"Evet Miles Davis Seni Ayakta Alkışlıyorum"
Geçtiğimiz Perşembe akşamı Marcus Miller’ı Wayne Shorter ve Herbie Hancock ile birlikte Miles Davis’e ithaf olunan A Trıbute to Miles konserinde dinleyecek olmam beni içten içe çok heyacanladırıyordu.
1988 yılında gelen ve muhtemelen seyirciye sırtı dönük bir biçimde trompetinin bile “bu sesler benden mi” dedirten şekilde nefes veren Miles Davis’i izleyememiştim. Konsere gidemediğim gün biraz ağladığımı ve evde bir yere varmayacak olaylar yaratığımı hatırlıyorum ama sonunda kös kös odamın duvarında Dizzy Gillespie ‘nin yanında yapıştırılmış olan siyah beyaz posterine bakarak gecemi tamamlamıştım.
Perşembe gecesi ise her ne kadar Miles Davis sahnede olmasa da , her ne kadar birebir olarak eserleri yorumlanmasa da Marcus Miller’ın dediği gibi bu konser Miles Davis’in ruhuna bir adanmışlık ve ithaf içeriyordu. Yine Miller’ın dediği gibi her zaman ileriye bakan biri olan Miles’ı geçmişle anmak mümkün olamazdı.
Marcus Miller bu ithaf konserleri yapmayı Miles’in ölümünün üzerinden 20 yıl geçtiğini farkettiğinde düştüğünü ve Herbie Hancock’u arayıp sorduğunda her ne kadar Hancock tereddütsüz cevap vermişse de vazgeçer diye telefonu hemen kapatmış.
Sahnede Miles’ın ekibinden Wayne Shorter ve Herbie Hancock vardı ama ben gözlerimi kapayınca basta Ron Carter davulda Tony Williams’ı duymaya başladım; yani ikinci Miles Davis Quintet’i…Ancak haksızlık etmek istemem davuldaki Sean Rickman hiç falso vermedi ve trompette ise Sean Jones gerçekten iyiydi. Caz müziğine aldığı iki Miles albümünden sonra yönelen Jones için sanırım böyle bir ithaf konserinde çalmak anlamlı olmalı diye düşündüm zaman zaman.
Hangi eserlerin çalındığına kulak kabartmak boşuna olacağını Marcus Miller’ın Miles’ın ruhunu yansıtacak şekilde çalacaklarını söylemesinden sonra kendimi serbest bıraktım; onlar da gerçekten serbest ama rafine bir biçimde çaldılar ve çok fazla dağılmadılar. Tıpkı Miles’ın hep istediği gibi ;” Bak, kargaşa içinde çalmana gerek yok. Bu serbestlik değildir. Serbestliği kontrol altında tutmalısın.”
Tüm konser Miles’ın ruhunu yansıtmaya ve çocukluğundan ölümüne dek müziğe bakış açısını yansıtacak doğaçlamalar ile başladı ve –yakalayabildiğim kadarı ile- Tutu ile geçiş, Time After Time ile başlayan bis bölümüne kadar eşsiz bir yolculuk olarak devam etti.
Konser bittiğinde eleştirmen Joachim Berendt’in dediği gibi neşeli ve hoş şeyler bile söylerken üflediği trompetinden keder ve yılgınlık tonları yayılan Miles’a - her ne kadar bunu her zaman bir “siyahtan” duymak istediğini bilsem de- içimden dedim ki: “Evet Miles Davis, seni ayakta selamlıyorum!”Ve merak etme herkes müziğinin ve ruhunun izlerini takip ettiği gibi seni de hatırlamaya devam devam ediyor…
Sevgiler
Billur
*Yazıda yer alan 3. ve 4. resim "www.alternatif -istanbul.net" ten alınmıştır.
1 yorum:
1988 yılındaki şanslı/yaşlı azınlıktan biri olarak söyleyebilirim ki; öylesine unutulmaz bir konser olmasa da ruhum temizlendi. Senenin en, en, en güzel konseriydi.
Yorum Gönder