14 Mayıs 2012 Pazartesi

ANNE OLMAK

Güzel yeğenim Pelinciğimin Bayan Yanı dergisinin Mayıs 2012 tarihli sayısında yayımlanan ''Anne Olmak'' ile ilgili yazısını sizinle paylaşmak isterim. Anneler gününüz kutlu olsun.
Sevgiler.
Yonca




Anne olmak. Saçlarımı ağırtan, belimi ağrıtan, sokağa ekseriya pijama üstü kaban geçirip çıkmama neden olan annelik.

Anne olmak. Bir başka varlık için bütün kararları vermenin ağırlığı, tedirginliği, yeri geldiğinde suçluluğu. Dünyaya yeni gelmiş bir insanın, toplumun taze bir bireyinin ilk ve en etken insanlık örneği olmanın sorumluluğu. Yaptığın her hareketin onun tarafından çocuk aklıyla çarpıtılarak tıpatıp tekrarlanmasını görmek. Masum bir aynanın acımasız yansımasıyla her an yüzyüze olmak.

Anne olmak. Bir insanın denizle ilk tanışmasına yol yordam olmak, o enginlikle ilk karşılaştığında duyduğu hazza ortak olmak, o deneyimle dalgalanan küçük bedeni kendi kepçe gibi ellerinde kavramak.

Kavramak...Kavrulmak...

Annelik. O kel damakları delip çıkmış ilk dişi, ilk özerklik, yırtıcılık, habercisini parmağının ucuyla hissedip ayakların yerden kesilmiş kadar mutlu olmak.

Ayakları daha yere değmemiş, sadece sütünle beslenmiş bu varlığın senin vücudunun dışında bir gıdayı ilk defa tattığını görmek... Şu dünyada ilk defa birinin yediği, içtiği, sıçtığı her şeyi bilmek; bağırsaklarının bilançosuna kadir olmak; yani hakikaten birinin içini dışını bilmek. Onun her hareketini, her yeni gelişmesini, dünyaya açılan gözlerini ve algısını teker teker takip etmek.

Baharda ağaçlarda yeşeren yumuşacık, minyatür her yaprağı ona benzetmek. Onunla ilk defa el ele tutuşup parkta iki ayrı birey gibi yürümek. Ona çiçekleri koklattırmak ve sonra yapma çiçeklere dahi yaklaşıp burnunu uzattığını görmek.

Anne olmak dünyadaki milyarlarca kişiyi bir anda daha iyi anlayabilmek demek. Evlat sevgisini, evlat kaybetmek korkusunu ve kaybetmenin acısını bizzat kendi iliklerinde hissedebilmek demek. Hamileyken sokakta ihtiyarlarla, bebekliyken de tekerlekli sandalyelilerle empati kurabilmek demek. Devamlı paha biçilmez bir paketin taşıyıcısı olmaktan bıkıp da yalnız yürüdüğünde olduk olmadık şeyler yapmak; caddenin ortasından özellikle karşıdan karşıya geçmek, ya da metro merdivenlerini ikişer üçer zıplayarak büyük bir hazla inmek demek.

Annelik bir bilim, bir ilim, kılavuzu olmayan bir kent. Calvino’nun Görünmez Kentleri hak getire. Kitabı yazılmamış, ama hergün yazılmakta olan, doğup büyümüş her insanın, her bireyin tenine dokunmuş bir hikaye, bir şifre, kişiye özel bir kullanım kılavuzu.

Anneliğin içinden nasıl çıkarsın? Ah be gülüm, işin can alıcı kısmı da bu ya: çıkamazsın. Sicilya mafyası gibidir, avantajları çoktur ama çıkışı yoktur. O seninle büyüyen, yasemin gibi yönlerdirdiğin biçimde yollanan, her çocukla farklı bir olgu, bir bilgi.

Simone de Beauvoir, hiç anne olmamış o kadın, ne doğru tasvir etmiş anneliği. Bir defa doğurduktan sonra kadın, yani o benlik, hiçbirzaman tekrar TAM olamıyor.

Anne olmak metin, metin olmak anneliğin ilk şartı. Doğururken metin olmak zorundasın, bilmediğin, tatmadığın binbir tasvirini duyduğun acılarla yüzyüze, kan kanasın. Ve sonrasında anlıyorsun ki bu aslında herşeyin başlangıcı. Anne olmak kaderle başbaşa kalmak—çaresizliğin karşısında son kapı olmak.

Aklıma hep Amerikalılar’ın o lafı geliyor: The Buck Stops Here. Yani, nihai karar burada, buradan sonrası yok. Bağımsızlığın gerçek tadı: sana tamamen bağımlı bir varlığın çıkış kapısı olmak. Ölüm Kalım Meclisinde mebus olmak.

Hafızama kazınmıştır bir kitapta okuduğum şu sahne: genç anne epileptik çocuğunun krizden boğulup kızarmasına tanık oluyor, ne yapacağını bilemiyor. Kimi arasın- doktor, polis, itfaiye? Kimse gelmiyor, tek başına, yalnız. Öteki çocukları seyrediyor dehşetle, onların da kafasına kazınıyor sonu yaşamla biten bu an.
Oğlum iki yaşına daha gelmedi. Anlattıklarım anneliğin daha çok başından izlenimler. Şimdiden başladı meydan okumalar, özerklik gösterileri. Yeni yeni keşfediyorum içimdeki otoriter figürü—sözümün, sabrımın anlaşılıp da dinlenmediği, hatta özellikle denendiği anları. Daha ne denemelerden geçeceğim, ne maceralar yaşayacağız, kimbilir. Şimdilik, içinde yaşadığımız şu hunhar kuzey ikliminin aydınlanmayan baharında oğlumla evin çevresinde bir tur atmak ne mucizelere kabil: kamyon! motorsiklet! otomat düğmeleri! köpekler! ve köpek kakaları! eğilip koklanması gereken çalı yaprakları! mıcır taşları! trafik ışıklarının Kırmızı! ya da Yeşil! yanıp sönmeleri...

Nereye varacak bu annelik, bu tsunami gibi altında kalınan ve birey olarak varolmaya çabası gerektiren yeni kimlik? Bilmiyorum. Ama şu bir gerçek: yurt dışında yetişmiş biri olarak, annelik beni ana dilime geri getirdi—okyanusa atılmış, içi hala tam olarak anlayamadığım mesajlarla dolu cam şişe kıyıya geri döndü. Sebat edeceğim, deşifre edeceğim o kan, gen, ilik, kemik, tarih ve kapristen oluşan mesajları, o bilinçaltına yerleşmiş, okumasını bilmediğim kullanım kılavuzunu. Zira anne olmak tekrar tekrar kendine dönmeyi, kendini sorgulayıp kendinle barışmayı gerektiriyor. Onun için.

Pelin Arıner

Hiç yorum yok:

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails