ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ
Tezcan’a göre tanım
ne olursa olsun birbirinden farklı ritüeller, gelenekler; yapılanmalar ve
özellikler göstermesine rağmen evlilik kurumu evrenseldir. Bireylerin sosyal
yaşantısının bir parçası olan evlilik hemen tüm toplumlarda doğurganlıkla birlikte
değerlendirilmektedir. Doğurganlık davranışı için evlenme bir önkoşul olmamakla
birlikte dünyanın hemen tüm ülkelerinde doğumların neredeyse tamamı evlilik
kurumu içerisinde gerçekleştirilmektedir Türkiye’deki evlilikler üzerine
yapılan çalışmalar, uluslararası literatürle benzerlik göstererek, yapılan
çalışmalarda asıl ilgi evliliğin oluşumu ve evlilik süreci üzerinedir. Öte
yandan, evlilik ile oluşturulan ailenin yapısı birçok diğer soysal bilimde
olduğu gibi nüfusbilim açısından da önemle üzerinde durulan konulardan biri
olarak görülmektedir (Tezcan, Özcan, 2004).
Maddi ya da manevi
çeşitli sebeplerle, daha çocukluklarını yaşayamadan genellikle de kendilerinden
yaşça çok büyük olan erkeklerle evlendirilen bu çocuklar, hem büyük bir
toplumsal sorun olarak karşımıza çıkmakta, hem de diğer birçok sorunun ortaya
çıkmasına sebep olan dinamikleri hazırlamaktadır (Aydemir, 2010)
Çakmak’a göre çocuk
gelinlere, gelişmekte olan ülke iddiasında olan ülkemizde yüksek oranda
rastlanmaktadır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve ülkemizin
pek çok bölgesinde, on’lu yaşlardaki kızlarımız, bin veya iki bin dolar
karşılığında, 40’lı, 50’li ve 60’lı yaşlardaki erkeklerle
evlendirilmektedirler. Türkiye, cumhuriyet rejimi ile birlikte, İslam hukukunun
kabul ettiği çocuk evlenmelerini yasaklamıştır. Dolayısıyla, Atatürk devrimleri
tecrübesini yaşamış olan Türk toplumu için, çocuk gelinlere rastlamak kabul
edilmez bir durum arz etmektedir. Bu itibarla, Türkiye’de çocuk gelinler
konusunu incelenmeye değer görülmektedir (Çakmak, 2009).
Çoban’a göre birkaç gün
önce okul bahçesinde arkadaşları ile ip atlayan kız çocuğu, “çocuk gelin”
olduktan sonra daha kadınlığın ya da cinselliğin ne olduğunu bilmeden,
çoğunlukla da kendisinden yaşça oldukça büyük bir erkekle, sadece ailesi razı
geldiği için, zorla kadın rolüne sokulur. Arkadaşlarından, öğretmenlerinden,
yaşamdan kopmak zorunda kalır. Gencecik yaşta kaderine boyun eğen çocuk, onu
bekleyen zorlu ve çıkmaz yolda tek başına, hiçbir hak iddia edemeden yürümek
zorunda kalır (Çoban, 2011)
ÇOCUK GELİN KAVRAMI
Çakmak’a göre Türk Medeni
Kanunu çerçevesinde, Kanun’un öngördüğü evlenme yaşından daha küçük yaşta
evlenen kıza çocuk gelin demek mümkündür. Kanun’un 124. Maddesi’nde, “Erkek ve
kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hakim olağanüstü
durumlarda ve pek önemli sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya
kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba
veya vasi dinlenir.” denilmektedir. Şu halde, Türk Medeni Kanunu, on yedi yaşını
doldurmadan evlenen kızı çocuk gelin saymaktadır. Bununla birlikte, Kanun’da,
genel hükme göre çocuk gelin sayılabilecek olan, on yedi yaşını doldurmamış bir
genç kızın, olağanüstü durumlarda, hakim kararıyla evlenebileceği kabul
edilmektedir (Çakmak, 2009).
Uluslararası belgelere göre, on sekiz yaşının altında yapılan her evliliğe
“çocuk evliliği” ve evlenen kıza “çocuk gelin” denilmektedir. Burada çocuk
evliliği derken, evlilik sözü ile kastedilen hukuki anlamda değil, sosyolojik
anlamda evliliktir. Örneğin Türkiye’de bu tür evlilikler, genellikle, dini
nikaha (imam nikahı) dayanan evliliklerdir (Çakmak, 2009)
KANUNLARA GÖRE ÇOCUK GELİN KAVRAMI
Aydemir’e göre bireyin ruhsal ve fiziksel gelişimini tamamlamadan yaptığı
evlilikler erken evlilik olarak tanımlanmaktadır. (Gerçi bu tanımla niteliği
hafiflemekte, aslen belki de onun yerine “zorla evlilik” terimi
kullanılmalıdır). Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası belgelere göre, on
sekiz yaşının altında yapılan her evliliğe “çocuk evliliği”, evlenen kız
çocuklarına da “çocuk gelin” denilmektedir. Türkiye’de, Medeni Kanun’da evlenme
yaşı on yedi olarak belirtilse de, bahsedilen erken evlilikler zaten hukuki
anlamda gerçekleşmemekte, gelenekler ve dini ritüellerle sosyolojik anlamda
gerçekleşmektedir. Bununla birlikte Türk Ceza Kanunu’na bakıldığında ise madde
ve fıkralar arasında örtük bir sorun baş göstermektedir. Şöyle ki, Kanuna göre
on beş yaşını doldurmuş bir kız çocuğu, sosyolojik manada evlenmesi durumunda,
“şikâyet üzerine” onunla evlenen kişi, altı aydan iki seneye kadar hapis cezası
ile cezalandırılmaktadır. Dolayısıyla bu maddeyle örtülü olarak, evlilik yaşı
on sekiz yaşının altında tutulmaktadır. Diğer taraftan Çocuk Koruma Kanunu’nun
çocuğu “on sekiz yaşının altındaki birey” olarak nitelemesiyle de kanunlar
arasındaki bu çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza
Kanunu ve Çocuk Koruma Kanunu’ndaki bireylerin çocuk gelin sayılma yaşlarındaki
uyumsuzluklar, konuya ilişkin mücadelelere daha başında ket vurmakta ve sonuçsuz
kalmasına sebep olmaktadır (Aydemir, 2010).
Aydemir’e göre dünyanın birçok bölgesinde hala uygulanan erken evlilikler,
direk olarak evlendirilen çocukların hayatlarını etkilemekle birlikte, yine
doğrudan topluma da bir sorun olarak geri dönmektedir. Evlendirilen çok sayıda
kız çocuğunun, erken yaşlarda evlendirilmeleri sonucunda öncelikle sağlık ve
eğitim olmak üzere, yaşamsal birçok hakları ellerinden alınmaktadır. Bu kız
çocukları evlendirilecekleri için bir taraftan eğitimleri yarım bırakılmakta,
diğer taraftan da daha kendi fiziksel, biyolojik ve psikolojik gelişimlerini
tamamlayamadan, modern tıbbi yöntemlerden uzak bir biçimde çok sayıda çocuk
sahibi olmaktadırlar -ki bir kısmı da doğumlar sırasında hayatlarını
kaybetmektedir. Eğitimlerini, arkadaşlarını yani çocukluklarını geride bırakan
bu çocuklara dair sorunlar öncelikle kendilerinde başlar. Üstlendikleri
sorumluklarla birlikte psikolojik birçok sorunun yanı sıra, fizyolojik
problemlerle de baş etmek zorunda kalırlar. Yaşadıkları bu zorluğa dayanabilenlerin
yanında, çok sayıda dayanamayan da olmaktadır (Aydemir, 2010).
Özcebe’ye göre erken yaşta yapılan evlilikler kadınların toplumdaki
eşitsiz konumunu kuvvetlendirmekte ve hayat tercihlerini kısıtlamaktadır. Kız
çocukları sağlık, eğitim, çalışma olanaklarından yararlanamamakta,
eğitimsizliğe, yoksulluğa ve bağımlılığa hapsolmaktadırlar. Evlenmeden önce
babanın kontrolünde olan kız çocuğun kontrolü evlilik ile birlikte kocasına
geçmektedir. Erken yaşta evlilik yapan kız çocuğunun erken yaşta çocuğu dünyaya
gelmekte ve erken doğan çocukların geçimini sağlayamayan ekonomik düzeyi düşük
olan aileler kız çocuklarını evlen
Aydemir’e göre erken evlendirilen kız çocukları ile birlikte ortaya çıkan
sorunlar, zamanla sadece onları ilgilendirmekle kalmamakta, topluma da vurulan
ağır darbeler olarak su yüzüne çıkmaktadır. Eğitimleri yarıda kesilmiş, cahil
bırakılmış bu çocukların, geleceğe çok bilinçli, iyi eğitim görmüş evlatlar
yetiştirmeleri beklenemez. Dolayısıyla bu sebeple nesillerce sürecek eğitim
sorununun baş göstermesine ve benzer gelenek ve göreneklerin süregelmesine
sebep olunmaktadır. Eğitimlerinden koparılan ve küçük yaşlarda evlendirilerek
evlere hapsedilen kız çocuklarının aynı zamanda toplumsal hayata entegre
olmalarının yolu da kapanmaktadır. Zaten kadınların iş hayatında yer almasını
tasvip etmeyen bu zihniyet, böylece çok sayıda kadın iş gücünün önünü kesmekte,
onları küçük yaşlardan itibaren sosyal hayattan tecrit etmektedirler. Bunun
yanında, yaşadığı bu travmaları atlatamayan kız çocukları, pek çok intihar
vakasıyla da birlikte anılmaktadır (Aydemir, 2010).
ÜLKEMİZDEKİ EVLİLİK
ORANLARI
Arıkan’a göre medeni Kanun, Türk toplumunda çok kadınla evlenmeyi
kaldırdığı; boşanmayı yalnız erkeğin isteğine bırakmayıp kadına da bu konuda
hak tanıdığı halde, köylerde çok eşli evlenme yahut “kuma" alma durumu az
da olsa sürüp gitmektedir. Nitekim yalnız imam nikahı ile evlenenlerin oranı
köylerde yüzde 21.3'tür. Bu oran Doğu Anadolu'da yüzde 36.6'ya kadar
çıkmaktadır. Evlenme yaşı olarak kızların 18 yaşını bitirmiş olmaları
öngörüldüğü halde köylerde hala 12-13 yaşında kız çocuklar evlendirilmekte ve
ülkemizde evlenen kadınların yüzde 14'e yakını 10- 14 yaş arasındaki kızlardan
oluşmaktadır. Evlenme yaşının küçük tutulması genelde ekonomik durumla
bağlantılıdır. Çünkü özellikle tarım kesiminde kadının başta gelen
görevlerinden biri, tez zamanda tarlada çalışabilecek çok sayıda çocuk
doğurmaktır. Ayrıca "beşik nişanı" ve çok yakın akraba ile evlenmeler
(aile mülkünün dağılmaması nedeniyle) yaygın bulunmaktadır. Ülkemizdeki
evliliklerin yüzde 29.2'si akrabalar arasındadır (Arıkan, 1988)
Ülkemizde erken yaşta evlilikler uzun yıllardan beri var olan bir olgu
olmasına rağmen toplumun çoğunluğu tarafından bir “sorun” olarak
değerlendirilmemektedir. Evliliğin en önemli meşruluk kaynaklarından birisinin
toplumsal mutabakat olduğu ve bu evliliklerin de daha çok bu mutabakat
çerçevesinde gerçekleştiği görülmektedir. Ataerkil ve geleneksel toplum yapısı
erken yaşta evlilikleri normalleştirmiş ve meşrulaştırmıştır (Aydemir,
2010).Çocuk evlilikleri yasalarda yasaklanmış olsa bile, doğum kayıtlarının
yetersizliği ailelere bir çıkış yolu sağlamakta, ergenlik çağındaki kızlarını
herhangi bir yaptırım olmaksızın evlendirmelerine imkan tanımaktadır. Dahası,
birçok kırsal toplulukta imam nikahı yeterli sayılmakta, bu yüzden birçok
evlilik resmi makamlar açısından kayıt dışı ve görünmez duruma gelmektedir
(Unicef Türkiye, 2006).
Çakmak’a göre bilindiği üzere, sosyologlara göre, 14-19 yaş grubunu
kapsayan gelişme çağındaki nüfus, toplumsal olarak olgunlaşmamış bireyler
olarak tanımlanmaktadır. Bu yaş aralığındaki bireylerin, gerekli toplumsal
rollere uyum sağlayamadıkları ve toplumsal gelişimlerini tamamlayamadıkları
kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu yaş aralığında evlenen kızlarda, evlilik
sonrasında, arkadaşlarından kopma, özgüven eksikliği, toplumsal faaliyetlere
katılımdan uzaklaşma gibi sonuçlar gözlemlenebilmektedir (Akt. Çakmak, 2009).
Hekimlere göre, ilk adetin 14 yaşında görülmesi halinde, 14-21 yaş aralığı,
genital direrek kısır döngünün parçası haline
gelmektedirler (Özcebe, 2010).
sistemin olgunlaşma süreci sayılmaktadır. Bu yaş aralığındaki kızların
cinsel gelişimlerini tamamlayamadıkları kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu yaş
aralığında evlenen kızlarda, evlilik sonrasında, gebe kalamama, prematüre
gebelik, rahim kanseri gibi hastalıklar görülebilmektedir. Cinsel ilişkiye
girmeye biyolojik olarak hazır olmayan kızların, çocuk evliliği yaparak,
kendilerini cinsel eylem içinde bulmaları, genital bir dizi hastalığa davet çıkarmanın
yanı sıra, kalıcı psikolojik hastalıkların oluşmasına da neden olmaktadır (Akt.
Çakmak, 2009). Şu halde, kızların hangi gerekçeyle olursa olsun, on sekiz
yaşını doldurmadan evlendirilmeleri sosyolojik olarak ve tıbben doğru değildir.
Nitekim uluslararası belgeler, kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerini,
kız çocuklarına yönelik şiddet olarak kabul etmektedir (Çakmak, 2009).
Çakmak’a göre çocuk gelinlerin hangi gelir grubuna giren ailelerde
görüldüğüne ilişkin, çoğunlukla üniversiteler tarafından yapılan ulusal
ölçekteki araştırmalar, çocuk gelin görülme sıklığı ile ailenin yoksulluğu
arasında doğru orantı olduğunu; küresel ölçekte, çoğunlukla Dünya Bankası ve
Birleşmiş Milletler örgütleri tarafından yapılan araştırmalar da, kız
çocuklarında görülen erken yaş evlilikler ile ülkenin gelişmişlik düzeyi
arasında doğrudan bir ilişki olduğunu göstermektedir. Türkiye’de son yıllarda
demografik, toplumsal, iktisadi özelliklerin belirlenmesi amacına yönelik
olarak yapılan araştırmalarda, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve
ülkenin pek çok bölgesinde, sosyo-ekonomik düzeyi düşük ailelerin, on’lu
yaşlardaki kız çocuklarını, bin veya iki bin dolar karşılığında, 40’lı, 50’li
ve 60’lı yaşlardaki erkeklerle evlendirmeye zorladıkları bulgusu ortaya çıkmaktadır.
Araştırmalar, bugün, Türkiye’de, her üç evli kadından birinin çocuk evliliği
yaptığını göstermektedir. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü
tarafından yapılan Nüfus ve Sağlık Araştırmaları’na göre, Türkiye’de kızlarda
evlenme yaşı 12’ye kadar düşmektedir (Çakmak, 2009).
TÜRKİYE’DE VE DÜNYA’DA
ÇOCUK GELİN ORANLARI
Birleşmiş Milletler İktisadi ve Toplumsal İşler Birimi tarafından 2000
yılında yapılan Evlilik Modellemeleri Araştırması’nda ülkelerin gelişmişlik
düzeyleri ile çocuk gelinlere rastlanma oranları arasındaki doğrudan bağ ortaya
konulmuştur. Örneğin, 15-19 yaş aralığındaki kızlarda evlenme oranı Kanada’da
%0.6, İngiltere’de %1.7, Almanya’da % 1.2, ABD’de %3.9 şeklinde seyrederken,
çocuk gelinlere en yüksek oranda rastlanan Batı-Doğu-Orta Afrika ülkelerinde ve
Güney Asya’da ise oranlar çok yüksek düzeylere ulaşmaktadır. Bu oranlar
Nijer’de %61.9, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde %74.2, Afganistan’da %53.7,
Bangladeş’te %51.3’ tür. Aynı araştırmada Türkiye’ye dair oran %15.5 olarak verilse
de, bu oranın gerçeği yansıtmadığını belirtmek gerekir. Çünkü yapılan
araştırmada Türkiye’ye dair veriler, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel
Müdürlüğü’nden alınan bilgilerle belirlenmiştir. Fakat Nüfus ve Vatandaşlık
Genel Müdürlüğü’nde sadece hakim kararıyla yapılan evliliklerin kaydı
bulunmakta, sosyolojik anlamda yapılan evliliklere dair veriler yer
almamaktadır. Dolayısıyla elde edilen veriler gerçeği yansıtmaktan çok
uzaktırlar (Aydemir, 2010)
Dünya Bankası tarafından belirli aralıklarla düzenli olarak yapılan
Gelir Dağılımı Araştırmaları’na göre, az gelişmiş ülkelerde, çok sayıda kız,
erken yaşlarda evlendirilmek suretiyle; öğrenim ve sağlıklı yaşama hakkından
alıkonulmaktadır. Bu ise, kadının toplumdaki statüsünün düşmesine ve daha yoğun
cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmasına neden olmaktadır. Çocuk evlilikleri,
genellikle yasal olmayan evlilikler şeklinde gerçekleştiğinden, çocuk gelinler,
medeni nikahla kazanacakları haklardan mahrum
olmaktadırlar. Evlenmek suretiyle öğrenimini tamamlayamayan, dolayısıyla
öğrenim hakkından mahrum edilmiş olan çocuk gelinler, üretime katılma yani
çalışma haklarından da yoksun bırakılmaktadırlar (Çakmak, 2009).
ERKEN YAŞTA EVLİLİKLERİN
SEBEPLERİ
1) Sosyo-Ekonomik Gerekçeler:
Çocukların erken yaşta evlendirilmelerinin çeşitli sebepleri olmakla birlikte
bunlar arasında en öne çıkanları sosyo ekonomik gerekçelerdir.
Özellikle kız çocukları bazı ailelerde ekonomik bir yük olarak görülmektedir.
Kimi zaman sofradan bir tabağın eksilmesi fikri dahi aileler için küçük yaşta
evlilikleri teşvik edici bir unsurdur. Ayrıca kızlar evlendirilirken başlık
parası adı altında kendilerine biçilen değer karşılığında ailelerine kazanç
sağlamaktadırlar. Hem üzerlerindeki ekonomik yükü hafifletmek hem de başlık
parası yoluyla aileye gelir getirmek için aileler kızlarını çocuk yaşta
evlendirmektedirler (Aydemir, 2009).
Ailenin içinde bulunduğu geçim sıkıntısı ve nüfuz fazlalılığı ekonomik
durumu iyi olan ailelere kız vermede rekabet yaşanmasına yol açmakta ve kimi
zaman kızlar da daha rahat bir hayat ve zengin eş hayaliyle bu evliliklere
gönüllü görünmektedirler. Baba evinde çektiği maddi sıkıntılardan ve çocuk
yaşta katlanmak zorunda bırakıldığı iş yükünden kurtulacağını hayal eden kızlar
evliliği bir çıkış yolu olarak görmektedirler(Aydemir, 2009).
Türk toplumunda,“iyi bir evlilik yapma” kızın toplumsal yaşamdaki
statüsünde belirgin değişiklik yaratmaktadır. Bu, evlenen kız ile erkek
arasındaki yaş farkının önemsenmemesi sonucunu beraberinde getirmektedir.
Özellikle kırsal yerleşim yerlerinde, kızlar, evliliklerine kendileri karar
verememektedirler (Akt.Çakmak, 2009). Çakmak’a göre ailesi tarafından
evliliğine karar verilen bir kızın, evlilik için onayının alınması, kıza bir
lütuf olarak sunulmaktadır. Kızların evlendirilmek üzere okuldan alınması,
geleneksel anlayışta olağan karşılanmaktadır. Geleneksel ailede, kızın kendini
korumayacak yaşta ve cahil olarak evlendirilmesi durumunda, evlilik sonrasında
eşi tarafından şiddete maruz kalabileceği ihtimali düşünülmemekte, kız çocuğu,
ailesi tarafından kocaya bağımlı bir hayata hapsedilmektedir. Üstelik aile,
toplumsal, tıbbi ve hukuki olarak kabul edilmez durumu normal saymaktadır
(Çakmak, 2009)
2) Gelenekler, Görenekler
ve Dini İnançların Yanlış Algısı:
Gelenekler, görenekler ve dini inançların yanlış algılanması erken yaşta
evlenmeyi hızlandırabilmektedir. Geleneksel aile, kız çocuğunu, aileye belirli
bir zaman için emanet edilmiş bir varlık olarak görmekte ve kızın asıl
yuvasının evlendiği eşinin yuvası olduğunu düşünmektedir. Toplumsal cinsiyet
eşitsizliğinin yaratmış olduğu ayrımcılık sonucunda özellikle kız çocuklarının
gözü açılmadan evlendirilmesinin gerektiği düşünülmektedir.
Küçük yaşta yapılan evlilikle kocaya itaatin ve yeni yuvaya uyumun daha
kolay sağlanacağına inanılmaktadır. Erkek aileleri de kendilerine uyumu daha
kolay olsun diye mümkün olduğunca küçük yaşta gelin almak istemektedirler
(Aydemir, 2009).
Kız çocuklarının bir an önce bir erkeğin himayesine sokulmasıyla,
gelebilecek cinsel taciz ve şiddetten korunabileceği sanılmaktadır. Ayrıca, bu
evliliklerin genç kızların karşı cinsle evlilik dışı ilişkiye girmelerine ve
hamile kalmalarına engel olacağı kanaati yaygın bir düşünce olarak
görülmektedir (Aydemir, 2009).
3) Eğitimsizlik:
Eğitim seviyesi düşük ailelerin çocuklarının da çoğu durumda eğitim
seviyelerinin düşük oldukları ve düşük sosyo-kültürel yapıdaki ailelerin
çocuklarında erken yaşta evliliklerin daha sık yaşandığı gözlenmektedir
(Aydemir, 2009).
Genel eğilim erkek çocuklarının belirli bir düzeyde eğitim görüp, askerlik
yaptıktan ve bir iş sahibi olduktan sonra evlenmeleri yönündedir. Bu durum
erkeklerin nispeten ileriki yaşlarda evlenmelerine sebep olmaktadır (Aydemir,
2009).
Bunun yanında kız çocukları eğitimlerini erken yaşta bırakmaya
zorlanmaktadır. Kızların eğitimlerini tamamlamaları gerekli görülmemektedir;
zira ailenin kısıtlı ekonomik kaynakları erkek çocukların eğitimi için
harcanmaktadır. Ayrıca ergenlik dönemine girmeleriyle birlikte fiziksel anlamda
dikkat çekmeye başlayan kız çocuklarının eğitimleri aileleri tarafından
nişanlama veya evlendirme gerekçesiyle yarıda kesilmektedir (Aydemir, 2009).
4) Aile İçi Şiddet:
Aile içi şiddet, geçimsizlik, baskı, çocuk sevgisinin yokluğu, küçük yaşlarda
anne veya babadan birinin kaybedilmesi ve üvey anne veya babaya sahip olunması
çocuklarda evlenme sonucunda bu durumdan kurtulacağı inancını geliştirmekte ve
erken yaşta evliliklere yol açmaktadır (Aydemir, 2009).
5) Diğer Sebepler
Bunların dışında tacize veya tecavüze uğrayan kız çocuklarının tecavüzcüsüyle
ya da başka birisiyle hemen evlendirilmesi, kaçma veya kaçırılma gibi durumlar
da erken yaşta evliliklere sebep olmaktadır.
Ayrıca zorunlu göç sebebiyle insanların yaşadığı ekonomik ve kültürel kaos
erken yaşta evlilikleri artıran faktörler arasındadır. (Aydemir, 2009).
KÜÇÜK YAŞTA EVLİLİK NE GİBİ SORUNLARA YOL AÇIYOR?
Küçük yaşta evlilik pek çok soruna yol açıyor.
a-Ekonomik Nedenlerle Küçük Yaşta
Evlenmişse;
*Adeta bir mal gibi satılıyor
*Aile içinde hiçbir zaman söz hakkı olmuyor
*Yalnızca verilen görevleri yapıyor
*Cinselliğini hiçbir zaman yaşayamıyor
*Çoğu kez evliliğinin ilk senesinde ilk, sonraki yıllarda diğer çocuklar
oluyor, erken yıpranıyor, yaşlanıyor, hastalanıyor
b-Psikolojik Sebeplerle
Küçük Yaşta Evlenmişse;
*Kendini bir kul gibi hissediyor
*Kaderine küsüyor
*Ruhsal ve Bedensel gelişmeleri olumsuz etkileniyor
c-Sosyolojik Sebeplerle
Küçük Yaşta Evlenmişse;
*Çoğu kez imam nikahıyla evlenerek, 2.hatta 3.eş oluyor
*Eğitim ve öğretimi yarıda kalıyor. Çoğu kez zorunlu eğitimi bile alamıyor
*Sağlığı bozuluyor
*Çoğu kez “adet” görmeden, hamile kalıyor. Kendisi çocuk olduğu halde çocuk
büyütme yükümlülüğünü üstleniyor. Psikolojisi bozuluyor.
*Erken Evlilik aile içinde şiddete muhatap olma riskini artırıyor.
*Cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma olasılığı artıyor.
*Erken yaşta hamile kalınca, çocuğun ölüm riski 3 kat artıyor (Dündar, N)
ÇOCUKLARIN ERKEN EVLENDİRİLMESİ HAKKINDA BAZI KANUNLAR
1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 16. Maddesi’nde
“Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradesiyle yapılır”
denilmektedir. Türkiye tarafından 1985 yılında bazı hükümlerine çekince
konulmak suretiyle imzalanan ve 1999 yılında Türkiye’nin çekincelerini
kaldırarak iç hukukuna geçirdiği Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye
Edilmesine Dair Sözleşme’nin “Önyargıların ve Geleneklerin Tasfiye Edilmesi”
başlıklı 5. Maddesi’nin 1. fıkrasının (a) bendinde ise şöyle denilmektedir:
“Taraf devletler, her iki cinsten birinin aşağı veya üstün olduğu veya erkekler
ile kadınların basmakalıp rollere sahip oldukları düşüncesine dayanan bütün
önyargılar ve gelenekler ile her türlü uygulamayı tasfiye etmek amacıyla
erkeklerin ve kadınların sosyal ve kültürel davranış tarzlarını değiştirmek
konusunda gerekli tedbirleri alırlar.” Aynı Sözleşme’nin “Evlenme ve Aile
İlişkileri Alanındaki Haklar” başlıklı 16. Maddesi’nin 1. fıkrasının (b)
bendinde şöyle denilmektedir: “Taraf devletler, kadınlara, serbestçe eş seçmede
ve serbest ve kendi rızasıyla evlenmede erkeklerle aynı hakka sahip olma hakkını
tanırlar.” Aynı Madde’nin 2. fıkrasında “Çocuğun nişanlandırılması ve
evlendirilmesi hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. Taraf devletlerce, asgari evlenme
yaşının tespit edilmesi ve evliliklerin resmi sicile kaydının zorunlu hale
getirilmesi için yasama tedbirleri de dahil gerekli tüm işlemler yapılır.”
Türkiye’nin 1995 yılında iç hukukuna geçirdiği Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin
12. Maddesi’nin 1. fıkrasında da şöyle denilmektedir: “Taraf devletler,
görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda
görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk
derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.”Aynı
Sözleşme’nin 36. Maddesi’nde “Taraf devletler, esenliğine herhangi bir biçimde
zarar verebilecek her türlü sömürüye karşı çocuğu korurlar.” denilmektedir. Bu
bağlamda, uluslararası belgelerde çocuk evliliğinin bir seçim olamayacağının
temel ilke sayıldığını ve çocuk evliliğinin bir insan hakkı ihlali olarak kabul
edildiğinin altını çizmek gerekir (Çakmak, 2009).
ÇOCUK GELİN SORUNU İLE MÜCADELE YÖNTEMLERİ
Yasal düzenlemeler: Medeni Kanunumuzda açıkça belirtildiği üzere olağanüstü
durumlar hariç evlenmek için bireylerin 17 yaşını doldurmuş olması gerekir.
Hâkim kararıyla 16 yaşında yapılabilen evlilikler dışında 17 yaşın altındaki
evliliklerin tamamı bu durumda hukuken geçersizdir. Üstelik yaş engeli yüzünden
resmi olarak mümkün kılınmayan aile birliği dini nikâh yoluyla oluşturulmaya
çalışılmakta ve söz konusu yöntem başlı başına bir hukuki sorun teşkil
etmektedir. Erken yaşta evlilikleri önlemek mevcut Medeni Kanunun
uygulanmasının çok sıkı şekilde takibiyle mümkündür. Erken yaşta evlilik sorunu
mevcut yasal düzenlemeler uygulandığı takdirde büyük ölçüde çözülecektir
(Aydemir, 2009).
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı
Çocuk Koruma Kanunu arasındaki uyumsuzluk giderilmelidir. Taraf olduğumuz ve
Anayasanın 90 ıncı maddesi gereği üst hukukumuz olan uluslar arası sözleşmelere
uygun olacak şekilde Kanunlardaki çocuk tarifini belirleyecek bir düzenleme
Adalet Bakanlığından talep edilmelidir (Aydemir, 2009). 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunundaki konuyla ilgili cezaların caydırıcılığı artırılmalıdır.
Kanunların uygulanmasında denetimi sağlayan mekanizmaların oluşturulması
gerekmektedir (Aydemir, 2009).
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı
Çocuk Koruma Kanununun uygulanması için bilinç yükseltme toplantıları
yapılmalıdır. Özellikle 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “azmettirme” başlıklı
38 inci maddesi hususunda ailelerin bilinçlendirilmesi sağlanmalıdır (Aydemir,
2009).
Çocukların eğitimi:
Eğitim seviyesi arttıkça erken evliliklerin sayısı düşmektedir. Eğitim ayrıca
dolaylı olarak da bireyin hayatına ilişkin temel karar mekanizmalarında daha
etkin olmasını sağlamakta ve bir bilinç geliştirmektedir. Çocukların zorunlu
eğitim ve öğretimlerini tamamlamayan veliler tespit edilmeli ve haklarında
caydırıcı önlemler alınmalıdır (Aydemir, 2009).
Örgün eğitim içinde yer alan çocuklar için erken yaşta evlenmenin
sakıncalarının anlatıldığı kazanımlar müfredata eklenmelidir. Anne-çocuk
sağlığı, üreme sağlığı gibi konular müfredatta yeterince yer almalıdır
(Aydemir, 2009). Geleneksel değerlerin hâkim olduğu ekonomik yönden geri
bölgelerdeki bölge okulları ve pansiyonlarının sayıları artırılmalıdır. 1997
yılında 8 yıla çıkarılmış olan zorunlu eğitim, okul öncesi eğitimle birlikte 13
yıla çıkarılmalıdır (Aydemir, 2009). “Haydi Kızlar Okula Kampanyası” gibi
kızların okullaşma oranının artırılmasına yönelik kampanyalar düzenlenmelidir.
Küçük yaşta evliliklerin önlenmesi bakımından meslek edindirme kurslarına önem
verilerek kadınların iş kurabilmeleri için imkanlar sağlanmalıdır
(Aydemir, 2009).
Halkın eğitimi:
Okuma-yazma bilmeyen kadın oranının fazlalığı dolayısıyla kadınlarda okuma
yazma oranını artırmak için kadın okulları açılmalıdır. Aileler erken yaşta
evliliklerin tıbbi, psikolojik ve sosyolojik sakıncaları konusunda ikna
edilmelidir. Bu konuda hem annenin hem de babanın eğitimi çok önemlidir ve bu
eğitim sağlanmalıdır (Aydemir, 2009).
Erken yaşta evliliklerin sağlık açısından zararları ile erken evliliğin
sebep olduğu erken gebeliklerin meydana getireceği tehlikeler ve aile
planlaması hakkında toplumun geneline yönelik bilgilendirme çalışmaları
yapılması gerekmektedir (Aydemir, 2009). Yine farkındalığı arttırmak
adına toplumsal hayatı etkileyen yazılı ve görsel basından yararlanılmalıdır.
Broşürler hazırlanarak yaygın dağıtımı sağlanmalıdır. Spot filmler
hazırlanmalı, TV kanallarında yayınlanması sağlanmalıdır. Özellikle Devlet
büyüklerinin erken yaşta evliliğin sakıncalarına değinecekleri konuşmalarını
halka duyurmaları etkili olabilir (Aydemir, 2009). Sorunlarla karşı karşıya
kalındığında şikâyet başvurusu yapılacak birim ile SHÇEK’in telefon numaraları
ve oluşturulacak bir şikâyet hattının irtibat numaraları kamuoyuyla
paylaşılmalıdır (Aydemir, 2009).
Türk Medeni Kanunu’na göre 17 yaşını doldurmamış kızlar, Çocuk Koruma
Kanunu’na göre 18 yaşını doldurmamış kızlar, Türk Ceza Kanunu’na göre ise 15
yaşını doldurmamış kızlar çocuk gelin sayılmaktadırlar. Kanunlar arasındaki bu
uyumsuzluk giderilmeli ve 18 yaşını doldurmamış kızların evlenmesi
yasaklanmalıdır. Yasağa uymayanlar hakkında ağır cezalar hükmolunması yönünde
ilgili kanunlarda değişikliğe gidilmelidir. Değişen mevzuatın uygulanması
hususunda hassasiyet gösterilmelidir. Ayrıca, yerel yönetim çalışanları ile
çocuk polislerine, Türk Medeni Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu ve Türk Ceza Kanunu
hakkında düzenli eğitim seminerleri verilmelidir (Çakmak, 2009).
Ülkenin sanayileşmesi ve teknoloji üreten bir ülke olması için, devlet
müdahaleli, planlamacı kapitalist sistem uygulamasına dönülmeli; refahın artışı
imkanına göre köyleşen kentlerin kentleşmesi sağlanmalı, eğitilmiş insan gücü
sayısı artırılmalı, gelir dağılımında adalet sağlanmalıdır. Sadakacı anlayışın
yerine, sosyal devlet anlayışına geri dönülmelidir. Yoksullukla mücadelede,
projecilik anlayışı terk edilmelidir. Kalkınma planları, yasak savma
anlayışıyla değil, uygulanabilirlik ve uygulanma zorunluluğu esasına dayanarak
hazırlanmalıdır. Kadın ve erkek tüm yurttaşların kapasitelerini gelire ve
refaha dönüştürebilecekleri ulusal iktisadi politikalar üretilmeli ve
uygulanmalıdır (Çakmak, 2009).
Çocuk gelin sorununa yaklaşımda, ortak bir dil oluşturulduktan sonra,
yukarıda önerilen hukuki, idari, askeri, siyasi ve iktisadi alanlardaki
mücadele yöntemlerinin uygulanması durumunda, Türkiye’de çocuk gelin oranının
düşeceği öngörülmektedir. Bu yöntemlerin eş zamanlı uygulanması ve uygulama sırasında
sivil toplum örgütlerinin desteğinin alınması halinde, istenilen hedefe kısa
sürede ulaşılabileceği düşünülmektedir (Çakmak, 2009).
SONUÇ
Bugün Türkiye’de yüksek oranda kadının hane gelirinin dağılımı ve
denetiminde söz sahibi olamaması, üretken olamayışı ve çalışma yaşamında
sınırlı orandaki mevcudiyeti, kadına yönelik ayrımcılıktır. Ancak özellikle
açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerde, bu ayrımcılığın, çocuk
evlilikler ile doğrudan ilişkisi olduğunu söylemek mümkündür. Aslında, çocuk
yaşta evlenen kızların doğum yaptıklarında, bebeklerini kendi üzerlerine kayıt
ettiremedikleri, bunun yerine kayınvalideler üzerine bebeklerini kayıt
ettirdikleri gerçeği ortadayken, kendi bebeğinin sorumluluğunu hukuki olarak
alamaz yaşta anne olan bu kızların sayısı yüksek oranda seyrederken; Türk
toplumunda kadınların aile reisliği, toprak sahipliği, mülkleri yönetme, iş
kurma ve yürütme gibi konularda erkeklerle eşit olanaklara sahip olmamalarına
şaşırmamak gerekir.
Çakmak’a göre burada bir noktanın altını çizmek gerekir ki, Türkiye’de
yoksulluk her ne kadar kadınları daha çok etkilese de, yoksulluğa dişil ve eril
açıdan bakmak, Türkiye’de yoksulluk sorunu ile topyekun mücadeleyi
zayıflatmaktadır. Veriler, kadınların, erkeklere göre daha yoksul olduğunu
ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, topyekun bir kalkınma planı hazırlanıp
uygulanmadan ve ülkedeki refah artırılmadan, kadın-erkek gelecek nesilleri,
yoksul bir geleceğin beklediğini görmek gerekir. Daha ötesi, sivil toplum
örgütleri eliyle tek tek yürütülen ve kişiye bağlı kaynaklarla hayata
geçirilmeye çalışılan kadın yoksulluğunu giderme projelerinden, devlet eliyle
yürütülecek bir makro planın muhtemel sonuçlarını beklemek iyimserlik olarak
gözükmektedir (Çakmak, 2009).
Sonuç itibariyle, Türkiye’de görülen toplumsal cinsiyet temelli
eşitsizliklerin temel kaynağının çocuk evlilikleri olduğu düşünülmektedir.
İktisadi kalkınma sağlanmadan, kişi başına düşen milli gelir artırılmadan,
sosyal devlet anlayışı yeniden hakim kılınmadan, yalnızca gönüllü gayretlerin
eseri projecilikle, çocuk gelin sorununu çözmenin imkanı olmadığı
düşünülmektedir. Soruna, sadece ve sadece bir toplumsal sorun gibi bakmanın,
sorunu çözmeye yardım etmeyeceğinin altını çizmek gerekir. Türkiye’de çocuk
gelin sorununa iktisadi açıdan yaklaşılmadığı müddetçe, her çabanın yarım
kalacak bir çaba olacağı öngörüsünde bulunmak mümkündür (Çakmak, 2009).
Sonuç olarak, görüldüğü üzere “sadece bir gelenek” adı altında nesillerce
devam ettirilen bu ve benzeri uygulamalar, sonuçta toplumda büyük bir hasara
sebep olmakta, ülkenin gelişmişlik seviyesini ve daha da ileriye gidebilme
çabalarını doğrudan alaşağı etmektedir. Kadınların aktif rol oynamadığı bir
toplumun gelişmişlik seviyesine ulaşamayacağının söylendiği çağımızda, bırakın
kadınların sosyal hayatta çok yönlü roller üstlenebilmelerini, daha yaşama
haklarının güvence altına alınamadığı gerçeğiyle yüz yüze bulunmaktayız.
Dolayısıyla çok yönlü çözüm önerilerinin üretilmesi ve vakit kaybetmeden hayata
aktarılması gerekmektedir (Aydemir, 2010).
KAYNAKÇA
Aydemir, Atilla.2009. “Erken Yaşta Evlilikler Hakkında İnceleme Yapılmasına
Dair Rapor”. Açık erişimli: www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/komisyon_rapor.pdf Erişim tarihi:16.12.2011
Aydemir, Elvan. 2010. “Türkiye’de Erken Evlilik Ve Çocuk Gelinler
Sorunu”"USAK Sosyal Araştırmalar Merkezi. Açık erişimli: www.usak.org.tr./makale.asp?id-1072 Erişim
tarihi: 13.12.2011
DESERT FLOWER FOUNDATION
Since
2002 Waris Dirie has fought against female genital mutilation (FGM) worldwide.
The Desert Flower Foundation seeks to end this crime by raising public
awareness, creating networks, organizing events and educational programs. The
foundation also supports victims of FGM.
WHAT IS
FGM?
Female
Genital Mutilation (FGM) is a destructive operation, during which the female genitals
are partly or entirely removed or injured with the goals of inhibiting woman´s
sexual feelings.
Most
often the mutilation is performed before puberty, often on girls between the
age of four and eight,
WHERE
DOES FGM HAPPEN?
FGM
happens primarily in Africa, particularly in North-Eastern, Eastern and Western
Africa.
Prevalence
of FGM: 10 – 30 %
Prevalence
of FGM: 30 – 60 %
Prevalence
of FGM: 60 – 80 %
Prevalence
of FGM: over 80 %
It also
takes place in the Middle East, in South-East Asia and also among immigrants in
Europe. According to the World Health Organisation (WHO) 150 million women are
world-wide affected by FGM.
OUR
CURRENT PROJECTS:
The
Little Desert Flowers
In the
movie “Desert Flower” a 4-year-old-girl called Saffa plays Waris Dirie as a
little girl. Saffa is living in the slums of Djibouti, one of the poorest
regions in the world. The Desert Flower Foundation agreed with her parents not
to mutilate Saffa and the foundation pays the school fees for a private school
as well as a monthly support for the parents. An annual health check guarantees
her bodily integrity.
The
Desert Flower Foundation also supports Idriss, a young Somali boy who plays my
little brother in the movie, and pays him the fee for his boarding-school.
Idris is an orphan and has no relatives. The Desert Flower Foundation ensures
that Saffa and Idriss and many little children can escape their fate.
Together
for African Women
In 2011
the Desert Flower Foundation initiated the project “Together for African Women”
in Ethiopia. We sell scarves from fair-trade-companies in Africa to create
fairly paid jobs for women and to provide trainings. The returns are
re-invested in educational programs and new jobs for women.
Kadınlara yönelik şiddet Mısır’dan önemsiz
değil
Eski Birleşmiş
Milletler (BM) Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü Prof. Dr. Yakın Ertürk,
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in “BM, kadına şiddetle uğraşacağınıza
önce insanlığa karşı şiddeti önleyin. BM’nin bir kuruşunu harcamayacağım. Bizim
kadına karşı şiddeti toplumumuza anlatacak kadar hem imanımız, hem
maneviyatımız, hem de maddiyatımız var” sözlerine tepki gösterdi.
Prof. Dr. Ertürk, 2004’te Görmez’in daveti
üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı’na gittiğini ve kendisinin kadına şiddet
olaylarının önlenmesi için Diyanet olarak her türlü katkıyı sunmaya hazır
olduklarını söylediğini ifade etti. Prof. Dr. Ertürk, davetin ardından
Görmez’e, işbirliği kurabilecekleri bir sivil toplum kuruluşları listesi
verdiklerini ve bazı ortak çalışmalar yürüttüklerini dile getidi.
Hukuk meselesi
Görmez’in sözlerine çok şaşırdığını belirten Prof. Dr. Ertürk şöyle devam etti:
“Türkiye’de ciddi boyutlarda var olan kadına yönelik şiddet, Mısır ve Suriye’de
yaşanan insanlık dramlarından daha az önemli değil. Aksine ikisi birbirinden
çok da kopuk degil. Kadına şiddet bir maneviyat ve iman meselesi değil, hak
hukuk meselesidir. El kadar çocukların dayak ve cinsel istismardan hastanelik
edildiği, kadınlarin baskı ve şiddet gördüğü ve her gün birkaç kadının sırf
kadın olduğu için öldürüldüğü bir toplumda belli ki şefkat ve merhamet
öğretilememiş.”
Darfur örneği
Merhamet söylemi açıklamalarının “zalimleri cesaretlendirdiğini” savunan Prof.
Dr. Ertürk, şöyle devam etti: “Darfur’da yakacak temin etmek için mülteci kampı
dışına çıkan kadınların tecavüze uğradıklarını senelerce Sudan hükümetine kabul
ettiremedik. ‘Biz Müslüman toplumuz, kadınlarımıza değer veririz’ söylemiyle
tecavüz vakalarını reddettiler ve şikayette bulunma cüretini gösteren kadınları
çoğu kez zinadan yargıladılar. Merhamet söylemlerinin inandırıcı bir tarafı
kalmadı. Bu tür açıklamalar ancak zalimleri cesaretlendirir.”
Örnek oldu
Prof. Dr. Ertürk, dış fonlarla desteklenen programların devlete örnek teşkil
ettiğini belirterek, şöyle konuştu: “Senelerce yasasız ve elemansız var
olma zorunda bırakılan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, çalışmalarını BM ve AB
fonlarıyla yapabildi. ODTÜ Kadın Çalışmaları Programı ve Ankara Üniversitesi
Kadın Araştırma ve Uygulama merkezi bu fonlarla kuruldu. 1997’de BM’den aldığım
bir fon ile Urfa ve Sinop’ta kırsal kadın seminerleri düzenledim ve sorunlarını
kamuya duyurabilmeleri için bir platform oluşturduk. Bu çalışmalar daha sonra
devlet programlarına örnek teşkil etti.
2006’da kadar devlet gündeminde olmayan kadına yönelik şiddet konusu yine dış
destek sayesinde bugün Türkiye’nin belli başlı gündem maddesi haline geldi.
Türkiye’de kadın hakları alanında bir şeyler yapılır hale gelmiş ise bu kadın
örgütlerinin ısrarlı çalışmaları ile BM ve AB fonları ile mümkün
olmuştur. Türkiye’de kadın hakları devletin öncelikleri arasında değil. Diyanet
İşleri’ne bakacak olursak, kadınlar insandan sayılabilmek için dünyadaki
insanlık dramlarının bitmesini bekleme durumunda kalacaklar. Buna ne zamanımız
ne de sabrımız var!”
06 Şubat 2010, Cumartesi
Prof.
Dr. Ertürk: Türkiye kadına yönelik şiddet ülkesi
Türkiye'nin kadına
yönelik şiddet konusunda uluslararası alanda bir "şiddet ülkesi"
olarak görüldüğünü belirten Prof. Dr. Yakın Ertürk, "Kadın mücadelesi
sonucunda şiddet artık Türkiye'nin gündemindedir. Bu ataerkil toplumun fay
hatlarındaki kırılmalardan birisidir" dedi. Namus cinayetlerinin sadece
Kürtlerin yaşadığı bir durum olarak gösterilmesinin yanlış olduğunu kaydeden
Ertürk, namus kavramının, dünyanın geneli için kadın üzerindeki denetimi
sağlayan bir kavram olduğunu belirterek, bunun çeşitli bölgelerde ve kültürel
gruplarda farklılık göstermesinin normal olduğunu ifade etti.
NAGİHAN
AKARSEL / ALPER ATALAY
2004-2009 yılları arasında
Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü yapan ve şimdi de
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) Türkiye Temsilciği'ne seçilen ODTÜ
Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Yakın Ertürk, kadına yönelik şiddet, namus
cinayetleri, Kürt kadını ve çocuk kaçırma olayları ile bunların uluslararası
alanda görünümüne ilişkin sorularımızı cevapladı.
- Uzun süre Birleşmiş
Milletler Kadına Yönelik Şiddet Raportörlüğü görevini yürüttünüz. Türkiye'de
kadına yönelik şiddetin boyutları ne durumda ve bunun uluslararası alana
yansımalarını nasıl görüyorsunuz?
Türkiye'de kadına yönelik şiddet gerçekten dışarıdan çok şiddetli görünüyor.
Türkiye ne yazık ki "şiddet ülkesi" olarak görülüyor. Tabi bu sadece
Türkiye'ye özgü değil, bunu biliyoruz. Ancak çok sistematik ve gündelik yaşamı
kapsayan bir olay kadına yönelik şiddet ve başka tür şiddet biçimleri. Yani
Türkiye'de bütün sorunlar şiddetle çözülme yoluna gidiliyor ne yazık ki. Fakat
artık şiddet kadının mücadelesi sonucunda Türkiye'nin gündeminde. Yani bu özel
bir mesele işte kocasıdır döverde söverde anlayışı her ne kadar kimilerinin
kafasında varsa da, bu artık yıkılmış sarsılmış durumdadır. Yani ben ataerkil
toplumun fay hatlarındaki kırılmalardan birisi olarak görüyorum bunu.
- Kadına yönelik şiddet
Türkiye'nin gündemine ne zaman girdi ve bu anlamda ne tür düzenlemeler yapıldı?
Şiddet Türkiye'de 1980'lerde ki kadın hareketinin ilk gündem maddelerinden
birisiydi. O yıllarda kadınlar şiddete karşı bir bilinçlenme uyandırmak için
sokaklara dökülmüştü. Fakat ne yazık ki bu politikaya yansımadı. Ta ki yakın
zamana kadar. Türk Ceza Kanunu reformu bence bu açıdan çok büyük bir hizmet
sağlamıştır. Reformun yarattığı toplumsal dinamizmi kadınların son derece
becerili olarak kullanmış olmaları, kafaları bu yönde aydınlattı. Artık kadına
yönelik şiddet Türkiye'de bir siyaset konusudur. Göz ardı edilemeyecek bir
sorundur. Devlet ister gönüllü ister zoraki bu konunun üstesinden gelmek
zorundadır. Çünkü artık Türkiye'nin meşruluğunu tanımlayan göstergelerden
birisidir. Elbette TCK'da yapılan değişikliklerin içeriğine bakacak olursanız,
bunlar zorla kabul ettirilmiş değişikliklerdir. Evlilik içi tecavüze kadar ki bunu
birçok insan Türkiye'de olmaz olarak görüyordu. 'Evlilik içi tecavüz mü olur?'
aydın insanlar dahi böyle tepki gösteriyordu. Çünkü evlilik bir erkeğin kadın
üstündeki tüm hakkını vesikalayan bir şey olarak görülüyordu. Ama bugün bu
değişti. Uygulama tabi ki çok daha geriden gelir.
Ama en azından kadınları koruyacak cinsel konularda haklardan yana bir
ceza kanunumuz var. Yasalar hukuk bir mücadele alanıdır. Mücadele eden birisi
varsa değişim eninde sonunda gelecektir diye ümit etmek lazımdır.
- Çalışmalarınızın
eksenine namus cinayetlerini aldığınız ve bu anlamda Kürt coğrafyası başta
olmak üzere önemli araştırmalar yaptığınızı biliyor, izliyoruz. Namus
cinayetleri sadece doğunun ve daha da somutlaştırırsak Kürtlerin mi sorunudur?
Namus cinayetleri son yıllarda sanki kendine özgü özel bir suç biçimiymiş gibi
ortaya atıldı. Bu Türkiye'de ve dünyada böyle. Oysa bu da kadına yönelik
şiddetin belli bir tezahür biçimi. Batıda bunu İslam toplumlarının sorunu
olarak görüyorlar. Türkiye'de de bunu Güneydoğuda Kürtlerin yaşadığı yerlerde
olan bir sorun olarak tanımlama eğilimi var. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Böyle
bir ayırıma gidersek bu o zaman kültürel özcülüğe dönüşür. Namus kavramı bir
kere Türkiye'nin geneli için kadın üzerindeki denetimi sağlayan bir kavram. Bu
nasıl yorumlanıyor, nasıl uygulanıyor. Tabi çeşitli bölgelerde veya kültürel
gruplarda farklılık gösterebilir. Güneydoğunun çok dile getirilmeyen bir yanı
da oradaki diğer dinamiklerin neler olduğudur. Her ne kadar kadına yönelik
şiddet bütün Türkiye'de ortaya çıksa da, cinayet dediğimiz "kadın hayatına
son verme" istatistiki olarak bildiğimiz kadarıyla biraz bizi Güneydoğu
eksenine götürüyor. Ama yapılan araştırmalar sadece namus cinayetleri değil,
genel olarak aile içi şiddeti de içeren araştırmalar. Dolayısıyla biraz daha
olayın düzlemi konusunda bilgi sahibiyiz. Bunlar da gösteriyor ki Türkiye'nin
her yerinde kadına yönelik şiddet var ve bu şiddetin sebebi de kadını yerinde
tutmayı amaçlıyor. Yani ataerkil toplum yapılanmasında kadının ikincil konumunu
yerine getiren bir süreci ifade ediyor.
- Farklı ne gibi
dinamikler kadın üzerindeki bu ataerkil uygulamaları daha şiddetli
kılıyor?
Türkiye'de biz bu hatayı yapıyoruz. Biz olayı soyutlayarak alıp olayla ilgili
insanların profilini çıkararak "bu bir güneydoğu meselesi",
"Kürt meselesi" gibi algılıyoruz. Oysa çok daha farklı bir analizden
geçirecek olursak o zaman sanıyorum başka dinamiklerin, mesela güneydoğudaki
çatışmaların, yerinden edilme gibi konuların etkili olduğunu görürüz. Namus
cinayetleri benim en çok üzerinde durduğum konulardan biri, bu bakımdan bunu
belli bir grubun veya kültürün ürünü olarak görmek işi açıklamaz. Genel olarak
kadın üzerindeki tahakküm sistemi ve başka tahakküm sistemleriyle bunun
kesiştiği noktada kadın üzerindeki denetimin arttığı, şiddetin arttığı
noktasından bakmamız lazım.
- Kürt kadınlarının
mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt kadın hareketi detaylı olarak incelediğim bir konu değil. Ancak bu olaya
iki düzlemde bakmak lazım. Bunlardan biri özellikle 1997'den itibaren
kadınlarda örgütlenme görüyoruz Güneydoğuda. Hemen hemen her ilde kadınlar
örgütlenerek kadın hakları doğrultusunda hem hizmet verme, hem de siyaset
oluşturma yönünde çalışmalar yapıyorlar, bu son derece önemli. Çünkü ben
Güneydoğu çalışmalarımda 1988'den 1997'ye kadar Güneydoğunun her yerinde
dolaştım ve orada örgüt olarak çok fazla bir şeyle karşılaşmıyordum. Ama şimdi
öyle değil, bir sivil hareketlenme var. İnsanlar kendi kaderlerini belirleme
yönünde inisiyatif alıyorlar, bu çok önemli ki kadınlar burada çok önemli bir
rol oynuyor.
İşin bir de daha siyasi yada ideolojik boyutuna gelecek olursak, orada tabi
daha karışık olay, onu biraz daha incelemek gerekli. Benim gördüğüm kadarıyla
Kürt kadın hareketi ister istemez genel olarak diğer siyasi hareketlerden çok
bağımsız değil, çünkü Kürt kadını kadın olmakla birlikte aynı zamanda Kürt.
Dolayısıyla elbette böyle bir birliktelik olacak. Şimdi parti siyasetine
baktığınız zaman, gerek bir önceki parti gerek şimdiki Barış ve Demokrasi Partisi'nde
Türkiye'deki diğer partilere göre çok daha görünürde kadınların olduğunu
görüyoruz. Bu tabi ki çok hoş bir şey. Fakat tabi ki diğer bütün ulusal
hareketlerle
bütünleşmiş kadın hareketlerini tarihsel olarak şöyle gözden
geçirdiğimiz zaman, ulusal kazanımlar veya o düzeydeki siyasi mücadele rayına
oturmaya başladıktan sonra, kadınların tekrar dışlandığına tanık oluyoruz.
Burada böyle bir tehlike elbette var. Ve bunu umarım Kürt kadınları hesaba
katarak kendi mücadelelerini ve yerlerini belirliyorlardır. Çünkü o gerçekten
kadınlar açısından geriye gidiş anlamını taşıyor. Bu yönde yakın tarihte ve
geçmişte özellikle Elsalvador örneği var. Onlar da bir iç savaş süreci
yaşadılar, ama barış döneminde kadınlar tamamen yok sayıldı ve yeni baştan
kadın olarak mücadele vermek zorunda kaldılar. Tabii bu çok ayrıntılı
incelenmesi gereken bir konu, genel siyasi söylemin dışında Kürt kadınlarının
bir vizyonu var mı, nedir o vizyon, onu ben bilmiyorum. Bunların incelenmesi
lazım sanıyorum bazı çalışmalar da akademik düzeyde yapılıyor.
- Son zamanlarda bin
600'ün üzerinde çocuğun kaçırıldığını ve özellikle bu sayı içerisinde kız
çocuklarının oranının fazla olduğunu görüyoruz. Bu sayının özellikle Kürt
coğrafyasında fazla olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi bu benim özellikle üzerinde çalıştığım konu değil, basından takip
ediyorum. Kargaşanın olduğu yerde bu tür suç örgütleri hemen beliriveriyor.
Çünkü kargaşa, çatışma ortamı çok uygun bir ortam insanların hayatına müdahale
edip bu tür suçların işlenmesi için. Onun için hani çok sürpriz değil,
"Türkiye'de hemen bunlar nasıl arttı", "Biz böyle bir toplum
değildik" diye sormak biraz safça bir soru olur. Bu kadar kargaşanın
olduğu yerde elbette ki çocuklar bu şekilde hedef olabiliyorlar. Bir de tabi
işin bir başka boyutu da var. O da artık neoliberal dediğimiz bir dönemde her
şey bir meta haline gelmiş durumda. Her şeyin bir fiyatı var artık, her şey
metalaştı. Çatışmaların kargaşa yarattığı, işsizliğin arttığı her şeyin
metalaştığı bir ortamda işsizlik, yoksulluk ve çatışmalar da paralel olarak
artıyorsa o zaman bu tür olayların artması çok olağan ve çocuk en kolay meta
olarak paraya dönüştürülebilen ve en kolay el konulabilen bir varlık. Çünkü
kendisini koruma koşulları çok daha cılız. Bu şekilde bakacak olursak artık
çocuklar bir meta. Kız çocukları erkek çocuklarına göre artı cinsellikleri var,
yani onlarda dilenci yaptırılabilir, onların da organları satılabilir, ama artı
kadın ticareti çerçevesinde cinsellikleri satılabilir. O nedenle çok daha
tercih edilir durumdalar. Kız çocukları erkek çocuklarına göre de kendisini
daha az koruyan birisidir. Çok kapsamlı düşünmekte yarar var basitçe sapık
birkaç insanını çocukları kaçırması olarak bakmamak gerekli, burada bayağı bir
örgütlü hareket var gibi geliyor bana. Bütün uğraşlara rağmen çocuklar
bulunamıyor dolayısıyla bu kendini bilmez 1-2 kişinin yaptığı olayla sınırlı
değil oda vardır kuşkusuz olayın içinde ama bunun üstüne gitmekte yarar var. Ki
cezasız kalan suçlar meşru olan suçlara dönüşüveriyor bu kadına yönelik şiddette
de böyledir.
- Kısa bir süre önce
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin Türkiye Temsilciliği'ne (CPT) seçildiniz.
Bu sürecin nasıl işlediğini anlatır mısınız, ayrıca geçtiğimiz günlerde PKK
Lideri Abdullah Öcalan'ın kaldığı İmralı Cezaevi'nde CPT'nin yaptığı incelemeyi
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, ben Aralık ayında Avrupa İşkence Önleme Komitesi'ne seçildim. Bu
sözleşmenin 47 taraf ülkesi vardır. Ve bunlardan birisi de Türkiye'dir. Her
ülke CPT için 3 aday gösteriyor. Dışişleri Bakanlığı bu üç adaydan biri olarak
beni aday gösterdi. 47 devlet delegasyonundan 42'si beni seçmiş, dolayısıyla
ben artık CPT'nin üyesi oldum. Henüz çalışmalara aktif olarak katılmadım, henüz
çok yeni, ama şunu söyleyebilirim ki bu bir denetim mekanizması, işkenceyi ve
kötü muameleyi denetleyen bir mekanizma, dolayısıyla cezaevleri en belirgin
denetlenen yerlerdir. Ama polis karakolları ve diğer başka devletin hak
ihlallerinde bulunabileceği kurumlar ve gittikçe devlet dışı aktörleri de biz
bu uluslararası hukuk bağlamında sorumlu kişi olarak tanımlamaya başladık. Bu
da kadına yönelik şiddet tartışmalarından büyük ölçüde çıktı. Çünkü kadının hak
ihlalleri devlet elinde değil, daha çok özel kişiler elinde olabiliyordu. Bu
nedenle CPT'de benim bir komite üyesi olarak katkım bu şekilde olacaktır.
Periyodik olarak bir denetim söz konusu ama ayrıca şikayet üzerine bir denetim
olabiliyor ve bir de son olarak Türkiye'de İmralı'daki cezaevleri koşullarından
dolayı büyük çatışmalar çıktı. Bununu üzerine Türk hükümeti CPT'den
bir delegasyonun gelip durumu yerinde
incelemesini talep etti. Periyodik denetimin dışında geçen hafta bir ekip geldi
ve cezaevinde denetimde bulundular. Gazetelerden okuduğum kadarıyla ilk
izlenimlerini basın ve hükümetle paylaştılar. Şimdi sanıyorum Martta ben
gittiğim zaman bu konu daha detaylı olarak komitenin içerisinde konuşulacak.
Komitenin çalışmaları gizlilik kapsamında yer alıyor. Ama belli bir zaman sonra
bu gizli olan görüşmeler, halkın bilgisine sunuluyor. Bu da daha önce sözünü
ettiğim, artık gittikçe gelişmekte olan bu uluslararası hukuk sisteminin
denetim mekanizmalarıdır.
Yakın Ertürk kimdir?
Prof. Dr. Yakın Ertürk, Türk toplumbilimci. Cornell Üniversitesi'nde
toplumbilimi üzerine doktorasını tamamladı. 1979 ve 1982 yılları arasında
Riyad'ta bulunan Kral Suud Üniversitesi'nde, 1983 ve 1986 yılları arasında
Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. 1986 yılında
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü profesörü
oldu. 1997 ve 1999 yılları arasında Kadının İlerlemesi İçin Uluslararası
Araştırma ve Eğitim Enstitüsü'nün 1999 ve 2001 yılları arasında da BM Kadının
İlerlemesi Dairesi'nin direktörlüğünü yaptı. 2003 yılında BM İnsan Hakları
Konseyi Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğüne atandı. Ağustos 2009'da bu
görevi sona eren Ertürk, Aralık 2009'da Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin
(CPT) Türkiye temsilciliğine seçildi.
(diha)
KADINLARI SÜNNET ETMENİN DİNİ YÖNDEN İZAHI
Bazı toplumlarda,
kızlarda erkekler gibi sünnet edilirler. Daha çok gizli olarak icra edilen bu
sünnet Mısır, Arabistan ve Cava’da yaşayan müslümanların bir kısmında halen
mevcuttur. Bu toplumlarda İslamiyet öncesi de sünnetin varlığı bilinmektedir.
İslâmiyetin zuhuruyla İslâmi bir anlam kazanmıştır. Bütün İslam dünyası dikkate
alınırsa azınlıkta kalan yerel bir âdet olarak görülür (A.J. Wensinck, Hiton,
IA, VlI, s. 543).
Klitoris
üzerindeki küçük bir parçanın kesilmesi olan, kadınların sünneti rivayete göre
Hz. İbrahim zamanından kalmıştır ve ilk sünnet olan hanım Hz. Hacer’dir (Taberi,
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Z. K. Uğan, Ankara 1954, I, 371).
Hz. Peygamber, “Sünnet
(hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir” (Ahmed b. Hanbel, V,
75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu’r-Rabbânî, XVII, 1312) buyurur.
Bu sünnet, Ebu Hanife
ve İmam Malik’e göre mutlak sünnet, Ahmed b. Hanbel’e göre erkeğe vacib,
hanımlar için sünnettir. Şafiî erkek ve kadın arasında vucûb bakımdan bir fark
görmemiştir (el-Fethu’r-Rabbanî, XVII, 1312). Çoğunluğu Hanefi olan
Türklerde kadınlar sünnet edilmezler. Ebu’s-Suud Efendi kendisine
yöneltilen;
“Diyar-ı Arap’da
avratları sünnet ederler. Bu fiil sünnet midir?” sorusuna “el-Cevap:
Müstehaptır” şeklinde cevap vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ, Şerhul-İslam
Ebu’s-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972, s. 35).
Kadınların sünnet edilmesi konusunda İslâm âlimleri farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı, Maşrık kadınları ile Mağrib kadınlarının
fizyolojik bakımdan farklı olduklarını kabul ederek Maşrık kadınlarındaki
yaradılıştan
gelen fazlalık sebebiyle, sünnetle yükümlü olduklarına, öbürlerinde ise böyle
bir fazlalığın bulunmayışı sebebiyle sünnetle yükümlü olmadıklarına
hükmetmişlerdir.
Rivayetler Hz. Peygamber
sallallâhü aleyhi ve sellem zamanında, bizzat Medine’de, kızların sünnet
edildiğini ve sünnet etmeyi kendilerine meslek edinmiş kadınların bile
bulunduğunu ifâde etmektedir. Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin
kızların sünnet edilmeleriyle ilgili olarak sağlığa uygun bir tarzda olması
için tâlimât verdiğini de öğrenmekteyiz. Ebû Davûd’un rivayeti şöyle:
“Medine’de bir
kadın (ki ismi Ümmü Atiyye’dir) kızları sünnet ediyordu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) ona: “Fazla derin kesme, çünkü derin kesmemen, hem
kadın için ahzâ (en ziyâde haz ve lezzet vesîlesi) hem de kocası için daha
hoştur” der. Hz. Ali kerremallâhü vecheden gelen bir rivayette sünnetci
kadına Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem birisini yollayarak
(çağırttığını) ve “Sünnet ettiğin zaman üstten hafifçe kes, fazla dipten
kesme…” dediğini öğreniyoruz.
Münâvi, bu hadisi
şerh ederken, kadınlardaki sünnet mahallinin derin kesilmesi hâlinde, kadının
cinsî arzusunun söneceği, bu nedenle de kocası ile cinsel ilişkiden nefret
edebileceğini belirtir.
Bu
açıklamalardan, kızların sünnet edilmesinin biyolojik yapısına göre değişebileceğini,
eğer fazlalık varsa alınması daha uygun ise de, alınmamasında da dini bir
sakınca olmadığını söyleyebiliriz.
Sonuç
olarak Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin buyurduğu üzere “Sünnet (hıtan),
erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir” babından kadınların sünnet edilmesi
kültür ve adetler kapsamına girmektedir. Dini hiçbir vecibesi ve mecburiyeti
yoktur. Bu nedenle terk edilmesi gereken adetlerdendir.
----------------------------------------------
ntvmsnbc
Güncelleme: 19:01 TSİ 23
Temmuz. 2013 Salı
BM Çocuklara Yardım Fonu UNICEF'in
hazırladığı rapora göre, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde şu anda sünnet edilmiş
125 milyon kadın yaşıyor.
Rapora göre dünyada sünnet edilen
kadınların sayısında azalma olsa da, önümüzdeki 10 yıl içerisinde 30 milyon
kadın sünnet tehlikesiyle karşı karşıya.
UNICEF'in raporuna göre, kadın sünneti Kenya
ve Tanzanya’da 3 kat azalsa da Somali, Gine ve Cibuti gibi ülkelerde
istatistiklerde bir değişiklik olmadı.
Bu ülkelerde kadınlar hijyenik olmayan koşullarda sünnete maruz kalıyor.
Kadın sünneti ağır kanama, ürolojik problemler, enfeksiyon, kısırlık ve
doğumda ölümlere neden oluyor.
BM Çocuklara Yardım Fonu UNICEF, kadın sünnetini "genital
sakatlanma" olarak adlandırıyor ve durdurulmasını talep ediyor.
23 TEMMUZ
2013-BBC
Unicef'in
yaptığı araştırmaya göre, dünya çapında 30 milyondan fazla kız çocuğu sünnet
edilme riskiyle karşı karşıya.
Kuruluş
şu anda da 125 milyon kız çocuğu ve kadının sünnet edilmiş olduğunu belirtti.
İlgili Konular
Kızların
sünnet edilmesi uygulaması bazı Afrika, Ortadoğu ve Asya ülkelerinde gelenek
olarak kabul ediliyor ve bunun kadınların şerefini korumak için yapıldığı
söyleniyor.
Konuyla
ilgili şu ana kadarki en kapsamlı araştırmaya imza atan Unicef, kız çocukları
ve kadınların sünnet edilmesine verilen desteğin hem kadın, hem de erkekler
arasında azaldığını vurguladı.
Unicef
Başkan Yardımcısı Geeta Rao Gupta, sünnetin 'kız çocuklarının sağlığını,
mutluluğunu ve hür iradesini ihlal ettiğini' söyledi.
Afrika
ve Ortadoğu'da kız çocuklarının sünnet edildiği 29 ülkede yapılan araştırmada
son 20 yılın verileri incelendi.
Araştırmaya
göre, kız çocuklarının sünnet edilmesi olasılığı 20 yıl öncesine göre daha
düşük.
Ölüm riski
Kenya
ve Tanzanya'da bu olasılığın üç kat azaldığı belirtilirken, Benin, Orta Afrika
Cumhuriyeti, Irak, Liberya ve Nigerya'da yarı yarıya düştüğü kaydediliyor.
Ancak
Somali, Gine, Cibuti ve Mısır'da uygulamanın hala norm olduğu ve Çad, Gambiya,
Mali, Senegal Sudan ve Yemen'de ise düşüşün daha az olduğu kaydedildi.
Kadın
hakları savunucuları, bu uygulamanın kadınların cinsel ilişkiden zevk almasını
engellemek için yapıldığını söylüyor.
Sünnet
işlemi bıçak, jilet hatta keskin taşlar kullanılarak yapılıyor.
İşlem
sırasında ya da sonrasında ortaya çıkabilen enfeksiyonlar ölüme neden
olabiliyor.
İşlem
aynı zamanda yıllar sonra doğum yaparken de ölüme yol açabiliyor.
Uygulamanın
kabus görme, depresyon, ihanet duygusu gibi psikolojik bazı yan etkilere de
sebebiyet verdiği söyleniyor.
(*)Süleymaniye
Üniversitesi Epidemioloji ve Halk Saĝlıĝı Fakültesi öĝretim üyelerinden Saleem RA, Othman N, Fattah FH, Hazim L, Adnan B. akademik çevrede tanınan, saygın bilim dergisi “Women & Healthn”in son sayısında (Women Health. 2013;53(6):537-51.) Irak Kürdistanı’nda bugün de yaygın olarak uygulanan “kadın sünneti”ne ilişkin bir makale yayınladı.
“Kadın sünnetinin günümüzde de yaygın olarak
uygulanması, Irak Kürdistanı'nda önemli bir endişe konusunu oluşturuyor. Bu
bilimsel araştırmanın amacı, Kürdistan’daki kadın sünnetinin hangi yoğunlukla
yapıldığını ölçebilmek ve insanlarımızı bu töreyi uygulamaya yönelten
faktörleri tanımlamaktır. Mart ve Nisan 2011 tarihlerinde empirik (deneyimsel) bir araştırma kapsamında son 20 yılda sünnet
edilen kadınların sağlık durumları ve sünnet ile ilgili bilgileri, röportaj ve
klinik bir muayene yoluyla analiz edilmiş. Ankette yaş ortalaması 13,5 yıl olan
1508 kadının bilgileri toplanmış. Anketin sonuçlarına göre Irak Kürdistanı’nda
kadın sünnet oranının % 23 ve sünnetin yapıldığı yaş ortalamasının ise 4,6
olduĝu saptanmış.
Klitorisin bir bölümünün ya da tümünün
kesilmesi olarak tanımlanan 1. tip sünnet, (Female Genital Mutilation-FGM Typ
I) sünnet edilen kadınların % 76´ında uygulanmış. Anketin bir başka ilginç
saptamalarından biri de sünnet edilen kız çocuklarının % 79´unun sünnet
kararının, bu çocukların anneleri tarafından verildiĝi ve onlar tarafından
uygulandıĝıdır. Sünnet edilen kadınların % 54´ünde ise geleneksel doğum
görevlilerinin ya da ebelerin yardımının olduĝu tespit edilmiş.
Ankette 16 yaş üstündeki kadınlar, 6 yaş ve
altındaki çocuklarla karşılaştırıldıĝında sünnet oranının 6 yaş altı cocuklarda
azaldıĝı gözlenmiş. Eĝitimsiz anneler ile en az 9 yıl eĝitim almış annelerin
çocukları karşılaştırıldıĝında ise eĝitim görmemiş anneler grubundaki sünnetli
çocukların oranının sekiz kat daha yüksek olduĝu raporda tespit edilen bir
başka gercek.
17 yaş ve daha genç kadınlar grubuna
bakıldıĝında, bu yaş grubunda evli olan ve sünnet edilen kadınların
oranının % 34; bekar olup sünnet edilen
kadınların oranının ise % 17 olduĝu gözlenmiş. Ankette saptanan diĝer bir olgu
ise sünnet oranının bölgesel olarak farklılıklar göstermesi. Kürdistan’ın
kuzey-doğu bölgesinde ikamet eden kadınlarda bu oranın daha fazla olduĝu
gözlemleniyor..
Araştırma sonuçlarından hareketle bilim
adamları, kadın sünnetinin Irak Kürdistanı'nda günümüzde de yaygın bir şekilde
uygulandığını belirtiyor ve kız çocuk ve kadınların refahı için bu konuda yoĝun
bir çalışmanın zorunluluĝuna dikkat çekiyorlar.
Kadın sünneti konusunda her şeyden önce
Kürdistan Hükümeti ve Parlamentosu, yazılı ve görsel basının yanı sıra toplumun
her alanında etkili olan resmi ve sivil toplum kuruluşları ve kanaat
önderlerinin de yoĝun bir biçimde çaba göstermesi, halkın bilinçlendirilmesi,
kadın sünnetinin en kısa zamanda yasaklanması ve buna uymayanların cezai
yaptırımlara tabi tutulması gerektiĝine inanıyorum.
Unutulmaması gereken bir konu varsa o da
kadın sünnetinin bir insanlık ayıbı olduĝudur.
-------------------------------------------------------------
İlkokulda nişan
11’inde evlilik
Niğde Devlet Hastanesi
yetkililerinin gebe takip uygulamasına başvuruların azlığı üzerine başlattığı
çalışma sonucunda, kız çocuklarının11-14 yaş arası evlendirildiği ortaya çıktı.
Gebe takip uygulamasına başvuruların az olmasının nedeninin ise, çocuk