6 Kasım 2013 Çarşamba

AİLE ÇAY BAHÇESİ - YEKTA KOPAN

Kitabı elime aldığımda hakkında herhangi bir yorum okumamıştım.

 
İlk sayfalarındaki “Burcu’ya” ithaf yazısı beni etkileyen ilk şey oldu. Hayatınızda değer verdiğiniz bir kişinin yazdığı ve yüz binlerin okuyacağı bir kitabı size ithaf etmesi,  neler hissettirirdi?
Çok onur duyar, mutlu olur, o sayfaya her baktığımda kendimi dünyanın en şanslı kadını addederdim. 40’lı yaşlarını ortalamış duygusal bir insan olarak da sanırım her daim bir gözyaşı damlası gözümün kenarında birikir kalırdı.

Kitabın konusu, isminden de anlaşılacağı üzere en küçük toplumsal kurum olan aile üzerine.

Ailemiz, toplum içerisinde ilişki kuracağımız her insanla pekiştireceğimiz insanları tanıma, anlama, insan ilişkilerini öğrenme gibi değerleri tanıdığımız ilk kurumdur.

Çoğu zaman en yakınımızdaki insanları tanımaktan kaçınırız. Onlara karşı önyargılarımız bile olur. Bu önyargıları yıkıp, sorunlarımızı karşılıklı konuşarak çözeceğimize, yakınlarımızdan gittikçe uzaklaşırız. Onları nasıl görmek istiyorsak o şekle sokarız. Kabuklarının içindeki yumuşak dokuyu hissetmek için çaba sarf etmeyiz. Biz kaçtıkça onlar da bizden kaçar ve mesafeler kapanamayacak kadar açılır.

Kötü doğulmaz, kötü olunur. Yaşananlar, maruz kalınan aile içi davranışlar, sırf bir inat uğruna tasvip edilmeyen hareketler silsilesine dönüşür. Kimi zaman kötülük maskesini takınmak hayata karşı güçlü olduğunu ispatlamanın yoludur. Bir nevi kalkandır. Müzeyyen’in takındığı kalkan misali…

Bir kardeşinin olacağını öğrendiğinde, domino taşları gibi sallanan aile çatısı altında psikolojisi zedelenen bir çocuk, kardeşinin doğumu ile en sevdiği kişiyi, annesini yitiren ve “iyi” olmaktan vazgeçen Müzeyyen…

“Kız kardeşimi hiç sevmedim.
Doğacağını öğrendiğim günden beri. Aramıza katılacaktı… Böyle diyorlardı.
Babaannemin yılbaşında hediye ettiği örgü bebeğimle oynuyordum. Yünden saçlarına bakıp Sırma koymuştum adını; gözü düğme, burnu iplik Sırma.
“Yılanın üstünden kalk,” dedi annem. Sevmezdi halıdaki yılanın üstüne oturmamı. O yılan görünmez olursa ya akrep girerdi eve ya da ancak akrebin yapacağı bir kötülük. Altı yaşındaydım. Yılandan da, yılanın popomu ısırmasından da, akrebin getireceği kötülüklerden de korkmuyordum. Bir tek, annemi üzmekten korkardım.”

Bir kardeşi olmasının asıl sorumlusu babası, annesinin hamileliğinden başlayarak başka kadınların yatağına sığınır. Müzeyyen’in babasına duyduğu nefretin kaynağı olan bu kaçışların sebebini ise yıllar sonra öğrenebilecektir.
 
 
“Özlem’in baba hikâyelerini dinlemeyi, onun kitaplarını okumayı seviyorum. Bana ait olamayan bir babanın görüntüleriyle dolduruyorum zihnimdeki boşlukları.”

Peki ya iyi Müzeyyen’in yerini alan cici kardeş Çiğdem, Müzeyyen’in dışarıdan gördüğü kadar sevgi pıtırcığı mıdır? Müzeyyen’in iyiliklerini örseleyebildiği kadar iyi biri midir? Yoksa cici görünmek de Çiğdem’in kuşandığı kalkan mıdır?

“Köşedeki çalılıkta “Ben işeyeceğim,” diye tutturdu. Eve kadar dayanması için ne dediysem dinletemedim. Eteğini sıyırıp çömeldi, bir yandan ıslık çalarak işedi. Donunu çekerken “Antalya’ya geldiğinde öyle bir yere götüreceğim ki seni, bayılacaksın,” dedi, “bunlar da meze miymiş, oradaki kalamarlar bırak çiftleşmeyi, hayatlarında öpüşmemişler bile.” Sonra gülme krizine girdi.”


Yıllar önce psikolojik sorunları için bir terapiste başvurmaları söylenen kişiler, dünyanın en aşağılayıcı tavırlarına maruz kalmışçasına kızar, sinirlenir, alınırlardı. Günümüzde terapisti olmayana ters gözle bakılır hale geldi. Pek çok muhabbette duymuşuzdur, ya da başımıza gelmiştir; "Daha gerilere, yıllar öncesine, yani aileye inmek gerekir," der psikologlar. "Haydaaa, aile de nerden karıştı şimdi işin içine? Ben sadece bu aralar fazla içime kapanık olduğumdan yakınıyordum oysa ki,"  diye serzenişte bulunur, ya da sadece kafasından geçirir terapi koltuğundaki şahıs. Ama artık her bilinçli kişi bilir ki, doğrudur, sorunlar ailede başlar. Fazla baskıyla büyütülen ya da başı boş bırakılan, asla dinlenmeyen, söz hakkı verilmeyen, terk edilip gidilen, kardeşi doğunca yatılı okulun ranzalı kalabalık yatakhanelerine emanet edilen çocukların yetişkinlik dönemlerinde çok da güllük gülistanlık hayatları yoktur. Müzeyyen de bu çocuklardan biridir.

Emre’nin tanımıyla Yekta Kopan, Şimşek McQueen’in sesi…
 
 
Sırf o mu? Madagaskar’daki Alex, Buz Devri’ndeki Sid, Ayı Yogi’deki Bobo… Ve daha pek çok film karakterinin bilindik, güçlü sesi yazdığı kitaplarla da pek çoğumuzun gönlünde kocaman bir yere sahip.


Yekta Kopan aile mekanizmasını, aile içi sorunları, aile içi gizli şiddeti detaylı tahlil etmiş. Bir erkek gözüyle kadının iç dünyasını, davranışlarını başarıyla tasvir etmiş olması da kitabı başarılı kılan unsurlardan bence. Kelimelerinin lezzetini hiç tatmamış olanlara mutlaka öneririm.
 

Ben bir solukta okudum. Soluğumu örseleyen düğümler boğazıma tıkılıp kalırken...

Peyman

4 yorum:

Didem Yazici dedi ki...

Kitabı bende bir solukta okudum. Güzel bir kitaptı ama biraz kasvetliydi. Çok keyif vermedi bana...

Şule dedi ki...

Çok merak ettim, büyük kızım geldi hep aklıma :( .

Peyman dedi ki...

Günaydın Didem Hanım,
Ben kasvetten çok hayatın ta kendisi demeyi tercih ederim. Kimi insanlar vardır, dramatik kitapları okumak istemezler, dram hayatın içinde, gündelik yaşamımızın bir parçası olduğu için. Bence Aile Çay Bahçesi de böyle bir kitap. Yaşam içinde karşılaşabileceğimiz aile dramını görüyoruz bu kitapta. Güzel günler diliyorum :)

Peyman dedi ki...

Merhaba Şule Hanım,
Ben de ailenin büyük kızıyım ve benim de kıskançlıklarım oldu. Ama o dönemlerde yaşananlar, ailelerin çocuklara yaklaşımı ve bir sürü faktör çocuğun psikolojisi üzerinde etkili diye düşünüyorum. Aslında kıskançlığımın kazandırdıkları da oldu tabii. Meselâ yemek sorunumu aştım. Kardeşin senden daha iyi yiyor dedikçe ben yemeklerimi sorunsuz yemeğe başladım :) Kitabı okuduğunuzda da yorum yaparsanız sevinirim. Büyük kızınızın aklınıza gelmesi kitapla ne kadar özleşiyor, tahlil etmiş olurdunuz (k) :) İyi okumalar!

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails