15 Ekim 2009 Perşembe

YENİŞEHİR'DE BİR ÖĞLE VAKTİ-SEVGİ SOYSAL

<

Lise yıllarımın başında keşfetmiştim Sevgi Soysal’ı... İtiraf ediyorum ki Cumhuriyet ‘te okuduğum Mümtaz Soysal ile evlenmiş olması gibi magazinsel bir nedenle...Sonra hayat hikayesini okumuştum ve tüm kitaplarını da....

Selanik’li bir baba ile Alman bir annenin çocuğu Sevgi Soysal. Ankara Kız Lisesi, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Özdemir Nutku ile evlilik , Almanya dönemi, üniversitede akademik yılların ardından Türkiye yılları.
Haldun Dormen’in yönettiği Zafer Madalyası adlı oyunda tiyatro oyunculuğunun ardından 1962 yılında ilk öykü kitabı olan Tutkulu Perçem’in yayımlanması ile yazın dünyasına atılıyor Sevgi Soysal. Daha sonra teyzesi Rosel’den yola çıkarak Tante Rosa’yı yazıyor



ve sonrasında yazdığı Yürümek ile TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’nü kazanıyor.



Sonra hayatında sancılı bir dönem başlıyor ve kadın erkek ilişkilerini ve evlilik hayatını irdelediği Yürümek toplatılıyor müstehcenlik gerekçesi ile ve bir tutukluluk yaşıyor. 12 Mart dönemi derin yaralar açıyor kısa ömründe Anayasa profesörü Mümtaz Soysal’ın komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklu kaldığı Mamak Cezaevi’nde evleniyorlar ve 10 ay daha siyasal nedenlerle Yıldırım Bölge’de Adana’da kalmak zorunda bırakılıyor. Cezaevi anılarını topladığı Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu adlı eserinde yer alıyor.



1975 yılında kansere yakalanıyor ancak bir sene içinde 1976 Kasım ayında son romanı Hoş geldin Ölüm’ü tamamlayamadan Ölüm onu 40 yaşında başka bir hayata uğurluyor. 1977 yılında Yeni Ortam ve Politika gazetelerine yazdığı yazılar, Bakmak adlı kitapta toplanıyor.

Yenişehir’de Bir Öğle Vaktini cezaevinde yazıyor Sevgi Soysal ve bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülü’nü alıyor.



Aslında eser birbirinden ayrı ama bir şekilde de doğrudan veya dolaylı olarak birbirine bağlı olan, en azından aynı çevrede aynı havayı soluyan insanların bir öğlen vakti Ankara Yenişehir’de bulundukları andan yola çıkarak geçmişe kısa bir bakışla tanıştırılan kişilerin kısa hikâyelerinden oluşuyor. Eserdeki kişiler toplumun her kesiminden insanları barındırıyor ve böylelikle 12 Mart dönemi civarındaki bir zaman diliminde kişilerin görüşlerini dile getirerek toplumsal koşullar hakkında da gerçekçi bir tanımlama yapıyor.

Aslında romanın bel kemiğini veya ana mesajlar içeren kısmını Doğan, Doğan’ın ailesi ve Ali oluşturuyor bana kalırsa. Çünkü bu iki kişi üzerinden işçi sınıfı ve bulunduğu ortamdan rahatsızlık duyan ama yine de küçük burjuvalıktan kurtulamayan ve halktan kopuk yaşayan entelektüel aydınlar üzerinden bazı saptamalar yapıyor Sevgi Soysal. Nitekim romanın başında var olan karakterler bir süre sonra ortadan kayboluyor ve bu karakterler üzerinde yoğunlaşıyor roman.



Romanda yer alan

Yoksulluk içinde ama sınıf atlamaya meraklı, bir tezgâhtar olan AHMET;

Ahmet’in evlilik hayalleri içinde olan, Ahmet ile oynaşıp pişman olan sevgilisi ŞÜKRAN

Muhafazakar, hakkını arayan ve bunu da herkesi ezerek yapan , kendinden üstün olduğunu düşündüğü kişilerin önünde bu tavrını sergileyemeyen ahlakçı öğretmen emeklisi HATİCE HANIM;

Selanik eşrafından gelen ve bir mirasyedi olan ve parasını bitmesinde kendisinden başka herkesi suçlu gören yıllarını Fransa’da geçiren ama bankadaki son parasını çekmeye giderken artık eski günlerinden eser kalmadığını anladığınız NECİP BEY;

Bir bankada çalışan, yoksul ama azimli en büyük emeli ailesini bu fakirlikten kurtarmak olduğu için gıdım gıdım para biriktiren ama Necip Bey’in parasını çekmesi ile tüm hayallarinin boş olduğunu gören MEHTAP;

Genç yaşta ticarete atılan ve sınıf atlamaya meraklı ve girişimci ve işbilir hali ile bunu hak ettiğini düşünen yanındaki kadının da sahibi bulunduğu mağaza gibi alımlı, ışıl ışıl ve şık olması gerektiğini düşünen GÜNGÖR;

Yoksul ve eğitimsiz bir çevreden sıyrılmayı başaran , sevgisiz, sabırlı ve karısının da yardımı ile iyi bir konuma yükselmiş olan profesör SALİH BEY;

Salih Bey’in eşi olan cimri, mutsuz, babasının vekil konumu altında ezilmiş, sınıfsal ayrımlara önem veren, düzenli bir çarkı yaratmış ve bozulmasından haz etmeyen MEVHİBE HANIM;

Sevgisiz ve kuralcı bir ailede olmanın getirdiği karabasanlar içinde bir çocukluk geçiren ve tüm bu sıkıntılarını ALİ ile atmaya çalışan OLCAY;

Olcay’ın ağabeyi olan, Fransa’da eğitim göreceğim diye tabiri caiz ise sürten, maymun iştahlı, küçük burjuva entelektüeli ve o da bulunduğu ortamın yüzeyselliği ile ALİ yardımı ile kurtulacağını sanan ve bu nedenle de Ali’yi Olcay ile paylaşmak istemeyen DOĞAN;

Doğan’ın arkadaşı ve Olcay’ın sonradan sevgilisi olan, sendikacılık faaliyetleri ile devrim yolunda ilerleyen düzen karşıtı ama sakin, sabırlı, özgüvenli, düşünen ama bence romanda biraz yapay –çünkü fazla idealize- duran ALİ;

Çingene, atılgan ve hilebaz olan ayakkabı boyacısı –ki benim en sevdiğim karakter- NECMİ;

Babasının ablasına tecavüzü sonucu doğan ve fuhuş batağına saplanan, karakolda Ali ile rastlaşan ve ona yakınlık duyan ve yaşar ne yaşar ne yaşamaz konumunda olan AYSEL;

Mevhibe Hanım ile Salih Beyin apartmanının kapıcısı, öfkesini durmadan karısından çıkaran ve Mevhibe Hanım tarafından sürekli kovulma tehdidi ile yaşayan ve sonunda kavak ağacı altına ezilen MEVLUT;

Ankara’da Yenişehir’de bir kavak ağacının devrilmesi esnasında olayın cereyan ettiği yerde veya yakınında bulunuyorlar. Kavak ağacı ve dalları aslında hepsinin içinde bulunduğu toplumu ve dalları ise bağlı oldukları sınıfları temsil ediyor adeta. İçinde bulunulan toplumsal koşullar ve karakterlerin durumu göz önüne alındığında kavağın devrilmesi aslında bir dönemin biteceğini ve kayıplar verileceğinin ve sonuçta yine çalışan, fakir sınıfın ezileceğinin sinyalini veriyor.



Ali’nin Olcay’a burjuva sınıfını eleştirirken ve burjuva sınıfından gelenlerin işçi ve diğer sınıflardaki kişilere yaklaşımlarında inanç duymamalarını açıklayan;

Senin sınıfından olanların olanların, hep kelekçe bir saflığı vardır. Sorunlara sınıf açısından değil, yufka yüreklilikle bakar; halkı tanımazsınız. Onlar da güven duymaz size. Suçluluk duygusu ve göz yaşları onlar için pek önemli, daha doğrusu yararlı değil. Onlar kendilerini ne suçlu hissederler, ne de yufka yürekleri vardır. Kuşkulu ve gereğinde haindirler. İyi yürekli, ya da kötü yürekli olmakla ilgisi yok onların, var olup olmamakla ilgisi var......Onları kendine inandırman için ne iyi niyet ne de insan sevgisi yeterlidir. Tam tersine . Onlara katıldığına dair kanıt isterler. Seni onlardan ayıran şeylerle bağını koparmanı isterler. Yani bu düzenle olan bağını....”

Ali’nin Doğan’ı kitap gibi konuşmasını eleştiren ve sadece okumakla sorunların çözülemeyeceği hususundaki görüşlerini ifade eden ;

..Kitap olmaya çalışıyorsun karşımda, konuşarak kitap yaratmaya çalışıyorsun karşımda, oysa kitapların üstüne cümleler kurmakla yeni kitaplar yazılmaz.” Ve

“..asıl senin gibi, sorunlara sadece okuyarak yaklaşanlar katıdır. Olaylar karşısında gerekli uyum ve değişim gücü genellikle yoktur onlarda. Çünkü aslında suçlu ve Kim ki bir şeyi gizlemek ister, duvar çekmeye meraklı olur.korkaktırlar....Kendilerini değiştirememe korkusu, onlara sözde her şeyi bir çırpıda değiştirme ataklığı verir. Bazen teoriyi, korkaklık ve suçluluklarını gizleyecek bir duvar gibi kullanırlar..”

Sözlerini ve Çingene Boyacı Necmi’nin neredeyse tüm söylediklerinin altını çizmişim yıllar önce okuduğumda...

Sevgi Soysal her ne kadar roman esasına aykırı bir biçimde yazdığı için eleştirilse de bence çok güzel saptamalar içeren bir eser koymuş ortaya. İkinci kez olsa da sıkılmadan okudum.

Kavaklar Devrilmeksizin Öğle Vakitleri Geçirmek Dileği ile..

Sevgiler
Billur

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Teşekkürler Billur, Hep aklımda bir Sevgi Soysal kitabı okumak. Seninde yazından sonra daha da isteğim arttı.

mutfakcini dedi ki...

okunmak üzere not alıyorum hemen.teşekkürler.

billur dedi ki...

Sevgili Kitap Kurdu;

Ben teşekkür ederim öncelikle. Yürümek tam manası ile bir roman havasına sahip olduğundan daha tavsiye edebileceğim bir kitap.

Sevgili Ebruli;
Teşekkürler ve iyi okumalar

Sevgiler
Billur

laleninbahcesi dedi ki...

Sevgi Soysal benim de lise yıllarımın yazarı. Lisedeyken kitap özeti ödevimi, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşunun özetini çıkarark yapmıştım. Neyseki Ed. öğretmenimizle aynı görüşteydik. Yenişehirde bir öğle vakti de en sevdiğiğm kitapları arasındadır.

Gulda dedi ki...

Billur'um,

Sen İspanya’da ne zaman bu kitabı eline alsan aklıma aynı anılar geldi. Ben bu romanı üniversite ikinci sınıfta okurken, Ankara’ya ODTÜ Tiyatro Şenliğine katılmak üzere gittiğimde başlamış ve sonrasında İzmir’e trenle 24 saati aşkın süren bir dönüş yolculuğunda bitirmiştim. Yanımda bulunan tek kitap idi, sayfalarını defalarca okumuş ve ben de her yerini çizmiştim kitabın. Aynı zamanda kuzenim Olcay’dan çok etkilendiğim bir dönemdi. Zamanlaması ile ilgili çok doğru bir kitaptı. Benim için hep çok özel bir kitap oldu.

Ancak geçen gün sen okurken sayfaları hızla karıştırdığımda aynı zamanda içime bir kasvet çöktü. Yenişehir’de Öğle Vakti, benim genç kızlığımda kalmış. Bir daha okuyabildiğin için tebrikler.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails