Aşk, sevmek değil, büyük bir tutku ile bağlanmaktır.
Bir bakışı, bir gülüşü özlemek,
ayaklarının yerden kesilmesi, hataların, eksiklerin görülmemesi, ya da görülse
de görmezden gelinmesi aşkın belirtisidir. Sevginin değil.
Bir insanla paylaşılanlar
özleniyorsa, onun sesini duymak, yüzünü görmek hayatına bambaşka bir renk
katıyorsa, film izlerken duygulandığın sahnede şefkatle elini tutuyor, mutfakta
yemek yaparken beline sarılıp yorgunluğunu hafifletiyor, yaptığın yemeklerin
lezzetini her daim övüyor ve bu övgüler ne kadar yorgun olsan da onun için
yemek yapmaya seni teşvik ediyorsa ve aynı zamanda aynı
şeyi düşündüğünüzü fark ediyorsan, ona kıyamıyorsan, onu kırmaktan kaçınıyorsan, sevgi seninle demektir. Aslında sevgiyi
kalıplara sığdırmak doğru olmaz. Sevgi varsa, sözlere gerek duyulmaz,
hissedilir.
Elif, sahte bir başarının arkasına
sığınmış gazeteci kocası Cem’e deli bir aşkla bağlıdır. Kocasına duyduğu tutku,
cinselliğin ötesine geçemez. Ondan uzakta yaşayıp, zaman zaman onun yanına
koşar. Birkaç günlük beraberlikten sonra kocasından, yalanlarından ve kocasının
yalan dünyasından kaçıp sığındığı Paris’e döner.
Kitap iki bölümden oluşuyor.
Birinci bölümde olaylar Cem’in penceresinden, ikincisinde ise Elif’in
penceresinden aktarılıyor.
Birinci bölümde tıpkı Cem’in soğuk,
içten pazarlıklı, dürüstlükten uzak karakteriyle bütünleşen yalanlar üzerine
kurulu bir hayatın izlerini takip ediyoruz.
Peride Celal’in 2002’de
yayımlanmış romanı, hâlâ güncelliğini muhafaza ediyor.
İkinci bölümde Elif’in babası ile
iç hesaplaşması, İstanbul’un ve kocasının yalan dünyasından kaçıp sığındığı
Paris’teki yaşamı anlatılıyor. Gelgitlerle geçirdiği günlerinin tek sığınağı
Kristof’tur. Kristof, Budizmin izinde daha temiz bir dünyanın arayışındadır ve
Elif’i sevmektedir.
Peride Celal’in, parke taşlarla
bezeli dar sokaklarda, pencerelerinde kırmızı çiçeklerin açtığı iki üç katlı
binalarıyla, Montmartre’a hayat veren sokak ressamlarıyla, Seine üzerinde
aheste gezinen Bateaux Mouches’larıyla, bazen ılık, bazen serin akşamlarıyla,
yemyeşil parklarında açan rengârenk çiçekleriyle Cezanne veya Monet tablosundan
fışkırmışçasına tasvir ettiği Paris’te geçen ikinci bölüm, Elif’in ruhsal çalkantılarına
rağmen çok daha okunulası olmuş.
Peride Celal, Atatürk’e ve onun
bizlere bıraktığı değerlere hayranlığını okurlarından gizlemiyor.
İlk bölümde verilen bir detay,
ikinci bölümü, özellikle de kitabın sonunu zayıf kılmış. Kitabın sonunu
okurken, katilin kim olduğunu filmin en başında açıklayan polisiye tadını aldım.
Okumak için kitabı elime
aldığımda sanki daha önce okumuştum da, ama hakkında hiçbir şey
hatırlamıyormuşum gibi bir duyguya kapıldım. Sonra bu duygunun sebebinin bir
ara okumaya başlamam, ama devam edememem olduğuna kanaat getirdim. Zamansız bir
ilk okumanın ardından bu ikinci okumada elimden bırakmak istemedim. Ama kapağında
beni ikna etmeyen bir şeyler vardı. Sonra bir anda neden bu kitabın bilindik
bir çehresi olduğunu fark ettim. Kapak resmi, Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin
Hikâyesi adlı kitabıyla aynıydı. Deli Aşk’a karşı değil, ama Kardeşimin
Hikâyesi’ne karşı bir tavır aldım inceden inceye. Bir kitabın kapağı da içeriği
kadar özgün ve özel olmalı.
Peyman