C'est le Ton qui
fait la Musique – Müziği Yapan Tonudur
Gözüm sürekli
2012 yılının listelerine takılıyor. Sabit Fikir'in hazırladığı birçoğunu
henüz okumadığım Yılın Öne Çıkan Elli Romanı listesine bakıp, okumaya daha çok vakit ayırmam
gerektiğini kendime tekrar ediyorum. İlk
sırada Çıplak Deniz Çıplak Ada var. Henüz okumadığım için utanıyorum. İhsan
Oktay Anar’ın Yedinci Gün’ü ikinci sırada.
Evet, İhsan Oktay Anar metinleriyle de tanışmış sayılmam. Geçen sene
heyecanla beklediğim kitap Murakami’nin 1Q84 idi. Mazeret sıralayan okul
çocuklarına döndüm ama o kadar kalın ve ağır ki taşıyamıyorum.
Listede elbette
okumuş ve okumayacak olduklarım da var. Kişisel listemi yaptığımda –ki listenin
adı En İyi Roman ve Öykü listesi- geçen
sene okuduğum en iyi roman Arnon Grunberg’in İliğine Kadar’ı idi. “Kurgu okumanın zamanı boşa harcamaktan başka
bir şey olmadığını,” savunan Roland Oberstein’ın kasvetli dünyasında kaybolmak
ve izleri aramak, neredeyse soluğumu kesti. Rahatsız edici, ara verip, yüzünüze
soğuk sular çarpmak isteği duyduran bir roman bu. “Hoppa”, “Tahrik”, “Çeşitlendirme”, “Tüketim”,
“Etin Bedeli”, “Piyasa”, “Kapan” başlıklı bölüm isimleri de fikir veriyordur
sanırım. Arnon Grunberg’in İliğine Kadar’ı 2010 yılında yazmış. 2012’de Alef
Yayınevi sayesinde Türkçe’ye çevrilmiş. Hollanda aslından çevireni Gül Özlen.
“Kurgu ve
histerinin birbirinin uzantısı olduğunu,” savunan Oberstein’ın aksine,
hikâyenin kadın karakterleri roman okumayı seviyorlar ve bu sayede, -hem de
birçoğunu kısa süre önce okumuş olduğum,- birçok kitaba da atıfta bulunuyorlar.
Roland’ın çanta tasarımcısı sevgilisi Violet, Murakami’nin Zemberek Kuşunun
Güncesi adlı romanını çantasına bir türlü sığdıramıyor –bir de 1Q84’ü görse!- Son
derece rahatsız edici bir diğer karakter olarak yer alan Höss uzmanı Lea, uçağa
binerken yanına Türkçe’ye Kalp Zamanı olarak çevrilen Bachmann Celan Mektuplar’ını –nefis bir seçim Lea,- alıyor.
Kızını bahane ederek, kendisi için aldığı Wolf Erlbruch’un Ente, Tod und Tulpe,
Ördek, Ölüm ve Lale kitabından bir tane de, romanın ilerleyen sayfalarında
Oberstein’e de, -evet çok yerinde,- hediye
ediyor. Kitapta metaforlar, metaforlara
çarpıp duyuyor. Arnon Grunberg,
örneklediği kitaplarla romanının hikâyesini eksiksiz hale getiriyor. Roland
bile bir yerde eline Imre Kertész’in kitabını alıyor. Atlı kız Gwendolyne’in
Zweig ile kurduğu ilişki sırtta vurulan kırbaç gibi acıtıyor.
Duygusallığa hiç
tahammülü olmayan, “üzerindeki hüznü, mağazadaki soyunma odasında giyip
almamaya karar verdiği kazağı çıkartır gibi, düşünüp taşındıktan sonra çekip
atan,” Roland, on kuruşun bile hesabını yapan annesinin aksine ekonomiye
katkıda bulunmak için para harcamak gerektiğini savunmaktadır. Uzunca bir
süredir Ekonomi Balonu ve tarihçesi hakkında çalışmaktadır. Hayattaki adil önceliği budur.
Marx’ı Almancasından okuduğunu ve sayılı Adam Smith uzmanından biri olduğunu
sürekli kendine ve başkalarına tekrar eder. Çalışmalarına devam edebilmek için,
oğlu Jonathan –isim de ne kadar tanıdık-, eski eşi Sylvie, sevgilisi Violet’i,
annesi Bayan Oberstein’ı Hollanda’da bırakarak Amerika’ya yerleşir, George Mason
Üniversite’sinde göreve başlar. Amerika- Avrupa, eski-yeni, ölüm-yaşam, zina, haklılık,
toplum-birey, söylenen-anlaşılmayan, soykırım, ırkçılık, gittikçe iliğine kadar
kurutan gerilimiyle iyice tırmandırır. Roland’ın sosyal takma bacağı, gün
geçtikçe daha fazla insanla fiziksel temas kurmasına sebep olur.
Kitap hakkında saatlerce konuşabilirim, o yüzden biran önce okumanızı rica ediyorum. Romanda hiç bahsi geçmese de Nietzsche’nin “Kadınlara mı gidiyorsun, kırbacını unutma,” sözü sürekli kulaklarımdaydı.
Gülda
1 yorum:
Liebster Blog Award için sizi mimledim. Liebster Blog Award için seni mimledim
http://erennadiraksamoglu.blogspot.com/2013/01/liebster-blog-award-mim-2.html
Yorum Gönder