Değirmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Değirmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2010 Çarşamba

DEĞİRMEN - SABAHATTİN ALİ - YÜZYILIN 40 ÖYKÜCÜSÜ

Evet, eminim çok sıkıntıdasın şu günlerde... Krizi, trafiği, olası kötü senaryoları bir kenara bırakabilsen bile, günlerdir aklın ülkenin bir şehrinde olanlarla darmadağındır. Nerede ise tüm bir şehrin işbirliği etmişçesine bir tecavüz çetesi hakkında hiçbir bilgi vermediğini, olanları, onca küçük çocuğun başına gelenleri duydukça; şaşkınlık ve gözyaşları içindesin. Seni anlıyorum... Ben de kafamı kuma gömüp bunlar hiç olmamış olsun demek istiyorum, kötü bir rüyadır demek istiyorum. Ama oldu, benzerleri hâlâ oluyor. Yarın bir daha olmayacağının hiçbir garantisi yok. Bu ülkenin her bir yerinde, sokağında bambaşka iklimler yaşanıyor, uçurum daha da büyüyor. Ne yapabiliriz bilmiyorum ama ne gittiğim konser, ne izlediğim film, ne çok güzel bir haber, bunun acısını hafifletmiyor. Aklıma sürekli Sabahattin Ali’nin bir şiirinden dize takılıyor:

burda çiçekler açmıyor
kuşlar süzülüp uçmuyor
yıldızlar ışık saçmıyor
geçmiyor günler geçmiyor.




Aklıma Sabahattin Ali düşünce; yapmaktan vazgeçmediğim uğraşlarımdan –bir tür bulmaca- birine dönüyorum, evet kendimi iyi hissetmek istiyorum. Bulmacanın adı “En Kötü Sabahattin Ali Öyküsünü Arama.” Bunca kötülüğün içinde o öyküler daha da güzel, ulaşılmaz ve bu toprakların güzelliğine de dair ki, yine kötü öyküyü bulamıyorum.



Notos Yüzyılın 40 Öykücüsü listesini hazırlarken; tam 205 yazar “Öykücülüğümüzün yüzyılı içinde en beğendiğiniz öykücü" sorusuna yanıt vermiş. Ve 40 öykücü listesinin ikinci sırasına böylece Sabahattin Ali yerleşmiş. Listenin ilk sırasında yer alan Sait Faik’i çok sevsem de, Sabahattin Ali benim Türkiyeli öykücülerim arasında her zaman ilk sıradadır. Değirmen ise onun çeyrek asırdır en sevdiğim öyküsü.



Değirmen; Sabahattin Ali’nin 1935 yılında yayımlanmış olan öykü kitabının içinde yer alan hikâyelerden biridir. Bu kitapta bunun kadar benzersiz başka öyküler de var. Ancak bazıları Sabahattin Ali’nin içine yeterince sinmemiş olacak ki kitabın yeniden basımında içine bir önsöz yerleştirmiş:

"Şiir ve hikâyelerim arasında, yazmış olmaktan utanacağım kadar kötüleri olduğunu biliyorum. Bunların bir kısmının çocuk denecek bir yaşta yazılmış olmaları bence bir mazeret değildir; çünkü bu çeşit bir yazıyı bugün herhangi bir imzanın üstünde görsem, sahibini ıslah olmaz bir zevksizlik ve tam istidatsızlıkla suçlandırmakta tereddüt etmem. Bunların, benim san'at hayatımın gelişmesini göstermesi bakımından, sadece kendim için bir ehemmiyeti vardır ki, bu da onları başkalarına okutmak için bir sebep olamaz.

Buna rağmen bu yeni baskıdan onları çıkaramadım. Çünkü, bir kere okuyucu önüne sermiş olduğum taraflarımı sonradan örtbas etmeye hakkım olmadığı kanaatindeyim; ama böylece belki de eski bir hatayı devam ettirmekten başka bir şey yapmıyorum.

İyiyi kötüden ayırmak külfetini okuyucuya bıraktığım için özür dilerim.

S.A."


Acaba Sabahattin Ali hangi öykülerini kötü bulmuş? Çünkü öykülerin bir tanesinin dahi kötü olduğunu düşünmüyorum. Değirmen kadar iyi bir öykü olmayanları var ama onlara da kötü demek mümkün değil. Bu öykülerin tamamını, bilgisayarımın içinde nereye gidersem gideyim yanımda taşıyorum ve her okuduğumda onun gözü ile bakmaya çalışıyorum. O, anlatmakta son derece güçlük çektiğim duygularımı masalsı, şiirsel ve son derece duru bir dil ile anlatırken, en basit ve sade cümleleri ile sorgulamamı sağlarken "acaba hangi öyküsünde bunu yapamadığını düşünmüştür" diye merak içinde kıvranıyorum. Tüm öyküleri, güzel şiirleri ve yazdığı Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna’dan oluşan benzersiz üç romanı haricinde bana bıraktığı bir de bu. Külfetse hiç değil, bir tür hazine avı… Eğer bir gün yeterince onu anlayabilirsem, hangisi olabileceklerini de tespit edebileceğim sanırım.

Sabahattin Ali’nin çok şiiri var, hangisi kötü/iyi, hangisi daha iyi bunu söyleyebilecek yeterlilikte ise hiç değilim. Hece ölçüsü ile yazılmış şiirlerle de aram çok iyi değil zaten. Bu yüzden “İki Gözüm Ayşe’ye (Ayşe Sıtkı İlhan)” yazdığı mektubunu itirazsız kabul edeceğim.

“Ayşe, yalnız sana bir şey söyleyeceğim: Dünyada pek çok hatalar yapmışımdır, fakat bunlardan bir tanesi gayrı kabildir. Ve beni her zaman üzecektir. Ben bu şiirleri kitap halinde çıkarmamalı idim. Bunları neşretmekle asla iyi bir şey yapmış olmadım. Başkalarının fikirlerini bir tarafa bırakalım bu manzumelerin kaç paralık şeyler olduğunu ben herkesten iyi bilirim. Gelip geçici bazı taraflarım bunlarda görülse bile ben asıl Sabahattin Ali ile bu yazılar arasında bir irtibat göremiyorum… Şimdilik bunları senden başkasının bilmesine lüzum yoktur. Gözlerinden binlerce defa öperim Ayşe. Sabahattin Ali” 11 Nisan 1934

Belki şiir kitaplarında değil ama Sabahattin Ali’nin öykülerindeki şiirlerin daha doğrusu öykülerinin içine yerleştirdiği şiirsel dilin; öykülerini çok kuvvetli hale getirdiğinin ve ne kadar benzersiz bir şair olduğunun kanıtıdır. Nasıl sevdiğiniz bir şiiri defalarca okumaktan bıkmazsanız, onun öykülerini de tekrar tekrar okumak istersiniz. Memet Fuat “Öyküyle şiir bence iç içedirler” derken benim için Sabahattin Ali’nin Değirmen öyküsünden bahsediyordur.

İşte bu öyküdeki cümlelerden, hem de hece ölçüsü kullanılmaksızın bambaşka bir şiir çıkartabilirim. Bu yüzden nerede ise öyküyü ezberimden okuyabilirim:


Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?
Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım,
Sen hiç sevdin mi?

Yahut sevgilin seni sevmiyordu...
O zaman ne yaptın?

Sen sevgiline ne verebilirsin sanki?
Kalbini mi?
Pekâlâ, ikincisine?
Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?
Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?

Peki ama, bu sevmek midir be adaşım,
bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?

Çırçıplak soyunarak şehrin sokaklarında koşabiliyor musun?
Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak
ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu?
Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı?
Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misin?

Aşk sana bunları yaptırabilir mi?
İşte o zaman sana seviyorsun derim...


Bu öyküyü anlatmak ise bu öyküye ihanet gibi geliyor. Bir öyküyü buraya tamamen eklemenin de doğru olduğunu düşünmüyorum. Ama bir sürü kişi bunu internete yüklediği için kitaplığınızda yoksa bile google’da (Sabahattin Ali Değirmen) aratırsanız kolaylıkla bulunuyor. Lütfen hiç yerinizden kalkmadan, ara vermeden, çalan telefonlara aldırmadan okuyun. Atmaca ile Değirmencinin kızı arasında yaşanan imkânsız aşkın, vazgeçmemenin, bir aşk için nelerden fedakârlıkta bulunabileceğinin öyküsünü iyice sindirin. Kısacık bir öykü ile Sabahattin Ali’nin onlarca duyguyu; bir sihirbazın yeteneği ile nasıl kolaylıkla önünüze serdiğini ve iyi bir öykünün ne olduğunu, öyküyü –beni/seni- nasıl yukarı kaldırdığını görmeyi deneyin.

Anlamak/görmek istersen; kendi dilinde ve kendi coğrafyanda, en az diğer dillerin ve ülkelerin yazarları kadar yetkin, gerçek üstü ve gerçekçi, toplumsal ve bir o kadar da bireyci, göz ardı edilmemesi gereken ve geleceğe taşıyacağın mirasının bu yazarların olduğunu görebilirsin. Bu ülkenin mirası; şehirlerinin, toplu -akıl almaz- tecavüz olaylarına katılması olmamalıdır.

Bu seferlik “İşte adaşım, sana seven bir Çingene'nin hikâyesi…”


Ve hoşuna giderse; Kuyucaklı Yusuf’u, İçimizdeki Şeytan’ı, Kürk Mantolu Madonna’yı da okumalısın. İşte adaşım, belki o zaman James Joyce için Dublin’i, Borges için Buenos Aires’i, Bukowski için Los Angeles’i, Kafka için Prag’ı sevdiğin gibi yurdunu da Sabahattin Ali ile sevebilirsin/anlayabilirsin.

Mutluluk dolu günler ve haberler dilerim.

Gülda

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails