1998 Yılında baharın teşrif etmeye karar verdiğini adamakıllı belli ettiği günlerden bir gün Bahariye’deki Adliye Binası’ndan çıkmış, ara sokaklardan tamamen içgüdüsel bir biçimde vapur iskelesine ilerlemekteydim. Vapura atlayıp bir de simit çay keyfini sürüp işe dönecektim.
Stajı uzamış bir avukattım ve yargı sisteminin icra edildiği Adliye Koridorlarında bir avukatın –hele stajyerin-adliye otoparkındaki görevliden bile bir alt sınıfta olduğunu keşfedeli çok kısa bir süre olmuştu. Ama eğer bir araban olursa, bu durumun otopark görevlisinin mecburiyetten de olsa bir hürmet göstermesine vesile olduğunu da keşfetmiştim ki hayatta ilerlemek ve azmetmek için bir hedefim olabileceği hususunda bana biraz umut vermişti.
İşte bu kadar bıkkın ve bezmiş, bir bataklığın içine gitgide çekilmekte olduğumu ama kıpırdamazsam biraz daha yaşayabileceğimi bilmenin getirdiği umutla ara sokaklarda yürüdüğümü çok net hatırlıyorum. Kös kös önüme bakarken kafamı sağa doğru çevirdiğimi, indirdiğimi ve tekrar siyah beyaz fotoğraflara çevirdiğimi de hatırlıyorum:
Mandalla ipe tutturulmuş siyah beyaz fotoğraflardan Aliye Rona az önceki düşüncelerimden ötürü Hülya Koçyiğit'in arkasından “kabahatlisin “ der gibi bana bakıyor… Cüneyt Arkın, az önce düellodan galip gelmiş, gururla bana bakarken “Korkma Bebek, çeker alırım seni bu kötü âlemden” diyor, Yılmaz Güney silahla yaraladığı adamın başında “Beni sen savunur musun?” diye haykırıyor, başka bir karede Semra Sar ve Hülya Koçyiğit ellerinde tuttukları çerçevede benim resmime özlemle bakıyorlardı.
Bu resimler elimde küçücük ve küf dolu dükkândan içeri girerken “Başka resimler var mı böyle” diye sormuştum. Dükkân sahibi 1500 tane demişti ama gerisini duymamıştım. Heyecanla ve cebimdeki parayı –ki müvekkile ait masraf parasıydı- hesap ederek 50 adet resim seçtim. Dükkândan çıktığımda sadece vapur ve minibüs parası vardı cebimde. Şimdi kafamı zorluyorum zorluyorum ama kaç lira verdiğimi hatırlayamıyorum. Bir ay sonra cebimde sıcak parayla tekrar dükkânı bulmaya çalışmış ama hüsranla kapandığını görmüştüm.
Zaman zaman eski Yeşilçam Filmlerini yazıyorum/çözümlüyorum burada, okuyan var ise bilir. Benim için ayrı yerleri var bu filmlerin çünkü. Birer sanat şaheseri olmadıklarını, Dünya Sineması’nda çığır açmadıklarını, senaryolarının aynı, repliklerinin üç film seyrettikten sonra herkes tarafından tahmin edilebilir o, kostüm, makyaj, efekt ve seslendirme gibi teknik yoksunlukların zaman zaman sınırları zorladığını biliyorum.
Ama bu filmlerdeki masumiyetin var olabilme ihtimalini, kötülerin cezasız kalmayacakları, sevenlerin kavuşacakları, aşk uğruna yapılan anlaşılması zor olan fedakârlıkların en sonunda takdir edileceğini bilmenin vereceği huzur ve güven duygusunu seviyorum.
Ben o gün o Adliyeden çıkıp ara sokaklarda yürürken hızla geçen bir arabanın altına kalmaktan kurtarabileceğim bir yaşlı beyefendinin [tercihen Hulusi Kentmen görünümünde] bir duayen hukukçu olması ve beni hayatını kurtardığım için yanına alıp yetiştirme teklifinde bulunma ihtimaline inandığım ve bu hayalin imkansız olmadığını yüreğimin bir yerinde bana hissettirdiği için bu filmleri seviyorum.
Küçük ve sonrasında ergen bir genç kızken yaşadığım platonik aşklar esnasında geceleri yastığımın kıvrımlarında gömülüp giden Hıçkırıklarımın zamanı gelip serpildiğimde son bulacağını, benim Esas Oğlan’ımın onun Esas Kızı olduğumu anlayacağı konusunda endişelerimi giderdiği için sevdim bu filmleri.
Belki bu fotoğraflarda anlatmaya çalıştığım şeyleri yakalarsınız umudu ile benim için değerli bu fotoğrafları herkesle paylaşmak istiyorum.Pek çoğunun hangi filmden olduğunu bulamadım ama bu konudaki uğraşlarım devam ediyor.
Sevgiler
Billur
2 yorum:
Ben de senin Türk filmlerini -ısrarla ve vazgeçmeden- sevme halini seviyorum :)
Billur'cuğum,
Geriye dönüp baktığımızda Türk sinemasının ne kadar büyük bir aşama kaydettiğini net bir şekilde görebiliyoruz. Ama dediğine katılıyorum; masum hülyaların içimizde taptaze bir tomurcuk gibi açtığı umutlar, bize o tekniği yavan filmlerden kalan birer hediye.
Hangi filmlerden olduklarını ben de ne yazık ki bilmiyorum, ama Cüneyt Arkın'ın kovboy kıyafetli fotoğrafını görünce aklıma, "Gelincik" isimli atının üzerinde, ayakları yeri sıyıran br Arkın sahnesi geldi :)
Yorum Gönder