Marcus Miller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marcus Miller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2012 Çarşamba

19. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ’NDEN İZLENİMLER I

05 Temmuz 2012 Marcus Miller & Friends İstanbul Project Konseri

Bu konser benim için - eminim bu konsere gitmiş olanlar için de- hiçbir şekilde S.M.V konserinin yerini tutacak ve onunla kıyaslanmayacak bir konserdi ancak Marcus Miller eline oyuncak gitar alıp çıksa her konserine gideceğim için tahmin edeceğiniz üzere 5 Temmuz gecesi de Açık Hava’daydım. Öncelikle Marcus Miller için sonra da Burhan Öcal’ı, Okay Temiz’i ve İmer Demirer’i aynı sahnede izleyip dinleyebilmek için.



Sahnenin her manada en renkli siması kuşkusuz Okay Temiz idi; sarı fosforlu işçi tulumu , çizgili tişörtü ve mavi gözlüğünün yanı sıra konserin ilk yarısında çaldığı bimbau ve ikinci yarısında ne olduğuna karar veremediğim ama kendisinin üretimi olduğundan emin olduğum değişik bir trampetten bozma küçük davula yakın aletle yaptığı doğaçlamalar ve Marcus Miller’in basıyla yaptığı atışmalar en eğlenceli anlardandı.



Konser boyunca hayranlık duyduğum ve geç dinlemeye başlamış olduğum için hayıflandığım bir müzisyen ,bir trompet ustası İmer Demirer oldu. Sahnede solo performanslarından birini Emin Fındıkoğlu’nun Love Song ile yapan Demirer özellikle, “ben de elime alsam üflerim işte” biçiminde dinleyenlere ve izleyenlerin boş hayallere kapılmasını sağlayan saksofoncu Alex Hanve ile zaman zaman yaptıkları sololar ruhumu temizledi.




Konserde kendisinin yabancı uyruklu bir gitarist olduğunu düşündüğüm ancak Marcus Miller ile karşılıklı veya tek başına solo yaptığı anlarda gitarının tınısında kulağa çok tanıdık sesler ve adeta “bizim memleketin” havalarını yakaladığım tonlar çıkaran gitaristin konser sonunda Bilal Karaman isimli bir şahsiyet olduğunu öğrendim. Konserden eve döndüğümde biraz internette gezinince "Bahane" adlı bir albümü olduğunu keşfettim ki tavsiye ediyorum.



Konserin herkes için ilgi çekici olduğunu düşündüğüm ve merakla beklenen ismi ise Hüsnü Şenlendirici idi. İkinci defa bir konserde dinlediğim Şenlendirici’nin klarnete hâkim oluşunu ve yorumunu beğenmediğimi söyleyemeyeceğim ki Marcus Miller da kendisini bu projeye dâhil etmezdi aksi bir durum olsa. Ancak sahnedeki bir iki tavrı ve Marcus Miller solosunu atarken ellerini Hülya Avşar vari bir biçimde hareket ettirmesi kendisinin müzisyenliğini savunmama rağmen benim de sonunda kendisini itici bulmama neden oldu! Ama bunu Gülda’ya itiraf etmedim.




Konserin en can alıcı noktası Marcus Miller’ın bas klarneti eline alıp When I Fall in Love ile giriş yapmasının ardından Şenlendirici’nin sahneye giriş yapıp şarkının sonunda İstanbul İstanbul Olalı adlı Sezen Aksu bestesine girmesi oldu. Şenlendirici’nin neredeyse Miller ile duygusal bir yakınlık içine girmesine yol açan bu düet’in ardından Blast ve Come Together ile sona eren konserin bitiminde “Marcus Miller ile ne yapsam da tanışsam?” sorusu kafamda kendisinin adının ilk duyduğum TUTU albümü aklımda mekânı terk ettim.

*** Yukarıdaki fotoğraflar Cazkolik.com adlı siteden alınmış olup,fotoğraflar Leyla Diana Gücük'e aittir.


09 Temmuz 2012 Antony & the Johnsons- Filarmonia İstanbul Konseri

Antony Hegarty bundan tam beş yıl önce İstanbul’a konsere geldiğinde Gülda ile gidememiştik ve gidenlerin ballandıra ballandıra anlatması ile bu konser Pişmanlık Listemizin baş sıralarında yer almıştı. Herkes müziğinin, dinleyici ile olan iletişiminin sıcaklığından, kendisinin duyarlı ve kırılgan kişiliğinden bahsetmişti.

[****]

Tüm bunların ardından Antony & the Johnsons ben de büyük bir merak uyandırmıştı. 2005 yılında Lou Reed, Rufus Wainwright ve Boy George’un kendisine eşlik ettiği I am a Bird Now adlı albümünü evirip çevirip dinlemiştim ancak daha sonra kendisine gereken ilgiyi gösteremedim.

09 Temmuz 2012 gecesinde Açık Hava’da gerçekleşen konserine de hem beş yıl önceki konserin herkes de bıraktığı izlenimi ve duyguyu yaşamak için hem de Cut the World” konserinde bugüne kadar yayımlanmış dört albümünden seçme şarkılarının Nico Muhly, Rob Moose ve Maxim Moston tarafından yapılan senfonik aranjmanlarını merak ettiğim içim gittim. Orkestranın beyaz kendisinin kat kat siyah bir kostüm içinde çıktığı konsere Selda Bağcan’dan “Vurulduk Ey Halkım” ile başlayan Antony Hegarty söylediği dört beş şarkıdan sonra dinleyici ile konuşmaya başladı ve erkek egemen toplumlarda yaşamanın içerdiği şiddeti ve gücün kötüye kullanımını düşündüren sözlerine başladı ve her erkeğin bir kadın tarafından dünyaya getirilip sarılıp sarmalandığından ve kadınlık içeren bir dünyanın en iyi dünya olduğundan ve umudumuzu yitirmemek gerektiğinden ve geleceğin dünyasının kadınlar tarafından şekillendireceğinden bahsederek bizlerin gönlünü fethetti.




Beş yıl önceye göre bizde işlerin nasıl gittiği sorusuna –hükümet, eşcinseller vb- ise karamsar cevaplar alan Antony hiçbir yerde işlerin iyiye gitmediğini söyledi. Kendilerinin Amerika'da Obama ve Romney arasında seçim yapmak zorunda olduğundan ama Obama'nın ikinci turundan umutlu olduğundan bahsetti.

Ben de açıkçası tam bu konuşmadan önce Marina Abromovic için bestelediği Cut the World ile havaya girmiş ve bu konuşmalar ile Antony ile düşünsel ve duygusal bağ kurmuşken – çeşitli nedenler arasında; arkamda sürekli konuşan çift, sıcak hava, sağdan soldan çıkan cep telefonları sayılabilir- arkalardan bir şahsiyet “Mussssiiic” diye bağırıverdi. Antony “Speaking is Music” dese de sözlerine devam edemedi ve şarkıları ile konuşmasını için için sürdürdü. Another World ile devam eden ve Hope There is Someone ile konseri sonlandıran Antony’nin Twilight adlı şarkısının düzenlemesini ve yorumunu da çok beğendim. Orkestrayı yere eğilerek alkışlayan Antony’i bir daha kimsenin “traşı kes, şarkını söyle” demeyeceği kişilerin geldiği ve kendisi ile mesafenin az olduğu bir konserde dinlemek istiyorum.

10 Temmuz 2012 Caro Emerald Konseri

Back It Up şarkısını radyolarda pek çokça duyduğumuz, sevimli, sesi çok güzel Caro Emerald’ı dinlemek için pek sevdiğimiz Santral İstanbul’a evvelki erkenden gittik. Ne de olsa geçen senelerden tecrübelenmiş olduğumuzdan Tamirane’de bir gün önceden yemek rezervasyonunu yaptırmış, kalabalık olmadan yemeğimizi bitirmiştik.

Caro Emerald kıpkırmızı bir elbise ile sahneyi ateşe boğduğunda oturmalı bölümde 15-20 dakika geçmiş olmasına rağmen elinde içkisi adeta bir kokteyl havasında yerlerine oturmaya çalışan, gerekirse insanları yerlerinden kaldıran şahane bir dinleyici kitlesi ile karşı karşıya olduğumuzu anlamakta gecikmedik. Ancak Emerald’ın güleryüzü, coşkusu bu olumsuzluğu yok etmeye yetti ama dinleyiciler konserin sonuna kadar –ben de dâhil- bir türlü havaya giremedik. Bir neden insanın kolunu kaldırıp iki ritim tutunca sırılsıklam eden sıcak olabilir, sadece bir veya iki şarkısını bilerek gelen bir kitlenin dinleyici olmasından olabilir. Bilemiyorum, benim için bu nedenlerin dışında bir iki neden daha vardı ki onlardan biri sürekli geçen seneki Jamie Cullum Konseri’ni düşünmem, bir diğeri de bunları konserde aynı ton ve tınıyı içeren bazı şarkıları arka arkaya dinlemek oldu.



Konser boyunca Caro Emerald da bu ruhsuzluğun farkında olduğundan zaman zaman dans etti ve dansa davet etti, çığlıklar attı, laf attı ve konserin sonunda hareketlenen bizlere “Bu son şarkı ve daha yeni başlıyormuşuz “ diye hayretini ifade etti. Ancak Allah’tan bu kadar naz aşık usandırmadı ve ardı ardına A Night Like This,The Other Woman ve biste çalınan Stuck herkesi coşturdu.



Caro Emerald’a eşlik eden orkestra ise takdire şayandı. Her ne kadar Amy Winehouse, Billie Holiday ile kıyaslansa da Emerald’ın tarzının biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. Müziğinde retro bir traz olsa da gene de pop caza daha yakın bir ifade olduğu kanısındayım. Ancak güçlü bir sesi ve yorumu olduğu tartışmasız. Neşelenmek, hafifçe Glenn Miller’lı, swing dönemi orkestralarının tadını hatırlatan zamanlara dönüp evde kıpırdanmak istediğinizde Deleted Scenes From the Cutting Room Floor albümü bulunmalı derim.


Müzikle Kalın
Sevgiler
Billur


**** Bu fotoğraf Eray Yıldız'a aittir.

10 Temmuz 2011 Pazar

07.07.2011 A Tribute to Miles Davis Konseri

"Evet Miles Davis Seni Ayakta Alkışlıyorum"

Geçtiğimiz Perşembe akşamı Marcus Miller’ı Wayne Shorter ve Herbie Hancock ile birlikte Miles Davis’e ithaf olunan A Trıbute to Miles konserinde dinleyecek olmam beni içten içe çok heyacanladırıyordu.



1988 yılında gelen ve muhtemelen seyirciye sırtı dönük bir biçimde trompetinin bile “bu sesler benden mi” dedirten şekilde nefes veren Miles Davis’i izleyememiştim. Konsere gidemediğim gün biraz ağladığımı ve evde bir yere varmayacak olaylar yaratığımı hatırlıyorum ama sonunda kös kös odamın duvarında Dizzy Gillespie ‘nin yanında yapıştırılmış olan siyah beyaz posterine bakarak gecemi tamamlamıştım.

Perşembe gecesi ise her ne kadar Miles Davis sahnede olmasa da , her ne kadar birebir olarak eserleri yorumlanmasa da Marcus Miller’ın dediği gibi bu konser Miles Davis’in ruhuna bir adanmışlık ve ithaf içeriyordu. Yine Miller’ın dediği gibi her zaman ileriye bakan biri olan Miles’ı geçmişle anmak mümkün olamazdı.



Marcus Miller bu ithaf konserleri yapmayı Miles’in ölümünün üzerinden 20 yıl geçtiğini farkettiğinde düştüğünü ve Herbie Hancock’u arayıp sorduğunda her ne kadar Hancock tereddütsüz cevap vermişse de vazgeçer diye telefonu hemen kapatmış.



Sahnede Miles’ın ekibinden Wayne Shorter ve Herbie Hancock vardı ama ben gözlerimi kapayınca basta Ron Carter davulda Tony Williams’ı duymaya başladım; yani ikinci Miles Davis Quintet’i…Ancak haksızlık etmek istemem davuldaki Sean Rickman hiç falso vermedi ve trompette ise Sean Jones gerçekten iyiydi. Caz müziğine aldığı iki Miles albümünden sonra yönelen Jones için sanırım böyle bir ithaf konserinde çalmak anlamlı olmalı diye düşündüm zaman zaman.



Hangi eserlerin çalındığına kulak kabartmak boşuna olacağını Marcus Miller’ın Miles’ın ruhunu yansıtacak şekilde çalacaklarını söylemesinden sonra kendimi serbest bıraktım; onlar da gerçekten serbest ama rafine bir biçimde çaldılar ve çok fazla dağılmadılar. Tıpkı Miles’ın hep istediği gibi ;” Bak, kargaşa içinde çalmana gerek yok. Bu serbestlik değildir. Serbestliği kontrol altında tutmalısın.”



Tüm konser Miles’ın ruhunu yansıtmaya ve çocukluğundan ölümüne dek müziğe bakış açısını yansıtacak doğaçlamalar ile başladı ve –yakalayabildiğim kadarı ile- Tutu ile geçiş, Time After Time ile başlayan bis bölümüne kadar eşsiz bir yolculuk olarak devam etti.



Konser bittiğinde eleştirmen Joachim Berendt’in dediği gibi neşeli ve hoş şeyler bile söylerken üflediği trompetinden keder ve yılgınlık tonları yayılan Miles’a - her ne kadar bunu her zaman bir “siyahtan” duymak istediğini bilsem de- içimden dedim ki: “Evet Miles Davis, seni ayakta selamlıyorum!”Ve merak etme herkes müziğinin ve ruhunun izlerini takip ettiği gibi seni de hatırlamaya devam devam ediyor…




Sevgiler
Billur









*Yazıda yer alan 3. ve 4. resim "www.alternatif -istanbul.net" ten alınmıştır.

20 Haziran 2011 Pazartesi

İstanbul’un Caz Hali

18.İSTANBUL CAZ FESTİVALİ



Gözüm epeydir Montreal Caz Festivali programına takılı. Gidebilmeyi isterdim. Başarabilseydim on gün boyunca sadece bir konserden diğerine geçerek, cazla dolardım. Dile kolay! Üç bin cazcı 24 Haziran 4 Temmuz arasında Montreal’i dünyanın en yaşanası şehri kılacak. Robert Plant & The Band Of Joy ile açılan festival, biletleri aylar önceden bitmiş Diana Krall, Dave Brubeck ve cazın yaşayan diğer ölümsüz sanatçılarının buluşmasıyla devam edecek. Festivalin son günü Marianne Faithfull tahminen yeni albümü Horses and High Heels’den parçalar sunacak. -Geçen ay İstanbul Modern’de verdiği konserde epey hasta görünüyordu. Umarım o zamana kadar toparlar.-

Anlatılanlara göre Montreal Caz Festivali zamanı sokaklar dâhi müzik dolu imiş. Bir köşenin başında çok önemli cazcıların kendi aralarında düet yapmaları olağan sayılıyormuş. İşte böylesine benzersiz bir festivale konuk oluyormuş Montreal’dekiler. O büyüklükte olmasa da benzerini bir şekilde İstanbul için söyleyebilirim. Epeydir şehrin yaz hali müzik, sanat dolu. Pozitif Müzik, İŞ Sanat, Akbank Caz, Müzik Festivali sonra da Caz Festivali programlarında açıklanan isimler, şehirde kalmayı tatile gitmekten bile daha keyifli hale getirdi. Böyle giderse en erken Ağustos’ta şehirden uzaklaşılabilecek. Dolayısı ile illa Montreal diye sızlanmaktan vazgeçtim.

Montreal Caz Festivali’nin ağır toplarından Marianne Faithfull’u, Madeleine Peyroux’yu Mayıs’ta İŞ Sanat ağırladı, Richard Galliano’yu Müzik Festivali’nde izleyebildik. Chick Corea artık buralı sayılır. Brad Mehldau’yu da daha sık göreceğimize inanıyorum. Bir de Al Di Meola daha sık gelse ne iyi olur. Tek üzüntüm Pat Metheny'i epeydir kendi mahallemde izleyememek! Bilhassa son yıllarda beraberce inanılmaz bir müzik sunduğu sihirli orkestrasıyla.



Ben on gün Montreal’e gitsem tüm vaktimi Caz dinleyerek geçiririm diyebiliyorum ama İstanbul’da 1- 19 Temmuz arası sürecek festivalde gideceğim konserleri epey elemek zorunda kaldım. Ne bedenim, ne ruhum, ne de vaktim burada her gün konser izlemeye elvermiyor. Dolayısı ile iyice azaltmak zorunda kaldığım festival listem:


Michel Camilo

4 Temmuz Pazartesi, 21.00, Arkeoloji Müzesi Bahçesi



Stanley Clarke ve Hiromi’li Caz yağmurunun üzerinden bir sene, Richard Camillo’nun akerdeonu ile benzersiz bir müzik şölenini sunmasından bir ay kadar sonra yine Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde bu sefer Michel Camilo piyanosu ile nefis albümü MANO A MANO ile benim için festivali açacak.



O güzelim bahçede bir kere de Michel Camilo’dan libertangoyu dinlemeyi diliyorum.




Jamie Cullum

6 Temmuz Çarşamba, 21.00, santralistanbul Kıyı Amfi



Bu konsere gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım. Öncelikle yeri çok uzak geldi. Tamam mesafe açısından buradan on küsur saat uçup Montreal’e gitmekle kıyas kabul etmez biliyorum ama Kıyı Amfi’nin bu konser için doğru yer olduğundan emin değilim. Ses dağılır mı, Jamie Cullum’un öve öve bitirilemeyen sahne performansının ne kadarını görebiliriz bilmiyorum ama yine de gitmesem aklımda kalacak.

Tek dileğim iyice popüler olana dönmeden, kendi stilinde bir program sunması.



Marcus Miller, Wayne Shorter ve Herbie Hancock ile Miles Davis Gecesi

7 Temmuz Perşembe, 21.00, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu

Jamie Cullum’a gitmek istememe sebeplerimden biri idi bu konser. Saf bir müzik ziyafeti için yorgun olmadan, iyice odaklanarak beklemek istiyordum. Mümkün olsaydı en önden izlemek isterdim, eskisi gibi üst üste birkaç konser verselerdi, hepsine giderdim.



Açık Hava’da kanlı canlı Miles Davis izlemiş biri olarak, ruhumu yerine koyan Marcus Miller hayranı olarak, her duyduğumda yaptığım işi bırakıp o güzel “an”lardan birini yaşamamı sağlayan Herbie Hancock için, Wayne Shorter’ın saksofon ile yarattığı mucizeleri kaçırmamak için; nefesimi tuttum bekliyorum. Yer kalmışsa siz de kaçırmayın derim.




Medeski, Martin & Wood İle Caz İçin Tuhaf Bir Yer Konseri:

9 Temmuz Cumartesi, 19.00, Tersane Sahnesi



Ne diyeyim! Tuhaf bir yer olduğu kesin. Yaratıcılık çaresizlikten beslenir diye bir söz varsa eğer bu durum onun karşılığı olabilir. Gönül insanların gülüşüp, konuşmadığı, sadece ritme eşlik ettiği, salınıp dans ettiği konserlere gitmek ister ama koskoca kültür başkenti de olmuş güzelim şehrimizde doğru düzgün bir konser mekânı olmamasına hayıflana hayıflana bulacağız Tersane Sahnesi’ni.



Medeski, Martin & Wood’u İstanbul’daki bir önceki konserini izleyememiştim. Bu kadar kısa süre sonra tekrar gelmelerine şaşırdım ve çok sevindim.

Medeski, Martin & Wood konseri öncesinde derin ve karanlık sulardan gelen sesleri ile Tonbruket’i, İlhan Erşahin’i, Arto Tunçboyacıyan’ı izlemek oldukça keyifli olacaktır. Medeski, Martin & Wood’un defalarca Montreal Caz Festivali’ne katılmış olduğunu dikkate alarak önümüzdeki yıllarda da İstanbul’da daha fazla konser vereceğini umut ediyorum.




Richard Bona - Raul Midón’la “The Duwala Malambo Project”

11 Temmuz Pazartesi, 21.00, Arkeoloji Müzesi




Richard Bona demem yeterli sanırım. Pat Metheny Group’ta muhteşemdi, sonraki solo albümlerinde de.



Raul Midón’la beraber bizi kısa bir dünya turuna çıkaracakları kesin.




Angelique Kidjo, Dianne Reeves ve Lizz Wright ile Hakikat

12 Temmuz Salı, 21.00, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu



Mayıs’ta İş Sanat’ta Dianne Reeves konserine bilet almayı başaramamıştım. Şimdi festivalde onu Angelique Kidjo ve Lizz Wright ile beraber dinleyeceğimi düşündükçe sevincim daha da artıyor. Lizz Wright’ın muhteşem sesinin “Sing the Truth” projesi için çok uygun olduğunu düşünüyorum. Dee Dee Bridgewater, Stacey Kent ve Raul Midón’lu konser kadar -hatta daha da iyi- bir konser izleyeceğimize inanıyorum. Aynı ekibin 25 Haziran tarihinde Montreal Caz Festivali’nde vereceği konserin bilet fiyatlarının; 59,00 $ ile 89,00 $ (Kanada Doları) arasında olduğunu belirtmeliyim. Bu efsanevi sanatçıların İstanbul konserinin bilet fiyatları oldukça makul. (40,00 TL - 70,00 TL)




Randy Crawford, Joe Sample ve Natalie Cole: Kısaca Caza Doyma Anı

13 Temmuz Çarşamba, 21.00, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu



Uzun süredir İstanbul Caz Festivali bu kadar cazla dolu olmamıştı. Kendinizi iyi hissetmek istiyorsanız tavsiye ederim. Ben Randy Crawford, Joe Sample’ın “Feeling Good” adlı albümünü dinleyerek bekliyorum bu konseri.



Patrick Wolf

14 Temmuz Perşembe, 21.30, İstanbul Modern



Festivalin “Yeni Ozanlar” bölümü her seferinde çok yetenekli, farklı sesleri ağırlıyor. Patrick Wolf da bunlardan biri. İlk defa geliyor ve bir daha ne zaman gelir belli değil. Malum Rufus bir kere geldi daha gelmedi!

Patrick Wolf’un kendi kadar müziği de çılgınlık dolu. Aykırı bir ses, yepyeni bir soluk. Bilet almadım ama enerjim yeterse gitmeyi çok istiyorum.



Javier Limón; Buika ve Suyun Kadınları İle İstanbul’da

15 Temmuz Cuma, 21.00, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu



Öncelikle konserin Açık Hava’da olmasına çok sevindim. Sonunda –nispeten-doğru düzgün bir mekânda Buika’yı izleyebileceğiz. Gidelim, coşalım, Javier Limón’un flamenkosuyla Suyun Kadınları'nı kana kana içelim.



Amadou & Mariam

18 Temmuz Pazartesi, 22.00, The Marmara Esma Sultan



Çok uzun süredir gelsinler istiyordum. Çok farklı, benzersiz bir ikililer. Müzikleri sihir, aşk ve ümit dolu. Sade ve yoğunlar. Şarkıları bağımlılık yapıyor, benden söylemesi.



Paul Simon İle Nihayetinde Buluşma

19 Temmuz Salı, 21.00, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu



Bu sene Pat Metheny'i Caz Festivali’nde izleyebileceğimize dair bir hayale kapılmıştım. Orkestrası ile gelmese bile yeni albümü What's It All About’dan parçalar sunmasını istiyordum. Albümde Simon &Garfunkel’in The Sound of Silence parçasını da yeniden yorumlamış. -Müthiş bu arada.- Olmadı, neyse ki 30 Kasım ve 1 Aralık 2011 tarihlerinde İstanbul'da konser vereceğini müjdeleyim. Sitesinde konser mekânı olarak "CCR Concert Hall" yazıyor, herhalde Cemal Reşit Rey olsa gerek.



Paul Simon’da konserde The Sound of Silence parçasını söyler mi bilmiyorum. Ama yine de geleceği için memnunum. Zamanında Simon &Garfunkel’in konser kayıtlarını, videolarını defalarca izlemiş, albümlerini ezberlemiş biri olarak elbette gitmek isterim. Epey gecikmiş bir ziyaret olsa da, yalnız da gelse, uzun süredir dinlememiş olsam da Paul Simon; Paul Simon’dur.



Ve o İstanbul’da Açık Hava’da sesi ve gitarıyla pek bilmediğim yeni şarkılarını seslendirdikten sonra, dönüş yolunda caddede yürürken “You Can Call Me Al” söyleyip, dans edeceğim.



Joss Stone

28 Temmuz Perşembe, 21.00, santralistanbul Kıyı Amfi



Kendi güzel, sesi güzel. Umarım gelebilir. Gazetede son günlerde Joss Stone ile ilgili haberleri okuyunca onun için üzüldüm.

Umarım upuzun, sağlıklı bir ömrü olur. Onu kaçırmak ya da öldürmek isteyen başka sapıklar türemez! Ve umarım Kıyı Amfi güvenlikli bir yerdir!




İyi konserler dilerim.

Gülda


9 Temmuz 2009 Perşembe

SMV-STANLEY CLARKE-MARCUS MILLER-VICTOR WOOTEN "BAS'IN ÜÇ DELİSİ"

Dün akşam son dönemlerde izlediğim ve dinlediğim en iyi konserlerden birindeydim: Stanley Clarke, Marcus Miller ve Victor Wooten :S(arhoş edici)M(utluluk verici)V(urucu)bir üçlü!

Konser bir seyircinin talihsiz bir şekilde fenalaşmasından dolayı 15 dakika kadar geç başladı ve tüm AçıkHava tıklım tıklım doldu. Ender sigara içmeye gittiğinde bir çiftin " Yarısına kadar bazıları çıkar,kalabalık hafifler zira çoğu davetli vs'dir" demiş ancak kimseyi en azından dikkat çekecek şekilde görmedim ben.

SMV konsere 2008 yılında piyasaya sundukları "Thunder" albümlerinin açılış parçası "Maestros de las Frecuencias Bajas" ile başladı ve ardından hemen albümün ikinci parçası olan "Thunder" ve sonrası ile devam ettiler. Dördüncü parçanın bitiminde Victor Wooten "aldı eline sazı/bası" ve -halen ne yaptığına/nasıl yaptığına kafa yoruyorum- ve ve ve..."çalmak" kelimesi zayıf kalacağından bu cümlenin devamını getiremiyorum. Ancak en son gördüğümde gitarı kulağının arkasından çevirip tekrar aynı hızla çalmaya devam ediyordu.....Ben itiraf etmeliyim ki Wooten'ı ilk defa duydum ve dinledim ve büyülendim...Evdeki klasik gitarımı da -bir zamanlar naçizane ders alıp çalmışlığım vardı- saklama ve bu konuda da kimseyle bir daha konuşmama kararı aldım.Victor Wooten 3 yaşında çalmaya başlamış ve aşmış....Solusunu bitirdiğinde kopan alkış tufanının ardından "İstanbul'a ilk kez geldiğini ve çok sevdiğini söyledi ve kendilerinin 3 deli basçı olduklarını ve şu andan itibaren daha çok delicereceklerini" ifade etti.

Daha sonra sahneye bir kontrbas geldi ve Thunder albümündeki ve benim son zamanlarda duyduğum en iyi Sezen Cumhur Önal deyimiyle duygusal bir çalışma olan Milano'nun çalınacağını anladım. Ancak bu parçaya geçmeden Stanley Clarke bir iki parçaya kibarca eşlik etti ve ardından bir ara gözlerimin dolmasına sebebiyet verecek olan performasına başladı....Bir ara kontrbası çevirecek ve bas gitar olarak çalacak sandım!!! Bitirince gidip o kocaman ellerini öpeyim, sarıp sarmalayıp saklayayım diye düşündüm! Kocaman elleri diyorum çünkü 1.90 boyu ve palet gibi elleri ile Stanley Clarke bir müzisyenden daha çok bir basketbolcu görünümünde biri.Slap tekniğinin [ Slap tekniği 60 lı yılların sonlarına doğru "Larry Graham" tarafından icat edilmiştir. Bu teknik tokat anlamına gelen "slap" sözcüğünden gelmektedir. Üstteki tellere başparmak ile vurulur (tokatlanır), alttaki teller ise işaret parmağının alttan çekilmesi yöntemiyle "patlatılır"] temellerini atan bir efsane olarak anılıyor. [Pardon Canan Tan etkisi]Özellikle 1976 yılında yayınladığı School Days basın milli marşı olarak nitelendiriliyor ve kendisi de bir röportajında "eğer bas öğrenmek isteyen biri var ise bu parçayı çalmayı öğrenmeli " demiş.

VEEE Marcus Miller...Miles Davis ile çalma ayrıcalığını elde etmiş, sevimli, sahnede sürekli gülen bir usta...Başında siyah fötr şapkası ile çıktı her zaman olduğu gibi..Bir ara bas klarneti ile duyduğum en güzel "When I fall in love"ı yorumladı. ki...Bir insan nasıl bu kadar yetenekli olur diye düşündüm.



SMV bis için sahneye çıktığında herkes ayaktaydı ve "Beat It" çalarak Michael Jackson'ı da andılar biz tüm Açıkhava eller yumruk olmuş Just Beat It diye bağırırken....ve sonunda bir frizbi çıktı ortaya ...imzaladılar....fırlattılar ve yanımdaki kız kaptı...ben nasılsa buraya kadar gelemez diye olumsuz düşünmüştüm şimdi düşünüyorum da zıplayıp, insanların boyunlarını kırıp almalıydım o frizbiyi.. Sonra kıza resim çektirebilir miyiz dedim ve bütün konser boyunca kıvırcık saçları ile benim omuzumu gıdıklayan ve böyle yoğun bir ortamda benimle omuz omuza vererek konser dinlemiş bu kız hiç oralı olmadı..İnşallah kaybeder!!!!!!Kırılır!!!!! İmzalar silinir!!!!

Sevgiler
Billur

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails