KURT SEYT VE SHURA - NERMİN BEZMEN
Kitap : Kurt Seyt ve Shura
Yazar : Nermin Bezmen
Mekan : İl Gusto Ristorante
Tarih : 30 Eylül 2014
Sunucu: Bilgen
Katılımcılar: Aycan, Ayşe, Ayşen, Aysun, Belkıs, Bilgen,
Billur, Gülda, Gülden, Peyman, Yonca
EKİM DEVRİMİ
Ekim Devrimi
sırasında Kızıl Muhafızlar
Ekim Devrimi, Bolşevik Devrimi ya da Rus
Devrimi (Rusça: Октябрьская революция /
Oktyabrskaya revolyutsiya), Çarlık
Rusyası'nda Jülyen takvimi'ne göre 25 Ekim 1917'de, (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) Petrograd'daki Kışlık Saray'ın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle başlayan ve Sovyetler Birliği'nin kurulmasına yol açan olaylar
dizisidir.
Ekim
Devrimi, 1917 Şubat
Devrimi ile
başlayan devrimci sürecin ikinci aşaması olarak
değerlendirilir. Ekim Devrimi ile Temmuz Günleri ile iktidarı tekleşerek ele geçiren
ancak Kornilov
Olayı ile güç ve
destek kaybeden Geçici
Hükümetten iktidar
alınmış Bolşeviklerin ve müttefikleri olan Sol SR’ların çoğunlukta olduğu Sovyetlere
verilmiştir. Bu gelişmelerin üzerine Bolşevik karşıtı monarşi yanlısı Beyaz Ordu, Rus
İç Savaşını
başlatmıştır. 1922 yılında iç savaştan galip çıkan Bolşevikler Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.
Başlangıçta,
olaydan Ekim Darbesi (Rusçası: Октябрьский переворот) veya 25
Ayaklanması olarak bahsedilir[1]. Zamanla Ekim Devrimi
yaygınlık kazandı. Devrimin 10. yıldönümü olan 1927 yılından itibaren resmi
olarak Büyük Ekim Sosyalist Devrimi (Rusçası: Великая Октябрьская
Социалистическая Революция) olarak adlandırılmaktadır.
20.yüzyıla
girildiğinde Rusya
İmparatorluğu ısrarlı
olarak uyguladığı otokratik rejim yüzünden ve bünyesinde barındırdığı farklı
ulusların maruz kaldığı baskılardan ötürü uluslar hapishanesi olarak
adlandırılmaktadır. Rusya Rus-Japon
Savaşı ile askeri
olarak büyük darbe almış, iç siyasi hayatta da 1905 Devrimi ile büyük altüst oluşlar yaşar.
Kırılgan bir ekonomisi olan Çarlık rejimi I.
Dünya Savaşına girecek ve
uzun süren savaşın etkisi cephedeki askerler başta olmak üzere tüm halk
tarafından hissedilecektir. Sonunda bu rahatsızlıklar 1917 yılının ilk
aylarında Şubat
Devrimi olarak
adlandırılan olaylarla patlak verir ve Çarlık rejimi devrilir.
O zamana
kadar toplanmakta olan Duma çoğunluğunu Çarlık rejimine yakın çevrelerin
oluşturduğu milletvekilleri Geçici Hükümeti kurduklarını ilan ederek yönetimi
almaya çalışsa da tabanda örgütlenen asker, köylü ve işçi sovyetleri de
alternatif iktidar olarak ortaya çıkar ve ikili bir iktidar dönemi yaşanır.
Ancak Geçici
Hükümetin uyguladığı poltikalar Çarlık rejimi politikalarından pek de farklı
olmadığından ötürü rahatsızlıklar sürmektedir.
Şubat
Devriminin çıkış
sebeplerinden birisi olan halktaki barış isteği dikkate alınmamış, İtilaf
Devletlerinin istekleri
doğrultusunda I.
Dünya Savaşına devam
edilmiştir. Mayıs ayında yaptığı açıklamada Geçici Hükümetin Dışişleri Bakanı Pavel Milyukov savaşa devam edileceğini ve zafere
ulaşılana dek mücadelenin süreceğini açıklamıştır. Rus cephesindeki Alman
ordularının Batı cephesine kaydırılmasını istemeyen İtilaf
Devletlerinin baskısıyla
alınan bu karar halkta galeyana yol açmış ve protesto edilmiştir.
Temmuz
ayında Almanya
İmparatorluğu ordularına
karşı düzenlenen ve başarısızlıkla sonuçlanan saldırıdan sonra eylemlerde 500
bin işçi Geçici Hükümetin istifasını istemiştir. 16 temmuz günü kendiliğindne
başlayan ve Temmuz
Günleri olarak
adlandırılan olaylarda askerler ve işçiler sovyetler lehine iktidarı almaya
kalksalar da başarılı olamayacak ve Geçici Hükümet tarafından bastırılacaktır.
Sovyet yönetimindeki Menşevik ve SR’lar da ayaklanmayı desteklememiş, bastırılmasından
yana olmuşlardır. Gösterilerin bastırılması sırasında 56 kişi ölecek, 560 kişi
de yaralanacaktır.
Bu dönemden
sonra artık Sovyetler Geçici Hükümet karşısında bastırılmış durumdadır. Rus
ekonomisi bu sırada felakete doğru gitmektedir. Sanayi ve ulaşımdaki düzensizlikler
üretimin 1916 yılları seviyesine düşmesine yol açmış, kapanan işletmeler
yüzünden yoğun işsizlik yaşanmaktadır. İşçilerin eline geçen ücret düşmüş ve
alım gücü 1913 yılı seviyelerine gerilemiştir. Ülkenin borçları 50 milyar rubleyi aşmış durumdadır ve iflasın eşiğindedir.
Temmuz
Günlerini özellikle Bolşeviklere karşı baskı dönemi izler. Lenin Finlandiya’ya kaçacak, Troçki başta olmak üzere çok sayıda
Bolşevik lider tutuklanacaktır. Kurulan yeni Geçici Hükümette Aleksandr
Kerenski başbakan
olur.
Kerenski’nin
bilgisi dahilinde ve Petrograd’daki sosyalist örgütlere karşı
Çarlık Ordusu komutanlarından Lavr Kornilov komutasındaki Kazak Ordusu şehre
gelerek sıkıyönetim ilan etmek ve idareyi ele almak için ilerler. Kornilov Olayı olarak bilinen olay sırasında
Kerenski paniğe kapılarak darbenin kendisini de tasifye edeceğini anlar ve o
sırada en güçlü ve en örgütlü siyasi güç olan Bolşeviklerden yardım ister. Petrograd, Moskova, Kiev, Harkov ve diğer şehirlerdeki Bolşevik işçi
ve askerler Kornilov karşıtı eylemler yaparlar. Bolşevik Parti Merkez Komitesi
27 Ağustos 1917’de yaptığı açıkalmada Şubat Devrimi ile kazanılan herşeyi
boğmak için Petrograd’a ilerleyen Kornilov birliklerinin durdurulması çağrısı
yapar. Özellikle demiryolu işçilerinin engellemesi ve Kazak Bolşevik askerlerin
propagandası sonucu Kornilov’un ordusu dağılır ve darbe girişmi başarısız olur.
Bu olayda Bolşeviklerin gücü sınanmış olacak ve iktidarın alınamsında önemli
bir evre geçilmiş olacaktır.
Kornilov’un
darbesinin başarısız olmasıyla beraber Bolşeviklerin saygınlığı ve
Sovyetlerdeki desteği artar. Petrograd, Moskova başta olmak üzere Briansk, Samara, Saratov, Tasritsyn, Minsk ve Kiev Sovyetlerinde çoğunluğu kazanırlar.
Tüm Rusya Sovyetler Merkezi Yönetim Komitesi iktidarın alınması yönünde karar
alır.
Eylül ve
Ekim aylarında Moskova ve Petrograd sanayi işçileri, Donbas maden işçileri, Ural metal sanayi işçileri, Bakü petrol işçileri, tekstil işçileri
ve demiryolu işçileri sayısız grev yaparak Geçici Hükümeti protesto ederler. Bu
iki ay zarfında toplamda 1 milyon işçinin grev süreçlerine katıldığı
düşünülmektedir. İşçiler çoğu fabrika ve işyerinde yönetimi ele almış ve üretim
ile dağıtımı kontrol etmekteydi.
Ekim 1917’ye
gelindiğinde kırda da benzer bir durum vardır. Büyük toprak sahiplerine karşı
yoksul köylüler tarafından 4 binin üzerinde ayaklanma eylemi kaydedilmiştir.
Geçici Hükümetin toprak sahiplerinden yana davranması ve ayaklanmaları
bastırmak için askeri birlik göndermesi yoksul köylüleri de toprakların kendilerine
verileceğini söyleyen Bolşeviklere yakınlaştıracaktır.
Cephede,
şehirlerdeki garnizonlarda ve savaş gemilerindeki askerler ve bahriyeliler de
açıkça Geçici Hükümeti tanımadıklarını ilan edecek ve seçilmiş temsilcilerini
Sovyetlere göndererek iktidarın alınmasından yana görüş bildireceklerdir.
Geçici
Hükümetin devrildiğini bildiren ilk açıklama
10 Ekim günü toplanan Bolşevik Merkez
Komitesi silahlı ayaklanma gündemiyle toplanır ve 10-2 oyla ayaklanma lehine
karar alınır.
25 Ekim 1917
tarihinde Bolşevikler başkent Petrograd’da artık işlemez haldeki Kerenski
önderliğindeki Geçici Hükümete karşı hareket geçer. İktidarın alınması
sırasında kan dökülmez ve Bolşeviklere bağlı Kızıl Muhafızlar neredeyse hiçbir
direnişle karşılaşmadan tüm hükümet ve devlet binalarını ele geçirip son olarak
Kışlık Saraya 25-26 Ekim gecesi saldırırlar. Bu saldırı bolşevik önder Vladimir Antonov-Ovseenko tarafından sevk ve idare edilir.
Saldırı için işaret Aurora kruvazöründen kurusıkı ateşlenen top ateşidir.
Kazaklar, askeri öğrenciler ve kadınlar birliği tarafından korunan saray sabaha
karşı saat 02 sularında düşer. Devrimin resmi tarihi 25 Ekim olacaktır. İktidar
fiilen alındıktan sonra toplanmakta olan ve çoğunluğunu Bolşevik ve müttefikleri olan Sol SR vekillerinin oluşturduğu 2. Tüm
Rusya Sovyetler Kongresine iktidarın teslim edildiği ilan edilir.
2. Tüm Rusya
Sovyetleri Kongresindeki 670 delegenin yaklaşık olarak yarısına karşılık gelen
300’ü Bolşevik, yaklaşık 100’ü de Sol SR olduğundan kongredeki çoğunluk Aleksandr
Kerenski hükümetinin
devrilmesini onaylayacaktır. Kışlık Sarayın alınma haberi kongreye ulaştığında
iktidarın İşçi, Asker ve Köylü Vekilleri Sovyeti olarak alındığı ilan edilecek
ve Ekim Devrimi onaylanacaktır. Kongrede bulunan sağ kanat ve SR temsilciler alınan kararı protesto edip kongreyi terk
edecektir. Protestoya katılıp Lenin ve Bolşeviklerin yasadışı şekilde iktidarı
aldığını belirten Menşevikler de kongreden ayrılır Ertesi gün Kongre yeni Sovyet
hükümetininin temeli olan Halk Komiserleri Konseyini (Rusçası: Совет народных коммиссаров, Latin
harfleriyle kısaltması Sovnarkom’dur) seçer. Kurucu Meclis
toplanıncaya kadar iktidarda olacağı açıklanan Sovnarkom ilk olarak Barış ve Toprak Kararnamelerini kabul ederek I.
Dünya Savaşından
çekildiklerini ve büyük toprak sahiplerine ait toprakların da yoksul köylülere
dağıtıldığını açıklar.
Ekim Devrimi
sırasında Lenin'i resmeden Sovyet pulu (1987)
Sovnarkom’da görev dağıtımı aşağıdaki şekilde
olur:
Halk Komiserliği
|
Komiser
|
Başkan
|
|
Sekreter
|
|
Tarım Halk
Komiserliği
|
|
Savaş
İşleri Halk Komiserliği
|
|
Deniz
İşleri Halk Komiserliği
|
|
Ticaret ve
Sanayi Halk Komiserliği
|
|
Eğitim
Halk Komiserliği
|
|
Gıda Halk
Komiserliği
|
|
Dışişleri
Halk Komiserliği
|
|
İçişleri
Halk Komiserliği
|
|
Adalet
Halk Komiserliği
|
|
Çalışma
Halk Komiserliği
|
|
Milletler
Halk Komiserliği
|
|
Telgraf ve
Posta Halk Komiserliği
|
|
Demiryolları
Halk Komiserliği
|
(boş)
|
Maliye
Halk Komiserliği
|
Sovnarkom,
kendisine karşı cephe alan başta Kadetler olmak üzere özellikle monarşi
yanlısı partilerle, Kerenski kabinesi üyelerini tutuklar[5]. 20 Aralık 1917’de devrimi korumak
için Çeka (Rusçası: Vserossiiskaia chrezvychainaia
komissiia po bor'be s kontrrevoliutsiei i sabotazhem, Tüm Rusya
Karşı-Devrim ve Sabotajla Savaş Olağanüstü Komisyonu) kurulacaktır. Şehirde
işçilerin ve kırda da köylülerin ittifakını simgeleyen orak ve çekiç Sovyetler
Birliğinin arması olarak kabul edilir. Sovnarkom’un aldığı ve uyguladığı ilk
kararlarda 1871 yılındaki ilk işçi iktidarı denemesi olan Paris Komününün etkisi hissedilir[6]. Alınan kararlar arasında en
önemlileri arasında şunlar sayılabilir:
- Tüm bankalar kamulaştırılmıştır.
- Tüm fabrikaların denetimi Sovyetlere geçmiştir.
- Tüm banka hesaplarına el konmuştur.
- Kiliselerin bütün malvarlıklarına (banka hesapları dahil) el konulmuştur.
- İşçi asgari ücretlerine zam yapılmış ve sekiz saatlik işgünü kabul edilmiştir.
- Bütün dış borçlar reddedilmektedir.
Rus İç
Savaşına müdahale eden İngiltere tarafından hazırlanan propaganda posteri.
Bolşevikler kızıl bir canavara benzetilmiştir. İngiltere ise Beyaz Orduya yardıma gelmektedir.
Bolşeviklerin
Rusya
İmparatorluğunun diğer
şehirlerinde iktidarı ele geçirmeleri de zor olmayacaktır[7]. Bolşevikler çok uluslu Rusya
topraklarında özellikle Rus olmayan bölgelerde bağımsızlık talebinde bulunan
yerel hareketler iktidarın alınmasını zorlaştırmıştır. Örneğin Ukrayna Rada’sı
23 Haziran 1917’de otonom olduğunu ilan etmiş, 25 Ocak 1918’de de bağımsız
olduğunu ilan etmiştir. I.
Dünya Savaşı sırasında
Doğu cephesinde engelsiz ilerleyen Alman İmparatorluğu birlikleri de Sovyet
karşıtı Ukrayna bağımsızlığını desteklemiş ve Ukrayna’daki Bolşeviklere karşı
katliam uygulanmıştır. Ekim Devrimi ile parlamenter sistemden sosyalist temsil
sistemine geçilmiştir. Ancak Ekim Devrimi ile görece kansız şekilde alınan
iktidar, Bolşevik karşıtlarının örgütlenerek Beyaz Ordu’yu oluşturmaları ile kanlı bir iç
savaşa
sürüklenecektir. İtilaf
Devletleri ülkenin her
tarafına asker çıkartarak iç savaşa dahil olacaktır. Bolşevikler 1918-1922
yılları arasında süren ve ülkenin çok büyük yıkıma uğramasına yol açan iç
savaştan zaferle ayrılacaktır. Bolşevikler savaş yıllarında şehirleri ve Kızılordu’yu öncelikli olarak beslemek için
uygulamaya koyduğu Savaş
Komünizmi
politikaları çok sayıda köylü ayaklanmasına yol açacak[8], en son yaşanan Kronstadt
Ayaklanmasından sonra 10. Parti Kongresi kararıyla NEP uygulamaları devreye sokulacaktır. Dış borçlarını
tahsil edemeyen ve Çarlık rejiminin devamını talep eden İtilaf
Devletlerinden ABD 1933
yılına kadar Sovyetler Birliğini tanımayacaktır. Avrupa ülkeleri ise 1920’li
yılların sonuna doğru ancak ikili ilişkileri kuracaktır.
1927 Oktobr
filminden bir sahne, Kışlık Sarayın basılması
Kızıl Ekim
(Rusçası: Красный Октябрь) deyimi de Ekim Devrimi sırasındaki olayları
tanımlamak için kullanılmıştır. Bu isimle Stalingrad’da bir çelik fabrikası, Moskova’da bir şeker fabrikası ve hayali
bir Sovyet denizaltısı bulunmaktadır.
Sergei
Eisenstein’ın Ekim isimli filmi John Reed’in Dünyayı
Sarsan On Gün adlı
eserinin sinemaya uyarlanmasıdır. Film 1927 yılında çekilmiş ve özellikle
Kışlık Sarayın basılması sırasında gerçekten bu saldırıda bulunan askerler
figüran olarak kullanılmıştır.
3. ^ Ayaklanmaya karşı oy kullanan Merkez
Komite üyeleri Grigory Zinoviev ve Lev
Kamenev olumsuz oylarından sonra alınan kararı sindiremeyecek
ve Bolşevik karşıtı basına alınan kararı sızdıracaklar ve ayaklanma tarihinin
ertelenmesine sebep olacaklardır. İç savaş koşullarında hainliğe eş değer bu
davranış daha sonra affedilecekse de Lenin vasiyetinde bu konudan bahsederek
ikili hakkında olumsuz görüşlerini sıralayacaktır.
4. ^ Menşevikler ayrılırken arkalarından
bağıran Troçki’nin “Sizi zavallılar, sizin rolünüz bitti. Bundan sonra ait
olduğunuz yere, tarihin çöplüğüne gidin!” diye bağırdığı iddia edilir.
6. ^ Marksizmin
kurucularından olan Karl Marx, 1871
yılındaki başarısız Paris
Komününü değerlendirirken özellikle patronlara ait bankalara
el konmamasını eleştirecektir. Marx’ın öğretisinin izleyicisi olan Lenin bu
eleştirileri takip edecek ve aynı hataları tekrarlamayacaktır.
7. ^ Bunun tek istisnası Moskova’dır.
Moskova’da iki hafta süren yoğun çatışmalardan sonra iktidar alınabilmiştir.
| ||
|
İşte Kurt
Seyit ve Şura'nın tarihi gerçek hikayesi
Nermin
Bezmen’in ünlü romanı Kurt Seyt ve Shura’nın baş kahramanı Shura’nın kız
kardeşi yıllarca, İstanbul-Aynalıçeşme’de mütevazı bir hayat sürmüştü. Beyaz
Ruslar ve çevresi tarafından “Barones” diye anılan Shura’nın kız kardeşi
ablasıyla ilgili bilgileri Bezmen’e anlatmıştı.
Türkiye Nermin
Bezmen adını ilk defa ünlü sanayici aile Bezmenler’in gelini olarak
duydu. Pamir Bezmen’in eşiydi. Nermin Bezmen, Pamir Bezmen’le birlikte
“cemiyet” hayatının vazgeçilmez isimleri arasındaydı. Ancak Bezmen ailesi
1990’larda büyük sıkıntılar yaşadı. Bu sıkıntılardan Nermin Bezmen ve eşi Pamir
Bezmen de fazlasıyla payını aldı.
Ancak Bezmen çiftinin yaşadığı sıkıntılar Nermin Bezmen’in içindeki farklı kimliklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Önce açtığı resim sergileriyle adını duyurdu.
Sonrasında ise zaten var olan yazar kimliğini çok satan romanlar yazarak pekiştirdi. Nermin Bezmen’in ilk romanı Kurt Seyt ve Shura şimdi televizyon ekranlarında. Ancak bir de bu romanın yazılma öyküsü var ki, o da adeta bir dedektiflik öyküsü gibi. Şimdi isterseniz size o öyküyü anlatayım.
Ancak Bezmen çiftinin yaşadığı sıkıntılar Nermin Bezmen’in içindeki farklı kimliklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Önce açtığı resim sergileriyle adını duyurdu.
Sonrasında ise zaten var olan yazar kimliğini çok satan romanlar yazarak pekiştirdi. Nermin Bezmen’in ilk romanı Kurt Seyt ve Shura şimdi televizyon ekranlarında. Ancak bir de bu romanın yazılma öyküsü var ki, o da adeta bir dedektiflik öyküsü gibi. Şimdi isterseniz size o öyküyü anlatayım.
KAPIYI
JACK DELEON AÇTI
Nermin Bezmen, dedesini hiç görmemiş, tanıyamamıştı. Çünkü dedesi o doğmadan önce vefat etmişti. Dede hayatını kaybetmişti ama aile içinde öyküleri, hatıraları sürekli anlatılmaya devam ediyordu. Çok renkli bir kişiliği vardı. Ancak dedenin dilden dile aktarılan en önemli hatırası Shura adlı meçhul bir genç kadınla yaşadığı büyük aşktı.
Shura hakkında ailenin bilgisi, aristokrat bir Rus ailesine mensup olduğu ve Bolşevik İhtilali’nden sonra bir süre İstanbul’da yaşadığıyla sınırlıydı. Şura, daha sonra Paris’e gitmek için İstanbul’a veda edecekti.
Nermin Bezmen, Shura’nın ve dedesinin hikayesini yazabilmek için uzun yıllar süren bir araştırmanın içine girmişti. Ne dedeyi çok iyi tanıyanlar ne de olayı çok iyi bildiğini iddia edenlerin verdikleri bilgiler yeterliydi. Nermin Bezmen, romanını yazmak için gereken bilgiye bir türlü ulaşamıyordu. Yıllarca süren araştırmalarında bir arpa boyu bile yol alamamıştı. Ta ki kader karşısına ünlü yazar ve araştırmacı Jack Deleon’u çıkartana kadar. Jack Deleon, Beyaz Ruslar’la ilgili bir kitap hazırlamıştı. Nermin Bezmen bu kitabı Shura’yla ilgili bir bilgiye ulaşabilirim düşüncesiyle hemen alıp okumuştu.
Bezmen aradığı bilgiyi Jack Deleon’un kitabında bulamamıştı. Ancak içindeki bir his yazarla mutlaka tanışması gerektiğini fısıldıyordu. Nitekim bir cumartesi günü iki ünlü isim, eşleriyle birlikte bir araya geldi. Bezmen, Jack Deleon’a Shura’dan, dedesinden, yaptığı araştırma-lardan bahsetti. Deleon’un elinde konuyla ilgili bir bilgi yoktu ama Nermin Bezmen’i, Beyaz Ruslar’ın Türkiye’deki son temsilcilerinden Barones Valentine Clodt von Jurgenzburg’la tanıştırmaya söz verdi. Deleon’un bunun için tek şartı vardı: Ketum olmak. Deleon, Bezmen’den, Barones’e Shura’dan bahsetmemesini istemişti. Beyaz Ruslar aradan on yıllar geçmesine rağmen bildiklerini, tanıdıklarını anlatmak istemeyen kişilerdi. Ancak güvendikten sonra sırlarını açıyorlardı.
MÜTEVAZI BiR HAYAT SÜRMÜŞTÜ
Jack Deleon ve Nermin Bezmen eşleriyle birlikte 1991 Eylül’ünde bir cumartesi günü, İstanbul-Aynalıçeşme’de Barones’e misafir olmuşlar, tanışmışlardı. Bu tanışıklık Nermin Bezmen’in zihninde derin izler bırakmıştı. Bezmen o izleri Zihnimin Kanatları başlıklı seri yazılarının birisinde şu sözlerle anlatıyordu: “Kapı açıldığında, adeta, perdesi kalkmış bir tiyatro sahnesini izliyor hissine kapıldım. Kapının hemen dibinden başlayan uzun masa, girişteki odayı tamamen kaplamıştı. Sağ tarafta yanan kömür sobası ile arasında bir bedenlik geçiş yeri dışında, masanın tüm çevresi dip dibe iskemle ile dolmuş, bize ayrılan dördü dışında hepsine diğer misafirler yerleşmişti. Jak'ın onlarla eski hukuku olduğu, karşılamalarından belliydi. Misafirden daha ziyade, kalabalık bir aile görüntüsündeydiler.”
DOSTLARIYLA YAŞADI
Barones doksanlı yaşlarındaydı. Evinde farklı milletlerden dostları, sevdikleri ve hizmetlisiyle yaşıyordu. Bir zenginliği yoktu ama tığı teber bir yoksul da değildi. Kimi gönüllü, kimi ücretli kendisine hizmet edenler vardı. Barones çevresindekilerden müthiş saygı görüyordu.
Nermin Bezmen, dedesini hiç görmemiş, tanıyamamıştı. Çünkü dedesi o doğmadan önce vefat etmişti. Dede hayatını kaybetmişti ama aile içinde öyküleri, hatıraları sürekli anlatılmaya devam ediyordu. Çok renkli bir kişiliği vardı. Ancak dedenin dilden dile aktarılan en önemli hatırası Shura adlı meçhul bir genç kadınla yaşadığı büyük aşktı.
Shura hakkında ailenin bilgisi, aristokrat bir Rus ailesine mensup olduğu ve Bolşevik İhtilali’nden sonra bir süre İstanbul’da yaşadığıyla sınırlıydı. Şura, daha sonra Paris’e gitmek için İstanbul’a veda edecekti.
Nermin Bezmen, Shura’nın ve dedesinin hikayesini yazabilmek için uzun yıllar süren bir araştırmanın içine girmişti. Ne dedeyi çok iyi tanıyanlar ne de olayı çok iyi bildiğini iddia edenlerin verdikleri bilgiler yeterliydi. Nermin Bezmen, romanını yazmak için gereken bilgiye bir türlü ulaşamıyordu. Yıllarca süren araştırmalarında bir arpa boyu bile yol alamamıştı. Ta ki kader karşısına ünlü yazar ve araştırmacı Jack Deleon’u çıkartana kadar. Jack Deleon, Beyaz Ruslar’la ilgili bir kitap hazırlamıştı. Nermin Bezmen bu kitabı Shura’yla ilgili bir bilgiye ulaşabilirim düşüncesiyle hemen alıp okumuştu.
Bezmen aradığı bilgiyi Jack Deleon’un kitabında bulamamıştı. Ancak içindeki bir his yazarla mutlaka tanışması gerektiğini fısıldıyordu. Nitekim bir cumartesi günü iki ünlü isim, eşleriyle birlikte bir araya geldi. Bezmen, Jack Deleon’a Shura’dan, dedesinden, yaptığı araştırma-lardan bahsetti. Deleon’un elinde konuyla ilgili bir bilgi yoktu ama Nermin Bezmen’i, Beyaz Ruslar’ın Türkiye’deki son temsilcilerinden Barones Valentine Clodt von Jurgenzburg’la tanıştırmaya söz verdi. Deleon’un bunun için tek şartı vardı: Ketum olmak. Deleon, Bezmen’den, Barones’e Shura’dan bahsetmemesini istemişti. Beyaz Ruslar aradan on yıllar geçmesine rağmen bildiklerini, tanıdıklarını anlatmak istemeyen kişilerdi. Ancak güvendikten sonra sırlarını açıyorlardı.
MÜTEVAZI BiR HAYAT SÜRMÜŞTÜ
Jack Deleon ve Nermin Bezmen eşleriyle birlikte 1991 Eylül’ünde bir cumartesi günü, İstanbul-Aynalıçeşme’de Barones’e misafir olmuşlar, tanışmışlardı. Bu tanışıklık Nermin Bezmen’in zihninde derin izler bırakmıştı. Bezmen o izleri Zihnimin Kanatları başlıklı seri yazılarının birisinde şu sözlerle anlatıyordu: “Kapı açıldığında, adeta, perdesi kalkmış bir tiyatro sahnesini izliyor hissine kapıldım. Kapının hemen dibinden başlayan uzun masa, girişteki odayı tamamen kaplamıştı. Sağ tarafta yanan kömür sobası ile arasında bir bedenlik geçiş yeri dışında, masanın tüm çevresi dip dibe iskemle ile dolmuş, bize ayrılan dördü dışında hepsine diğer misafirler yerleşmişti. Jak'ın onlarla eski hukuku olduğu, karşılamalarından belliydi. Misafirden daha ziyade, kalabalık bir aile görüntüsündeydiler.”
DOSTLARIYLA YAŞADI
Barones doksanlı yaşlarındaydı. Evinde farklı milletlerden dostları, sevdikleri ve hizmetlisiyle yaşıyordu. Bir zenginliği yoktu ama tığı teber bir yoksul da değildi. Kimi gönüllü, kimi ücretli kendisine hizmet edenler vardı. Barones çevresindekilerden müthiş saygı görüyordu.
Nermin
Bezmen, Barones’i, “Barones, masanın tam karşı köşesindeki özel koltuğunda
oturmaktaydı. Bigudisinden yeni kurtulmuş, dalgalı, kısa, bembeyaz saçları,
beyaz pudra ile saydamlaştırılmış teni, pembe allık dokunuşu ile renklenen
yanakları, doksana merdiven dayamış yaşına inat pembe ruju, aynı renk ojeleri
ile, zaman yolculuğunu aşıp da gelmiş bir yolcu gibiydi” sözleriyle anlatmıştı.
ALUŞTA'DAN KAÇMIŞ
Bezmen, tanıştıkları gün Barones’e anneannesinin hatıralarını yazmaya başladığını anlatmıştı. Anneannesinin hatıralarında Shura adında bir kadına rastladığını, bu kadını aradığını söylemişti. Shura, İhtilâlde, Rusya'dan, Aluşta kıyılarından ayrılıp kaçmış. Önce Sinop'a bir sene sonra İstanbul'a gelip Pera'ya yerleşmiş. Kalyoncu Kolluk Sokak'ta bir çamaşırhanede, sonra Zezemski Eczanesi'nde çalışmış. 1924'te de Paris'e gitmek üzere, İstanbul'dan vapurla ayrılmıştı. Barones, Bezmen’i pürdikkat dinliyordu. Sonra Nermin Bezmen’in sözünü kesme ihtiyacını hissetmiş ve onu şoke eden söz dudaklarından dökülmüştü: "Benim kız kardeş bu." Barones bu sözlerin ardından Shura’nın çok genç yaşta vefat ettiği bilgisini de vermişti.
SEN BENİM YEĞENİMSİN
Nermin Bezmen, Barones’i sevmiş, Barones de Bezmen’i benimsemişti. İkilinin arasındaki ilişki artık tanışıklığın ötesine taşınmıştı. Her salı günü Barones’in evinde buluşuluyor, dost meclisi saatler boyunca devam ediyordu. Nermin Bezmen’le Barones’in arasındaki konuşmalar hep Shura etrafında dönüp duruyordu.
Bu dost meclislerinden birinde Nermin Bezmen, sırrını ifşa etmeye, Barones’e Shura’yı niye araştırdığını açıklamaya karar vermişti. Bezmen o gün, Barones’e dedesinin fotoğrafını götürmüş, "Sevgili Tinoçka, bu benim dedem... O da devrimden sonra İstanbul'a kaçmış. Kendisini tanımış mıydınız acaba" diye sormuştu.
Barones resmi eline alıp baktıktan sonra sessizleşmiş, hiçbir şey söylemeden yatak odasına geçmişti. Bezmen için zaman geçmek bilmiyordu. Ancak 15 dakika sonra odasından çıktığında ağladığı çok belliydi. Makyajını tazelemiş, nemli gözlerle Nermin Bezmen’e sarılmıştı:
“Sen benim yeğenimsin.” Sonra da Bezmen’in elinden tutup bir odaya çekmişti. Bezmen sonunda aradığını bulmuş, yapbozun eksik parçası yerini bulmuştu. Odada albümler, evraklar, fotoğraflar, eski nota defterleri Bezmen’in çevresini sarmıştı. Nermin Bezmen o gün Kurt Seyt ve Shura romanının kahramanlarının bütün bilgilerine ulaşmıştı. Romanı artık ete kemiğe bürünmüştü. Barones ve Nermin Bezmen o günden sonra bir daha ne Kurt Seyt’ten ne Shura’dan bahsetti. İkilinin dostlukları Barones vefat edene kadar kesintisiz devam etmişti.
ALUŞTA'DAN KAÇMIŞ
Bezmen, tanıştıkları gün Barones’e anneannesinin hatıralarını yazmaya başladığını anlatmıştı. Anneannesinin hatıralarında Shura adında bir kadına rastladığını, bu kadını aradığını söylemişti. Shura, İhtilâlde, Rusya'dan, Aluşta kıyılarından ayrılıp kaçmış. Önce Sinop'a bir sene sonra İstanbul'a gelip Pera'ya yerleşmiş. Kalyoncu Kolluk Sokak'ta bir çamaşırhanede, sonra Zezemski Eczanesi'nde çalışmış. 1924'te de Paris'e gitmek üzere, İstanbul'dan vapurla ayrılmıştı. Barones, Bezmen’i pürdikkat dinliyordu. Sonra Nermin Bezmen’in sözünü kesme ihtiyacını hissetmiş ve onu şoke eden söz dudaklarından dökülmüştü: "Benim kız kardeş bu." Barones bu sözlerin ardından Shura’nın çok genç yaşta vefat ettiği bilgisini de vermişti.
SEN BENİM YEĞENİMSİN
Nermin Bezmen, Barones’i sevmiş, Barones de Bezmen’i benimsemişti. İkilinin arasındaki ilişki artık tanışıklığın ötesine taşınmıştı. Her salı günü Barones’in evinde buluşuluyor, dost meclisi saatler boyunca devam ediyordu. Nermin Bezmen’le Barones’in arasındaki konuşmalar hep Shura etrafında dönüp duruyordu.
Bu dost meclislerinden birinde Nermin Bezmen, sırrını ifşa etmeye, Barones’e Shura’yı niye araştırdığını açıklamaya karar vermişti. Bezmen o gün, Barones’e dedesinin fotoğrafını götürmüş, "Sevgili Tinoçka, bu benim dedem... O da devrimden sonra İstanbul'a kaçmış. Kendisini tanımış mıydınız acaba" diye sormuştu.
Barones resmi eline alıp baktıktan sonra sessizleşmiş, hiçbir şey söylemeden yatak odasına geçmişti. Bezmen için zaman geçmek bilmiyordu. Ancak 15 dakika sonra odasından çıktığında ağladığı çok belliydi. Makyajını tazelemiş, nemli gözlerle Nermin Bezmen’e sarılmıştı:
“Sen benim yeğenimsin.” Sonra da Bezmen’in elinden tutup bir odaya çekmişti. Bezmen sonunda aradığını bulmuş, yapbozun eksik parçası yerini bulmuştu. Odada albümler, evraklar, fotoğraflar, eski nota defterleri Bezmen’in çevresini sarmıştı. Nermin Bezmen o gün Kurt Seyt ve Shura romanının kahramanlarının bütün bilgilerine ulaşmıştı. Romanı artık ete kemiğe bürünmüştü. Barones ve Nermin Bezmen o günden sonra bir daha ne Kurt Seyt’ten ne Shura’dan bahsetti. İkilinin dostlukları Barones vefat edene kadar kesintisiz devam etmişti.
Nermin Bezmen: Çocukken dedem Kurt Seyit'e
benzetilirdim
Kimseye müdanası yok… Dimdik duruyor. Kendi deyimiyle iç sesine güvenerek
yaşıyor. Aldığı kararlarında, yaşadığı aşkında sonuna kadar arkasında çok güçlü
bir kadın. Aslında bakarsanız tam bir aşk kadını…
RÖPORTAJ: GÖKÇE BAYRAKTAR YILDIRIM
Nermin Bezmen’le Bebek’teki evinde buluştuk. Pırıl pırıl mavi gözleri ve
balerin edasında topladığı saçlarıyla zarifçe beni kapıda karşıladı. Evinin her
yanı kitaplarla doluydu. Bir köşede dedesi Kurt Seyit’in fotosunun da bulunduğu
piyano, diğer köşede de Tolga Savacı’ya hatıra kalan gramofon dikkat çekiyordu.
Çalışma masasında ise özel anlarını ölümsüzleştirdiği fotoğraflar duruyordu.
Evin her bir köşesi yaşanmışlıklarla doluydu… Böyle bir atmosferde kitaptan,
diziden ve de aşktan bahsetmek çok keyifli oldu.
Nermin Bezmen’in bu röportajı okuyanlara bir de tavsiyesi var… “Lütfen kitabı elinize alıp satır satır diziyi takip etmeyin, romanı roman
olarak okuyun, diziyi dizi olarak izleyin”
ROMANDA
OLMAYAN FARKLI DETAYLAR, KARAKTERLER DİZİDE OLACAK
Nermin Hanım birçok kitabınız varken
neden bu kitap dizi projesi oldu?
Aslında benim diğer kitaplarımdan ‘Sır’ ve ‘‘Aurora’nın İncileri’’ dizi
projesi olmak üzere anlaşma yapılmıştı hatta çekimleri neredeyse başlamak
üzereydi ancak yapımcının yeni ortağının konuya biraz uzak kalmasından dolayı
gerçekleşemedi. “Kurt Seyt ve Shura” ise (1992) çıktığından beri sekiz teklif
aldı. Bunların dördü sinema dördü de dizi projesiydi. Sinema projesi
Türk-Rus-Amerikan ortak yapımı olacaktı. Fakat gelen tekliflere ya teknik
olarak ısınamadım ya da teklifi getiren kişilerle ilgili içim huzurlu olmadı.
“Ay Yapım” ile ilk görüşmemizde el sıkıştık.
Ay Yapım’da sizi etkileyen neydi?
Yapımcı olarak Ekrem Çatay ve oğlu Kerem Çatay her ikisi de kitabın ruhunu
anlamışlardı. Nasıl bir proje gerçekleştirmek istediklerine dair bana on
dakikalık bir özet verdiklerinde, işte bu ekip ile yola çıkabilirim dedim. İç
sesime inanarak yaşayan biri olduğumdan ilk görüşmemizde el sıkıştık. Bir de
romanın senaryosunu üstlenen sevgili Ece Yörenç ile yıllar evvel
tanıştığımızda, “kitabınıza bayıldım bir gün keşke film
olsa da senaryosunu ben yazsam” demişti. Yönetmenimiz Hilal Saral’da
kitabı okuduğu zaman bunun filmini ben çekmeliyim demiş. Ekipteki herkesin
kahramanlara benim gözümden bakmış olması mükemmeldi. Diziyi izledikçe ne kadar
doğru bir karar verdiğimi görüyorum. Oyuncu kadrosu da çok iyi seçildi.
Oyuncu kadrosuna müdahale ettiniz mi?
Hiç karışmadım. Çünkü televizyonda hiç dizi izlemiyorum. Dolayısıyla
kıyaslama yapıp öneride bulunacağım bir alt yapım yok. Yapımcının, senaristin
en doğru seçimi yapacaklarına dair güvenim vardı. Nitekim diziye her yeni
karakter girdiğinde görüyorum ki olabilecek kadronun en iyisi seçilmiş.
Dizide kitapta olmayan hikâyeler,
karakterler var mı?
Dizide çok sürpriz şeyler olacak. Çünkü romanımı bitirip bastığım tarihte
daha benim araştırmalarım henüz sonlanmamıştı. Karakterlerimle ilgili elime
yeni arşivler ve öyküler geçmişti. Romanımda olmayan çok farklı detaylar olacak
ve yeni sürprizler izleyeceksiniz. Benim okurlarım biraz fanatiktir, o yüzden
rica ediyorum, kitabı elinize alıp satır satır diziyi takip etmeyin. Romanı
roman olarak okuyun, diziyi dizi olarak izleyin.
Dizinin daha çok reyting alması için
senaryoyu süslüyor musunuz, yaşanmamış bazı konuları ekliyor musunuz mesela?
İster istemez ekranın kendi ihtiyaçları var. Özellikle dizi projesi ise.
Her bölüm neredeyse bir sinema filmi gibi çekiliyor. 90 dakika boyunca hem
hikâyeyi kendi tadında götürebilmek hem de ekranın ihtiyacı olan dinamizmi
yakalamak hiç kolay değil. Kitabı yazarken ilk bölümde anlattığınız
karakterden, 450 sayfa sonra tekrar bahsedebilirsiniz. Okur yadırgamaz. Çünkü
okumanın süresi çok kısadır ve hafızadadır. Dizide öyle olmuyor. Kahramanınızın
birinci bölümde karşılaştığı karakter, beş altı sene sonra karşısına çıkarsa ne
o mekân ne o karakter artık izleyicinin zihninde kalmıştır. Onu yeniden
tanıtmanız gerekir, bu senaryonun dengeleri açısından son derece zordur. Dizide
kahramanınıza yaklaştırdığınız karakterleri kalıcı tutmak ve onların varlığının
anlamını belirtmek zorundasınız. Ece Yörenç’in senaryo diline büyük bir saygı
ile yaklaşıyorum. Onunla güzel bir anlaşma içerisinde çalışıyoruz.
AİLESİNİN
ÖYKÜSÜNÜ BU KADAR SANSÜRSÜZ PAYLAŞAN İLK YAZARIM!
Neden film projesi değil de dizi projesi
oldu bu kitap? Örneğin oyuncuların en büyük hayali sinema projesinde yer
almaktır, daha kalıcı görülür sinema projesi…
Film olsaydı kitaptan çok şey atılması gerekirdi. Roman 1877’de başlayan
bir Kırım hikâyesi. Bölümler içerisinde Çariçe Katerina’ya kadar gidişler var.
Kısa kısa da olsa öykünün tamamında bir anlam ifade eden Rus
İmparatorluğu’ndan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve Kırım Yarımadası’ndaki Kırım
Tatarları’ndan detaylar var. Sinema filminde çok şey kesilmesi gerekirdi
kitaptan. Dizi bunun tam hakkını verebilecek bir süreç. Dizinin uzun soluklu
olması kitabı anlatmak açısından daha sağlıklı olacak bence.
Bu kitabı yazarken bu kadar popüler
olacağını, dizi teklifleri alacağını hiç düşündünüz mü?
Hayır. Bitirdiğimde mutluluktan içim içime sığmıyordu. Bu öyküyü benden
daha iyi kimse yazamaz dedim. Bu kitap ya çok satacak ya da hiç satmayacak
dedim. Çünkü raflarda olanlardan tamamen tezat bir kitaptı. Biraz iddialı
olacak ama ailesinin öyküsünü sansürsüz ve bu kadar detaylı paylaşan ilk
yazarım. Kaldı ki soyadım bir dezavantajdı. Çünkü o güne kadar renkli magazinin
beni görmek istediği yerde gösterilen biriydim. Eşinin yanında duran güzel genç
kadın olarak bir imajım vardı.
Sizi dedenizin hikâyesini anlatmaya iten
merak neydi?
Anneciğim iki yaşımda kütüphanemi kurmaya başlamıştı ve düzenli olarak bana
kitap okurdu. Çok küçük yaşlarımdan beri dedem benim masal prensimdi. Erken
yaşta tanıştığım bütün o masal kahramanlarımın bir adım önündeydi dedemin
hikâyeleri benim için. Çünkü çoktan dünyadan ayrılmıştı ben doğduğumda. Annem,
anneannem onun öykülerini anlattıkça, niye dedemin masalı yok diye düşünürdüm.
Peki, bu çapkın dedeye karşı
anneannenizin tepkisi nasıldı? Çapkınlığıyla gurur duyulacak bir eş değil
sonuçta…
Defalarca teşekkürü bir borç bilirim anneanneme. Onu kırmaktan, acılarını
tazelemekten korktuğumdan zor sorular yönlendirmedim. Dedeme söylememesi
gerektiği halde söylediği, söylemesi gerektiği yerde söylemediği şeyleri, bana
bütün açıklığıyla anlattı. Murka’ya kızıyor okurlarımın bir kısmı ama Murka
olmasa bu hikâyeyi anlatamazdım size. İki sene boyunca onunla her gün saatlerce
çalıştık. Yüreklere hitap eden kahramanlar yaratabildiysem Murka sayesinde.
Peki, kitaba dönecek olursak, bir kadın
gözüyle mağdur olan Şura’yı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şura aslında mağdur değil. Şura’nın naif ve sakin duruşu, belki onu mağdur
kadın yerine koyuyor ama Şura da vazgeçiyor bu aşktan. Eğer vazgeçmeseydi zaten
dedem anneannemle evlenmezdi. Birbirleriyle konuşmamak, kırgınlıklarını
birbirine açmadan kendi içinde büyütmek, sebebini bilmediği durumları
yorumlayıp birbirine küsmek, birbirinden uzak kalmak, bütün sevgileri çok yoran
bir şeydir. İkisi de aşklarını bu şekilde törpüleyerek yormuşlar.
ÇOCUKLUĞUMDAN
BERİ DEDEM KURT SEYİT’E BENZETİLİRİM
Seyit’in kalbine giren iki kadın “Murka
ve Şura”. İkisinin arasındaki farklılıklar nelerdi?
En başta yaşadıkları görgü, kültür ve de aşkı yaşama tarzları çok farklı.
İkisi de dedeme çok aşık olmuş. Dedem de her ikisini ayrı ayrı sevmiş. Şura çok
küçük yaşta büyük bir cesaret ile el bebek gül bebek büyütüldüğü Aristokrat
dünyayı geride bırakıp, aşık olduğu erkeğin ardından dilini, dinini, kültürünü,
yemeklerini, insanlarını tanımadığı bir ülkeye gitmeyi göze almış. Çok cesur
bir kadın aslında. Anneannem ise Şura gibi şampanya kadehlerinin şıngırtısıyla,
vals yapılan salonlarda, Çaykovski dinleyerek büyümüş biri değil. Osmanlı’nın
yaşadığı harpler, hastalıklar, sıkıntılar içinde 9 yaşındayken kendisinden
küçük üç kardeşin anneliğini üstlenmiş. Dedem aslında ona özlediği hayatı
yaşatabilecek gerçekten bir beyaz atlı prens hayatına girdiğinde. Anneannem,
kocasına olan aşkını hakkıyla gösterirse sanki ailesini gücendirecekmiş hissiyle
yaşamış. Dedemin peşine takılıp yaptığı her seçim annesi ile arasında hayatının
sonuna kadar hep bir küslük unsuru olmuş. İşte bu sıkıntılar onu çok kırılgan
ve evliliğini yoran bir kadın haline getirmiş. İçine ağlayarak, kederli bir
kadın olmuş.
Acaba dededen mi kaynaklanıyor bu durum?
Çünkü Şura’da sıkıntısını söylemiyor, içine atıyor?
Dedemin de kendine göre kırılganlıkları var. Dürüstlüğe çok önem veriyor,
yanlış anlamalara tahammülü yok ve çok fevri kararlar veren biri. Bir anda
ilişkileri koparabiliyor, iş hayatını noktalayabiliyor. Mücadeleye sıfırdan
başlamak zorunda kalsa da hiç şikâyet etmiyor kararlarından.
İLK GÖRÜŞTE AŞKA
İNANMIYORUM
Karakter olarak kendinizi dedenize
benzetiyor musunuz?
Çok şey var. Son kitabım “Dedem Kurt Seyit Ve Ben” bunu irdeliyor.
Çocukluğumdan beri fiziki ve karakter olarak dedeme benzetilirim. Dedemi hep
anlamak üzere yazdığım için, onun her seçimi ile kendimi karşılaştırdım. Çok
kırılganım ama çok da coşkulu ve tutkuluyum. Bazen tatsız noktalara sebep
olacak olaylar karşısında, Nermin burada dedene benziyorsun, her şeyi
yapabilirsin ayağını denk al, tekrar düşün derim.
Kurt Seyit ve Şura ilk görüşte aşık
oldular birbirlerine. Peki, Nermin Bezmen ilk görüşte aşka inanıyor mu?
İlk görüşte aşka inanmıyorum. İlk görüşte beğeni, hayranlık olabilir. Aşk
benim için daha derin duyguların bütünleşmesiyle yaşanan bir güzellik. Güven
olmadan yola çıkılabilecek bir şey değildir aşk. Sevgi hissedebilirsiniz ama
aşkı tamamlaması için insanın kalbiyle, zihniyle, ruhuyla ve tensel uyumuyla
eşleşmesi lazım. Bütün bu duyguları birlikte yaşayarak devam edebilmek en
önemlisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder