14 Mayıs 2011 Cumartesi

Yansımalar - 17


Devasa bir şehir şu İstanbul…

5.343 km² ‘lik bir alana sahip yüzölçümü ile nerede başlayıp, nerede bittiğini kestiremediğim, her gün bir yenisi eklenen semtleri ile günden güne kalabalıklaşan bir koca şehir.

Doğma büyüme İstanbullu olmama rağmen, hâlâ bugün görmediğim, işitmediğim semtleri mevcut.

Hâlâ bugün bizlere sunduğu güzelliklerin bir kısmını yaşamamışlığım var.

Meselâ Maçka Parkı’ndaki teleferiğe binip bir tepeden diğerine geçmedim. Kadıköy’deki uçan balona binip, şehri tepeden seyretmedim. Poyrazköy’de denize girmedim.

Bir İstanbullu olarak bu şehirde yapmadığım şeylerden sadece birkaçı bunlar.

Geçen hafta konuşmuş olsaydık, Göksu deresinde hiç sandal sefası da yapmadım derdim.



Sabah uyandığımızda, günün geri kalanında bizi nelerin beklediğini bilmemek, çok güzel sürprizlerin olabileceği, geceyi sabah uyandığımızdan çok daha farklı bir ruh haliyle bitirmemiz sizce de bunu düşünürken bile içimizi bir heyecan dalgasının sarmasına sebep olmuyor mu?

Aşk-ı Memnu’nun ilk dizi uyarlamasını izlediğimde 6 yaşındaydım. Çocuk dimağımda nasıl yer ettiyse kitabı okurken Bihter’in adı geçtikçe gözümün önüne Müjde Ar geldi. Beren Saati o kareye bir türlü oturtamadım. Belki 2008 yılı yapımı olan bu uyarlamasında kitabın dışına çıkılması, yeni karakterler, dizi ile kitap dönem kıyafetlerinin birbirinden çok farklı olması buna sebepti bilmiyorum.

Firdevs Hanımın adının geçtiği bölümlerde de gözümün önüne sürekli Nebahat Çehre geliyordu. Çünkü kitapta Firdevs Hanım yaşlanmayı kabullenemeyen, hâlâ bir genç kız gibi yüreğinin aşkla çarpmasını bekleyen ve bu konuda kötü ünü olan bir karakterdi. Nebahat Çehre’yi bu role çok yakıştırmıştım. Neriman Köksal’ı ise Firdevs Hanım’la özdeşleştiremedim. “Pörsümüş etlerini sallayarak…” diyen cümlelerde evet ama… Çok acımasız bir yorum oldu belki ama kitaplarda okuduğumuz karakterlerle filmlerde o karakterleri canlandıran artistlerin birbirleriyle özdeşleşmesi önemli bir ayrıntı.

Gülden Abla Aşk-ı Memnu sunumu için mekân bilgisi verdiğinde seçilebilecek en doğru yer olduğunu düşündüm.

Göksu Marine, daha önce ailece yiyeceğimiz bir brunch için düşündüğüm ama tamamen dolu olması sebebiyle gidemediğim bir restauranttı. Şimdi düşünüyorum da oraya daha önce gitmemiş olmam, o gecenin benim için daha ayrıcalıklı olmasını sağlamıştı.

Daha önceki Anadolu Yakası’nda seçilen sunum mekânlarına giderken trafikle cebelleşmemi hatırlayınca, o gün işten biraz daha erken çıkma kararı aldım.

Gülda’nın bana yol arkadaşlığı yapması da, sunum gecesinin ta başından, onu keyifli kılmaya yardımcı olmuştu.

Göksu Marine, Anadolu Hisarı’nda benim daha önce hiç görmediğim Göksu deresinin hemen yanı başında, iç mekânla bahçeyi bir birinden ayıran boydan boya camlı, sıcak, hatta içerde bulunan şömine ile kış aylarında sıkça ziyaret etmek isteyeceğiniz bir yer.

Yemek saati için erken olduğundan birer aperatif almak için hemen dere kenarındaki masalardan birine yerleştik.

Bu arada Ayşe, kırtasiyede gördüğü ve nostalji yapmak amacıyla aldığı cicili bicili anket defterini önümüze koyarak doldurmamızı istedi.

Yavaş yavaş o akşam gelebilecek tüm kulüp üyeleri toplanmaya başlamıştı.

Anket defteri telaşı, sohbet derken Gülden Abla ile Ayşe’nin ortadan kaybolduklarını fark etmemişiz.

Az sonra içerden gelen yeşil ve mavi uzun saten elbiseleri, yüzlerini örten peçeleri, renkli şemsiyeleri ile kol kola girmiş ikiliyi karşımızda görünce hayret ve neşe nidalarıyla ayaklandık. Flaşlar patlamaya başladı.

Meğer hepimiz için elbise varmış. Teker teker içeri geçip üzerimizi değiştirdik.



Tebdili kıyafette ayrı bir neşe, ayrı bir mutluluk, ayrı bir keyif vardı.
Bir sürü poz verip o günü ölümsüzleştirdik.

Bayan kıyafetleri bittiği için Bilgen, Behlül olmak zorunda kaldı. Ama ona yakışmıştı. Çünkü giydiği kıyafete hakkını veriyordu. Kasım kasım kasılarak olmayan kaytan bıyıklarını eliyle bir sıvazlaması vardı ki görmeliydiniz.



Hepimiz giyindiğimizde iskeledeki tüllerle süslenmiş “saltanat kayığına” bindik.

Kürekçimiz fesi ve sırma işlemeli pantolon ve cepkeni içinde çok afiliydi.

Ada Sahilleri, Yangın Olur Biz Yangına Gideriz, Kara Basma İz Olur şarkıları eşliğinde aheste bir Göksu gezisi yaptık.



Adnan Bey ve efratlarının dere boyunda hangi noktada piknik yapmış olabileceklerini tahmin etmeye çalıştık. Muhtemelen dere yanından geçen otoban o zamanlar yoktu. Yerinde alabildiğine uzanan çayırlar, gölgesinde serinleyebileceğiniz ağaçlar vardı.

Bu arada Fatmagül’ün Suçu Ne dizisinin çekildiği evi gördük. Sonuçta Göksu sakinleri renkli film sahnelerine aşinaydı mutlaka. Ama bizim kadar renkli çehreler görmüşler miydi bilmiyorum.

Yaklaşık yarım saatlik bir sandal sefasından sonra restauranta geri döndük.

Oksijen açlığımızı pekiştirmişti. Hemen bizim için hazırlanan masaya geçtik ve yemeklerimizi sipariş ettik.

Yemeğimizi yerken Aycan da aramıza katılabilmişti.

Artık sunuma geçebilecektik.

Bu sunum gecesini diğerlerinden ayıran bir özellik de, sunum yaptığımız yerin, restaurantın diğer müşterilerinden ayrı bir bölümde olmamasıydı.

Masamızdan kalkıp, hemen yan tarafta bizim için hazırlanmış şömine önündeki bölümde yer alan rahat koltuklara geçtik.

Barkovizyondan sunum, şömine üzerine yansıtıldı. Başlarımıza çiçekten taçlarımızı takıp sunumu izlemeye başladık.



Dönem ve o döneme imzasını atan Fransız akımı, yazarımız, kitap karakterlerimiz Gülden Abla’nın detaylı ve titiz çalışması ile hazırladığı sunumda hepsinden bahsediliyordu.

Hani demiştim ya, kitap hem 1975’te hem de 2008’de diziye uyarlanmıştı diye, Gülden Abla o gece bize, 2011 yılındaki uyarlamasında karakterleri canlandıracak aktristleri tanıttı; Ayşe’nin Kitap Kulübü Üyeleri.

Her birimize bir karakter düşmüştü. Hepimizin birer fotoğrafı ile hazırlanan karakter görselleri çok ama çok komikti. O esnada eğlenen sadece biz değildik. Restaurantın diğer müşterileri de bizim kahkahalarımıza ortak olmuştu.



Sunumlarda yaratıcılık sınırlarımızı zorluyoruz. Belki bunu 20’li yaşlarda yapmış olsaydık, şu anda hepimizin çok daha farklı uğraşları, meslekleri olabilirdi.

Gülden Abla bizim için bir anket hazırlamıştı. Hepimizin, yüzünün görünmediği fotoğraflarından alıntılarla hazırlanan ankette hangi fotoğrafın kime ait olduğunu bulup yazdık.

Sunum kapanışını da kitabımızda geçen terimlerle, kitap karakterlerinle oluşturulan bir bulmaca ile yaptık. Bulmaca hazırlamak zor ve meşakkatli bir iştir. Açıkçası Gülden Abla bunda da hünerini gösterdi.

İşte bu sebeple seviyorum kulübümüzü; yaşadığımız ilkler oldu. Her sunum gecesinin sonunda, çok değerli bir hazineye kavuşmuş gibi gözlerimiz parıldadı. Gündüz içimizi sıkan dertlerin üzeri bir anda nasır tuttu. İçimiz mutlulukla doldu.

Gece yatağımıza uzandığımızda kendimizi günün stresinden arınmış ve daha huzurlu hissediyoruz. Ve bu huzur ertesi sabah işe giderken bile, yakamızdaki değerli taşlardan yapılmış bir iğne gibi bize farklı bir ışıltı veriyor.

Peyman

5 yorum:

danzon dedi ki...

anlatımınızdan ve fotoğraflardan çok keyifli ve eğlenceli geçmiş olduğu anlaşılıyor..

insan kıskanmadan edemiyor :)

Ayşe dedi ki...

Herbirinizin karakterlerini hazırlarken Gülden abla ile katıla katıla gülüyorduk. Bilemiyorum kulaklarınız çınladımı ama biz gülmekten epey apartmanı çınlattık. Sanırım sabahın ikisine kadar uğraştık ve epeyden beri hiç bu kadar gülmemiştim.

Peyman dedi ki...

Merhaba Danzon,

Gerçekten öyleydi.

Hakiki terapi...Böyle bir kitap kulübü herkese tavsiye edilir :)

Peyman dedi ki...

Ayşe'cim,

Benim Beşir, ofiste masamın üzerinde. Her gören gülmekten çatlıyor. Kim bilir hafta sonu bizim ofis yardımcımız Neslihan görünce ne düşünmüştür? :)

Gulda dedi ki...

Yolculuk çok güzeldi ve sunum nefisti. Uzun süredir bu kadar keyifli vakit geçirmemiştim. Bu kulübe dâhil olduğum için kendimi çok şanslı ve mutlu hissediyorum. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim.

İmza

Firdevs Hanım:)

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails