25 Eylül 2011 Pazar

İSTANBUL FALCISI - ALİ DİLBER



“Küçük hastalığa doktor ne gerek, büyük hastalığa doktor ne çare!” diyor Saddam Amca, yeni yeni “kanser” diye bir şeyi duymaya başlayıp, karısı Zehra’yı bu çaresiz illete teslim ettiklerinde... Onun söylediği “Tek doğru kelâmmış.” diyor Bekir! Ben bilmem! Ben, sekiz dokuz yaşlarında kambur bir iç sesin anlattıklarına kulak veren biriyim sadece.

Annesi, babası, Sevdiye’si, Hayriye, Ayşe, Döndü’sü, Nizam’ı, Ümmiye ananın ağzından düşürmediği, aklı hemen havalanan, Bekir’in bir türlü anlayamadığı Nuriye’si, kâatlara şifa yazan Ahmet Amca’sı, onun masada yemek yemeyi adet edinmiş eşi Şevkiye ve komşular ve diğer akrabaları ve anasının kız kardeşi Rukiye teyze, önce “gazi” ardından “şehit” sayılan kocası Mehmetçik, tüm yoksunluklara rağmen ulvi bir amaca hizmet etmek için gururla cihada teslim ettikleri oğulları Samet, komşuları Nazmigiller, kimsenin görmediği ama her şeyi gören, kontrol eden, sahip olan patron, niceleri, kambur Bekir’in iç sesiyle canlanıyor. Bekir öyle bir içtenlikle dile getiriyor ki olanları, anlamadıklarını ve asıl idrak etmeye çalıştığı birbiriyle çelişen onlarca olayı, romanı okurken tebessüm etmemek elde değil. Hâlbuki Bekir’in büyüme sürecinde yaşananlar oldukça hazin!

İstanbul Falcısı 70’lerin o kaotik ortamında İstanbul’un epey virane bir mahallesinde hiç bilmediğimiz bambaşka bir yerin, hiç dikkate almadığım bir kısmından, olanlara nasıl bakıldığını ve sürecin epeyce dikkate alınmamış ama iyice su üstüne çıkan tarafının nasıl ilerlediğini anlatır bir tarih roman aslında. Bir kısma kurtçular, diğer kısma da kızıl solucanlar dedikleri her iki tarafa da aynı uzak mesafede, nefretle bakan, patronun dediğinden çıkmayan, camilerine dâhi dışarıdan kimseyi dâhil etmek istemeyen, kendilerinden olmayanın hep kötü yanlış olduğunu ezberlemiş, Karalar köyünden İstanbul’a göçmüş, kimi Firuzköy’e kimi de Bekir’lerin yaşadığı yerde kök salmış olsalar bile birbirlerinden hiç kopmayan bir cemaatin yükseliş öncesi anlatısı da denebilir.

Orhan Pamuk Saf ve Düşünceli Romancı’da “ Romanlar birbirleriyle çelişen düşüncelere huzursuzluk duymadan aynı anda inanmamızı, herkesi aynı anda anlamamızı sağlayan özel yapılardır. (sy.29)” diyor. Ali Dilber İstanbul Falcısı’nda bu çelişkiyi göstermek istemiş. Ben onlarca 70’ler Türkiye’sini anlatır roman/anı/deneme/inceleme okudum her biri birbirinin benzeri bir düşüncenin iç sesiydi aslında. Romanın Karalar köyünden göçen cemaati Mavi Gömlekli Karaoğlan, Kıbrıs çıkartması, milliyetçilik ve Süleymancılığı da içine alan tüm diğer akımlardan farklı bir yerden filizlenen, bambaşka ve hep görmezden gelinen, gümbür gümbür sesi tarif ediyor. Bu yüzden, bu romanın önemli bir tarihsel anlatı olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

Kuran kurslarının yasaklanması sebebiyle zekâları ve yetenekleri gözetilip Suriye’ye gitmek için seçilen dört delikanlı ötekini görmeye sebebiyet veriyor. O dönemde kaçmak zorunda kalanlar; sadece Almanya ya da Rusya’ya gidenler değil diyor yazar, bazıları da bambaşka topraklarda çare aramış.

