Datça'da son anlarımı yaşarken vaktimi kitaplar ve eski Yeşilçam fimleri arasında böldüm. Bu bölünme arasında da koleksiyonum arasında bulunan iki fotoğrafın hangi fimlere ait olduğunu buldum. Aslında çok büyük bir çaba harcamadım bu sefer ancak bir tanesi hala meçhul ki bu uzmanlık sorusunu bilenlere buradan soracağım.
Bu kare Hicran Gecesi adlı 1968 yapımı başrollerini Hülya Koçyiğit, Ediz Hun, Çolpan İlhan, Sezer Güvenirgil ve Muzaffer Tema'nın paylaştığı Osman Seden'in senaryosunu ve yapımını üstlendiği bu film Güzide Sabri Aygün'ün aynı adlı eserinden uyarlanmış.
Burada bir ara verip Güzide Sabri Aygün kimdir sorusuna da cevap vermek istiyorum. Güzide Sabri Aygün ; özel öğrenim gören,Hoca Tahir Efendi'den edebiyat dersleri alan ve genellikle duygu ve hayalgücünün dayandığı eserler veren kadın romnacılarımız içinde yaygın şöhrete sahip olanlardan ilkidir.
Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında halk arasında çok tutulan kara sevda romanları yazmıştır. Eserlerinin bir çok baskıları yapılmış, bazıları da birkaç defa filme alınmıştır.
İlk eseri "Münevver" 1899'da "Hanımlara mahsus gazete"de tefrika edilmiş, 1901'de de kitap halinde basılmış. Ayrıca Sırpçaya ve Ermenice'ye de tercüme edilmiştir.
Özellikle Ölmüş Bir Kadının Evrak'ı Metrukesi yedi defa basılmıştır. Bu roman da önce Metin Erksan tarafından 1956 yılında Sezer Sezin ve Kenan Artun tarafından daha sonra da yine Ediz Hun ve Hülya Koçyiğit'in başrollerini paylaştığı, Osman Seden'in yönettiği Ölmüş Bir Kadının Mektupları adıyla sinemaya aktarılmıştır.
Bu fotoğraf ise Bekri Mustafa filminden bir kare... Yönetmenliğini Süha Doğan'ın yaptığı, senaryosunu Vecdi Uygun'un kaleme aldığı ve yapımcılığını Aziz Sarıkaya'nın üstlendiği bu filmin konusunu Kirli işler çeviren bir sigorta şirketin hareketlerini kontrol etmek üzere bir polis müfettişinin görevlendirilmesi ve şirketin arkasında gizlenen çeteye girmesi gelişen olaylar oluşturmaktadır. Müfettişimiz sonunda bütün kirli işleri ortaya çıkarmakta ve şirket sahibinin kızı ile evlenmektedir.
Bu karede ise Hülya Koçyiğit acaba kiminle evlenmektedir. Pek de mutlu değil değil mi? Acaba yüreği kimde? Kuyu gözlerinde kimin akisleri mevcut? Necdet Tosun ise havalara uçacak neredeyse mutluluktan...
Ekrem Bora ‘nın sayısız filmleri arasında benim en sevdiklerimin başında Arkadaşımın Aşkısın, Sürtük, Mazi Kalbimde Yaradır, Kadın Severse ve Gözleri Ömre Bedel filmleri gelir. Ama aklımda her zaman tuttuğunu koparan, aşkı için dağları delecek güce sahip, onun olmazsa kimseye yar olmasın diyen gözü kara gazino patronu(m)dur, benim için. Ama Ertem Eğilmez’in 1965 yılında çektiği, hâsılat rekorları kıran ve kendisine 1966 yılında 3. Antalya Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandıran Sürtük filminde aşk karşısında boynu bükülen bir adamdır.
Filmin senaryosu Sadık Şendil tarafından kaleme alınmış ve Bernard Shaw'un “Pigmalyon'u ile Charles Vidor'un “Love me or Leave me” isimli eserlerinden kotarılmıştır. İçinde benim sevdiğim her şey var: kenar mahalle dilberi, kuğuya dönüşüm, dönüşümü sağlayanın aşkı ve 32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN…..FİLM BAŞLIYOR…...
ÂLEMİN KRALI EKREM
Jilet gibi takım elbisesi, başında fötr şapkası, ağzında öfkesini havaya karıştırdığı cigarası ile Ekrem bir gazinonun kapısında adamları ile beliriverir. Kapıdaki densiz ağbi sorar :
-Aza kartınız? [Münasebetsiz kazma, kime ne soruyorsun? Az sonra yeni patronun olacak] -Göster [Bir tokat patlar; kart etkilidir, anında içeri girilir] İçeride gazinonun sahibi afallamış bakınmaktadır. Bu Ekrem denilen adam laf anlamamaktadır: Gazino patronu; “Söyledim adamına. Salonu satmak istemiyorum.” ekrem; “Ama ben almak istiyorum.” Patron; “Ama Beyefendi!”
Ekrem; “Kes lan! İşte paran. (Adamlarına) Bu işi hemen burda halledin. Eksiksiz.” Gazinolar Kralı Ekrem sayısız gazinosuna bir yenisini daha ekler böylece. Parası ile, sırasında yumruğu ile sahip olamadığı yer, adam yoktur bu piyasada…
BÜYÜK SAZ GAZİNOSU
“Seni ben ellerin mi ol diye sevdim” şarkısını sahnede seslendiren assolist Ferah Nur (Ferah Nur) gazinoyu inletmektedir. Ardından büyük bir alkış tufanı kopar ve sahneden inen Ferah Nur soluğu Ekrem’in yanında alır:
-Şuraya bak, salonu yıkacaklar benim için
Ekrem kibarca cevap verir:
- Kes! - Artist olmadığın için alkışın değerini bilemezsin. - Kes!
Ferah Nur baktı ki olmayacak, “hadi bizi bir yerlere götür” demekte bulur çareyi ve Ekrem böyle halkın şımarttığı assolisti alır, bir kenar mahalle meyhanesine götürür. Sahnede Naciye (Türkan Şoray] ve elinde tefi döktürmektedir:
“Saçlarını öreceğim, güllerini dereceğim//Aç koynuna gireceğim, mış//Ablanı alacağım, enişten olacağım//Sana koca bulacağım, mış.//**//Mış mış mış mış, iki gözü kör olası//Evi barkı yıkılası, mış.//**//Alların alıyım, güllerin goncasıyım//Ablanın kocasıyım, mış//Ablan güzel sen goncasın, sen ablandan öncesin//Ablan bana doymasın, mış./**//Baldızım olacaksın, derdimi bileceksin//Yüzüme güleceksin, mış//İçip sarhoş olunca, kafaları bulunca//Yerlere düşeceğiz, mış.”
Büyük assolist Ferah Nur haliyle bu sürtük görünümlü şarkıcıdan, meyhane ortamından hiç hoşnut değildir ve söylenmeye başlar. Ekrem Ferah Nur’un bu şımarıklıklarına dayanamaz ve beklenen ve gereken cevabı verir:
-Son zamanlarda sıkmaya başladın. Biraz alkış iki çiçekle ne oldum delisi kesildin başıma. Kaçtır söylüyorum sana züppelik yapma böyle diye. Zaten suyun kaynadı senin!Assolistimiz Ekrem’e aldırmaz görünmekte ve ağzına geleni söylemekte, Naciye gibiler yüzünden şarkıcı olmaktan utanmaktadır. Ekrem gene haddini bildirir:
-Utanma hiç fark yok aranızda. Şans sana gülmüş, ona gülmemiş o kadar. İstersem 3 günde yetiştirir, meşhur ederim . Görürsünüz!
[Ekrem Ağbi be, bizim eğitim sorununa da bir el atsan olmaz mı?]
Programın sonunda meyhaneyi terk ederken Ekrem Naciye’ye kartını verir Üstünde adresim yazılı Yarın bana gel.”
Naciye:
- “Çüş be! Ne zannettin ulan sen bizi? ‘Yarın gel’! At pazarından eşek alır gibi satın mı alacaksın ulan bizi? Gözünü aç züppe, kız oğlan kızım ben. Ayı. Kendimi koklatacak surat var mı bende, Öküz. Ortaya çıktık göbek attık diye ırzımıza mı geçeceksin, godoş.” Diye Ekrem’in üstüne yürür.
Naciye’nin elinden kartı alan Hasan Baba karttaki ismi görünce
- “Dur a be kızım. Dur a be yavrum. Yanlış anladın sen… Senin gibi ne kızlar var O’nun elinde. Başına devlet kuşu kondu da kaçırdın. Seni şarkıcı yapacaktı, menşur edecekti.”
HAKİKATEN GÖRÜRÜZ
Bu duruma hayıflanan Naciye ertesi gün çat kapı Ekrem’in evinde soluğu alır ve; -Seni zampara sandım önce. Sonra sulanmayacağını anlayınca geldim… Devlet kuşuymuşsun, hadi bakalım bizim de başımıza kon da görelim.” Der.
Tabii Ekrem Ağbimizin eğitim ve öğretim sürecine 3 gün dediysek o kadar da iddialı olmadığı, biraz yontulacak oduna da bağlı olduğu da bir gerçektir.
İlk şart Naciye’nin ağzından çekip uzattığı sakızı ağzından atması şarttır! Üstelik önce adı da mutlaka değişmelidir.
Kısa bir konuşmadan sonra Ekrem zili çalar ve uşak içeri girer. İşlem başlamıştır, Naciye’ye temiz bir kalafata çekilmesi gereklidir: “ Melahati [Melahat İçli] çağır, gelsin.” Emri verilir.Banyo, masaj, saç, baş, manikür, pedikür derken epey fiyakalı olur bizim Naciye…
Ardından Ekrem Melahat Abla ile ikisini Ferah Nur’un Levent’teki villasına götürür, Ferah Nur kovulur, eve Naciye yerleştirilir. Ekrem Ağbimizin belli bir kadını yoktur; o hancı, kadınlar yolcudur Melahat Abla’nın deyimiyle.
Yatağın büyüklüğünden işkillenen Naciye “Bu herif benle yatmaya kalkmasın? Melahat Abla rahatlatır, “Ekrem’in amacı seni meşhur etmektir” der. Ardından akşam için hazırlanır ve gazinonun yolunu tutarlar. Menuyü kitap zanneden, eliyle ekmeği koparan, darbukacıyı beğenmeyen Naciye’nin halen eğitime ihtiyacı olduğunu gören Ekrem Melahat Abla’ya kesin emir verir: Adam et getir şunu karşıma!”
NACİYE ADAB-I MUAŞERET KURALLARINI ÖĞRENİYOR
Memduh Alpar Naciye’ye yemek adabını öğretmek için tutulur ve başlar:
- Şarap bardağı tutulurken serçe parmağı hafifçe yukarı kaldırılacak - Ağız peçeteye hafif bir temasla değecek; adeta dudağa pudra pon pon eder gibi
Diye öğretir öğretmesine de Naciye salonu terk ettikten sonra şişeyi başına diker, eti eliyle ısırarak yer!
Öğrendiklerinin test edilmesi için Ekrem ile Boğaz’da yemeğe çıkan Naciye her öğrendiğini başarıyla uygulamaktadır.Ekrem hemen cebinden pırlanta bir bilezik çıkarıp “Bunu hak ettin” der. Naciye sevinir sevinmesine de işportada 2.5 TL olan bu bilezik için Ekrem’in çok para vermiş olmasına üzülür. Ekrem Naciye ısrar etse de daha eğitiminin bitmediğini söyler; dans, şan dersleri vardır alınması gereken.
SABAH SABAH ORKİDE
Bir gece önce dans derslerinin işe yarayıp yaramadığını görmek için Ekrem Naciye’yi dansa götürmüş ve ona bir kürk hediye etmiştir. Ertesi sabah uyandığında ise Melahat Abla tek bir çiçekle odasına gelir. Ekrem’in tek çiçek göndermesini parasının bitmesine bağlayan Naciye endişelenir.
Mualla; “Tuhaf!”
Naciye; “Tuhaf ya! Kaz kafası gibi bir şey. Şuraya bak.”
Mualla; “O değil, tuhaf olan O’nun sana çiçek getirmesi. Bunca yıldır bu adamın bir kadına tek karanfil verdiğini görmedim. Sana orkide! Bir iş var bunda. Sevmeye başladı galiba seni.”
Naciye; “Yok deve! Talimli maymun neyse, ben de oyum O’nun için. Marifet öğretip, ondan sonra, sırtımdan para kazanacak. İnkâr etmiyor ki adam.”
Bu esnada salonda Ekrem Naciye’yi salonda beklemektedir. Naciye;
-“ Bu ne be? Ben sana demedim mi bol keseden gitme sıfırı tüketirsin diye. Ama söz meşhur olunca para almam senden. Bana her akşam 10 kağıt ver yeter bana.
Ekrem ise onu pencereye götürür. Dışarıda yeni bir araba vardır ve Naciye’nindir. Dersi veren Ekrem! Arabadan sonra deniz motoru da kullanmaya başlar Naciye.
BÜYÜK SAZIN PİYANİSTİ CÜNEYT’TEN MÜZİK DERSLERİ
Müzik dersleri hemen ertesi gün boş lokallerden birinde başlar. Piyanist Cüneyt (Cüneyt Arkın) Do Gamı üzerinden çalışmaya başlatır, piyano üstünde bir metronom bulunur. Usul ve makamlar de önemlidir. Halbuki Naciye’nin bilmediği yoktur; köçekçe, çifte telli. Nefes de önemlidir, diyaframı kontrol etmek de. Ayrıca sesin terbiyeye ihtiyacı vardır, deyince Naciye öfkelenir;
-Terbiyesiz mi benim sesim ? diye. -Müzik kültürü lazım tabii -Ekrem Bey alsın , çok mu pahalı?
Zamanla Naciye derslerde ilerlemiş, Nazari derslerde ise Hacı Arif Bey’e kadar ilerlemiştir. Cüneyt derse devam etmek istese de Naciye:
-“Bu güzel havada, değil Hacı Arif Bey’i, kendi hacı babası olsa çekemem’. Diyerek bir çay bahçesine gitmeyi teklif eder.Çay partisinde Cüneyt ciddiyetle devam etmektedir:
Cüneyt; “Segâh, dügâh, sultanîyegâh.”
Naciye; “Darbukacı Agâh! Kusura bakma aklıma geldi. Babamın arkadaşıydı. Veremden öldü. Zaten bizim orda insanlar ecelleriyle ölmezler pek. Ya bir bıçak yerler, ya kaza, ya da veremden giderler. Anamı hastaneye kaldırdılar geri gelmedi. Babam yapıda bir duvarın altında kalmış. Gittiğim zaman çıkarmışlardı ama üstü gazete örtülüydü. Yüzünü göstermediler bana”.
Bir başka dersin ardından başka bir çay bahçesinde Cüneyt anlatmaktadır bu sefer:
-“Hayatlarımız bir yerde birbirine çok benziyor. Ben annemi hiç görmedim, tanımadım. Babam askerdi. Tatillerde beni manevralara beraber taşırdı. Ekrem Bey’i orada tanıdım. Babam severdi O’nu. ‘Bu çocuk ilerde çok yaman olacak’ derdi.” Oldu da .
-Şimdi çok zengin değil mi? -Evet öyle -Sen? -Ne gezer babamdan bir İstiklal Madalyası ve temiz bir soyadı kaldı, Annemden de küçük bir evle piyano.
Dersler yavaş yavaş nihayete ererken Cüneyt ve Naciye birbirlerinie gitgide yakınlaşmaktadırlar ama Cüneyt’in bu aşkı itiraf etmeye cesareti yoktur. Halbuki Naciye’ye göre insan sevdi mi “ küt “ diye söylemelidir. Bir gün dersten sonra dolaşmaya gidip döndüğünde elinde gül, ağzında aşk şarkıları Ekrem’in evde öfkeyle kendisini evde beklediğini görür.
-Nerdesin sabahtan beri? -Dur, noluyorsun?dersten sonra dolaştım biraz -Sekiz saat mi? Gece oldu -Ne çıkar ? yaz akşamı Emirgan’da çay içtim -Tek başına mı? -Tek başıma.. Akşama kadar müzik dersi, usul dersi, düm tek düm tek. Eh ben de insanım -Aksini iddia etmedim.
-Ama kuklaya çevirdin beni. Kahvaltı şöyle olacak, şu kadar jimnastik yapacaksın, şuraya gideceksin, buraya gitmeyeceksin.
[Naciye cilveli Naciye, biri de keşke bize söylese bunları da sersem sersem etrafta dolaşmasam, her yere yetişeceğim diye]
-Hepsi senin iyiliğin için -Onu anladık ama biz de can taşıyoruz. -Peki uzatma. İşimden oldum bunca saat? -Peki niye bekledin beni bunca saat? -Bunu vermek için. Eyvallah! [Kocaman bir pırlanta gerdanlık vardır kutuda.]
ASSOLİSTİMİZ TÜRKAN ŞORAY
Ertesi gün derse geç gelen Naciye ders yapma istemediğini kendi seçtiği bir şarkıyı okuyacağını söyler Cüneyt’e ve Hani Bir Gün Gelecektin diye aşkını şakır. Birden kapıda beliren Ekrem Naciye’yi alkışlar ve onu alıp sokağa afişlerini göstermeye götürür ve akşama sahne alacağını söyler. Gazinonun sunucusu:
“Ve şimdi yeni bir ses yıldızı ilk defa olarak sahnemizde”diye sunar.
Türkan; “Ne tuhaf! Korkuyorum sahneden.”
Ekrem; “Sahne senden korksun.” Der ve assolistimiz İçin İçin Yanıyor adlı şarkıyı söylemeye başlar ve tabii ki müthiş geçer her şey ve ondan sonraki üç ay…
Bir akşam Programın bitiminde Cüneyt’e kendisini beklemesini , onula bir şey konuşmak istediğini söyler. Arabasıyla Cüneyt’i evine bırakırken Naciye ayarı verir:
-Niçin benden kaçar gibisin? -Yoo sana öyle geliyor -Dersler bitti, sende değiştin. Senin için sadece bir talebe miydim? -Yoo ama… -Üç ayda üç kere hatrımı sormadın…
Sonunda Cüneyt pes eder ve “Senden kaçıyorsam elbet bir sebebi vardır. Anla beni “ der ve arabadan inerken Naciye Gecenin karanlığında aşka doğru son sürat basar gaza. Sonra…Sonrasında Cüneyt ondan niye kaçtığını anlatmaktadır:
-Yükseliyordun..Seni şöhret ve para bekliyordu. Ben neyim? Fakir bir piyanist.. -Şöhret , para hıh.. Adım neon ışıklarıyla yükseklere yazılacağına, sevdiğimle birlikte bir nişan halkasının içinde dursun daha iyi bence.
Cüneyt sonunda ağzındaki asıl baklayı çıkarır: Aralarındaki en büyük engel , elinden bir şey alınmasına dayanamayan EKREM.
AŞILMASI GÜÇ ENGEL EKREM
Cüneyt ile geçirdiği aşk dolu dakikalardan sonra eve dönen Naciye, evde kendisini öfkeyle bekleyen Ekrem’i bulur ve “Sürtük, kahpe” nidaları arasında aşkedilen bir tokat Naciye’nin suratında patlar. Odasına doğru koşan Naciye Melahat Abla’ya sarılarak sorar :” Ne hakla yapıyor bunu” Cevap basittir.”Tanımamışsın onu. Seviyor Seni!”
Ertesi sabah Ekrem Naciye’nin yavuklusunun kim olduğunu anlamaya çalışırken, Naciye ve Cüneyt evlilik başvurusu yapmaya karar vermişlerdir. Bu kararın mutluluğu ile birbirlerine sarılmışken kapı acı acı çalınır, gelen davetsiz misafir kim midir? Ekrem'dir tabii ki! Naciye saklansa da doğuştan Hercule Poirot olan Ekrem fincandaki ruj lekesinden olayı çakozlar ve o ana kadar istediğini elde etmek, yerle bir etmek konusunda çektiği nutuğu o dakka kesip evi terketmeye meyleder. Cüneyt şapkasını uzatacakken Ekrem :
"Şapkamı her zaman kendim giyerim. ne de olsa el oğlu adama külahını ters giydirir." der ve gider.
Ertesi gece gazino programından sonra Naciye'yi eve bırakan Ekrem Türkan'ın yorgun olmasına aldırmadan eve gelir ve ağzından köpükler saçarak " ‘isminin, sanatının, şöhretinin hatta güzelliğinin onun malı olduğunu’ söyler. Naciye ise bir kukla olmak istememektedir, insandır ve yaşamak istemektedir. Ağlayarak tüm elbiseleri ve mücevherleri alabileceğini söyleyerek evden çıkıyor ve Ekrem :
- “Gittiğin gibi geleceksin. Köpek gibi döneceksin bana.” diye çığırır.
NACİYE'NİN KÖPEK GİBİ DÖNMESİ İÇİN YAPILANLAR
Ekrem hayatının öcünü almak için Allah var elinde geleni ardına koymaz.Naciye ile Cüneyt nereye başvursalar kapılar yüzlerine kapanmaktadır.Heryerden Naciye'nin afişleri sökülüp eski göz ağrısı Ferah Nur'unkiler asılmaya başlanır.Ekrem daha da ileri gider ve hasbelkader bulduklarım bir işe de o gazinoyu satın alarak çözüm bulur. Ekrem:
-Naber aşk delisi? Buralara mı düştün? -Aşk hiçbiryere düşmez!Belki düşen benim senin sayende. Tüm kapıları kapattırdın yüzümüze. Rızkımıza engel oldun ama aşkımıza olamayacaksın! -Aç karınla aşk kaç gün sürer bakalım? -Mahşere kadar. Gönlümüz tok bizim. Çık dışarı! -Kimi kovuyorsun, burası benim artık, satın aldım. -Al burayı da satın al. Dünyadaki bütün gazinoları satın al. Beni satın alamayacaksın, paran yetmeyecek bana.!!!
Naciye'yi satın alamayan Ekrem bu sefer kancayı Cüneyt'e takar ve bir çek uzatır; erkek parasıdır, Cüneyt gibi karı parası değildir sahip olduğu.ANCAAAAAK!Cü tabii ki çeki yakar....Çaresiz kalan sevgililer ertesi gün şehri terketmeye karar verirler. Naciye bavulları hazırlamayua eve, Cüneyt de afişleri hazırlamaya gider. Garda buluşacaklardır. Ancak evde Ekrem onu beklemekte ve onu almadan hiçbiryere gitmeyecektir.
-Nasıl girdin buraya? -Onu bilmem ama nasıl çıkacağımı biliyorum. Çamurdan çıkarıp adam ettiğim SÜRTÜK!
Gerçekten de Ekrem'le evden çıkıp giden Naciye Cüneyt'in öldürülme tehdidine kayıtsız kalamamıştır, bir mektup bırakır ve Ekrem ile gider. Garda umutsuzca Naciye'yi bekleyen Cüneyt Naciye gelmeyince eve yollanır ve mektupla karşılaşır ve soluğu Ekrem ile Naciye'nin yanında alır. Naciye Cüneyt'e "aşk maşk yok, para var para" diye şımarık şımarık konuşur. Duyduklarına inanamayan Cüneyt okkalı bir tokat aşkkeder ve bir etrafındaki bir iki adama yumruk sallayarak mekanı terkeder.
Eve döndüklerinde Naciye Ekrem'e "Oldu mu, Beğendin mi rolümü? Al beni, al malını" diye eziyete başlayınca Ekrem : - “Hayır, istediğim bu değildi benim. Senin, kimsenin olmayan, alınıp satılmayan tarafını, ruhunu, kalbini istiyordum. Kendimi de sizi de bunun için zorladım, hırpaladım. Meğer gücümün yetmeyeceği bir şeymiş bu. İnsanların boyunu, kolu bükülebilirmiş de kalbi bükülemezmiş meğer. Beni affet ve git" diye yakarır.
Şöhreti mahvolan, sevdiğinin gözünde küçülen Naciye geldiği yere döner, elinde bir tef , farsa toplamaya....
“Naciye, Naciye! Cilveli Naciye//Çalkala göbeği aşk ile şevk ile.” diye kenar mahalle meyhanelerinde şakırken bir iş teklifi alır ve büyük bir yerde sahneye çıkar.
İçin İçin Yanıyor Bu Gönlüm, Onun İçin Yanıyor Kanıyor Bu Gönlüm adlı şarkıya başlayıp...
Açık Yeşildi Gözü bölümüne gelince bir bakar Piyanoda Cüneyt.!!!!!!
Kenarda ise gözleri dolu dolu, aşka yenilmiş, geceye karışan bir EKREM!!!!
Bir gün Fatma Girik'in bir filmini seyrederken annem bana " Şahane bir kadın bu. Türkan Şoray yanından geçemez.Bir keresinde İzmir'de mayoyla görmüştüm, inanılmaz bir vücudu vardı" demişti.Ben anneme dehşetle bakakalmıştım çünkü annem kadar müşkülpesent bir kadın zor bulunacağından, onun sözlerinden sonra Fatma Girik'e bir afet gözüyle bakar olmuştum.
Hep "Erkek Fatma" diye anılsa da aslında bu lakap onun doğru sözlülüğünden, kırıtık olmayan davranışlarından ziyade çocukluğundan kalma diye okumuştum Agah Özgüç'ün Türk Sinemasının Kadınları adlı kitabında. Yaşadığı mahallede bütün çocukları toplamış, okları ve yayları ile karşı tarafın çocuklarına saldırmak için hazırlanırlarken grup içinde tek kız kendisi imiş ve arkadaşları da ona "Erkek Fatma" derlermiş.
Sonraki başarılı filmografisine rağmen Fatma Girik ilk başlarda Osman Seden, Atıf Yılmaz'ın filmlerinde figüranlıktan öteye gidemez ve hiçbir şekilde ilgilerini çekmemiş.
Fatma Girik'in rol aldığı filmlere baktığınızda aslında Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın'dan çok daha cesur sahnelere imza attığını görürsünüz.Gerektiğinde Beyoğlu'nda bir pavyonda stiriptiz yapar,gerektiğinde sömürülen köylü kadınıdır, kan davası güden ya da her türlü fedakarlığa göğüs geren bir anadır.
Ben daha çok Cici Katibem, Ben Bir Sokak Kadınıyım,Sürtüğün Kızı, Satın Alınan Koca gibi ilk dönem filmlerini severim. Aşağıdaki kareler hangi filmlerden bir türlü bulamadım. Siyah dantel olanlı kıyafetlere bürünmüş olduğu filmi çok önceden seyretmişliğim var ama sadece aklımda bu kıyafetli sahneleri kalmış nedense!
Geçtiğimiz Pazar günü Nehir’i sinemaya götürmeye söz verdiğimiz ve o da “çekirdek aile” olarak gitmekte ısrar ettiği için (Zorba da dahil ama sinemaya almıyorlar) animasyon formatında olmayan ama çocuk filmi niteliğini haiz bir filmde karar kıldık : " HUGO "
Nehir biraz itiraz edince filmin fragmanını seyrettik ve gene ikna olmayınca “Bak işte, Alice Harikalar Diyarında” gibi bir film bu!” sözleri dudaklarımdan dökülürken aklımdan “Acaba Martin Scorsese” niye böyle bir film çekmiş olabilir ki” diye düşünüyor, Ender’i ikna etmek için ise “Bak ama Martin Scorsese çekmiş” diyordum.
Sonunda sinema salonunda yerlerimizi aldık ve yaklaşık 40 dakika süren reklamlar bitince film başladı. Film başlayana kadar mısırını bitiren Nehir’in hüsranı beni gerginleştirse de az sonra başıma gelecek olanlardan habersizdim. Film Türkçe alt yazılı idi! Nehir’in 3 boyutlu gözlüklerinin ardında açılmış kömür gözlerinde çakan ateşler beni acil bir çözüm bulmaya itti. Simultane Tercüme! Tabii hem kulağına fısıldamak, hem üç boyutlu gözlüğün ardından tek gözle ekranı takip etmek –ben de filmi izlemek istiyordum- beni biraz hırpaladı ama sonunda film beğenilince ateşlere maruz kalmaktan yırttım.
HUGO’nun benim uydurduğum gibi Alice Harikalar Diyarı ile de uzaktan yakında ilgisi yok ve klasik bir çocuk filmi de değil açıkçası. Sinemanın coşkusunu ve heyecanını yüreklerinde hissedip bugünlere gelmesini sağlayan tüm herkese geç kalmış bir saygı duruşu ve o günlere ait hatıraları canlı kılmaya çalışan bir film.
Filmdeki tüm mekanlar ve sahneler çok etkileyiciydi ama özellikle 1930 ‘lu yıllara ait Paris görüntüleri çok güzeldi. Kısa sahneleri olan Jude Law’un yanı sıra Gandhi’yi seyrettiğim günden beri hayranı olduğum Ben Kingsley, ve çok yetenekli olduğunu düşündüğüm Hugo rolündeki Asa Butterfield ve filmin en ilginç ve komik karakteri olan istasyon polisi rolündeki Sacha Baron Cohen çok başarılı idiler.
Hugo, Brian Selznic’in ödüllü çocuk romanı ‘The İnvention of Hugo Cabret’ dan sinemaya uyarlanmış e senaryosu John Logan tarafından kaleme alınmış. Paris’te saat tamircisi olan babası ile yaşayan Hugo babasından saatleri tamir etmeyi öğrenmiş ve o çarkların olağanüstü mekanizmasını keşfetmiştir bir çocuktur. Babasını kaybedince sarhoş amcası ile Paris tren istasyonunda yaşamaya başlar ve bir süre sonra ise amcası ortadan kaybolduğundan saatleri kurmak ve bakımını yapmak işini üstlenir. Yalnızlığını ise babası ile tamir etmeye çalıştıkları bir robot gibi oyuncak paylaşmaktadır. Bu robot oyuncak Hugo’ya hiç bilmediği bir âlemin kapısını aralar.
Filmin ilk yarısı -sanırım senaryonun biraz sarkmasından kaynaklanıyor olabilir- aslında biraz sabır gerektirebiliyor ama ikinci yarısında siz de Hugo ile birlikte aralanan kapıdan içeri sızıyor ve sinemanın tarihine hızlı bir göz atıyorsunuz.
Filmde ,ilk film olarak nitelendirilen ve Yönetmenliğini Auguste Lumière ve Louis Lumière kardeşlerin yaptığı 1895 yılına iat “Arrival of a Train at La Ciotat” (Bir Trenin La Ciotat Garına Gelişi) adlı filmin gösteriminde seyircilerin trenin gerçekten üzerlerine geleceğini sanarak korkmalarını görmek yüzümde naif bir gülümseme yarattı.Ayrıca George Melies ile yeniden tanışmak ve onun yüzlerce çektiği filmden sahneler görmek de çok zevkli idi.
Filmde benim özellikle eleştirdiğim nokta Fransa’da geçen bir olayın anlatıldığı filmde herkesin İngilizce konuşuyor olmasıydı ama Allah’tan öyleydi. Yoksa Nehir benim ruhumu emerdi. Zira Fransızca bilmiyorum.!
Gülda ile En Sevdiğimiz şeylerden Birkaç Tanesi başlıklı yazılarımızın temelini atan konuşmayı yaparken bir kış gecesi Yeşilyurt Köyü’nde... Nasıl oldu da benim listemde The Way We Were yer almadı bilmiyorum. Çünkü ben ne zaman bu şarkıyı duysam aklıma Sydney Pollack’ın aynı adlı filminden özellikle Robert Redford’un denizci kıyafeti ile barda gözleri kapalı dururkenki hali ve her kadın gibi sarı saçlarını elimi uzatıp düzeltme ihtiyacını duyururken…ve her dinlediğimde gözlerimin dolmasına mani olamazken…
Filmi ilk seyrettiğim zaman küçüktüm ve Robert Redford’a bakmaktan Barbra Streisand ile neden bu işin yürümediğini pek iyi kavrayamamıştım . Ki ben daha o zamanlarda “ Ne böyle senle ne de sensiz,Yazık yaşanmıyor çaresiz,Ne bir arada ne de ayrı, Olmak imkansız hiç sebepsiz” şarkısını da fazla anlamadığım ve dinlemediğim bir dönemdeydim…Hele değil satır araları paragraf başı politik olaylara gönderme yapan hiçbir husus hakkında en ufak bir bilgim yoktu.
Filmi ikinci seyrettiğim zaman ben de ucundan kıyısından imkansız aşkların kıyısında köşe kapmaca oynamaya başlamış, değil aşk meşk âşık olduğumu iddia ettiğim kişilerle nasıl konuştuğuma arkadaşlarımın hayretler içinde kaldığı yıllarımdaydım. Ne böyle senle ne de sensiz şarkısının defalarca döndüğü ve insanın kendinden ve kişiliğinden her defasında bir şeyler kopa kopa ödünler verdiği zamanlar. Sonrasında ise bu ödünlerin değip değmediğinin saatler boyu düşünüldüğü , cevapları herkesin yaşadığı aşklarda arama zamanları… herkesin aşkının da , kahramanlarının da farklı olduğunun görmezden gelerek diğer aşklarla paralellik kurma zamanları.
Sonunda sevmenin yeterli olmadığı insanın yüzüne bir duvar gibi aniden, bir gece uyandığında, yürürken, konuşurken, konuşurken..birden çarptığında kaçınılmaz ayrılıkla uzlaşma ve yoluna devam etme zamanları. Ancak insanın kalbinde , ufacık ama her an büyüyüp insanı sarmalayıp sarmalayacak küçük bir nokta kaldığını bilerek.
İşte bu filmi tekrar seyrettiğimde tüm bu duyguları tek tek hissetmiştim ve muhalifliği, kendi doğruları için savaşmaktan vazgeçmeyen ve böyle davranmayıp kendi ile çelişen insanlara karşı bastırılamaz isyanı saçlarından, gözlerinden ve hüzünlü bakışlarından damlayan Katie’ye ilk başlarda –ben de Robert Redford’a- Hubble’a aşık olduğum için kızsam da, onu anlamıştım.
Filmin sonunda karşılaştıklarında düzene ve o düzenin sunduğu nimetlere kendini kaptırmış olan ve gözlerinden hala Katie’ye aşık olan Hubble’a da azıcık kızmıştım. Yıllar sonra karşılaştıklarında Katie “Your girl is lovely Hubble” dediğinde Hubble’ın eski günleri hatırlayıp, içindeki ölmemiş aşkı uğruna o dakika neden yeni , güzel, sarışın, endamlı,içinde bulunduğu her ahval ve şeriati kabul etmeye meyilli, BASİT kızı [önyargı böyle bir şey işte!)bırakıp Katie’ye sarılmadığına az biraz bozulmuştum ama elden ne gelirdi?
Aslında çok şey gelirdi ama Hubble her zaman basit ve kolay olanı tercih ettiği için şimdi onu içine çeker gibi sarılıyor ve neler kaybettiğini anlıyordu…
katie: wouldn't it be lovely if we were old? we'd have survived all this. and everything would be easy and uncomplicated, the way it was when we were young.
hubbell: katie, it was never uncomplicated.
katie: but it was lovely. wasn't it?
hubbell: yes. it was lovely.
İç burkan bir hikâye ve yüzlerce karesinden herhangi birini bir şekilde birebir yaşadığınız için yürek yakan bir film. Bir filme bu kadar yakışan ve geçmişin güzel ama puslu sularına çeken bir şarkı… Geçmişe dönülemeyeceğinin ancak sadece o günlerdeki sarhoşluk duygusunu her notasında hatırlatan bir şarkı…
memories like the corners of my mind misty watercolor memories of the way we were scattered pictures of the smiles we left behind smiles we gave to one another for the way we were can it be that it was all so simple then or has time rewritten every line if we had the chance to do it all again tell me - would we? could we?
memories may be beautiful and yet what's too painful to remember we simply to choose to forget so it is the laughter we will remember whenever we remember the way we were so it is the laughter we will remember whenever we remember the way we were
Ayakkabılarımı atmışım,
Saçımı açmışım,
İş elbiselerimi fırlatmışım,
Kurtlar ;) gibi,
Açım!..
Açım,
Nerde benim Taçım!.
Taçım Hünkar'ın yemeklerini,
Yutmuşum!..
Kahvem sıcak,
Sigaram ateş almış,
Ayaklarımı uzatmışım,
Televizyonun karşısında,
Zap, zap, zap, zap,
Geri, ileri, geri, ileri,
Dur, izle, geç, dinle,
Aç kapa artema,
Sonra mı?
Denk geldi,
Ne geldi?
Onlar,
Kim onlar?
Sen tanımızsın,
Onları!..
Sanki sen,
Tanırsın!..
Bidaha soruyorum,
Kim geldi?
Öfff tamam,
Onlar işte!.
Dustin & Emma geldi!..
Elektrik kesintisi!..
Digitürk de filmler bir ay oynuyor. Yakalayın ve izleyin!.. '' Last Chance Harvey '' Konusunu anlatmıyacağım. Bilmeden açın ve benim gibi süpriz olun ve kendi kendinize bu vizyondayken neden izlemedim diyin.
Elektrikler geldi,
Vay T.E.K çalışıyor!..
Film bitti kalktım,
Ama bana Jan'i hatırlattı,
Jan kim?
Film ile alakası yok!
Jan Kim?
Belki biraz var!..
Jan Kim?
Bilmem,
Jan Kim?
Boşver,
Jan Kim?
Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı Ateş Parçası 1972 yılının Ocak ayında ilk defa gösterime girmiş Ulvi Arman’li Tonton Amca’lı eğlenceli bir filmdir.Senaryosunu Bülent Oran, yapımcılığını İrfan Ünal yaptığı, yine müziklerde Metin Bükey imzasının olduğu Ateş Parçası filminin başlıca rollerini Kartal Tibet, Türkan Şoray, Hulusi Kentmen, Necdet Yakın Sevim Emre ve Nevin Nuray paylaşmaktadır. Kartal Tibet’in seslendirmesi Abdurrahman Palay, Türkan Şoray’ın seslendirmesi ise her zamankinden farklı olarak Nevin Akkaya tarafından yapılmıştır.
Bu filmi bloga Atıf Yılmaz’ın ölüm yıldönümü olan 05.Mayıs tarihinde girmek istemiştim ama bugüne denk geldi. Ben de bu hayata ateş almaya gelmiş ve acelesi varmış gibi hızla giden Amy Winehouse'a bir ateş parçasına ithaf ediyorum.
Bir Çadır Tiyatrosu
Azize (Türkan Şoray) çadır tiyatrosunda ekmek parasını kazanmakta, hem eğlenip hem de eğlendirmekten memnundur. Bu esnada Tonton Amca (Nubar Terziyan) bacağında sakatlığı olan Mine’ye (Sedef Ecer) Boncuk aracılığı ile fal bakmakta “kumbarası dolunca ameli yat parasının denkleneceğini muştulamaktadır. Azize Boncuk ‘un Ayla’nın( Sevim Emre) da (Ayla elinde Sosyete-13 adlı bir dergi okumaktadır) da falına bakmasın isteyince ,Ayla:
-O pis hayvan mı söyleyecek kaderimi, ben sizler gibi uyuşuk değilim. Ömrümü bu aşağılık çadır tiyatrosunun adi seyircilerini eğlendirmekle geçirmeye niyetim yok. Ben zengin olmak istiyorum, bu çöplükte değil, apartmanlarda, villalarda oturmak istiyorum, otomobilim, incilerim, güzel kıyafetlerim olsun istiyorum. Hem de olacak göreceksiniz…
-Allah versin kızım gözümüz yok…Sen ne diyorsun bu işe İBİŞ? (bu bir bez bebektir) Aç tavuk kendini darı ambarında görür der Azize ve kahkahalara boğulurlar.
Tonton Amca ise Azize’ye kısmetini okumaya karar verince; tez vakitte hayatının erkeği çıkacağını söyler.
Acep Kısmet Nerelerde Ola?
Hemen sonraki sahnede Kısmet olduğunu anladığımız ünlü ve çapkın milyoner Tarık Arman (Kartal Tibet) bu esnada kırmızı spor arabasıyla yarış yapmakta ve bir sebze arabasına çarparak hızlı bir hayatın tadını çıkarmaktadır. Azize’nin onun kim olduğundan haberi olmasa da arkadaşı Ayla sürekli onun haberlerini takip etmekte ve Azize’yi bilgilendirmektedir. Yine ellerinde gazete Ayla, Tarık Beyimiz hakkındaki haberi okurken Tarık arabası ile çadır tiyatrosunun altını üstüne getirerek içeri dalar ve kim olduğunu öğrenince de: “Allah Kahretsin o sosyete züppesini” diye bağırır.
Araba son hızla bir ev bahçesinde durur, önce nişanlısı Selma’yı öper ve birinci gelen Tarık hızla soyunarak kendini Boğaz’ın serin sularına bırakır…Bu Tarık Beyimizin işle güçle pek alakası bulunmamaktadır. Ancak ne yazık ki sert mizaçlı ve çalışkan bir babası (Hulusi Kentmen) vardır: Ulvi Arman. Oğlunun işyerini banka gibi kullanması babasını çıldırtmaktadır.
Randevularda Bir Karışıklık Olunca
Tarık Beyimiz nişanlı olmasına rağmen hızlı bir çapkındır ancak biraz da şaşkındır zira aynı gün aynı saatte 3 kıza birden evinde randevu vermekte ve zavallı uşağı da serseme dönmektedir bu trafiği idare ederken. Kapana kısıldığını anlayan Tarık uşağını salondan kavga sesleri ve şangırtılar arasında onlarla bırakır ve arabasına doğru koşmaya başlar. O da ne? Arabasında nişanlısı onu beklemektedir. Arabada pusu kuran nişanlı “Hilton’da bir drink alırız” ne dersin diye sorunca gazlar giderler…
Asmam Çardaktan Suyum Bardaktan….
Tarık Arman Hilton’da drink ala dursun, zavallı uşağı evde olayı anlayan tüm sevgililer dövüşe dursun Azize çadırda programını icra etmekte hatta sahne alamayan iş arkadaşı Sarhoş Salih’in yerine palyaçoluk da yapmaktadır. Ayla’ya bu durumu söylememesi için söz alan Azize onunla Üsküdara gitmek zorunda kalır. Otobüsü kaçırınca önlerinde duran arabadan inen delikanlı Ayla’ya kolunu dolayınca Azize açar ağzını yumar gözünü ama gerçek şudur ki delikanlı Ayla’nın manitasıdır. Ayla kendisini idare etmesi için Azize’ye yalvarır, Azize de kabul eder. Delikanlı onlarla gelmeyen Azize’ye:
-Enayiliğine doyma der ve gazlar.
Yolun ortasında elinde koca bir bavulla kalakalan Azize dert arkadaşı İbiş’e:
-Duydun mu İbiş? Namusun adı enayilik olmuş der ağlamaklı ve başlayan yağmurun altında yoldan geçen arabalara el etmeye başlar. Bilin bakalım kim durur? Tarık Arman ve nişanlısı! Azize o kadar yalvarır ki bir püsküllü belaya çattığını anlayan Tarık mecburen onu arabasına alır.
Alır almasına da bin pişman olur Tarık Arman. İki kapılı spor arabısına inip binerken Azize söylenir, tam yol almışken bavulunu yolda bıraktıkları için durur ve bagaja benzin bidonu yüzünden sığmayınca sormadan bidonu bırakır, arabada nişanlının üzerine hapşırır, üzerine eşarbın suyunu sıkar.VEEE BENZİN BİTİVERİR BU ESNADA… Tarık benzinciye gitmeye karar verir ve nişanlı ile kapışan Azize de arabadan iner ve bir kamyonete otostop çeker. Kamyonetin arkasına kurulduğunda sırılsıklam olmuş Tarık’ı gören Azize seslenir:
-Heeeyyy ! Sosyeteeee! Atlasana….Meyve yiyip gülüşüp giderlerken benzin deposunun orada ikisi birden atlar kamyonetten bu sefer ama depo bozuktur. Bisiklet bulan Azize ile Tarık Tarık’ın evine doğru yola koyulurlar…
Bisiklet Hırsızları EVDE…
Eve varınca Tarık ve Azize üzerlerini değiştirirler. Tarık Siyah pantolon ve işli siyah bir gömlek giyerken Azize eflatun bir pijama giyer ve Tarık Azize’yi daha sıcak olacak gerekçesi ile çalışma odasına davet eder. Azize:
-Ay Sen çalışmaya vakit bulabiliyor musun? Otomobil sefası, at yarışı, tenis maçı, karılar, kızlar nişanlı… -Susar mısın lütfen? -Şimdi sen bu kitapların hepsini okudun mu yani?, -İmtihan mı edeceksin?
O sırada piyano üzerinde nişanlısının resmini gören Azize resmi tam saklayacakken karnı acıktığını bahane eder ve Tarık’ı mutfağa gönderir. Resmi saklamak için masanın çekmecesini açtığından görür ki çerçevede iki başka kadının resmi de vardır! Azize yaftayı yapıştırır:” Vay zampara vay!” der ve resmi değiştirir. Bu sırada Şakir yemeklerini hazırlamış ve şampanyalarını açmıştır. Tam Tarık “başbelasının şerefine içecekken” Selam kapıyı çalar. Tarık Azize’yi telaşla saklamaya çalışır. Azize:
-“Sen de diplomalı kılıbıkmışsın be Sosyete der ve saklanır. Çılgınlar gibi çığlık atan Selma bir hışım içeri girer. Saklanmış olan Azize’den aynı anda bir hapşırık sesi gelir. Bu sesin izini süren Selma çalışma odasına girince hem çerçevede başka birinin resmini hem de şömine önünde sofrayı görünce Tarık’a :
-O uğursuzu arabana aldık bir şey demedim ama bu ne rezalet deyince. Azize ortaya çıkar .Selma bayılıverir. Azize:
-Bırak be sosyete şimdi de bayılma dümeni yapıyor.Ver şu hesabı da gitsin be sosyete. Fatura almayı da unutma!
-Aaaaaaa!A a a a a!
-Yok beeeeee!
-İster misin karı kekeme kalsın?
Bu hakaretlere dayanamayan Selma koşarak evi terk eder ve Tarık peşinden gitse de geri getiremez. Hışımla odaya dönen Tarık’a Azize:
-Geçmiş olsun sosyete belayı zor atlattın.
-Asıl bela sensin üstelik seni bir türlü atlatamadık.
Deyince Azize ağlamaklı olur ve Tarık’ın “Bir daha karşıma çıkma yeter” sözünü de duyunca iyice yıkılır. Tarık birden arkasını dönünce Azize’nin artık orada olmadığını görür. Ağlayarak evden çıkan Azize Şakir’e:
-"İnsan değil ki bunlar Sosyete ne olacak." der ve üstünde pijama ile kapıdan çıkar.Şakir bu duruma dayanamaz:
-Bu havada çocuğu dışarı mı atıciz yani?
-"N’apiyim? Gidip ayağına mı kapanmayım dönsün diye?! Peki! Git çağır! Sabaha da 5-10 lira verir salarsın. Bir daha da gözüm görmesin." Şakir sevinçle fırlar.
ERTESİ SABAH
Daha doğrusu ertesi gün öğleden sonra uyandırılan Tarık kahvaltısını isteyince Şakir ellerini çırpar ve içeri elinde bir tepsi hizmetçi kıyafeti ile Azize girer. Tarık çığlık atar, Azize elindeki tepsiyi düşürür, Tarık deliller gibi “defol diye bağırmaya başlayınca Azize de elindeki tepisiyi yere çalar ve “ Senin gibilerin kibarlığına turp sıkayım Asaletin mektebi var mektebi! Baba parası ile kibarlık bu kadar olur işte’diye söylenerek odadan çıkar. Bu arada durmadan çalan telefona da bakan Azize cevap vermeden önce:
- Nankör lanet herif ! -Neeuu!Bana mı dedin? -Evet babalık sana dedim ne olacak? -Kimsin sen çabuk söyle? -Polis misin nüfus memuru mu Kimsem kimim? AZİZE A Zİ ZEEE -Orası nere çabuk söyle -EEEEE Bağırma be kulağım zarını patlatacaksın Evet haa bildin babalık Tarık adlı sosyetenin evi -Ben o zibidinin babasıyım! Çabuk hangi cehennemdeyse çağır bana onu -Hooyt! Beni hayta Oğlunun çobanı mı zannettin moruk -Hiiiiii! Moruk mu?! Kaldırım yosması seni -Çabuk çağır onu bana -Biraz daha bağırırsan kendi duyar seni zaten.
Diyen Azize telefonu havaya tutar ve babanın gümbür gümbür sesi TAAARRRIIKKK diye ortalığı inletir. Telefona koşan Tarık telefonu eline alınca önce Azizeye laf yetiştirir:
-Allah Cezani versin! -Senin Allah cezanı versin Sarhoş musun deli misin nesin? -Yanlış anladınız babacığım size değil, salak bir hizmetçi aldım ona bağırıyorum. -İnanma babalık yalan söylüyor senin hayta oğlun hizmetçi değilim! -Size değil ona söylüyorum, derhal kovuyorum onu! -Ben seni kovuyorum evlatlıktan mirastan her bir halttan reddediyorum seni!Der baba ve telefonu kapatır.
Tarık bunun üzerine “ Seni öldiriciiiğim başbelası!” diyerek Azize’nin üzerine yürürse de araya Şakir girer. Tarık bir sandalyeye çöreklenirken “ALLAHIM ne günah işledim de başıma bu belayı sardım?" diye inlerken Azize “bir daha yalvarsan da yüzümü göremeyeceksin." diyerek çıkar.Babasını ve nişanlısı Selma’yı sakinleştirmek için Tarık da yola koyulur.
Çadır Tiyatrosuna giden AZİZE hemen bir niyet daha çeker ve yine aynı fal çıkar. Bu arada Tarık işyerinde babasından azar işitmektedir. Ancak babası onu son defa affeder. Ayrıca Tarık’a kendisinin yokluğunda Selma ile birlikte Holdingi temsil etmesi için bir resepsiyona katılması görevini verir. Tarık da hemen Selma’nın yanına gönül almaya koşar.
Selma’yı evinde ağırlayan ve hem çiçeklerle hem de aldığı yüzükle avutmaya çalışan Tarık’ı işlerin yatıştığı anda bir sürpriz beklemektedir. Azize eve İbiş ve bavulunu almak için gelmiştir. Selma çayını yudumlarken hala Azize olayını unutamadığını, akşama resepsiyona ne giyeceğini bilemediğini söyleyip vızıldanırken Tarık eve bir tuvalet de ısmarladığını söylemektedir. Selma ise bir daha karşısına çıkarsa her şeyin biteceği tehdidini savurur ve hazırlanmak için içeri geçer.
Paketleri alıp yukarı çıkan Selma odada Azize’yi görünce gözlerine inanamaz ve bağırarak aşağı kata iner ve yılışık Azize’nin yatak odasında olduğunu haykırınca Azize de ikiletmez ve Selma’nın üzerine atılır. Selma en sonunda Can kurtaran yok mu? Diye bağırarak kaçar. Tarık ise resepsiyona kiminle gideceğinin derdine düşer . Şakir ise misafirlerin yabancı olduğunu ve nişanlısını tanımadıklarını söyleyince eski manitalarınu arar ve hepsi onu tersler.
Azize’nin hala evde olduğunu gören Tarık ona çıkışınca:
-Senin hatırın için bekliyorum -Benim hatırım için m i? -Azize hanımı yedek tutuyorum efendim Olur a hanım arkadaş bulamadınız.. -Evvel ALLAH nişanlı değil nikahlı rolü bile oynarım -Ben hanımefendi arıyorum. Baş belası değil!-
Ancak Tarık çaresiz kalır. Şakir ile Azize hazırlanmak için işe koyulurlar ve ortaya çıkan sonu. Baş Belası değil, Ateş Parçasıdır.
Ateş Parçası Kokteylde
Kokteylin açılışını yapan Tarık Azize’ye bir sürü tembihte bulunmuştur: Küfür yok, evet hayır dan başka laf yok, kibarca gül gibi… Tarık salonda misafirlerle ilgilenir ve kibarcık kibarcık konuşurken bir ara Azize’nin olduğu yerden gülüşmeler duyulur. Diken üstünde olan Tarık sohbetine ara vererek Azize’nin etrafını sarmış beyler güruhunun yanına gider. Konuklardan biri:
-Nişanlınız ile gurur duyabilirsiniz Tarık Bey az önce Seçil Bey’i dış politika konusunda epey terlettiler. -Nişanlınız hanımefendinin görüşlerinden epey yararlandık. -Nişanlınız ilk dansı bana lütfederler mi acaba? -Tabbiii hem dansın sonuna kadar dünya meselelerini de hallederiz.
Tarık gözlerini kapayıp, rezil olacağını zannederken Azize ise kibarca dansetmekte, ardında ritimli bir başka müzik eşliğinde bir başka konukla etrafı hareketlendirmektedir.
Tarık ise durumdan yavaş yavaş hoşnut olmaya ve gülümsemeye başlamıştır. Sonrasında Azize orkestraya verdiği emirle halay da çektirir misafirlere…Bu durumu kıskanan Tarık da bir süre sonra Azize’ye sarılarak halaya katılır.
Felaket Kapıda
Bu esnada Selma kokteylin olduğu yere gelmiş ve asıl nişanlının kendisi olduğunu söyleyerek içeri girmeye çalışmaktadır. Ancak kapıdaki görevli direnmekte, Selma’nın onunla dalga geçtiğini söyelemektedir. Tarık ise Azize ile romantik bir anın başlangıcında gecenin bitmesinden korktuğunu ve herkesin olduğu kadar kendisinin de kalbini kazandığını söyleyerek yazılmaktadır. Azize de cevapsız kalmamakta ve Tarık artık başka bir insan olacağı sözlerinin sıcaklığında erimektedir.
Bu romantik ve güzel an Selma’nın salona dalması , ona engel olan görevliyi tokatlaması ile birdenbire parça parça olur. Selma “Tarık Arman’ın gerçek nişanlısı benim! Bu şırfıntı benim ismimi nişanlımı ve elbisemi de çalmış” diye Azize’nin üzerine atılır. Azize hıçkırıklar içinde salonu terk eder. Tarık ise nişan yüzüğünü çıkararak nişanı bozduğunu haykırır. Tarık Azize’nin arkasından koşarsa da Azize saklanır:
-Ne işim vardı burada?bu tehlikeli oyuna niye girdim? Sen Tarık ARMAN’ın nişanlısı olabilir misin? Sen onları eğlendirdiğin müddetçe varsın Sen budala bir soytarısın senin yerin burası değil diyerek çadır tiyatrosunun yolunu tutar. Onu seviyormuşum boşver….
İBİŞ ile Dertleşme (Bu İbiş karakteri gizli karakter, büyük metaforlar gizli, benden söylemesi)
Azize’yi bulamayan Tarık evinde İbiş ile dertleşmekte ve ona:
-Azize Abla seni sevmiyor hiç olmazsa bir hafta da seni hiç olmazsa arardı …. Beni görmemek için mi gelmedi diyorsun..Doğru ona çok kötü davrandım N eyapayım ben onun kadar iyi, tabii insana alışık değişilim diyerek Şakir ile kadehlere içki doldururlar…
Selma ile Barışma Randevusu
Yurtdışından dönmek üzere olan babasına ne diyeceğini bilemeyen ve kızının da Tarık gibi yağlı kapıyı kapatmaması için uğraşan Selma ‘nın annesinin bu konudaki üstü kapalı tehdidini gören Tarık Selma ile barışır ama aklı Azize’dedir ve Selma’ya baktığında Azize’nin suretini görmektedir. Böyle bir anda arabada giderlerken kaza yaparlar. Bir taksi bulmak için yola koyulduklarında Azize’nin çalıştığı çadır tiyatrosuna gelirler. O sırada palyaço klılığında gösteri yapan Azize’yi tanımayan Selma ve Tarık verecekleri doğumgünü partisine palyaçoları çağırmayı kararlaştırırlar. Bunu öğrenen Azize gözyaşlarına boğulur.
Bir Palyaçonun Dramı
Parti günü Azize kapıdan dönüp vazgeçecek gibi olsa da Selma’nın arkadaşları tutup kolundan sürükleyerek salona getirip ortaya atarlar ve başlarlar alay etmeye…Azize de başlar bir şarkı söylemeye:
"Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar Hiçkimsenin aşkında yoktur gözüm..."
ANCAK Selma ve şımarık arkadaşları bu acıklı ve kasvetli palyaçoya dayanamazlar ve üzerine içki döküp, pamuk atarlar ve sonra başka bir eğlencenin peşine düşerler. Azize’ye ücretini vermek isteyen Tarık elinde İbiş’i görünce:
-Sana benziyor değil mi? -Bir arkadaşımın da böyle bir bebeği vardı, kaybettiğini söylemişti müsaade ederseniz kendisine götüreyim -Arkadaşınızın mı Adı neydi? -Azize -AZİZE mi? -Bu bebeği kendisine ben vermek isterim Çok önemli nolur bana yardımcı olun der.Azize de kendisi ilşe konuşup arayacağını söyler.
Bir Çay Bahçesinde
Tarık elinde İbiş Azize’yi beklemektedir ve geciktiği için endişe etse de Azize çıkagelir ve birbirlerini ilanı aşk ederler Sonra gelsin kırlarda papatya falları gitsin mutlu küçük gezintiler…
Değişen Tarık -Şaşıran Baba
Uzun yurtdışı seyahatinden dönen Ulvi Arman işyerine gelince Tarık’ın günlerden beri deliler gibi çalıştığını, erken geldiğini öğrenince dehşete kapılır. Müdüründen rapor alan Ulvi Arman Tarık’ı yanına çağırınca:
-Kim bu kız? -Hangi kız? -Her kimse Çabuk getir onu bana.. -Bu işte Azize’nin hiçbir suçu yok, bütün kabahat ben de Bilmiyorum nerede olduğunyu -Böyle kız kaçırılır mı avanak?! -Anlamadım? -Senin gibi haytayı yola getiren kız kaçırılır mı? -Kaçırılmaz Baba!Tarık odadan fırlar ve bahçede bekleyen Azize’yi babasına götürür. Babası onunla yalnız görüşmek istediğini söyler.
İçeri giren Azize:
-Merhaba babalık. -SEN O şey hizmetçi -Arsız hizmetçi kim olduğumu söyleyeyim dedim, seni kandırmak istemedim ver elini öpeyim de barışalım deyince Ulvi Arman de jeton düşer ve kahkahalar içinde birbirlerine sarılırlar: -Şimdi insanların niye seni çok sevdiklerini daha iyi anlıyorum. -Kimse sevmez beni patavatsızımdır -Harika -Gevezeyim ilk aklıma geleni söylerim -Mükemmel -Erkek gibiyim süs filan bilmem -Daha iyisi can sağlığı -Alay mı ediyorsun be pos bıyık şeyy biraz da küfürlü konuşurum (Aynı Ben!) -Ailenle tanışmak isterim -Annem babam öldü -Allah Rahmet Eylesin.Ailenden başkaları ? -Bizim aile kalabalık büyük bir aile sayılırız aslında -Öyleyse bütün o büyük ailenle birlikte bu Pazar günü bize bekliyorum seni -Ailemle?Azize ve Büyük Ailesi
Tonton Amca ile Azize dertleşmekte ve Pazar günü mutlaka gitmesini salık vermektedir. Azize ise bu işin buraya kadar olduğunu koskoca Ulvi Arman’in bir çadır tiyatrosu şarkıcısına oğlunu vermeyeceğini söyleyerek ayak diremektedir. Ama Tonton Amca Azize’yi ikna eder ve ailenin İzmir’den geleceğini söylersin, uçak kalkmaz. Hem belki de geliverir ailen der.
İzmir’den Teşrif Eden Büyük Aile
Pazar günü Azize söz evinde sarı ipekler içinde dört dönmekte ve bu arada diğer misafirler akın akın gelmektedir. Ancak Azize’nin ailesinden hiç kimse ortalıkta gözükmemektedir. Azize tam itiraf edecekken kapıda (Tonton Amca) gözükür ve kendini “Eski İspanya Sefiri Akın” olarak tanıtır! Sirk Tiyatrosu sahibi ise eski emekli Aydın Valisi olmuştur.
-Ailen de senin gibi sıcak ve sevimli -Doğru, ailem onlar benim her şeyim der ve neşe içinde sözleri kesilir.
Azize Gazetede
Bu arada haber cemiyet haberleri sayfasında bomba etkisi yapar ve manşet şu şekildedir: “Tarık Arman Sosyetenin Hiç Tanımadığı Bir Kızla Evleniyor!” Bu bomba çadır tiyatrosunda da bombayı patlatır ve Ayla’nın gözlerinde şimşekler çakar. O sırada Azize tiyatroya elinde hediye paketlerle gelmiştir. Düğün yapmayıp evde nikah kıyacaklarını anlatmakta, balayı planları arasında hani upuzzzzun kulesi olan Paris’e gitmekten bahsetmektedir ANCAK onu acı bir gerçek beklemektedir. Azize Mine’nin kutusuna para atmak isteyip de boş olduğunu görünce Mine saklamaya çalışsa da Ayla atılır:
-Senin nişanına gitmek için harcadılar parayı…Yalan mı söylüyorum? Damadın ailesine fiyaka yapmak uğruna Mine topal kalacak! (Ne fesat şeysin sen be!) Bu durum karşısında kahrolan Azize Mineyi kucağına alır ve “Bu gece Mine için oynayacağız” der.
Kıskanç Arkadaş İş Başında
Kıskançlığı gözlerini kör eden Ayla soluĞU Tarık’ın nişanlısının yanında alır. Öğrendiklerinden zevklenen Selma da doğru Tarık’a koşar; ona nikah hediyesi getirmiştir. Tarık’ı kaptığı gibi çadır tiyatrosuna götüren Selma Tarık’a o esnada sahnede göbek atıp şarkı söyleyen Azize’ye bakıp:
- "Nikahlanacağın kadın bu işte. Bana tercih etmekte haklısın. Ben bu ileri beceremem” diyerek zehirli dişlerini Tarık’a saplar.
Çadır tiyatrosunu kederle terk eden Tarık’ın arkasından Ayla ve Selam sinsice gülüşleri ile bakarlar. Ne oldu şimdi Ayla? Ha? Ne oldu? Başın göğe, toton yere mi erdi?
Ertesi gün Tarık’a gelen Azize’ye Tarık soğuk yapar ve Azize ağlayarak gider. Tarık ise kapıyı kapadığından kınayan gözlerle Tarık’a bakan Şakir “Ne yapmamı bekliyorsun!? Gururumla oynadı” der ve hışımla salona gidince İBİŞ’e bağırır. "Nereye gitsem karşıma çıkıyor. Bir daha görmek istemiyorum” diye haykırır ve İBİŞ’i fırlatır yere. Size demiştim bu İBİŞ önemli diye…
İBİŞ’i yanına alan Şakir ise bavulunu da toplar ve Tarık’ı “gerçek bir hanımefendinin yanına gidiyorum” diyerek terk eder.Şakir’in ardından kapı çalınır ve Mine ile Ayla gelirler. Azize’nin perişan halini gören Ayla pişman olmuş Tarık’a bazım gerçekleri anlatmaya gelmiştir. (Yahu Ayla sap yiyip saman çıkarmak diye buna denir….)
Çılgınca Alkışlayan Bir Seyirci
Azize palyaço olarak gösteri yapmakta ama seyircilerin hiçbiri memnun kalmadığından çadırı terk etmektedirler. Eline kemanı alıp şarkı söyleyen Azize şarkının bitiminde kendisini alkışlayan Tarık’ı görür. Tarık:
-Sizden bir defa daha yardım istiyorum. Azize’yi bulun. Ona ihtiyacım var. İnsanca yaşamaya, dostluğa,sevgiye ihtiyacım var. Ne olur yardım edin bana…
Beyazlar içinde dönen Azize ile Tarık sarılırlar ve koşarak tiyatrodan çıkacaklarken Mine:
Benim en sevdiğim filmlerden birisi FOSFORLU CEVRİYEM’dir çünkü ben de bir Fosforlu Cevriye olmak isterdim küçükken. Ağzında sigara, çorabının içinde saklı bıçağı ustalıkla kullanan, argo lügatının kralını konuşan, orada burada raksedip şarkı söyleyerek hayatını kazanan ,ele avuca sığmaz bir yiğit kız…Harbi bir kız…
1959 yılında çekilen ve başrollerinde Neriman Köksal ve Orhan Günşiray’ın oynadığı ve Neriman Köksal’a haklı bir ün sağlayan bu filmin ilk verdiyonu ve asıl adı Fosforlu Cevriye’dir. Ben bu siyah beyaz versiyonu ancak bir kez seyredebilmişimdir.
Asıl sevdiğim hayranı olduğum Türkan Şoray’lı olanıdır. 1969 yılında yömetmenliğini Nejat Saydam yapmış, senaryosunu Bülent Oran yazmıştır. Tanju Gürsu’yu Saadettin Erbil, Türkan Şoray’ı Jeyan Mahfi Tözüm, Suzan Avcı’yı Altan Karındaş, Önder Somer’i Fuat İşhan, Fatma Karanfil’i Birsen Kaplangı seslendirmiştir. Filmin müziklerini Tuncer Aydınoğlu, Semih Sezerli ve Metin Bükey yapmıştır.
Bir konuya dikkat çekmek isterim ki; Fosforlu Cevriye veya Fosforlu Cevriyem’in Suat Derviş’in yazdığı "Fosforlu Cevriye" adlı romanla bir ilgisi bulunmamaktadır. [Suat Derviş ayrı yazı konusu olacak] Zira romanda bir hayat kadınının, Galata’nın en namlı hayat kadınının bir kere gördüğü aşkı ve bir yanlışlık uğruna çektiği cefalar anlatılmaktadır. Ankara’da Devlet Tiyatro’sunda oynayan oyun ise Suat Derviş’in romanından sahneye aktarılmıştır.
Fosforlu Cevriye’ye fosforlu denilmesinin sebebi saçlarının kuzguni bir siyahlığa sahip olması ve pırıl pırıl parlamasındandır ve küçükten göz kulak olan Barba ona bu adı takmıştır. Pek çok kimse için Fosforlu Cevriye denilince akla yiğitlik, kendini feda etme uğruna sevdiğine sahip çıkan, ite kopuğa meydan okuyan mert bir kadın gelmektedir ki filmde de Çetin karakterinin dilinde olan Fosforlu hep böyle bir kadını temsil eder.
Filmin en eğlenceli sahneleri Türkan Şoray’ın Fosforlu Cevriye’ye evrildikten sonraki argo dolu konuşmalarıdır ki, çoğunu burada yazdım. Eğleneceğinizi ümid ediyorum…
İki Ayaklı Yılanların En Zehirlisi Nüveyre İş Peşinde
Nüveyre (Suzan Avcı) iki mühendis ile konuşmakta olduğu ve yapılan toprak kazısı hakkında bilgi aldığı sırada bir hışım kocası gelir ve “Ne oluyor” burada diye bağırır. Ancak Nüveyre bu yaşlı ve çığırtkan kocasına hemen haddini bildirir “Biraz daha yumuşak sesle konuşamaz mısın Tevfik? Yüksek sesten hoşlanmadığımı bilirsin! Tevfik hemen “AFFEDERSİN KARICIĞIM” dese de mühendislerle kavgaya tutuşur. Bu noktada Nüveyre noktayı koyar; artık hem o hem de huysuz kızları canını sıkmaya başlamıştır.
Bir Köşk Bahçesi’nde…
Necla (Türkan Şoray) "Ümidim Sen, Hayalim Dünyam Sensin" diyerek bülbüllere taş çıkartırcasına şarkı söyleyerek pembe gülleri toplamakta, evin çalışanları da ağızları bir karış açık bu Pamuk Prenses görünümlü kıza bakmaktadırlar. Ancak Nüveyre köşkün bahçesine hışımla girip bu manzarayı görünce:
-Ne oluyor orada?
-Hiiiiç çiçek topluyordum da...
-Çiçek toplamak için saz salonundaymış gibi şarkı mı söylemek lazım? Ooooh alasizler de işi gücü serip burada dalga geçin….-Onlar namına sizden özür dilerim.-
-Özür dileyeceğine asabımı bozmamaya bak. Sonra laf edince üvey ana oluyorum. Hepiniz hayal peşinizdesiniz, senin müziğin, uyuşukluğun, kardeşin Perihan’ın içki ve serserilik merakı… Hıh!
[Halbuki senin kocanın parasına ve arazilerine konma , kızları evden atma ve kendine sevgili bulma hayallerin daha faideli değil mi Nüveyre’ciğim?!]….
Serseri ve İçki Düşkünü Perihan (Fatma Karanfil) bu esnada elinde sigara pek çok arkadaşı ile bir sıra halinde dans etmekte, bir arkadaşına babasının meşhur arazisini sattırmak için kandırsa para içinde yüzeceklerinden bahsetmekte, fırsatçı arkadaş da “Komşuda pişer, bize de düşer, Birimizin parası hepimizin parası” diye bildiği bütün deyimleri sıralamaktadır. [Uleyn, çalış be biraz askıntı deyyus]
Tuttuğunu Koparan Nüveyre
Akşam kocası Tevfik Bey (Muammer Gözalan) gelince başının etini yemekte ve arazi işi ile kızlar meselesini bir an önce halletmek istemektedir. Bir alkolikle bir şarkıcılık hastasına kızım demesi için aklından zoru olduğuna ve onu sabah çok kırdığına ikna etme çalışmaları başarıya ulaşmak üzeredir.
Hâlbuki onu seven, düşünen tek kişi Nüveyre’dir ve kocası biricik zevcesine neler etmektedir! Kızlar ise kocacığına olan saygı ve özellikle sevgisinden çok şeyler kaybetmesine vesile olmaktadır ki bu dayanılacak şey değildir.
Tam bu dolduruş seansının ortasında eve gelen Necla Nüveyre’ye selam verirken Anne demeye tenezzül etmediği gerekçesi ile babası tarafından kendisine evlatlıktan reddedileceği söylenir. Necla:
-"Karar size ait babacığım. Benim için annemin hatırasını lekelememek kızlarını anlamayan bir babayı kaybetmekten daha önemli" der.
Seksi ve sevgi dolu Nüveyre’nin etkisindeki baba:
-"Haklısın karıcığım, ben evlat diye düşman yetişmişim bağrımda" deyince Necla ağlayarak odasına çıkarken, bu sırada Perihan sarhoş bir şekilde eve gelir ve bu da son nokta olur.
Perihan’dan Hayat Dersleri
Nüveyre aşağıda kocası Tevfik Bey’i yavaş yavaş zehirlerken, Perihan dans etmekte, şarkı söylemektedir. Necla uyarınca Perihan:
-Bir kere sen de sarhoş olsan, bir kerecik sen de yaşasan.
-Ben memnunum hayatımdan
-Gerçek hayatı bilmiyorsun ki. İçki, eğlence, aşk… Senin hayatın okul, spor yapmak, iftihar listelerine girmek, kuru kuru kupa almakla geçti. Güzelsin, hoşsun ama soğuksun. Hayatında bir erkek, en ufacık bir aşk hikâyesi bile yok.
-"Hususiyetim kimseyi ilgilendirmez. Şunu da unutma ki hayatta hislerden çok akıl işe yarar." diyerek başka odada yatmak için çıkar. Hayat gurusu Perihan ise elinde sigara kendinden geçmişçesine müzik dinlemeye devam eder.
Zehirini iyice akıtan Nüveyre nin etkisi ile Tevfik Bey Perihan ın özür dilemesini sağlamak için Nüveyre’nin baskısı ile yukarı kata çıktığı anda bir silah sesi duyulur. Nüveyre’nin yüzünde sıcacık bir tebessüm gelir geçer ve yukarıya doğru koşar aynı anda Perihan’la. Tevfik Bey yerde, Perihan sarhoş bir şekilde koltukta, Necla babasının yanında yerde, Nüveyre ise “Katilsin Perihan” diye bağırmaktadır.
Necla kardeşinin yapmış olduğu şey karşısında dehşetle “Bunu nasıl yaptın?” dediğinde bir anda kendine gelen Perihan beklenmedik bir tepki gösterir ve :
-“Beni kıskanıyorsun, mahvetmek istiyorsun, Nüveyre de senden yana Alçaklar! Ben hapisteyken babamın mirasını yersin, benim aşklarımın, hayatımın intikamını iyi aldın Abla!Tebrik ederim!”
O sırada Nüveyre polislerle içeri girer ve iftiralarını sıralamaya ve Perihan’ı suçlarken Necla suçu üstüne alır. Polisin soruları üzerine şaşalayan Necla’nın imdadına Perihan yetişir ve Necla’yı hayatını yaşamayan, içine kapanık bir kız olarak babasının ölümüne sebebiyet verdiğini haykırır. Komiser (Aydın Tezel) Bey köşkü teftiş etmek ister ve bu esnada suçu üstlenen Necla’yı odalardan birine teftiş bitene kadar kilitler!
[Yahu, gözaltına almak, polis merkezine götürmek, elde barut izi gibi safhalardan bi haber bu komiser de]
Necla odada iken, artık gün ağarmıştır, Nüveyre elinde kahve Komisere neden katille konuşmadığını sorunca Komiserden epey anlamlı bir cevap gelir:” Mesleki alışkanlık” Komiser ne olduğu anlaşılmayan mesleki alışkanlıkla bekleye dursun, Necla sonunda evden firar ederek Boğaz’ın sularına atlar. Komiser Bey’e bu durum haber verilince : “Motoru hazırlayın, hemen Başkan’a haber verin,durum planladığımız şekilde devam ediyor” der. [Ne oluyor yahu? Başkan kim?]
Necla Kıyıya Vurur
Necla Boğaz’ın akıntılı sularında yüzmüş [Bu durum normaldir zira kızımız madalyalı sporcudur]ve ahırdan bozma bir virane balıkhanenin olduğu kıyıdan karaya çıkmıştır [Kız Kulesi’nin karşı kıyıları]. Ahırda içen ve Fosforlu Cevriyem diye şarkı söyleyen bir adamla ;Çetin (Tanju Gürsu) karşılaşır ve Çetin ona askıntı olunca eline çıpa alır ve saldırı pozisyonuna geçer. Çetin:
-Heeyt! Ağır ol bakalım, bırak o çıpayı da siyasi vaziyetimizi bozmayalım. Yoksa bir başlarım hayat hikayene aile kabristanındaki ecdadında biter. Bırak kızım o elindekini, boşuna hamallık ediyorsun, bizim kelleye işlemez o şeyler, halis Tophane Hamuru’dur.
Bu esnada denizden motorla polisin geldiğini görürler, Çetin çakozlamıştır, durumu Necla aynasızlardan kaçmaktadır. Çetin etrafın polis bayramına döndüğünü, bileklerine bileziğin takılmasının an meselesi olduğunu söyleyince Necla suçsuz olduğunu anlatmaya başlar. Kılık değiştirerek balıkhaneden kaçma planı yaparlar. Komiser Bey ve ekibi polisleri başka yöne yönlendirirler ve sonra da Necla’nın elbisesini deniz kenarında bulunca aramaktan vazgeçerek ayrılırlar.
Bu esnada ise Birbirlerini Yanlış Tanıyan Nüveyre ve Perihan karşılıklı kadeh tokuşturmakta ve Perihan’ı çekiştirmektedirler.
Çetin onu bütün raconlarını kestiği fakirhanesine götürür, üstlerini değiştirirken Çetin gene “Ahh Fosforlu Cevriyem burada olsaydın da küçük hanım görseydi kadın dediğinin modeli nasıl olur” deyince Necla Fosforlu’nun kim olduğunu sorar. Çetin “Hayatının aşkı olduğunu” söyler. Necla sevgilisi mi olduğunu sorunca da “Sevgi ne kelime be kızım, aşkın fabrikası iflas etse Fosforlu onu yeniden inşa eder.” diye cevap verir. Necla gitmeye kalkınca da ona yardım edeceğini söyler ve Necla’nın ailesinin çiftliğine doğru yola çıkarlar.
Nüveyre ise sevgilisi Memduh (Önder Somer) ile aşna fişne yapmakta, bir yandan tuttuğu Çetinlara Necla’yı öldürtme emri vermekte ve Tevfik Bey’in odasını hallaç pamuğu gibi attırmak suretiyle bir şeyler aramakta ve Memduh’a Perihan’ı kendisine aşık etme planını uygulamaya sokması için ortamı hazırlamaktadır. Perihan yine dansetmekte, uyuşturucu ile kendinden geçmekte iken Memduh odasına girer ve ona Nüveyre’nin talimatı ile “hediyesini” vermek üzeredir.
Kara Saplı Bıçak Gibidir Fosforlu Cevriye
Memduh Perihan’a hediye veredursun, Çetin çiftlikte demlenmekte ve diline doladığı Fosforlu Cevriye için şarkı söylemektedir. Necla’nın
-“Çok mu özledin sevgilini” diye sorusuna “Ne o ayıp mı? Sen hiç sevmedin mi?Ne güzel şeydir sevmek, sevdiğinin gözlerinin içine baktın mı orada öyle bir ateş görürsün ki… Bütün İstanbul’un etfaiyeleri bir araya gelse o ateşi söndüremez” diye cevap verir ve konuyu değiştirerek artık harekete geçme zamanı olduğunu söyleyerek köşkte neler olduğunu anlamaları gerektiğini söyler ve o gece Necla köşke Çetin’a haber vermeden gizlice girer. Perihan odasında Memduh ile dans etmekte, babasının odasında ise eski yardımcısı Şakir bir kâğıt parçasını ayakkabısının altına saklamakta ve telefonda birini Feza Oteli’nde buluşarak kâğıdı haber vermektedir.
Nüveyre ise Memduh ile ateşli bir aşk gecesine hazırlanmaktadır. Necla da yatağın altında saklandığı yerde Şakir ve Tevfik Bey’in ortağı Nurettin ile ilgili planlarını ve öpücük seslerini dinlemektedir. Evden çıkarken Perihan’a yakalanır ve Perihan polise telefon ederken bağırmaya başlar.
Kardeşinin kendisine düşman olmasını hazmedemeyen Necla perişandır ve intikamını almaya yemin eder. Ertesi gün Çetin ile silah talimi, bıçakla nişan talimi ve judo talimi yaparak Çetin’a süt kuzusu değil aslan parçası olduğunu gösterir. Ardından da bir argo cümle patlatınca Çetin “Yaşşa Fosforlu Cevriyem” diye Necla’ya sarılıverir.
Necla eski yavuklusu ile karıştırıldığı için tepki gösterince Çetin: “Fosforlu benim yavuklum değil. O benim dünkü, bugünkü ve yarınki sevdiğim. Ben hayatım boyu Fosforlu’yu bekledim, O da sensin” diyerek ilanı aşk eder. Ancak aşka yer yoktur zira yapılacak işler vardır…O da Feza Oteli’nde olacaklarını öğrendikleri Şakir ve Nurettin Bey’in peşine düşmektir.
Feza Oteli’nde Hindistan’dan Bir Elçi: Gandhi ve Zevcesi Nehrüyani
Modellerini değiştirerek otele teşrif eden Necla ve Çetin otelin barında Nüveyre ve Nurettin Bey’i otelde dans ederken görürler. Şakir Bey de oteltedir: Bir başka deyişle cinayet şebekesi alestedir. Danstan sonra Nüveyre odasına Nurettin Bey’i çağırır ve onun olmak istediğini söyler.
Otelin orkestrası Hintli misafirleri için Hint Müziği çalacaklarını söyleyince; Necla ne yapacağız diye sorar.[Allah Allah sen elçi zevcesisin, orkestra bir kibarlık yapıp Hint Müziği takdim edeceğim deyince sen oturup dinlersin değil mi] Ama yok ondan daha gaz tenekesi kafalı Çetin şarkı söylemeleri gerektiğini söyleyince Necla “Sangam” adlı şarkıyı söylemeye başlar!
Bu esnada Şef’ine rapor veren Şakir işin uranyum olduğunu, herkesin otelde bulunduğunu söylerken boğazlanır. Tam o sırada Necla ve Çetin odasına girdiklerinde Şakir kuyruğunu titretmektedir ki son nefesinde “Ayakkabı” der. Sabah Nurettin Bey kaçırılır. Necla ayakkabının altında gizli bir kağıt olduğunu hatırlar. Kağıtta Balat Fıçılı Meyhane’de Camgöz (Altan Günbay) yazmaktadır.
Meyhane’den önce Köşke giden Çetin bahçede Memduh ve Nüveyre’nin kavgasına şahit olur. Memduh artık dayanamayacağını onu terk edeceğini söylemektedir lakin hiçbir iş istediği gibi gitmemektedir ve üstelik Tevfik Bey’in de katili olmuştur.
Camgöz İş Başında
Bu esnada Camgöz bir mahzende Nurettin Bey’e işkence etmekte ve birbiri ardına tokatları Çetincağızın suratına patlatmaktadır. Nurettin Bey bayılınca Camgöz Meyhanede içmeye gider. Meyhanede:
- “Heeeeeyyyyyt! Var mı bana yan bakan Adım Camgöz. Kem gözle bakan olur körgöz !” diye çığırırken…. Necla laf çakar:
-Palavra ruhun gıdası derler
Necla’nın meyhaneye geldiğinden haberi olmayan Çetin içkiyi üstüne boca eder…Camgöz:
-Hangi teneşir horozu öttü orada?
-Sallarken yavaş at da hissiyatın gıdıklanmasın.
-Hissiyatına da sana da başlarım
-Bir şey mi buyurdun tabut kıymığı
-Heeyy kaldırım çiçeği, nene güveniyorsun da dilin uzuyor arşın arşın?
-İster arşınla konuşurum ister metroyla lakırdı vesikaya mı bindi be? Yoksa bi başlarım aile hikâyene mabada aile kabristanında biter
-Yuuuh be’ herife bak herife! Hastane doktoru musun mezbahane kasabı mı?
Bunun üzerine dayanamayan Camgöz bir hamle yapınca Çetin devreye girer ve bıçağına elmayı saplar ve kendilerini Camgöze Kıtıpiyos ve Fosforlu Cevriye diye tanıtırlar.
Camgöz yürekli kişileri sevdiği için bu posta koymaları affeder ikisinin de. Ardında Fosforlu Cevriye patlatır Karakolda Ayna Var’ı bulurlar havalarını….
Camgöz şarkı bitince masasına içmeye davet eder Fosforlu’yu:
- Beleşe hayır diyenin midesine turp sıkıyım, bedava bomba olsunda midemde patlasın der ve masaya oturur. Sorusunu patlatır:
-Yağcın bol olduğuna göre kaşıntın yerinde anlaşılan. Değirmenin suyu nereden?
-Öğütecek unun mu var?
-Paranın kökü karanlık kuyudaki yan çizdi cevabını diye araya girer Kıtıpiyoz. O sırada Camgöz’ün Çetinları Nurettin’in ayıldığını bülbül gibi şakıyacaklarından emin oldukları haberini verince Kıtıpiyoz onları takip eder, Fosforlu da bi şarkı patlatır ki etrafın neşesi çiçeklensin ….
Camgöz işkencesine devam ederken Şef’ten bir telefon gelir ve mutlaka o arazide ne olduğunu öğrenmesi için konuşturması emrini verir. Bu arada işkencenin devam ettiği yere inen Kıtıpiyoz’u gören Camgöz Çetinlarına yakalama emri verse Kıtıpiyoz ellerinden kurtulur. Camgöz ateş açtığında ise Meyhanedeki eğlence yarım kalır. Merakla olay yerine koşan Fosforlu Kıtıpiyozu elinde silahla Camgöz’ün üstüne yürürken görünce arkadan yaklaşır ve kafasına silahı indirir. Camgöz Kıtıpıyoz’un Fosforlu’nun arkadaşı olmadığı anlayınca onu hem gönül hem de iş ortağı ilan eder ve Camgöz’ün evine doğru yola çıkarlar.
Nüveyre’nin Ölüm Planı
Camgöz ile eski Necla şimdinin Fosforlusu yolda gide dursunlar , Nüveyre Memduh’a Perihan’ı öldürmesini söylemektedir ama Memduh tereddüt etmektedir. Nüveyre bir arkadaşı ile baygın yatmakta olan Perihan’ın yanına Memduh’un eline bıçak vererek sokar ve “Öldür” onu der. Peki Memduh ne yapar? Savunmasız baygın yatan Perihan’a yumulur.
Döküntünün İçinde Bir Saray
Camgöz ile Fosforlu Camgöz’ün yaşadığı yere gelirler (Tahminim Yedi Kule Surları), gerçekten içi saray gibidir ve içeride feraceli kızlar raksetmektedir.Fosforlu: - "Yaşa be sırma saçlım zevkin dört köşeymiş" diye beğenisini ortaya koyar. Bu arada Camgöz içkilerin hazırlanmasını , yatağına kokuların serpilmesi emrini verir. Hem sevmesini, hem iş yapmasını bildiğini söyleyen Camgöz’e Fosforlu:
- “Beni seveceksen dikkatine limon sık, bi keresinde biri beni sevecek oldu bütün İstanbul herifçioğlunu hastaneye taşıdı” diyerek cevap verir.
Fosforlu’ya tapacağını söyleyen Camgöz uluslar arası iş gördüğünü, Şebekenin ikinci adamı olduğunu söyleyerek ötmeye başlar. Meyhane’nin mahzeninde bağlanmış olan Kıtıpıyoz bir türlü Necla’nın başına vurduğunu kabul etmemektedir. Ama Nurettin Bey konuya açıklık getirir: “Kadın dişileşti mi her olmazı yapar.”
Kıtıpıyoz hüsranla başını eğdiği dakikalarda Fosforlu Camgöz’e cilveler yapmakta ve yatağa gitmemek için bin numara çevirmektedir ki bir telefon sesi duyulur. Camgöz:
-Oooooo. Sen misin Nüveyre? İki Ayaklı yılanların en zehirlisi?
Diye açar ve kapattıktan sonra da Perihan’ın öldürüleceğini ve istediği araziye kavuşacaklarını söyler. İçki ikram eden Fosforlu, Camgöz içkisini kafaya dikerken testiyi keltoşunda kırıverir ve kaçmaya başlar. Camgözün Çetinlarından birini bıçakla, diğerini judo hamlesiyle, bir diğerini ise silahla ateş ederek geçer. Memduh’un yanlış iş üstünde olduğunu göre Nüveyre odaya “Aptal daha öldürmedin mi onu? Senin bu hislerine mani olamaman yüzünden neler kaçırdık” diye söylenir ve Nurettin’in konuşmasını engellemesi için onu Camgöz’e gönderir.
Memduh yola koyulurken Fosforlu eve gelir ve Nüveyre’yi Perihan’ı bıçaklarken yakalar ve dövmeye başlar imbik fahişesini (pardon). Tabiri caiz ise tokat manyağı yapar ve Nüveyre balkon camından aşağı düşer. Necla Perihan’ı kucaklar ve barışırlar. Mahzende Kıtıpiyoz hala Fosforlu’nun yaptığı oyuna bozulmakla meşgulken Memduh içeri girer ve Camgöz’ün basıldığını, Fosforlu Cevriye adlı bir kadın uğruna her şeyi mahvettiğini söyler. Bunu duyan Kıtıpiyoz Memduh’un katil olduğunu, para getirirse ona Batı Pavyon’da teslim edeceğini söyler ve bir anlaşma yaparlar.
KITIPIYOZ’un İhaneti
Çiftlik evinde buluşan Kıtıpiyoz ve Fosforlu Necla’ya Kıtıpıyoz:
-Senin kitabında kalleşlik var mıydı?
-Kıtıpiyoz mecburdum
-Çok şey öğrendim sonra kızkardeşiminde hayatını kurtardım
-Çaktıım tevekkeli Nüveyra eşek cennetini boylamamış o Memduh olacak zırtapoz da filmi koparıyordu
-O süsköpeği bi elime geçsin 32 dişine imzamı atmazsam banada fosforlu demesinler kalbime kazık kakmasaydın ben sana yapacağımı bilirdim
-Yaşaa be fosforlum sende kara sevda var
-Bende kara sevda değil kara intikam var tepeden tırnağa kinle doluyum
-Acını bizden çıkarmaya kalkma da.. Bi sefer bastırdın tahterevalliye ama dört kitap dört peygamber şahidim olsun bi fırıldak çeviricem sana küçük dilini yutup kızamık döküceksin,hii ıskaladı
- Sen de Çetin olsaydın da sarımsağı koftiden enayi pilakisi gibi mantara basmasaydın hem bi daha kolumu böyle tutarsan başlarım sülalenin kayısı hoşafından
- Yuhh be kaçmasam dövecek
- Tabi dövüceğim ne sandın Kıtıpiyoz bozması
- Hoşafıma gitti bu dayak dalgası
- Nedenmiş ?
-Neden olacak dövmek istediğine göre bana zilzurna âşıksın
- Aşkı bırak da Çetin ol
- Emrin kellem üstüne hanfendi işte Çetin oldum bile camgöz konuşurken duydumdu esas şef batı pavyonun sahibi biz oraya şarkıcı olarak gideceğiz, sesin güzel organizatör arkadaşım var mutlak çakarız dalgalarını…
Çölgecelerinin Eşsiz Melikesi Leyla…
Batı Pavyon’un büyük fedakarlıklarla getirttiği Melike Leyla eşsiz gösterisi ile herkesi büyülemekte, Kıtıpıyoz attırdığı uzunhava ile herkesi kendinden geçirmektedir. Batı Pavyon’un sahibi olan Şef ise hem programı seyretmekte hem de gözü kulağı kırmızı telefondadır.
Sahneden indiklerinde Memduh çıkagelir. Onu gören Necla Memduh’un suratına bir tane çakar. Hem Kıtıpıyoz, hem de Necla, Memduh ve adamları ile dövüşmeye başlarlar. Dövüş tüm hızıyla sürerken Camgöz ortaya çıkar:
-Satış mukavelenamesi imzalayacaksınız buna karşı parada alacaksınız
-Hayır satmayacağım
-Hey delikanlı senlen pazarlık etmiştik hadi kızı ikna et
-Doğru mu Kıtıpiyoz bana bu kalleşliği yaptın mı?
-Bir bir berabereyiz fosforlu sende benim kafama vurmuştun.
-Ben senin kafana bu sırma saçlıdan bişeyler öğrenebilmek için vurmuştum ve öğreneceğimi de öğrendim.
Bunu duyan Şef Camgöz’ü tartaklar ve Camgöz:
-"Konuş Fosforlu baban bu yüzden öldü ihtiraslı bir kimyagerdi her şeye kendi sahip olmak istiyordu,üvey annen de öldü. Şimdi de sıra kız kardeşinde" der telaşla.
Kızkardeşini hastaneden kaçırmışlardır ve mukaveleyi imzalaması için baskıyı artırırlar. Kıtıpıyoz kendi avantasının ne olacağını sorunca Necla duyduklarına inanamaz ve Kıtıpıyoz’un uzattığı mukaveleyi imzalayarak oradan ayrılırlar.
Kıtıpıyoz ise yandan yandan müsaade istediği anda ateş açar Camgöz’ün Çetinları ve sıkı bir mücadele başlar ve polisler basar mekânı.
Sona Doğru
Elinde silahla Kıtıpıyoz’un evine giden Necla öfkelidir:
- Demek sende onlarla birliktin?
-Nasıl kabul edersen et
-Serseriyken ne iyi kalpliydin
–Şimdi?
-Şimdi karadomuz gibi çirkinsin
-Kızmak sana çok yakışıyor
-Araziden ve köşkten çıkardılar bizi
-Sen satmadın mıydı oraları paraları cebellezi ettin şimdi afiyetle ye fosforlu ben artık burayı terkediyorum çakıyorsun ya zengin olduk
-Dur senin binbir hileyle sahip olduğun yerlerde babamın büyük hayalleri yatıyordu bide beni sevdiğini söylüyordun
-Fosforlum bu cihan- ı alemde aşk diye bir bomba varsa senin gözbebeklerinde başlar kirpiklerinde infilak eder.
-Kıtıpiyoz sen serseri bir şairsin eğer kalbinde bir gram ateş olsaydı böyle andavallılık yapmazdın söyle sevmiyor musun beni
-Milyonluk bi sırı yaya kalmış bir aşk hikayesine harcayamam
-Ne söylediğinin farkında mısın?
-Ne sarhoşum ne de bunak
- Yani?
- Yanisi kanisi benden sana baba nasihati hayatta kimseye inanma
- Dur!
- Acelem var Fosforlum
- Dur diyorum, yoksa ateş ederim
- Bana aşıksın süt kuzusu elin titrer....diyerek çıkar Kıtıpıyoz.
Günler Sonra…
Perihan ve Necla Kıtıpıyoz hakkında dertleşmekte ve Necla yaptıklarını kabul edemese de on aşık olduğunu itiraf etmektedir. O sırada resmi bir evrak gelir Necla’ya. Evrakta Savunma Bakanlığı arazilerindeki uranyumun devlet ve millete katkılarından bahsetmekte ve yardımlarından dolayı teşekkür sunulmaktadır. Bir başka not daha vardır,bir askıntıdan Fosforlu’ya. Necla Çetin’in beklediği yere koşunca denizci kıyafeti ile Çetin kendisini karşılar ve tanıtır: "Milli Emniyetten Çetin; namı diğer Kıtıpıyoz."
Çakozladınız mı dönen dolapları? Düştü mü Jetonunuz Ağbiler, Ablalar? Hade Bana Eyvallah!