Yağan yağmurlarla beslenen toprak ana, bağrında barındırdığı tüm bitkilere cömert davrandı. Doğa zümrüt gibi yemyeşil… Güneşe belki hasretiz, ama o, gökyüzünü kaplayan bulutların arasından kendine incecik bir aralık bulur bulmaz ışınlarını yeryüzüne salıp, yeşil yaprakların arasından ışık oyunları yaparak, içimize kıpırtı katmaya hazır, orada, başımızın üzerindeki semâlarda tamamen özgür olacağı günleri sabırla bekliyor.
Bahçeleri süsleyen erguvanların mor çiçekleri, çıplak manolyanın fuşyasıyla, bahçe kapıları veya duvarlarını sarıp sarmalayan mor salkımlarla el ele verip, gözümüze Van Gogh tablolarının romantik coşkusunu taşıyor. Ruhumuz mu? O zaten çoktan heyecanla kanat çırpıyor.
Her gün yaptığım rutin işler bile bu mevsimde daha zevkli oldu sanki. Sabah arabayla işe giderken dinlediğim müzik bir başka ritmik. Gözüm ise doğanın üzerinde. Bir gün önce aynı yerden geçerken gördüğüm ağaçların tomurcuklandığını, çiçeklenip, yeşerdiğini, düşen her bir çiçeği, yapraklarının nasıl renk değiştirdiğini izliyorum. Tıpkı ipek böceğinin kozasını örmesini ve sonra da onu delip uçan kelebek olmasını izler gibi.
Sabahları Starbucks’ta kahve ve kitap keyfi bile başka zevkli oldu. Ön bahçeyi, balta girmemiş orman görüntüsüne sokan, adını bilmediğim koyu yeşil, kalın yapraklı minik ağaçların, bu mevsimde açan çiçeklerinin, gece yağan nemle ıslanarak etrafa saçtığı o harikulâde koku, başımı döndürüyor. Gözümü kitaptan ayırıp, doğanın mucizevi değişimini düşünüyorum. Baharın bizi allak bullak etmesini, yüreklerimizi çırpınan serçelere döndürmesini, ruhumuzu şenlendirmesini…
Erguvanlar ve mor salkımlar bütün bahçelerde güzeldir güzel olmasına, ama ben onları en çok boğaza yakıştırıyorum. Gözüm kapalı, boğazın iki yanına sıralanmış yalıların, boğazın sırtlarına yayılmış köşklerin, erguvanlarla, mor salkımlarla oluşturdukları o romantik tabloyu tahayyül edebiliyorum. Ama bu sene fark ettim ki, belki de seneye bu tabloyu sadece tahayyül etmekle yetineceğiz. Geçen hafta sonu Boğaz Köprüsü’nden geçerken üzülerek gördüm ki, boğazın sırtları artık renk değiştiriyor; bizi coşkuyla karşılayan morlar yerini soğuk, hüzünlü beton rengine bırakıyor. Tek şükredeceğim şey ise, en azından o tabloyu, ben gökyüzüne yükselinceye kadar dimağımda tutabilecek kadar hatıraya sahip olmak. Şimdiki çocukların böyle bir anısı bile olmayacak. Ne yazık!
Yaşamın içinde, günün herhangi bir saatinde, herhangi bir yerde yanımdan geçen, ya da bir şekilde münasebetim olan insanların yaşamlarını, acı, tatlı anılarını merak ederim. Kim bilir ne çok şeyleri vardır anlatacakları. Belki de bir boğaz yalısında başlayan hayatların, alışılmadık bir yaşamın ortasında, trajik bir çizgide kendine yeni bir düzen kurmasıyla süregelen hikâyelere gebe oluşunu biraz da hüzünle dinleyebiliriz. Ya da hayatın içinde böyle hikâyelerin olduğunu düşünerek, bir erguvan dalının bana hatırlattığı Zülfü Livaneli'nin Leyla’nın Evi adlı romanını okuyabiliriz.
“Onlar, bu bahçede, bu yalıda, bu küçük evde yaşayan iyi niyetli insanlardı. Hepsi birbirini çok sevdi ama annem ve babamın karşı konulamaz aşkı olayları çığırından çıkardı, ailenin başına gelen felaketlerin başlangıcı oldu. Buna rağmen o genç kızı ve o genç subayı suçlamak içimden gelmiyor. Ölümü göze alacak kadar âşık olmalarında yüreğe dokunan bir yan var. Sizin zamanınıza gelinceye kadar aşk kelimesi aynı anlamı koruyacak mı bilmiyorum ama onların bu duygusuna saygı duymak gerektiğini düşünüyorum.”
Bahçeleri süsleyen erguvanların mor çiçekleri, çıplak manolyanın fuşyasıyla, bahçe kapıları veya duvarlarını sarıp sarmalayan mor salkımlarla el ele verip, gözümüze Van Gogh tablolarının romantik coşkusunu taşıyor. Ruhumuz mu? O zaten çoktan heyecanla kanat çırpıyor.
Her gün yaptığım rutin işler bile bu mevsimde daha zevkli oldu sanki. Sabah arabayla işe giderken dinlediğim müzik bir başka ritmik. Gözüm ise doğanın üzerinde. Bir gün önce aynı yerden geçerken gördüğüm ağaçların tomurcuklandığını, çiçeklenip, yeşerdiğini, düşen her bir çiçeği, yapraklarının nasıl renk değiştirdiğini izliyorum. Tıpkı ipek böceğinin kozasını örmesini ve sonra da onu delip uçan kelebek olmasını izler gibi.
Sabahları Starbucks’ta kahve ve kitap keyfi bile başka zevkli oldu. Ön bahçeyi, balta girmemiş orman görüntüsüne sokan, adını bilmediğim koyu yeşil, kalın yapraklı minik ağaçların, bu mevsimde açan çiçeklerinin, gece yağan nemle ıslanarak etrafa saçtığı o harikulâde koku, başımı döndürüyor. Gözümü kitaptan ayırıp, doğanın mucizevi değişimini düşünüyorum. Baharın bizi allak bullak etmesini, yüreklerimizi çırpınan serçelere döndürmesini, ruhumuzu şenlendirmesini…
Erguvanlar ve mor salkımlar bütün bahçelerde güzeldir güzel olmasına, ama ben onları en çok boğaza yakıştırıyorum. Gözüm kapalı, boğazın iki yanına sıralanmış yalıların, boğazın sırtlarına yayılmış köşklerin, erguvanlarla, mor salkımlarla oluşturdukları o romantik tabloyu tahayyül edebiliyorum. Ama bu sene fark ettim ki, belki de seneye bu tabloyu sadece tahayyül etmekle yetineceğiz. Geçen hafta sonu Boğaz Köprüsü’nden geçerken üzülerek gördüm ki, boğazın sırtları artık renk değiştiriyor; bizi coşkuyla karşılayan morlar yerini soğuk, hüzünlü beton rengine bırakıyor. Tek şükredeceğim şey ise, en azından o tabloyu, ben gökyüzüne yükselinceye kadar dimağımda tutabilecek kadar hatıraya sahip olmak. Şimdiki çocukların böyle bir anısı bile olmayacak. Ne yazık!
Yaşamın içinde, günün herhangi bir saatinde, herhangi bir yerde yanımdan geçen, ya da bir şekilde münasebetim olan insanların yaşamlarını, acı, tatlı anılarını merak ederim. Kim bilir ne çok şeyleri vardır anlatacakları. Belki de bir boğaz yalısında başlayan hayatların, alışılmadık bir yaşamın ortasında, trajik bir çizgide kendine yeni bir düzen kurmasıyla süregelen hikâyelere gebe oluşunu biraz da hüzünle dinleyebiliriz. Ya da hayatın içinde böyle hikâyelerin olduğunu düşünerek, bir erguvan dalının bana hatırlattığı Zülfü Livaneli'nin Leyla’nın Evi adlı romanını okuyabiliriz.
“Onlar, bu bahçede, bu yalıda, bu küçük evde yaşayan iyi niyetli insanlardı. Hepsi birbirini çok sevdi ama annem ve babamın karşı konulamaz aşkı olayları çığırından çıkardı, ailenin başına gelen felaketlerin başlangıcı oldu. Buna rağmen o genç kızı ve o genç subayı suçlamak içimden gelmiyor. Ölümü göze alacak kadar âşık olmalarında yüreğe dokunan bir yan var. Sizin zamanınıza gelinceye kadar aşk kelimesi aynı anlamı koruyacak mı bilmiyorum ama onların bu duygusuna saygı duymak gerektiğini düşünüyorum.”
Peyman
2 yorum:
Biz Kuşadası'nda hala dengesiz havaların esiriyiz. Bir haftadır ara ara yağan yağmur bugün daha da şiddetlendi. Fırtına çıktı. Sabah büyük bir gürültüyle uyandım. Koca ev yerinden uçacak sandım.
Güneşli günleri büyük bir özlemle beklemekteyiz.
Merhaba Elif Hanım,
Dün biz de İstanbul'da şiddetli fırtına yaşadık. Epey zarar verdi.
Ama bugün baktım da, erguvanların narin çiçekleri fırtınaya direnmişler.
En kısa sürede güneşli günlere kavuşmak dileğiyle.
Sevgiler,
Yorum Gönder