Romanın yazarı Ali Dilber ile de tanıştım ve çok keyif aldığım bir sohbetimiz de oldu. Ali Bey, Vedat Türkali’nin Yalancı Tanıklar Kahvesi’ni yazdığı sırada, romanın ilk paragrafını okuyacak kadar iyi arkadaşı. Halit Refiğ, Lütfü Akad’la beraber çalışmış. Sahne, dekor tasarımı okuyup, yıllarca tiyatro ve sinema için tasarım yapmış. Onlarca anısı ve anlatacak hikâyesi var. Bu romanı üç senede yazmış ve Ozan Yayıncılık tarafından Nisan 2011’ de basılmış. Belki ki onun da derdi benzer: “Türkiye solu nerede hata yaptı?”

Romanın devamı da olmalı, hatta olmak zorunda! Ben Bekir’in, geleceğin kötücüllüğünü gören Sevdiye’nin, hatta delişmen Nuriye’nin yaşamının nasıl devam edeceğini, Aptulla efendi’nin kaç kat daha çıkacağını öğrenmek isterim. Bekirgiller 80’ler, 90’lar ve 2000’ler Türkiye’sinde neler yapmışlar öğrenmek isterim. Ama İstanbul Falcısı’na da bazı itirazlarım var:

Roman yedi-sekiz yaşarını süren Bekir’in iç sesinden anlatılıyor. Bekir’in beş kız kardeşi bir de erkek kardeşi var. Göçtükleri köylerinden kopmadan İstanbul’un bir kenarına tutunmuşlar. Öyle kenetlenmiş bir cemaatler ki dışarlıklı her şey yanlış! Kadınlarını erkek doktora dahi muayene ettirmiyorlar. Kim gazi, kim şehit kendilerince terazileri var. Fakirden öte yoksullar ama daha öte dertlere sahipler. Sahip çıkmaları farz bambaşka bir yaşamı dimdik sahiplenmek zorundalar. Dört elle imana, kitaba ve patronlarına bağlılar.

Dediğim gibi hiç böylesine bir roman okumamıştım ve bunu okumak benim için yepyeni bir bakış açısı kattı ama romanın yer yer sarktığını düşünüyorum. İlla her romanın kendi çemberi tamamlaması gerekmiyor ama bu kadar da bağımsız bölümlerin olması romanı anıya dönüştürmüş. Örneğin Bekir’in ayakkabı boyacısı olması kısmı kendi başına çok yeterli iken bir başka kısımla tamamlanmaması o kısmı gereksiz kıldı. Ya da muhteşem bir roman kahramanı olabilecek romana da adını veren Sevdiye’den epey rol çalındığını düşündüm. Romanın ilk elli sayfasında “öyle oldu, böyle oldu” diye devam eden dilinin, Sevdiye’nin kehanetleriyle daha fazla merak oluşturabilecek alt yapısı vardı. Sanki öyle olsaydı, -geleceğe dönüp, geriye gitse ve oradan şimdiki zamanı anlatsa- daha fazla merak uyandırabilirdi.




Dileğim Necip Mahfuz’un bir başyapıt sayılan Kahire Üçlemesi kadar değerli bir seri olabilmesidir. Aklınıza sağlık Ali Bey.

Gülda


4 yorum:

Adsız dedi ki...

Gülda hanım,
Kitap hakkında çok yorum aldım, (bir kısmı ünlü isimlerden) ama sizin kadar kitabı gerçekten okumuş olanı olmadı.
Eleştirdiğiniz yerlerin zaafiyetlerini ben de yazar gözlüğünü çıkarıp okuyucu gözlüğünü takınca gördüm. Umarım yayın sırasına girecek diğer kitaplarıma da bu içinizden gelen samimi ışığı tutmaya devam edersiniz. Ali Dilber

S

Gulda dedi ki...

Ali Bey,

Öncelikle ilginiz ve övgünüz için çok teşekkür ederim. Diğer kitaplarınızın mutlu haberlerini de en kısa süre içinde bekliyorum.

En İçten Saygılarımla.

Gülda

cevher dedi ki...

Kitabı zaten çok beğenmiştim, ama yorumunuzdan sonra, tekrar okumak isteği canlandı.Hatta facebook sayfam da yorumlarınıza yer verdim. Başarılarınızın devamını dilerim. Cevher Soydan

Gulda dedi ki...

Cevher Bey,

İyi dilekleriniz için teşekkür ederim.

Saygılarımla,

Gülda

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails