13 Temmuz 2012 Cuma

Antony& the Johnsons ve Filarmonia İstanbul Konseri



ÜÇ/DÜŞ(ÜŞ)

"Bir kuşum. Uçuyorum. Boşlukta süzülmekten duyduğum mutluluktan soluğum tıkanacak gibi.”

Antony Hegarty ile Leonard Cohen’in I’m Your Man belgeselinde izlediğim “If It Be Your Will” yorumuyla tanıştım. Cohen ile karşılaştırmak istemem ama ben bu şarkıyı en çok Antony’den dinlemeyi seviyorum. Sanki o söylesin diye yazılmış sözleri. Antony and the Johnsons ile o gündür çok güçlü bir bağım var. Caz Festivali kapsamında 2007 yılında İstanbul’a geldiklerinde, o zaman için bile son derece manasız bir sebeple gidememiştim konsere. Hâlâ içlenirim. Arkadaşlarım anlatır bazan Şan Tiyatrosu’nda yaşananları. Sadece onların bildiği ve bir daha kimsenin hissedemeyeceği bir bilgelikle suskunlaşır sohbetin sonu. Ben de Antony’i dinlerim. Onun ses verdiği dinginliğe ulaşmayı denerim. Kendimi kapatırım dış seslere.



“Soluğum tutunana değin yükseliyorum. Sonra yeniden bir pike. Pike… kendini bırakmak demek. Kanat çırpmadan. Havadan ağır olan bedenin, yeryüzüne doğru süzülüşü.”

Filarmonia İstanbul üyeleri beyaz giysileriyle çıktılar sahneye. Hızla yerlerine oturdular. Sonra Antony geldi. Kuzgundan daha da karaydı kostümü. Bir kuştu... Sahneye değen çıplak ayakları uçmasını zor zapt ediyor gibiydi. Üzerine giydiği uçuşan pelerin kanatları olmuştu. “Vurulduk ey halkım, unutma bizi,” diye konsere başladı. Onun kanatlarına tutunmak istedim.



“Bu süzülüşte, göl kıyısındaki kamışların ardında bir avcı görüyorum. İki kanat çırpışı… yeniden havalanıyorum. Ama o ne, bir patlama ve göğsümde bir acı. Dengemi yitiriyorum. Güçsüz kanatlarım çırptıkça dayanılmaz bir acı veriyor. Yükselme çabalarım boşuna. Boşlukta yalpalayarak düşüyorum.”

Bu sene Caz Festivali’nde izleyeceğim konserler ile ilgili yazı yazmadım. Yazamadım. Biletlerini erkenden almama rağmen, geçtiğimiz yıllarda hissettiğim heyecanını duyamıyorum artık. Çoktan bir korku oturmuş yüreğime. Geçen sene, Javier Limon’un Mujeres de Agua (Suyun Kadınları) konserini unut(tur)mam mümkün değil. O konserde Aynur’a şişe, minder attı seyirci. Aynur, türlü hakaretlere maruz kaldı ve ayrılmak zorunda kaldı. Ardından hiçbir şey olmamış gibi göbek attı seyirci. Şenlenirici bir klarnet eşlik etti her birine. İçimden bir şey koptu geçen sene! Zaten çok güç dizginlediğim bir şeydi. On sekizinde bıraktım ben festivali. Artık izlediğim her konser, “Bakalım şimdi ne olacak?” tedirginliğiyle geçiyor. Bu düşüncemden utanıyorum ama, “Keşke Açıkhava/mekân dolmasa,” diyorum artık.



Daha ne kadar kötü olabilir ki aslında! Olmuyor mu? Gün geçtikçe daha da yüzeye çıkan anlayışsız, ötekileştiren, fütursuz, üsten bakan, kendine bezemeyen kimseyi kabul etmeyen, son derece kaba bir topluluğa dönüşüyor Caz Festivali izleyicisi de. Bilhassa kendi kuşağım. Bu festival başladığında yirmili yaşlarında olanları. Beraberce Joan Baez, Miles Davis, Paco de Lucia, Mercedes Sosa ve nicesini izlediklerim. Hani Mcdonalds’ın pahalı, konser biletlerinin nispeten ucuz olduğu dönemde genç olanlar! Şimdi, çoğu birer avcı.

“Yerden birkaç metre yükseklikte, ağaç gövdeleriyle çalılar arasında, bocalıyorum. Düşme, diyorum kendime. Düşersen bitiktir sonun. Bir köpek gelir ve çıkmamış canını çıkarır. Düşmemek için çabalıyorum. Havalanmak, yükselmek için acıyla kanat çırptığımda, çok az, çok çok az yükselebiliyorum. Bu arada, içimden bir ses, bana olağanüstü bir kuş olduğumu, canımı verdiğimde (kime vereceğim canımı, köpeğe mi, insana mı?) küllerimden yeni bir kuşun doğacağını söylüyor. Küllerimden… Yeni bir kuş…”

Yine de oradayım. Bir koltuğa sabitlenmişim. Antony’nin süzülüşünü dinliyorum. Onun hüzünlü, pürüzlü, kırılgan ve tüy ağırlığındaki sesiyle yenilenmeyi diliyorum. Sağdan, soldan, arkadan flashlar patlıyor. Biraz ötede birileri bağırıyor. Seslerin bazıları güzel değil, alaycı. Her, “Yeah,” müstehzi gülüşmelere dönüşüyor. Siniyorum. “Düşmeyeceğim,” diyorum kendime.

“İkinci düşümde bir avcıyım.

Havada bir kuş. O güne değin görmediğim büyüklükte ve güzellikte. Tavus mu desem, Anka mı? Bilmiyorum. Ne avladım böylesini, ne de avlanmışını gördüm.

Çiftenin namlusu yere çevrili, bir süre uzun bir süre seyrediyorum bu kuşun havada süzülüşünü. Tek başına. Sanki uçuşun tadını çıkarıyor. Sonunda avcılık ağır basıyor. Çiftenin namlusunu, yavaş yavaş, yerden havaya kaldırıyorum. Elimde olmadan (sanki) nişan alıyorum. Ve çekiyorum tetiği.”


Antony şarkıları söylemeye devam etti. Arada beş yılda nelerin değiştiğini merak etti. Hükümetten memnun değildik, ülkedeki kadınların durumu vahimdi, eşcinsellerin de. Sordu, içimizi döktük. Kimse sormuyordu bunları bize. Ritmi acıyla kaplı bir müziğe dönüştü konuşmalar. Cut The World başlığı taşıyan konserde Marina Abramovich’in sanatı için çektiği acıları dile getirdi. Yaşadığım en güzel serüvenlerden birini yaşarken, seyircilerden biri nişan aldı “Müzik” diye bağırdı.

“Üçüncü düşümde bir köpek olarak görüyorum kendimi. Bir av köpeği. Sıska, uzun düşünceli, dikkatli, burnu yerde bir av köpeği olarak.
...
Yere, avcının ayakları dibine (eğitim gereği) çöküyorum. Çöker çökmez de bir patlama sesiyle kendime gelip koşmaya başlıyorum. Boşlukta kanat çırpan çaresiz kuşun düşeceğini kestirdiğim yere doğru. Kuş, düşmemek için tüm gücünü kullanıyor. Ama kanat çırpışları güçsüz. Kötü bir avcıya eşlik ettiğimi anlıyorum. Üst üste iki atış ve kuş ölmemiş. Ölecek, ama havada değil. Belli ki ağır yaralı.”


Antony “Konuşmak da müziktir, bunu biliyor muydunuz?” diye cevap verdi. O sırada kalbim tekrar tekrar kırıldı.

“Uyanıyorum.

Bir avcı

bir kuş

bir köpek olarak

ve—“


Eve döndüğümde Ferit Edgü’nün Üç/Düş(üş) öyküsünü tekrar okuyup, rüyaya dalmayı bekledim. Bir kabusa uyanacağımı bilerek.

Gülda

3 yorum:

danzon dedi ki...

gülda hanım,
bir konseri (ama "herhangi" bir konser değil) vesile yapıp, içinde yaşadığımız toplumun mevcut durumuna dair yaptığınız ince tespitler ve kendi halet-i ruhiyenize dair yorumlarınızla iç acıttığı kadar duygulandıran, edebi tadı yüksek, bir taraftan da antony'e çok yakışan bir yazı olmuş. elinize, aklınıza, yüreğinize sağlık!
[bu sıralar gözlerim sık sık sulanır oldu; nedense..]

Gulda dedi ki...

Çok teşekkür ederim Danzon. Keşke daha iç açıcı yazılar yazabilsem.

Caz Festivali yazısı yazamadım ama 18 Temmuz'da Keith Jarrett konseri var, hatırlatırım.

En içten duygularımla,

Gülda

danzon dedi ki...

16 yıldır 18 temmuz akşamını bekliyorum :))

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails