16 Aralık 2009 Çarşamba

ARIM BALIM PETEĞİM

Hayatımdaki erkeklerin sayısı hakkında sorduklarınıza cevaben size hatırladığım kadarını bir liste halinde sunuyorum:

1.Yakışıklı Kaptan 2. Çapkın Milyoner 3.İthalatçı İhracatçı 4. Uzatmalı Rejisör 5.Kulüp Başkanı 6.Orkestra Şefi 7.Romancı 8.Artist 9.Halı Tüccarı 10.Boks Şampiyonu 11.Banker 12.Sosyete Berberi 13. Uludağ’daki Kayak Hocası 14.Arap Prensi 15. Sinemalar Kralı 16.Kalp Mütehassısı 17.Ağır Ceza Reisi 18. Oto Yarışçısı 19.Fabrikatör 20.Milli Futbolcu 21.Hovarda Kuyumcu.
TABİİ HEPSİ BU KADAR DEĞİL!

Tamam. Kıskanmayın… Bu erkeklerin hiçbiri benim hayatıma girmedi. Girmiş olsalardı zaten ruhu teslim etmiş olurdum.

Yukarıdaki replik benim için kült bir film olan ARIM BALIM PETEĞİM adlı filmdendir. Sanırım bu filmi başından sonuna kadar 5’ten fazla, başından yarısına, yarısından sonuna kadar ise sayısız kez izledim. 1970 yapımı Muzaffer Aslan tarafından yapımcılığı üstlenilen ve yönetilen Bülent Oran’ın ise senaryo yazarı olduğu bu filmin müziklerinin prodüktörlüğü de Engin Arman tarafından yapılmıştır.



Filme adını veren şarkının bestesi İsmet Nedim’e güftesi ise Mehmet Erbulan’a aittir. Bu şarkıyı ilk olarak başrollerini Zeki Müren, Filiz Akın, Salih Güney ve Lale Belkıs’ın paylaştığı Aşktan da Üstün adlı filmde Zeki Müren’den duymuş ve çocukluk halimle de bayılmıştım. Kaldı ki hala bir Filiz Akın’cılık dönemimdeydim.



Arım Balım Peteğim’i çok sonraları seyrettiğimi biliyorum; sanırım ortaokul zamanı ki bu da yaklaşık 25 yıl önceye denk geliyor. Artık yavaş yavaş Türkan Şoray hayranlığımın arttığı ve Cüneyt Arkın’a ise aşık olduğum zamanlar...



Filmin orijinali 1957 yapımı, Audrey Hepburn ile Gary Cooper başrollerini paylaştığı ve Billy Wilder’ın yönettiği Love in the Afternoon filmidir. Arım Balım Peteğim Love in the Afternoon ile neredeyse tıpatıp aynıdır. Hatta bizim versiyon daha komik ve eğlencelidir. Üstelik de renkli.



Daha önce kendisinden Reyhan Dağlar Kızı filmi ile ilgili yazımda bahsettiğim dostum Ebru ile sürekli olarak alıntı yaptığımız ve kardeşi Altuğ’un ise boğazlı kırmızı kazak, siyah deri eldiven ve pardösü giyerek kızları etkileme fantezileri kurmasına neden olan bu filmin konusu ise şöyle:

Zeynep (Türkan Şoray), dedektiflik yapan babası Mehmet (Münir Özkul) ile iyi bir muhitte ancak mütevazı bir hayat yaşamakta ve konservatuarda müzik eğitimi almaktadır. Babası ise işinin kötü hikâyelerinden kızını olabildiğince uzak tutmaya çalışmaktadır.

Bir gün karısının kendisini yakışıklı, zengin işadamı namı diğer sosyete çapkını Harun (Cüneyt Arkın) ile aldattığını öğrenen ve bu bilgiyi de Mehmet’in yaptığı araştırma sonucu öğrenen Abuzittin Bey (Cevat Kurtuluş) Harun’u öldürmeye karar verir.



Bunu da Zeynep duyar. Harun, Abuzzittin Bey’in karısı (Aynur Aydan) ile bir haftadan beri görüşmekte, saat 17.00’ye kadar 4 kişilik (Sami Hazinses, Aziz Basmacı, Ergun Köknar, Kayhan Yıldızoğlu) müzisyen ekibi onlara eşlik etmekte ve aşk melodileri çalmaktadır. Bunu öğrenince deliye dönen Abuzittin Bey elindeki silahı ile çıkar gider.

Zeynep insanlık namına bu cinayeti önlemek amacı ile Harun’un kaldığı otele telefon eder -ki bu otel Tarabya Oteli – ve 11 numaralı odadaki Harun Bey ile hayati bir mesele ile ilgili olarak görüşmek istediğini söyler ama ne dese Harun Bey’e ulaşamayınca ve polis de onu dinlemeyince otele gitmeye karar verir.




Elinde silahla ve karısını Harun’un kollarında bulacağından emin Abuzittin odaya hırsla dalınca bir de ne görsün: Karısı değil bir başkası vardır namus ve ırz düşmanı Harun’un kollarında! Bu kız Abuzittinin karısının şapkasını giymiş olan bizim saf Zeynep’ten başkası değildir.

Harun bu aralar hiç itimat duyulmayan kocalardan birinin kurşunundan kurtulmuştur. Ancak kurtarıcı meleğinin kim olduğunu ve bu olayı nereden öğrendiğini bir türlü Zeynep’e söyletemez. Ama o kadar asılır… O kadar üstüne düşer ki…O kadar delici bakar ve Londra’ya gitmeden önce onu son akşamında yalnız bırakmaması için yalvarır ki… Zeynep o an ona aşık olur. Eh Cü de etkilenilmeyecek gibi değildir hani!



Ertesi gün Zeynep şapkayı vermek için otele gider. Harun elinde bir mikrofon teybe not düşmektedir.

-Yarın sabah beni Paris’ten arayın. 10 milyonluk ihaleye derhal girin. Araba kapasitesini %10 arttırın. Şu isimlere çiçek gönderip kendileri ile görüşmeyeceğimi söyleyin: Bayan Meltem, Bayan Süheyla, Bayan Mine ve İspanyol sefirinin güzel kızı DOLORES (Diğerleri çirkin olsa gerek).

Harun’un gideceğine inanamayan Zeynep üzülse de belli etmez ve Harun’un içki teklifini kabul eder. Sonra da atıp tutar: Yok efendim âşık olunur muymuş, bağlanmak da ne fena şeymiş. Ve Harun’un gitme vakti gelir. Adını sorsa da söylemez ve Harun ona “Öyleyse sizi hep arım balım peteğim diye hatırlayacağım. “ der. Arabaya kadar geçiren Zeynep iyice abayı yakmış durumdadır. Arabanın yanındaki bellboylara para veren Harun bu arada Zeynep’in de eline para tutuşturur! Zeynep o kadar aptallaşmıştır ki aşktan, bu paraya laf etmek aklına gelmez.



Aradan bir zaman geçer… Konservatuar bitmiş, Zeynep Cem’in (Bora Ayanoğlu) kurduğu orkestrada baş şarkıcı olmuş ve ilk işlerinde de en iyi lokallerinden birinde çalışmaya başlamışlardır. Zeynep hala Harun’a kesiktir. Tabii ki Cem de Zeynep’e. Zeynep ilk şarkısını seslendirirken dans edenler arasında Harun’un bir kadını öpücüklere boğmaktadır. Sahneden inen Zeynep Harun ile karşılaşır ve Harun onu bir yerlerden anımsamaktadır:

-Durun bakıyım nerdeydi? Ankara? İzmir? Roma? Venedik? Paris? Londra? (Yuh sana kart zampara!) Ah siz arım balım peteğimsiniz.(Sonunda!)
-Ya da unutulan kız. (Caanımmmm.)
-Pardon çok hareketli bir yıldı.(Eh bereketli de olmuştur! )



Bu konuşmanın ardından bizim kız gene atıp tutar, yok meşgulmüş, davetten davete, flörtten flörte… Harun onu otelde bekleyeceğini söyleyerek ayrılır. Zeynep ertesi gün oteldedir ve sevgililerinden bahseder... Ve ona aldıkları hediyelerden. … Sonra Zeynep Harun’un olur. Gecenin sonunda Zeynep uyurken bir mektup bırakarak gider:

Seni uyandırıp o saf ve masum gözlerine bakarak allahaısmarladık demek isterdim. Büyülenip hiç gidememekten korktum. Bana gecelerin en güzelini, ayrılıkların en acısını tattırdın. Hoşça kal Lekeli Meleğim.”

Öööyle atar tutarsan… Al Sana! Ancak bu arada Zeynep’in asla bilemeyeceği bir şey vardır. Harun otele döner ama yatak boştur.



Zeynep geç saatte eve dönünce meraklanan babasına kendi başına gelmiş olayı arkadaşının başına gelmiş gibi anlatınca babası alır sazı eline:” Allah anaları babaları böyle kızlardan korusun. Alnına vurulacak kara damgayı düşünmeden gelinliğini giymeden, bütün mukaddes hisleri ayaklar altına alan bir kız suçsuz mudur? Bu kıza masum diyebilir misin? Ona umudunu bağlayan anası babasına acımaz onu affedebilir misin? Bak susuyorsun. Bu çeşit kızlar insanlığın yüz karasıdır. Yarının kötü kadınları bunlardan çıkar. Sefahat kaldırımlarını bunlar doldurur. Topluma bu gibiler leke sürerler. Böyle kızların yaşaması bile zararlıdır bence. Ölsünler daha iyi!” [ Höh… Nutkum tutuldu.]

Bu sözlerin üzerine Zeynep gazı açar…Başka bir şey yapması da beklenemezdi herhalde.

YILLAR GEÇER

Zeynep babası tarafından kurtarılmış, ünlü bir şarkıcı olmuştur. Cem ona hala âşıktır. Bu arada bir küçük yavru da dünyaya gelmiştir ve bu yavrucak ki adı Harun’dur, (Kenan Özcan) babasızlığın acısını çekmekte, arkadaşlarına babam yok diyememektedir. Bir gün parkta oynarken ağaçtan düşer ve hastaneye kaldırılır. Acil kana ihtiyaç vardır. O esnada Türkiye semalarında gezinen Harun boğaz kıyısında arabada romantik anlar yaşamaktadır. Kan anansonu görünce meşguliyetine aniden ara verip “kırk yılın başında bir işe yaramak ihtiyacı gidermek” amacı ile doğruca hastaneye gider. Bilin bakalım kime kan verir?



Böylece hem adaş olan hem de damarlarında aynı kanı taşıyan iki Harun’un kanları kaynayıverir birbirlerine:
Küçük Harun: Ne tuhaf…
Büyük Harun: Tuhaf olan ne?
Küçük Harun: Babamı hiç görmedim. Resmini bile.Ama rüyamdaki babam sanki size benziyordu.
Büyük Harun: Sevindim buna Ben de saçlarını böyle okşayacağım ama içim titreyerek bakabileceğim senin gibi bir oğlum olsun isterdim.
Küçük Harun: Bana kanınızı verdiniz ya. Ben de sizin oğlunuz sayılırım….

Bir gece Zeynep’in şarkı söylediği lokale iki kadınla gelen Harun bir an başını kaldırır ve Zeynep’i görür:

“Şahane bir kadın” der.
Sahneden inerken kalkıp elinden tutarak Zeynep’e eşlik eder. Zeynep masaya oturur ve:
-Sigara lütfen der. 7 kişi birden çakmak uzatır.

Bunu gören Harun ıslık çalar.



-Şampanya der 4 kişi şampanya boşaltmaya kalkar bardağına...

-Oh! Beni yalnız bırakın lütfen. Ancak şaşkın Harun ilk görüşte gene tanıyamamıştır Zeynep’i sonunda:
-Ahh siz arım balım peteğimsiniz. İzini arayıp da bulamadığım isimsiz melek.
-İsimsiz değil lekeli melek. Der ve lafı gediğine kor.

Harun otele geri döndüğünü söylese de Zeynep pek inanmak istemez.Bu sahnelere tanık olan Cem Harun’un kim olduğunu anlar ve gerçekleri söylemesi için ısrar eder. Ama Harun Zeynep’e acıdığı için değil sevdiği içinde dönmelidir. Zira “Merhamet Aşkı Küçültür “der.

Bu seferki davet Yeniköy’deki Villa Harun’da gerçekleşir. Şampanya…. Müzisyenler…. Aşk Dolu Saatler. Zeynep boynuna çok güzel bir kolye takmıştır. Harun:

-Kolyeniz güzelliğini gözlerinizin ışığından çalmış. (Söze bak be!)
-İzmir hatırası.
-Kimden?
-Böyle bir kolyeyi herhalde kardeşler vermez. (Aldın mı cevabını düdük)
-Erkek mi? (Bu NASIL bir soru böyle. Yok kadın!)
-Hem de ne erkek. Futbolcu.
-Futbolcu mu?
-Evet. Acele kampa aldılar. Yoksa burada olmazdım.

Harun sinirlenir. Kolyeyi çeker koparır boynundan Zeynep’in ve şu yüce sözü söyler:
-Kolyeden hoşlanmam. Kadını adileştirir.

Aşk dolu saatler günleri kovalar. Bu arada Harun Zeynep’e aşık olmaya ve kıskanmaya başlamıştır. Hayatındaki erkeklerin sayısını öğrenmeye çalışmaktadır. Yine bir gün Villa Harun’da aşk dolu dakikalar yaşanırken telefon çalar. Harun:

-Alo? Uluslar arası mı? Oh! Sen misin Leyla? Süreyya da mı yanında? Necla da mı sizinle? Oraya mı geleyim? Paris’te mi?... Bu konuşmaya şahit olan ve öfkelenen Zeynep teybi görünce başlar saymaya ve kaydetmeye hayatındaki erkekleri. Telefon görüşmesi biten ve yanına gelen Harun’a gideceğini söyler. Harun kime diye sorunca işte şu kült sözler gelir:

-”Açık konuşalım. Siz geçicisiniz. Daimileri ihmal edemem.!”



Teybi, sarhoş olup devrilinceye kadar dinleyen Harun çıldıracak gibi olur. Bir gün hamamda terler ve müzisyenlerinin çaldığı müzikle rahatlamaya çalışırken Abuzittin Bey’e rastlar ve Zeynep’in babası Mehmet’in kartını alır. Soluğu Mehmet’in yanında alan Harun derhal Zeynep’in hayatındaki erkeklerin bulunmasını ister. Mehmet kızın adının Zeynep olduğunu ve dosyasının hazırlanacağını söyler. Ertesi gün raporunu sunmaya giden Mehmet’in elinde beyaz boş bir sayfa olduğunu gören Harun inanmaz Mehmet’in söylediklerine. Hayatındaki tek erkeğin Harun olduğu söyler ve ona bir fırsat vermesini ve Zeynep’i bırakmasını için yalvarır.

Ertesi gün eve gelen Zeynep Harun’un gitmek üzere olduğunu anlayınca ağlamaklı olur. Harun teybi dinlediğini, eğlenceli bir hayatı olduğunu söyler.Zeynep:

-Nefret etmediniz mi benden?
-Aksine,hoşuma gitti.Erkeklere zamk gibi yapışmayan, ayrılıkları ağlayarak tatsızlaştırmayan ideal bir kızsınız siz.
-Gözyaşlarından nefret ederim. Hele bazı kızlar değil ağlamak, intihar bile ederler sevdiklerinin ardından.Gülerim onlara. (Yahu Harun Yalan Yalan diye bağırsana)



Tren istasyonuna kadar Harun’u geçirmeye giden Zeynep sadece erken dönerse beraber yaşadığı adamın şüpheleneceğini söyler. Tren kalkar, Harun hareket halindeki trenin basamaklarındadır. Bizim kız gene atıp tutmaya başlar, yok yerine birini bulmuş, 22 numara Harun’muş, bulduğu 23 olacakmış. Ve Harun trenin içine girer.Zeynep yıkılmıştır. Bir duvara dayanmış ağlamakta iken bir ses:

-Zeeyneep! Diye bağırır. Tanrım bu ses. Bu Ses !

Karşı raylarda duran Harun’dur tabii ki. Koşarlar…Sarılılırlar…. Arkalarında ise müzisyenler….Küçük Harun, Mehmet maaile herkes garda beliriverir. Küçü Harun’un oğlunu olduğunu öğrenen Harun duygusallaşır ve Pepsi Fruco reklamının asılı olduğu direğin önünde üçü birbirine kenetlenir.

Ender’in bile hayatında birkaç seyretmek zorunda bırakıldığı Arım Balım Peteğim’i yazmamak olmayacaktı.Üstelik Türkan Şoray yine en güzel dönemlerinden birindedir ve Cü de ne bileyim işte... Cü'dür.

Hala bir sahneden inmek, "ateş lütfen, şampanya lütfen ve beni rahat bırakın lütfen" demek hayalleri kurarım. Bir de kolye takacağım zamanlar iki kere düşünürüm!

Sevgiler
Billur

3 yorum:

Ayşe dedi ki...

Saat 7:45 bu soğuk perşembe günü masamın başında sıcacık kahvem yanında gevrek simitim ve karperim ile güne başlıyorum. Tabi komutan ile franky ağızları açık karper'e dalmak için masamın ucunda bekliyor.

Gelen maillere bakmadan önce tabiki blogumuzu çek ediyorum. O da ne!.. Speedy Gonzales yine iş başında yüzümde bir gülümseme okumaya başlıyorum.

Çok güzel bir Türk filmini izlemiş gibiyim bu soğuk ve havada kar kokusu olan perşembe gününde.

Ama ben bi üzüntümü dile getirmek istiyorum. Neden sevdiğimiz sinemalar veya şarkıların arkasıdan hep yabancılar çıkar?

Neden biz yaratamıyoruz? Çok mu zor? Neden işin kolayına kaçıyoruz? Neden garipde olsa, ürkütücüde olsa, gerçek dışıda olsa, utanç vericide olsa hayal gücümüzü paylaşmaktan çekiniyoruz? Neden?

İstanbul Masalını ilk izlediğim gün Gülden Ablaya bu düpedüz Sabrina demiştim. Diziyi izlemedim mi tabiki izledim hemde çok keyifle ama yinede üzülmeden edemedim.

Neden? Neden? Neden?

billur dedi ki...

Sevgili Ayşe;

Bizde de artık iyi şeyler çıkıyor diye düşünüyorum. En azından bunun savaşını veren bir kesim var. Ama işin ucu hep paraya geliyor.Yoo..Parasızlıktan çok..Parası olan ve bu işlere yatırım yapan kimseler "nasıl daha çok para yaparım, ya da ne çok iş yapar ?" sorusuna odaklanıyorlar gibime geliyor. Ama özgün şeyler de var.

Bir İstanbul Masalı benim için büyük hayal kırıklığı olmuştu.

Evet o Sabrina idi ama uzatacağız diye ve hiçbir şey katmadan mahvettiler.

Şimdi mesela yeni bir dizi başladı Samanyolu diye...Bence kötü zira ben Ediz Hun ve Hülya Koçyiğit versiyonunu seyretmiş biri olarak beğenmedim:))Belki bir dahaki sefere onu da yazarım.

Love In the Afternoon neredeyse birebir uyarlanmış sayılır, bazı diyaloglar bile aynı. Ama Türkan Şoray'ın futbolcu dedikten sonra Cüneyt Arkın'ın "erkek mi" sorusu biraz abes kaçıyor , o da başka.
Sevgiler
Billur

Ebru dedi ki...

Vallahi Billur'cuğum okudum, okudum, nı:))) gözlerim doldu,

Vallahi TVde yine oynatılsa,bilmem kaçıncı kez yine izlerim. Hem Türkan Şoray hayranlığı yanı sıra var mı böyle bir yakısıklı da Ben bulamadım:))) demek için.

Çok çok güzel anlatmışsın, karşımda Mr. Bıdık, " Ablasının Evveeeeettt işte bu bu budur kült diyalog "diye haykırışlarımı anlamsız gözlerle izledi demin. Eğer Tırmık olsaydı şu an yanımda Bana hak verirdi, ne de olsa Benim kucağımda kaç kez seyretti bu filmi, Mr. Bıdıkçık ne yapsın daha doğmamıştı o zamanlar, amma karar verdim, Ona da aşılayacağım. Zaten Büroya da yeni TV aldım, KABLO bağlattım. Seyredere seyreder iç çekerim.
Esas ne hatırladım biliyor musun bu KOLYE Diyaloğunu ben PRAGda iken Sen Bana mesajla atmıştın da Ben anlayamamış, saf saf "bu ne???" diye cevaplar vermiştim de yanımda olan Annem, bulmuştu; hatta Kardeşime aktardığımda da duraksız filmin adıyla cevaplamıştı.

Ellerine sağlık diyorum yeniden. Diğer filmleri de özlemle bekliyorum, bu arada unuttuğun pasajlar olursa, her zaman yardımda bulunabilirim biliyorsun.

Ebru GÜMÜŞEL

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails