27 Şubat 2011 Pazar

Her Yaşın Ayrı Bir Güzelliği Var


Ajda Pekkan - Her Yaşın Ayrı Bir Güzelliği Var
Yükleyen tipe-bak. - Diğer müzik videolarına göz atın.


Birisi diğerinin 40 yaşını 4 gözle bekler mi hiç ? Beklermiş. Son kaç yıldır Ayşe’den hep şu sözü işittim 40-41-42-43 yaşındasın utanmıyor musun?

Bizim arkadaşlığımız çokça sataşmalara dayalı ; bir nevi sevgimizi belli etme tarzımız mı bu, yoksa böyle muzurluklar mı bizi biz yapan bilmiyorum. Ayşe ile uğraşabilmem için artık o büyük gün geldi çattı. Ne yapsak diye kafa patlatırken, aklıma Ayşe'nin 21. yaş gününü kutlayışımız geldi. Amerika’da öğrencilik yıllarımız Cuma’dan başlayan Cities geceleri, biz büyüğüz, çok havalıyız …

Cities’e ve diğer disco-barlara hüviyet sorulmadan, sorulsa da yaşımız tutuyor, gösteriyoruz yaşımızı belgeleyen hüviyetlerimizi göğsümüzü gere gere, giriyoruz ama Ayşe ‘küçüğümüz’ öyle mi ? İllaki tanıdıktı, öyleydi, böyleydi peşimiz sıra girebiliyor discolara ve hep hınçla şunu söylüyor : 'Bi 21 olayım göstereceğim hüviyeti ben onlara' Ve 21. yaş günü gelip çattığında bizim kibrit kutusu kadar evdeyiz, pasta elimde Ayşe’ye mumları üflemesi için götürürken cıvıl cıvıl fotoğraflanıyoruz … Ve gecenin devamı Cities’de , Ayşe hevesle bekliyor kapıdaki güvenlik sorumlusunun yaşınız kaç Hüviyetinizi görebilir miyim demesini … giriş için bekleme sırası uzun, bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz ve sonunda sıra bize geliyor amcam hüviyetlerimizi sormuyor, 'geçebilirsiniz' diyor ama Ayşe 21. yaşa basmanın verdiği güçle hüviyetini çantasından çıkarıyor ve adamın burnuna dayıyor, o an kopuyoruz … ne çok gülüyoruz.

İşte ben bunları düşünerek geçirdim haftayı … 21’lerden 40’lara … kaç kişiye nasip oluyor böyle yaşanmışlıklar ? Ne yapsak o 21'deki akşamda olduğu gibi gülse ve mutlu olsa? Belki hiçbir şey, yanında sadece durmamız ve öylece oturmamız bile mutlu etmeye yeterdi onu, belki de aklına gelmeyecek ‘muzurluklarla’ şaşırtmamız …

Biz ikinci şıkkı seçtik bu akşam. Umarım mutlu olmuştur, umarım iyi ki 40 olmuşum demiştir ‘küçük Ayşe’ bu gece ve umarım iz bırakan bir 40 olmuştur, dönüp 21 yaşı düşündüğünde gülümsediği gibi bir yaş …

Gülden Abla’nın dediği gibi 40 Kere Maşallah Seni Çok Seviyoruz Ayşe ! Doğumgünün Kutlu Olsun !

Aycan

17 Şubat 2011 Perşembe

FENA HALDE LEMAN - Attila İlhan



Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir,
Azıcık okşasam sanki çocuktular.
Bıraksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.
Böyle bir sevmek görülmemiştir.

Hayır, sanmayın ki beni unuttular,
Hâlâ ara sıra mektupları gelir.
Gerçek değildiler, birer umuttular.
Eski bir şarkı, belki bir şiir.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.
Böyle bir sevmek görülmemiştir.

Yalnızlıklarımda elimden tuttular.
Uzak fısıltıları içimi ürpertir.
Sanki gökyüzünde bir buluttular,
Nereye kayboldular şimdi, kim bilir?
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.
Böyle bir sevmek görülmemiştir.

Onu şair kimliği ile tanıdım. Okumamıştım öykülerini, romanlarını.

Severim şiirlerini; duygu yüklüdür.

Kitap Fuarında birkaç şiir kitabını alırken bir de roman alıyım dedim.



Kitabın arka kapağında aynen şöyle yazıyordu:

Attila İlhan'ın cinsellik konusuna cesaretle eğildiği, büyük tartışmalar yaratan bu çarpıcı ve sarsıcı romanı yayımlandığında öyle bir yankı yarattı ki, kitabın adı gündelik dile girerek farklı kullanım alanlarında kendine yer buldu: Kimi zaman bir olgunun normalden fazlalığını anlatmak için kullanılan bir deyim oldu "Fena Halde Leman". Romanda ete bürünen Leman Korkut'la ve diğer kahramanlarıyla Attila İlhan, farklı bir cinselliği konuşulabilir, tartışılabilir, anlaşılabilir, doğal bir durum olarak anlattı. Yüzyıllardır diplerde, derinlerde, yaygın olarak yaşanmakta olanın üstünden perdeyi çekti ve söz konusu cinselliği, Türk edebiyatında ilk kez "suç olmayan bir insanlık durumu" olarak resmetti... Bu cesur roman cinsellikle ilgili tabuları şiddetle sarsıyor ve okurları yeniden ve başka bir düzlemde düşünmeye çağırıyor.

“Cinsellik konusuna cesaretle eğilmek, cinsellikle ilgili tabuları şiddetle sarsmak” sözleri benim için farklı anlamlar taşıyordu. Ben kafamda Leman’ı küçük bir şehirde belki de bir kasabada yaşayan evli, ama bir başkasına aşık, kaçamak sevgiler yaşayan bir kadın olarak tahayyül etmiştim. Yani kitaptaki Leman’ın aksine çok daha masum…

Kitabın konusu, bir gazetecinin, İzmir’in varlıklı ailelerinden Korkut’ların Fransız asıllı gelinleri Leman’a duyduğu ilgi ile hakkında yaptığı araştırmalar sonucunda, Leman Korkut’un gözler önündeki hayatının gizli kalmış farklı bir penceresini aralaması ve Leman’ın sansasyonel cinsel tercihlerini anlatmasıdır.

Başlarda, gizemli bir kişilik profili çizilen Leman hakkında yazılanlar, kitabın sürükleyiciliğini arttırsa da ilerleyen sayfalarda tempo düşmeye başladı.
Eşi Ekrem Korkut’un 27 Mayıs’ta Fransa’ya kaçmasından ve orada ölmesinden sonra, ölümünün arkasındaki sır perdesini aralamak için Fransa’ya giden Leman, içinde pusuya yatmış cinsel dürtülerini, eşinin eski sevgilileri ile açıktan açığa yaşar.

Burada Ekrem Korkut’un da çok dengeli cinsel tercihleri olmadığını, hatta Ekrem Korkut’un bu durumunun genetik faktörlere dayanabileceğini, annesi Haco Hanım ile gelin Leman Korkut arasında geçen yasak gecelerin anlatımı ile keşfediyoruz.

“Anayla oğul arasındaki ilişkinin gizli bağlarını birer ikişer öğrendikçe şu gerçek bütün çıplaklığıyla meydana çıktı: Haco Hanım’a yaklaşırsam Ekrem’den uzaklaşmış olacağım, Ekrem’e yaklaşırsam Haco Hanım’dan! İkisini aynı içten yakınlıkla benimsemek, olmayacak şey: Birisi sevgide ölçü tanımayacak derecede tutkusal, öbürü alıngan da ondan.”

“Ekrem evde olmadığı sürece, güzelliğimin, sağlığımın üzerine titreyen; her tehlikeye karşı beni dişi kaplan gibi korumaya hazır, Haco Hanım’layız, Ekrem döndü mü, yumuşak başlı ve müşfik eş olarak, istediği an elinin altındayım, her söylediğini tartışmadan onaylıyorum. Sonunda elbet başlarken neredeysem orada buluyorum kendimi; içtenlik yerini oyuna bırakıyor; daha gerçek görüneyim diye oynuyorum: Doğal olanı abartıyor, olması gerekeni gizliyorum: Duygusal cambazlık, zor zanaat!”

Leman ve Ekrem’in birlikteliklerinde nasıl da durağan, hatta yalnız bir çift olduklarını, bu yalnızlığın Leman’ı, temeli gençlik yıllarına dayanan bir eşcinsel ilişkinin onda yarattığı özlemi yeniden depreştirdiğini görüyoruz. Kitabın ilerleyen bölümlerinde tüm sapkın ilişkilerin odağında Leman’ı buluyoruz.

“…dinle böceğim, uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım. Yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman, dediklerimi dinleyerek, saptarsın ki: Hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: İki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sukût-u hayaller eksik olmaz! Sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: Arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı!”

“Çift demek, yan yana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! Onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. Uzaktaki soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. Yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir, yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdahale: Sevdiğini, hayalinde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur. Sevmek! Sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak…”

İnsanların cinsel tercihleri, sadece kendilerini ilgilendirir. Ve iki kişi arasında yaşanan her zaman mahremiyettir. İster kadın-erkek, ister kadın-kadın, ister erkek-erkek yaşansın, bu insanların özelidir. Bu ilişkilerle ilgili detayları bilmek, mahremiyete sızmaktır. Kitabı okurken, Leman’ın yaşadığı eşcinsel ilişkilerin detayları, kabullendiğim bu yaşam tarzlarının çarpıklığını somutlaştırdı, beni o insanların hayatlarının içine itti. Ben ise orada olmak istemiyorum, sadece onların kişisel seçimlerine saygı duyuyorum. Eşcinsellik doğuştan sahip olunan bir yazgı olabilir, çocukların tam da cinselliğini keşfettiği, kabullendiği yıllarda ailesinin, yakın çevresinin yanlış yönlendirmesi sonucunda edinilmiş bir tercih olabilir. Ama bu o kişilerin seçimidir.

Kitaptaki karakterlerin çoğunun eşcinsel tercihlerinin olması, her insanın içinde bir nebze de olsa bu çarpık dürtülerin olduğunun göstergesi midir? Çevremizde, içinde bu eğilimleri taşıyan bu kadar çok insan var mıdır? Bu insanlar zaman zaman yaşadıklarından pişmanlık duyarlar mı? Tıpkı Leman gibi…


Peyman

Joe Lovano/UsFive'dan Bird'e Selam-Bird Songs

Haftalık D&R ziyaretimde hızla Yeni Çıkan albümler bölümüne gene bön ve sıkkın bir biçimde bakınıyorum. “Artık…” diyorum içimden “ bir şey almasan da yoluna gitsen”. Sonunda Joe Lovano/Us five bird songs adlı albümü elime alıyorum. Joe Lovano’yu hiç dinlemediğim gerçeği canımı sıkıyor biraz. İstanbul Caz Festivali’ne gelmediği konusunda neredeyse eminim ama teyit amaçlı araştırınca 1997 yılında geldiğini öğreniyorum. Eh ben daha babama karşı açıkça cephe almaya cesaret edemediğim için o çalarken ben evde oturmaktaydım sanırım 1997’de. Ayrıca 2009 yılında biz Gülda ile Arjantin’deyken Akbank Caz Festivali’ne geldiğini de okuyorum bir haberde.



Kafamda Lovano’yu dinlemediğim gerçekliği bir yanda CD’nin arkasını çevirince bird songs’un anlamı ortaya çıkıyor: Bir bakıyorum Lover Man, bir bakıyorum Koko, dona lee… Sonucu açıklıyorum kendi kendime: Charlie Parker.



Charlie Parker…Hızlı yaşayıp yaşlı ölen, caz dünyasında fırtına gibi esip, kendisinden etkilenmeyen pek az müzisyen olan, bebop akımının kurucusu ve bir doğaçlama üstadı Parker. Çetin bir yaşam mücadelesi veren Parker öldüğünde 35 yaşında olmasına rağmen doktorlar 55 yaşında göründüğünü ifade etmişlerdir. Gençken geçirdiği bir rahatsızlıktan ötürü morfin bağımlısı olan Charlie Parker ‘ın ölümü de kurtulmayı başaramadığı bu bağımlılığı yüzünden olmuştur.

Louis Armstrong klasik anlamdaki caz için neyi ifade ediyorsa, Parker da 1940’ların başından itibaren emprovize yeteneği ile yeni bir dönemi ve sonrasındaki her şeyi temsil ediyordu. Parker’ın yaylı çalgılara olan ilgisi 1950 yılında tamamı caz standardı olarak nitelenen baladları içeren bir albüm yapması sonucunu doğurur : Charlie Parker with Strings. Bir yerlerden edininiz derim.



Lovano’dan biraz bahsetmek gerekirse birkaç enstrüman birden çalmasına rağmen özellikle tenor saksofon icra etmektedir. 1990’ların en yetenekli ve emprovize müziğe kendine has bir yaklaşımı ile övgüye değer bir müzisyen olarak addedilmektedir. 6 yaşında alto saksofon çalmaya başlayan ve daha sonra tenor saksofona terfi eden Lovano ilk müzik eğitimini Big T lakaplı babası Tony Lovano’dan almış ve haliyle ondan da etkilenmiş. Yazıya konu olan albüme başlamadan önce birkaç günden beri Lovano’yu dinliyorum ve “Allahım! İki üç adam bilmişiz, dinlemişiz…Hala onlarla idare etmeye çalışıyorum, pöh!” diye geziniyorum.

Özellikle çalışındaki tonlama gerçekten insanın ruhunu okşayabiliyor ve doğaçlama yaptığı anlarda asıl melodinin çıkış noktasından fazla uzaklaşmıyor hissini vermesi ve –en azından dinlediğim parçaları açısından- fazla saldırgan bir üslubu olmaması doğaçlamadan hoşlanmayan yeni caz dinlemeye başlayanlar için bile dinlenebilir kılıyor Lovano’yu .



Lovano 2009 yılında Akbank Caz Festivali’ne geldiği zaman İstanbul’a atfen yaptığı Golden Horn adlı parçayı da icra etmiş. Lovano’nun bir özelliği de balad yorumcusu olarak bir üne sahip olması, hatta 2004 yılında çıkardığı I’m All For You adlı albümü bu açıdan eşsiz. Şimdilik bu albümde yer alan eserleri ordan buradan dinliyorum ama eğer denk gelirseniz lütfen edininiz diyorum naçizane. En azından geçmişten bugüne kadar nefesi yeten klasik caz baladlarını dinlemek iyi gelebilir.

Bu son albümüne gelince…Dediğim gibi tamamı Charlie Parker eserlerinden oluşuyor ancak Lovano’nun kendisinin de doğaçlama üstadı bir icracı olduğu düşünülürse Parker’ın eserlerini kendine has bir yorumla çaldığını anlıyorsunuz birbir dinledikçe. Parker’ın çizdiği yoldan giderken kendi ara yollarını bulmaya çalışıyor Lovano eserleri yorumlarken ancak bunu da asla Parker’a üstün gelme hissi vermeden “ben böyle hissediyorum” der edasında konuşturuyor saksafonunu. Bu farklılık özellikle kaydedilen ilk bebop eseri olma özelliğini taşıyan ve 2002 yılında Kongre Kütüphanesi (Library of Congress) tarafından Milli Kayıt Siciline eklenerek onurlandırılan Ko-Ko’da ve Yardbirdsuite’de dikkat çekiyor.
Albümde yer alan diğer Parker eserleri şu şekilde:

1.Passport
2. Donna Lee
3. Barbados
4. Moose the Mooche
5. Loverman
6. Birdyard
7. Ko Ko
8. Blues Collage (carvin’ the bird-bird feathers-bloomdido)
9. Dexterity
10. Dewey Square
11. Yardbird Suite

Joe Lovano’ya eşlik edenler arasında dahi bir müzisyen, genç bir yetenek var: Esperanza Spalding. Basın yeni sesi ve aynı zamanda vokalist. Bu sene Caz Dalında En İyi Yeni Sanatçı ödülünü aldı.



Stanley Clarke ile de 2007 yılında The Toys of Men adlı albümde de beraber çalışmışlıkları bulunuyor. Albümde Lovano ya Spalding’ in yanı sıra eşlik eden diğer müzisyenler perküsyon ikilisi Otis Brown III ile Francisco Mella ve piyanist James Weidman.

Önce Parker’dan Loverman:



Charlie Parker ile muhteşem bir ikili olan Dizzy Gillespie’nin trompetine de kulak vermenizi isterim. Billy Eckstine’ın dediği gibi “ Bu müziğin gerçek anlamda icra edilmesi, herkesten çok Bird sayesinde olmuştur; ancak kalıcı izler bırakması Dizzy sayesindedir.İşte Ko-Ko:





Bir de Joe Lovano'dan Tam bir İcra: Sail Away:




Sevgiler
Billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails