olması!!! Evet, yanlış okumadınız 7 santim! Hepinizin Uzakdoğu’lu kadınların küçük ayaklı olduğu ve ayakları büyümesin diye dar ayakkabılar giydiği yönünde şeyler duyduğunuza eminim. Ancak sanırım küçük anlayışınız 7 santim değildir. Kitapta 7 santimi elde etmek için ayak bağlama operasyonunu gerçekleştirişini anlamam için iki defa okumuştum ve gene de gözümde canlandırman mümkün olmamıştı. Bu işin sonunda kadınlar hayatlarının sonunda yürüyemiyorlar ve sakat kalıyorlardı. VE BU KÜÇÜK AYAK BİR KADININ STATÜSÜNÜ YÜKSELTEBİLİYORDU.

Bu operasyon sırasında kangren olup ölen bir sürü küçük kız da olabiliyordu. Kızlar evlilik hazırlıkları yaparken ayak bağlama işleminden sonra giyecekleri ayakkabıları da hazırlıyorlardı. Bu ayakkabıları sonradan bir eskici dükkânında yakından görmüş ve heyecanlanmıştım ve yine gözlerine inanamamıştım. Almadan çıkmıştım dükkândan.Bu yöntemi de uygulayan anneler oluyor kızlarına. Hem de çocuklarının ölmesi pahasına hiç acımadan. Acı çekmek erdemdir ilkesinden yola çıkarak kızları sayesinde statülerinin artmasını uman bu annelerden biri olan Zambak’ın annesi Kızlarımızı bütün kalbimizle sevebiliriz, ama onlara acı çekmeyi öğretmeliyiz," diyor.

Ayak Bağlama geleneği Rivayete göre, yüz yıllar önce Çin’de, çok güzel danseden bir cariye için altından yapılmış lotus çiçeği biçiminde bir platform hazırlanmış. Cariye, platformun üzerinde, mücevherler içinde, küçücük ayaklarıyla bir güzel dans etmiş. İzleyenler adeta büyülenmiş. Böylece yeni bir güzellik ölçütü Çinli erkek kafalarında öylece yer edinmiş: Bu ayaklarla zarif bir şekilde yürümek aslında işin sadece estetik! yönü.


Bir de işin cinsellik boyutu bulunuyor. Küçük yaştan beri sadece başparmağa kuvvet bindirmek suretiyle yürümek kadının pelvik kaslarını güçlendiriyor ve bu da cinsel ilişki esnasında erkekleri fazlasıyla tahrik ediyor.Bu acı dolu işlem kızlar 5-6 yaşlarında iken yapılıyor; ayakları, önce çeşitli bitkilerin kaynatılmasıyla elde edilen bir suyla iyice ovulup, yumuşatılıyor. Sonra başparmak dışındaki parmaklar, ayağın iyice altına gelecek şekilde bükülüyor. Parmaklar bükülü haldeyken ayak uzun sargılarla iyice sarılıyor. İki günde bir ayaklar çözülüp, temizlenip tekrar sarılıyor. Bu işlem parmaklar kırılana, ayağın altıyla birleşene kadar sürdürülüyor. Bu ayaklara altın lotus deniliyor. Bu acı dolu gelenek 1912 yılında yasaklanmış olmasına rağmen neredeyse 1950’li yılların ortasına kadar uygulanmış.

Zambak ve Kar Çiçeği’nin Hüzünlü Hikâyesi

Lisa See’nin kaleme aLdığı öykü Zambak ve Karçiçeği adlı iki küçük kızın bir yaşam hüzün dolu hikayesi. Zambak’ın deyimiyle sıradan bir evde yaşayan sıradan bir kız o. Ancak ayaklarının bağlanması sonucunda tam da istenildiği gibi bir altın lotus’a sahip olduğu için yörenin iyi durumdaki ailelerinden birinin oğlu ile evlenme olasılığı doğar. Aynı zamanda bu durum onun bir laotong ilişkisi için de uygun olduğunun kanıtıdır yani onu kocasından daha iyi tanıyacak olan bir ruh kardeşi olacaktır: Kar Çiçeği. Bu ilişki duygusal bir arkadaşlık ve ebedi sadakati gerektirmektedir. Sonunda tanışırlar ve birbirleri ile nu şu ile zaman zaman yelpazelere zaman zaman ipek mendillere yazarak bu gizli şifreli yazım dili ile dertleşirler ve haberleşirler.



Ancak bazı yanlış anlaşmalar ve yaşanan olaylar nedeniyle artık yöresinin en sayılan ve söz geçen kadını olan Zambak ile Kar Çiçeği’nin araları Zambak’ın nu şu dilindeki bir inceliği anlayamaması ve yanlış yorumu nedeni ile açılır ve küs oldukları dönemde de Kar Çiçeği hayata gözlerini yumar. Erik Tomucuğu’nun deyişi Zambak ile Kar Çiçeği arasındaki laotong ilişkisinin kötüleşmesindeki tek sorumlu Zambak’tır çünkü gelenek ve göreneklerin etkisinde kalmış ve erkeksi bir bakış açısı ile arkadaşlıklarını yargılamıştır. Zambak pişman olmuştur çünkü Karçiçeği Zambak’ı OLDUĞU VE OLMADIĞI HER ŞEY İÇİN SEVMİŞTİR. Kar Çiçeği’nin ölümü Zambak için çok zor olur bunu da “ Bazen Hangisi daha kötüydü diye düşünürüm: Kar Çiçeği’nin ölmesini izlemek mi, kocamınkini mi?” diye dile getirir.

Kar Çiçeği ve Sırlar Yelpazesi kadınların gelenek ve görenekler altında ezilişini, bu durumdan kurtulmak için buldukları çıkış yollarını hayatları boyunca itaat etmeye yöneltilen iki kadının – aynı zamanda tüm kadınların- kocalarından ve belki de erkek çocuklarından daha fazla bir bağ ile ilişki kurdukları acı, mutluluk ve pişmanlıkla dolu SEVGİNİN ötesinde bir dostluğun hikâyesi.

Birbirlerinden başka sığınacak kimseleri olmayan ve bir gönülden yoksun kadınların sadece kendi istedikleri için sevdikleri ve mecburiyetten sevilmedikleri bir duygusal birlikteliğin hikâyesi.

Kitapta SEVGİ başlıklı bölümden:

........Akrabalık Sözleşmesi’nin imzalandığı günden başlayarak, yüzlerini altı yıl görmeyecek olduğumuz halde, kocalarımızı sevmemiz beklenir. Kocalarımızın ailelerini sevmemiz söylenir; ama o ailelere, bir yabancı, evin en kıdemsiz üyesi, hizmetçinin sadece bir basamak yukarısındaki birisi olarak gireriz. Yüreğimiz sessizce öz atalarımıza minnet duyuyor olsa da, bize kocalarımızın atalarını sevip onları onurlandırmamız emredilir ve biz de buna göre görevlerimizi yerine getiririz. Ebeveynlerimizi bize baktıkları için severiz, ama bizler, aile ağacının değersiz dalları olarak görülürüz. Ailenin kaynaklarını tüketiriz. Bir aile tarafından, diğeri için yetiştiriliriz. Öz ailemizde ne kadar mutlu olsak da, bir gün ayrılığın kaçınılmaz olduğunu biliriz. Böylece ailemizi severiz, ama sevginin, ayrılığın hüznüyle sona ereceğini biliriz. SEVGİNİN bütün bu türleri borç, saygı ve minnetten doğar. Benim ilçemin kadınlarının çok iyi bildiği gibi, pek çoğu, üzüntü, kırılma ve acımasızlık kaynağıdır. AMA bir çift ruh kardeşi arasındaki sevgi bambaşka bir şeydir....”

Ruh Kardeşinizi Bulmanız Dileğiyle.
Sevgiler
Billur

7 yorum:

AYCAN dedi ki...

Sevgili Billur,

Yazdıklarını okuduktan sonra, yıllarca herkes tarafından ne kadar küçük ayakların var sözlerini işitmekten aldığım cesaretle gittim baş parmağım ve topuğum arasını ölçtüm 21 cm. ve sonra 7 cm. ne kadar ona baktım. Gözüm yerimden fırladı resmen. Doğu kültürünü her zaman fazla vahşi bulmuşumdur haksız sayılmazmışım hani!...
Nu Şu denilen gizli yazı dili ise küçükken ablamla geliştirdiğimiz sözüm ona kimsenin anlayamayacağını sandığımız yazı diline benzeş ise gizliliğinden şüphe duyarım ama kulağıma romantik ve gizemli geldi.
Doğu kültüründe genç kızların erkeklere hizmet etmesi için yetiştirilmesi hatta bu uğurda psikolojik, fiziksel taciz görerek eğitimden geçmesini kanımca en güzel anlatan kitaplardan biri de 'Bir Geyşa'nın Anıları' idi.

Hüzünlü sonlara bugünlerde ruhum dayanmıyor ama yine de okunacaklar listeme ekledim.

Teşekkürler,

Aycan

Gulda dedi ki...

Ben de o resimleri eklemediğin için teşekkür ederim. Hâlâ gözümün önünden gitmiyor.

Birkaç gün önce beş saat kadar yüksek topuklu ayakkabılar ile dolaştım, sonrasında ise ayaklarımı hissetmiyordum.

Dinî, geleneksel veya sosyal sebepler adı altında yapılanlar için bakınız:

Boynu uzatmak için takılan metal halkalar, Afrika’dan (Çıkardıklarında boyunları o kadar incelmiş oluyormuş ki, boyunları kırılıyormuş!)

Kadın sünneti, yanı başımızdan…(Böyle bir vahşet olabilir mi?)

Beli ince göstermek için giyilen korseler. Avrupa’dan (Kaç yüzyıldır devam ediyor? Kaç kadının beli kırılmış? Sıklıkla sorunsuz olanları denediğimden biliyorum, eve gelince en çok rahat nefes almayı özlemiş oluyorum.)

Bu uğurda kaburga kemiklerinin aldıranlar fıstıklar… Tüm dünya’dan.

Burkalar (Yakın coğrafyadan.)

Adsız dedi ki...

Açıkcası nedir bu kadınların çektiği? Diyeceğim ama genelde kadının başına ne gelirse yine kadından geliyor.

Ben bu Lotus Feet, Universite yıllarında öğrendiğimde midem alt üst olmuştu. O kadınların zarefet ve cinsellik için çektikleri inanılacak gibi değildi. Sonra Aycanın tavsiyesi ile Bir Geyşa'nın Anıları nıda okumuştum. Oda başka bir uç!.. Şimdi bi an aklıma saçları bozulmasın diye küçücük tahtaları boynuna koyup uyumaları geldi. İnanılacak gibi değil ama bize masal gibi gelen birçok olay bazıları için gerçek. Allahtan onların gerçeklerini yaşamıyoruz........

Aycan bende merak edip ölçtüm benimkiler 23cm. Zaten hiçbir zaman denge sağlıyamamışımdır bu küçük ayaklarda. Bilirsin hep yanımdakinin üstüne yürürüm veya sabit durduğumda kavak gibi bi sağa bi sola sallanırım. Sanırım bu ölçüyü 7cm düşürmek benim için yere yatay yürümek demek olurdu.

Bir çift ayak deyip geçmeyin tüm yükü (bizi)aslında onlar taşıyor!..

Ayşe

Peyman dedi ki...

Ben de yaklaşık bir yıl kadar önce National Geographic'te bu Altın Lotus ayaklarla ilgili bir belgesel izlemiştim. Bu işlemin nasıl yapıldığını detaylı şekilde göstermişti. O günden sonra ne zaman ayaklarımı bir ayakkabı çok sıksa hep o görüntüler gözümde canlanır. Fazlasıyla sado-mazoşist bir gelenek.

Adsız dedi ki...

Sevgili Kitap Kulübü Üyeleri;

Bir dahaki 'AŞK' toplantısına ayak ölçülerinizi alıp gelir misiniz lütfen. Sadece merak !....

Aycan

Adsız dedi ki...

Kitabı az önce bitirdim, kitapla ilgili kim ne söylemiş bakayım dedim blokunuza rastladım, tebrik ederim. kitaptan bir alıntı paylaşayım sonsözden

Köylü köklerimden, sadece iki kuşak önce kopmuşum. Büyük büyük büyükannem, para kazanıp çocuklarını geçindirmek için insanları sırtında taşırmış. Kederlenmek -bir çocuğu yitirmek ya da yaşadığı başka bir felaket sonucunda kederlenmek- onun ve bağlı olduğu mülteci soyunun sahip olamayacakları bir lüksmüş. Sabrın ve kabullenmemin bu biçimini, Kar Çiçeği, Zambak ve bu romanı dolduran diğer kadınların karakterlerinde gösterebilirdim: ama aynı zamanda, kuşaktan kuşağa geçerek aileme aktarılmış olan başka inançları da kattım kitaba. 'Küçük bir kızken babana itaat et; eş olduğunda kocana itaat et; Dul kalınca, kocana itaat et' deyişini duyarak büyüdüm. Elbette baş kaldırdık; ama aynı zamanda, belki de kabul etmekten hoşlanmayacağımız kadar yerleşti içimize o özdeyiş. (Kitabın sonundaki yazarın 'kitabı nasıl yazdım' bölümünden)

bil dedi ki...

Köylü köklerimden, sadece iki kuşak önce kopmuşum. Büyük büyük büyükannem, para kazanıp çocuklarını geçindirmek için insanları sırtında taşırmış. Kederlenmek -bir çocuğu yitirmek ya da yaşadığı başka bir felaket sonucunda kederlenmek- onun ve bağlı olduğu mülteci soyunun sahip olamayacakları bir lüksmüş. Sabrın ve kabullenmemin bu biçimini, Kar Çiçeği, Zambak ve bu romanı dolduran diğer kadınların karakterlerinde gösterebilirdim: ama aynı zamanda, kuşaktan kuşağa geçerek aileme aktarılmış olan başka inançları da kattım kitaba. 'Küçük bir kızken babana itaat et; eş olduğunda kocana itaat et; Dul kalınca, kocana itaat et' deyişini duyarak büyüdüm. Elbette baş kaldırdık; ama aynı zamanda, belki de kabul etmekten hoşlanmayacağımız kadar yerleşti içimize o özdeyiş. (Kitabın sonundaki yazarın 'kitabı nasıl yazdım' bölümünden)

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails