27 Kasım 2010 Cumartesi

FREDDIE'Yİ ANDIN MI?



Tarih 26 Kasım 2010-Akşam Yemeği Saatleri

Müzik bilgisine ve beğenisine büyük saygı duyduğum arkadaşım R. İle Alan Parson Project ve blog için hazırladığım yazı hakkında konuşuyoruz. Derken R:

-Evvelki gün anma töreni yaptın mı?
-?
-Freddie için…Biz ofiste yaptık.
-Unutmadım ama anma töreni yapmadım. Bari şimdi eve dönünce yapayım. Ölüm haberini alışımda hala aklımda arkadaşım özellikle gelip haber vermişti. Dün gibi aklımda…

Tarih 24 Kasım 1991- Akşamüstü Saatleri

Kapı vurulur ve içeri girilir.İçeride masa başındaki kız ders çalışmaktadır.Gelen Seda'dır. “Billur Duydun mu? Bir şey söyleyeceğim…Freddie Mercury öldü. Bak üzülme sakın, zaten AIDS’ti ve…”der.

“Zaten ne? Haketti mi demek istiyorsun?...Ayrıca neyse ne …. O Freddie Mercury…..Artık müzik dinleyemeyeceğim”

Ama mümkün mü? Bu saçma tepkiyi verirken kafasının içinde “Keep Yourself Alive” adlı şarkı otomatiğe bağlanmış şekilde çalmaya başlar…



Keep yourself alive
Keep yourself alive
It’ll take you all your time and a money
Honey you’ll survive


-Billur?? Off tamam...Rahat bırakın beni...I want to break freeeeee......

Ben acaba Seda’yı duyuyor muydum ? Hayır çünkü kafamın içinde baslar olanca gücüyle vuruyor vuruyordu:

Another one bites the dust
And another one gone, and another one gone
Another one bites the dust
Hey, I'm gonna get you too
Another one bites the dust

How do you think I'm going to get along,
Without you, when you're gone
You took me for everything that I had,
And kicked me out on my own

Are you happy, are you satisfied
How long can you stand the heat
Out of the doorway the bullets rip
To the sound of the beat


Kafamda ürettiğim binlerce tanışma senaryosu, Freddie Mercury’nin kendisini görünce ve onunla arkadaş olduktan sonra sadece benim için söyleyeceğinden emin olduğum[Seda’ya bu anı defalarca anlatmış ve şarkıyı binlerce kez dinletmiştim -19 Yaşındayken böyle olunabiliyor]şarkı dönüp dolaşıyor:



Ooo. you make me live
whatever this world can give to me
It's you, you're all I see
Ooo, you make me live now honey
Ooo, you make me live
You're the best friend
that I ever had
I've been with you such a long time
You're my sunshine
And I want you to know
That my feelings are true
I really love you
You're my best friend
Ooo, you make me live
I've been wandering round
But I still come back to you
In rain or shine
You've stood by me girl
I'm happy, happy at home
You're my best friend.
You're the first one
When things turn out bad
You know I'll never be lonely
You're my only one
And I love
The things that you do
You're my best friend

Ama artık hiçbir hayalim gerçek olmayacak…Gösteri devam etmeli ama nasıl?

Daha Sonra…

Bir süre gösteri falan devam etmedi benim için.. Freddie Mercury öldükten sonra bir daha müzik dinlemezlik yapmadım tabii ama bir süre Queen dinlemedim. Bir daha asla hiç kimse için duyduğum hayranlık abartılı bir biçim almadı ve hatta kimseye hayran da olmamaya çalıştım; en azından yaşayanlara, öyle manasız senaryolar yazıp, kafamda diyaloglarına kadar hazır olan tanışma hayallerine kapılmadım.

Belki insan hayal ettiği müddetçe yaşıyordu ama hayalini kurdukları veya hayallerinin merkezi olanlar göçüp gidiverince…yaşam anlamını biraz yitiriyor ya da anlamı eksiliyor muydu ne? Dünyada benim için onun kadar iyi ve güzel bir sese sahip biri olmadı işin aslını sorarsanız.



Piyanistliği, şarkıcılığı, besteleri ve renkli, çılgın yaşamı ile en renkli kişiliklerden biriydi bana kalırsa. Pembe taytı ve maço bir bıyığı kim daha iyi taşıyabilir ve bağdaştırabilirdi ki ondan başka? Ya da kim konserinde siyah file çorap ve jartiyer giyip “I want to break free” diye şarkı söyleyebilirdi? Ya da bu şarkının tüm grup üyelerinin kadın kılığında çıktığı ve Amerika’da yasaklanmış klibini kim çekebilirdi?

70 yaşına kadar yaşamak ona uygun değildi ve bu kadar yaşamak istemediğini söylüyordu ve 70 yaşını görmedi. 24 Kasım 1991 ‘de saat 06.48’de hayata gözlerini yumdu. Zaten Kim Sonsuza Kadar Yaşamak İster ki? demişti daha önce….

Belki de ben o gün Kasım ayını sevmemeye başlamışımdır. Bir mezarı olsaydı gidip çok sevdiği sarı güller koymak isterdim ama böyle bir yer yok. Külleri nerede pek az kişi biliyor. Belki savurmuşlardır Londra Güney Kengsington’dan ve bir ara saçlarıma karışmıştır külleri …Kimbilir?

Freddie Mercury efsane olmak istemişti, hayatının amacı buydu ve sanırım o bir efsaneden öte biri oldu…Elton John’un dediği gibi Janis Joplin, John Lennon , Elvis Presley’den sonra Tanrı’nın Kare As’ının son üyesi. Eh eğer öyleyse gerçekten Tanrı zevk sahibiymiş…

Kendisi sonsuza kadar yaşamayı bir zamanlar istememiş olabilir ama veda ederken gene de hayata tutunmak için bir neden olduğunu söyler, Innuendo'da….Ne olursa olsun denemeye devam edeceğiz der… ONSUZ MU? Vasiyeti ise bu eğer… Neden Olmasın?


25 Kasım 2010 Perşembe

Kasabanın En Vicdanı Hür Delikanlısı

ALPER CANIGÜZ - GİZLİAJANS



Kendimce “Kim Bu Afili Filintalar?” araştırması yapıyorum, epeyce de keyifli vakit geçiriyorum. Konuya ilişkin notlar alıyorum, internette geziniyorum, eve bir an önce dönüp hemen Filinta romanlarını okumaya koyulmak istiyorum. Çok keyifli, baş döndürücü bir yolculukta gibiyim. Bir yandan bu serüven hiç bitmesin istiyorum, aynı zamanda hepsini hemen okuyup bitirmek ve ihmal ettiğim diğer kitaplarıma dönebilmeyi diliyorum. Ve yine Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal Barış serisinin ilk kitabını hızla yerine koyup bir Filinta kitabını okumaya başlıyorum. “Yeni kitapların en kötü yanı, bizi eskileri okumaktan alıkoymalarıdır.” diyen Joseph Joubert’i daha da iyi anlayıp, gereksiz bir iç hesaplaşması yapıyorum. Bir de buna, garip bir suçluluk hezeyanı katıp, arkadaşlarımı da ortak etmeyi deniyorum:

Bize geçerken uğramış bir arkadaşıma; konu ile hiçbir ilgisi yokken; on beş dakika kadar nefessiz bir şekilde “Erken Kaybedenler” deki öykülerden bahsedip, “Yok böyle olmayacak en iyisi sen kitabı al, oku sonra tekrar konuşalım” dedikten iki gün sonra arayıp kitabı bitirip bitirmediğini soruyorum.

Bir başkası “hiç keyfim yok, canım hiçbir şey yapmak istemiyor, kitap bile okuyamıyorum” dediğinde, hemen Alper Canıgüz’ün Gizliajans kitabını verip, bir doktor edası ile “akşam eve git, televizyonu sakın açma ve okumaya başla” reçetesi yazıyorum.



Göreceğiniz üzere bununla da yetinmediğim aşikâr. Size de aynı reçeteyi veriyorum: “Eve gidin, alın Gizliajans’ı elinize, yemek sonrası başlayın. Yok, yok beklemeye ne gerek var! Yemek yerken ilk sayfayı açın okumaya başlayın. O esnada Karnabahar yemeği bile iyi gelecektir. Bizzat denenmiştir, tavsiye ederim..”

Son derece saçma-gerçek-komik-tuhaf-sürükleyici-etkileyici-yer yer çözümsüz, göz açıp kapayana kadar biten/tüketilen bu romana kendinizi bırakın. Tuhaf dediğime de aldırmayın. Roman kelimesini yaşam ile değiştirdiğimi düşünün.

Neyse ben romana/hayata geri döneyim:

“Borges ile Kemalettin Tuğcu’nun aynı kişi olduğunu öğrendiğimde, hayatta bundan daha korkunç bir gerçekle karşılaşamayacağımı düşünmüştüm. Heyhat, ne kadar da yanılmışım.” diyen Musa, romanın başkişisi. Hadi etiketleyeyim: “Sorgusuz, ölçüsüz, sorusuz, dünyanın şahsına karşı kurulmuş bir komplo olduğunu düşünerek mızıldanan, tutkusuz” bir benzerimiz. Üstüne üstlük, bazen tam dayaklık! “Üslubumun kusuruna bakmayın, Filintalar’ı okumayı bırakınca düzelecek umuyorum. Bu arada ben ne küfürler, ne soğuk espriler öğrendim Filintalar’dan bir bilseniz…”

En kısa ömrü en iyi biçimde yaşamaktır amaçlı Musa, askerde bölük ve yatakhane arkadaşı olup hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığı arkadaşı Şaban ile Eminönü’nde kuşlara yem atarken tekrar karşılaştığında İnleyen Saatler programının metin yazarıdır. Onbeş gün sonra annesinin evinden ayrılmış ve Şaban’ın Beşiktaş’taki evine taşınmıştır bile. Şaban alım satım işleri ile uğraşan iyi bir ev arkadaşıdır. Düzenli biri olmasına rağmen Musa’nın dağınıklığına aldırmaz. Dindardır ama bu konuda konuşmaz. Bazı akşamları, suşi getirir, başka bir akşam köyden gelen tulum peyniri ile mükellef bir akşam kahvaltısı hazırlayabilir. Mesnevi’yi de, bir seks dergisini de benzer mesafede ilgi ile okuyan biridir. Bilinen tek kusuru ayaklarını çorabının üzerinden kaşımasıdır. Bu da özellikle huzursuzlandığı zamanlarda artar.

Hiçbir şey bilmez Musa’nın onunla huzur bulduğu ise aşikârdır.

“Tek tek bakıldığında az çok normal görünen özellikleri, bir araya gelince tuhaf bir bütün oluşturuyordu. Açıkçası onu nereye yerleştireceğimi pek bilemiyordum ama onunla birlikte kendimi kesinlikle huzurlu hissediyordum. Bu her şeyden önemliydi.” (sy.7)

Musa, Şaban’ın yanına taşındıktan bir ay sonra işsiz kalır, aradan bir mevsim geçip Musa’ya Gizliajans’tan bir iş teklifi geldiğinde; çok umutlu olmasa da kalkıp görüşmeye gider. Görüşmeye gittiği yer Asmalımescit’te tarihi bir binadadır. “Hani yok pahasına kırkdokuz yıllığına kiralananlardan.” (sy.9)

Süpersonik bir asansöre binip birinci kata çıkar. Birbirinden seksi iki esmer sekreterden ismi Mehtap olanı onu görüşmenin yapılacağı yere yöneltir:

Mekân oldukça soğuktur. Burada “şortlu, çoraplı ayaklarına kocaman mavi sandaletler geçirmiş Genel Müdür/mütercim kedi telapisti Tunçay Bey, Gürcan -nam-ı diğer Çeşme- isimli gözleri yaşlarla dolu yaratıcı yönetmen ve Şeytan Bey isimli bir kedi ile görüştükten sonra metin yazarı olarak işe alınmıştır. Musa için sorgusuz biridir demiştim ama kendince Gizliajans’a ne katabileceğini de sorgular, hakkını yemeyeyim. “Kendisini neden işe aldıklarını, mekânın neden bu kadar soğuk olduğunu” sorar. Verilen tüm cevaplara da hemen inanır.

Bir kedinin patronu olması, bir adamın sürekli ağlaması, ısrarla isminin Tuncay değil Tunçay olduğunu söyleyen bir diğerinin de bir pipetle bardağına attığı buzları emmesi Musa'yı şaşırmıştır. Ama üstelemez, en iyisi zaten düşünmemektir: Bir şişe şarap ve altı bira alıp ilk iş gününe hazırlanır. Malum yarın iş günüdür ve az içmek gerekir.

Aslında bir roman kahramanı eleştirmek çok kolay, bak ve yapıştır ben bilirim tavrınla: “Musa, sen başına ne gelecekse hak ettin, böyle sorgusuz sualsiz işe girilir mi? Kim bu deliler bir araştırmaz mı? O soğukta ne yapacaksın?” demek en kolayı…

“İşsizdin, ailenin yanına dönmek istemiyordun, bir mevsim boyu birikmiş kira borcun vardı Hoşgörülü Şaban’a. Sen ne yapardın?”

Evvel zaman içinde ben de bir ay kadar işsiz kalmış ve çok korkmuştum mesela. O günlerde, biri bana “sana iş buldum ama asıl patron bir kedi” dese idi, hiç umursamaz ve kabul edebilirdim sanırım. Ya da başka bir şekilde düşünelim. Hangimizin patronu bir kediden daha akıllı ya da duyarlı? Patronun mu, herhangi bir kedi mi? Tercih senin.

Hadi kediyi geçtim. Şortlu, çoraplı, terlikli adama gelelim. Absürd mü? İş güç sahibiyim, çok önemli bir galeri sahibi ile görüşmeye gideceğiz. İş arkadaşım “Gülda, istersen sen gelme” diyor. Baktım ayak diriyor: “Olmaz ben de geleceğim” diye tutturdum:

“Ben o beyefendi ile tanışacağım, görüşme esnasında, çok param olunca toplayacağım resimlerle ilgili bilgi alacağım, ilerideki koleksiyonum ile bana çok önemli bir yöntem gösterecek. Hem işi de istiyorum, onun sadece referanslarımızda bulunması bile çok önemli…” şeklinde gayet gıcık bir tavır içinde idim.

İş arkadaşım “sanırım benden ve tüm bu ısrarımdan intikam almış olmak için” kabul etti, kalktık gittik. Bu beyefendi daha kapıda bizi karşıladı, çok nazikti ama üzerinde sadece bir pantolon vardı. Bizi katkat göbeği, boynuna kadar ulaşmış, yer yer beyazlamış tüyleri ile gayet rahat bir şekilde ağırladı tüm görüşme boyunca. Biz de bu manzaraya hayretle bakakaldık. Ofise geri döndüğümüzde de açtık biraları, yaşadığımız bu inanılmaz katkat göbek tecrübesi karşısında içtik. İş arkadaşım ise benim düştüğüm dehşet karşısında kravatını bile gevşetemedi.

Musa’nın artık en az ikibin lira isteyip patronlara rakamı kabul ettirdiği bir işi vardır. Eve döndüğünde; en az üç köpeği ile yaşayan ve bir üst kat komşusu Emirhan Bey’in ısrarla trafik kazasında değil de bir komplo sonucu öldüğünü iddia eden, Prens Charles’a tutkun Müberra Abla ile karşılaşır. Ondan, apartmanlarında, Vefakâr Şaban’ın da sık sık çıkmaktan keyif aldığı bir terası olduğunu ve çatı kat komşusu Samanyolu Mutluluk Okulu’nun bu terasta parti yapmak istediğini öğrenir. Komplo teorisyeni, fikir sahibi Müberra Abla, Samanyolu Mutluluk Okulu ve okulun mutluluk öğretmeni; kel, göbekli Savuray Bey ile ilgili endişelerini dile getirir. Tutkusuz Musa, Prens Charles’ın kollarında can verme hayalleri içindeki Müberra Abla ile daha fazla konuşmak istemez ve onu başından atabilmek için parti yapılması fikrine kesin karşı çıkacağına dair söz verir.

Mirim Musa, Müberra Abla’ya söz vermiştir vermesine ama işler daha işin ilk günü karışmaya başlar… Her şeyi ıstıraba çevirebilir Musa işe başladığı ilk dakika en yakın çalışma arkadaşı Menekşe gözlü, Greta Gabro ses tonlu sanat yönetmeni Elizabeth Taylor’a pardon Sanem H.’ye âşık olur. Çizmeli Kedi Şeytan Bey, geçirdiği kaza sonucu ölen zengin Barbaros Albotros’un halefidir. Barbaros Albatros’un gerçeklik takıntılı eşi Durnev Hanım’ın ise ajansta ajanları vardır. Kalıbımı basarım eşcinsel çaycı Ercan, aynı zamanda psişik güçlere de sahiptir. Nerede ne zaman deprem olmuştur bir sismograf edası ile bilebilmektedir. Dupont ve Dupont benzeri müşteri temsilcileri Ayberk ve Berkay birbirinin aynısının tıpkısıdır. Beceriksiz Musa’dan önce ajansta metin yazarı olarak çalışan kişi Kaan Sezyum’dur. Diğer esmer seksi sekreterin adı da Sevilay’dır. Her şeyi kitabına uydurmayı bilen, kutulama meraklısı Tamay Bey ajansın ve Albatros vakfının muhasebecisidir. Ve Gizliajans’ın tek müşterisi Samanyolu Mutluluk Okulu’dur maalesef. Üstüne üstlük Çeşme Bey, uçmayı sevmez Musa ile daha özel bir görüşme yapamadan balkondan atlar/atılır.

Neyse bunların ne önemi var. Musa, sebebi-i mevcudiyeti Sanem ile kıyametten sonra ebediyyen yaşayacağı cennetine bu yaşamda kavuşur zaten. Parti de, kız kurusu üst kat komşusu Müberra Hanım Abla’ya rağmen yapılır. Ancak ve ancak; parti sonrası her şey tersine döner. Kriter pardon krater sever Şaban, seni çok üzerim Sanem ve Gizliajans bir anda ortadan kaybolur. Küçük insanların içine düştüğü açmazlardan haz duyan sapıklardan biri Gizliajans’ın iflas etmiş olduğunu ve çalışanlarına da tazminat vermemek için kaçtığını öne sürer.

Fikr-i sabit Musa, dostunu ve sevgilisini kurtarabilmek adına İstanbul Hanımefendisi Durnev Hanım’ın tuttuğu özel dedektif, bir anda yemeğin son lokmasını silip süpüren, aynı hızla kaybolabilen Fezai Aydıntürk ile yollara düşer. Küçük Prens, Nikola Tesla, Kaan Sezyum’un bıraktığı şifreler, Susurluk’ta tost ayran, Selçuk’ta çöp şiş, Club Gümüşlük’te karşılaşılan Dünya Güvenlik Örgütü’nün kâğıt oynayan ajanları, -Açıkçası Haşmet’in de o bahçede elinde satsuma dilimli bir votka kadehi ile görünmesini isterdim- Mikonos, uzaylılar, ayın karanlık yüzü ve gerçeklik hapı sayesinde tüm sorular baş döndürücü bir hızla cevap bulur!

Cevaplara Gelelim:

Gerçeklik hapı çok etkin ve tesirli bir haptır. Tüm dış güçlere karşı hazırlıklı olabilmemiz için bazı hususları bellememiz gereklidir. Her an, her durumda biri bize gerçeklik hapı içirebilir. Yanılmayalım diye de bize "gerçek" gerçekler; iç diğer güçler tarafından ezberletilir. Durun örnekleyeyim:

Mesela ben bir uzaylı ile tanışıyorum ve sohbet esnasında bu uzaylı benim birama gerçeklik hapı atıyor. Çünkü istediği benden gerçekleri öğrenmek. Atacak tabii ki, netekim işi bu. Ben de sorduğu tüm sorulara bildiğim/öğrendiğim/gerçek şekilde cevap vermek zorundayım. “ Bir de o saatte cevap verecek gücüm olduğunu varsayın lütfen.”

Başlıyoruz fikri hür bir diyaloga:

- Ülkenizde öğrenciler başörtüsü ile üniversiteye giremiyorlarmış. Neden?

- Gerçekten mi?

Sanırım bira ile gerçeklik hapı beraber başka bir gerçekliği tetikliyor. Sonra toparlanıyorum merak etmeyin (!)

- Biz ülkecek kimsenin dini inançlarına karışmayız. Sorunuzla ilgisi yok ama insanların cinsel tercihleri ile de hiç uğraşmayız. Herkes nasıl istiyorsa hayatını yaşayabilir. Kişi, evinde her istediğini yapabilir. Ancak üniversite Kamu’dur.

- Hangi kamu? (*)

- Alper Kamu. İşte o izin vermiyor, kendisi beş yaşında. Yok, pek olmadı Alper Kamu değil, Albert Camus değil. Neydi neydi? Hatırladım kamu değil, kamusal alandı bahsi geçen.

- Bunu götürün, sıradaki lütfen.

İşte ben geçemedim bu sınavdan. Sizlere başarılar dilerim.

Alper Canıgüz bir tweetinde:

“Şuna şey ediyorsunuz da buna niye etmiyorsunuz şeklinde serzenişlerin meselelere en kaba yaklaşım biçimi olduğunu düşünüyorum.” dedi ve ardından da kafasını epeydir meşgul eden bu hususla ilgili Leyla İpekçi’nin yazısının linkini verdi.

Ne söylesem eksik kalacak: Ben sevdim bu vicdanı hür filintayı:

“Düşün: çünkü Acılar Denizi’ni kulaçlarken karşılaşacağın azgın dalgalar, fırtınalar ve her biri diğerinden öldürücü deniz şeytanlarıyla boğuşurken, elinde vicdanından başka silahın olmayacak. (sy.37)

Gülda

(*)-Hangi Hasan,
-Florasan (Emrah Serbes)

22 Kasım 2010 Pazartesi

THE MANHATTAN TRANSFER-22.11.2010

Araba sarı bir Murat 134. Sıcak bir yaz günü ve bir kaset çalıyor ve sürekli 19 parça dönüp dolaşıp duruyor.En son parça Trouble Man bitince arabada bulunan Anne:
-Çok şükür. Allah bana da acıdı sonunda! diyor. Kasetin sahibi genç kız öfkeleniyor ve kaseti paralarcasına çıkarıyor. Genç kızda çok öfkeli ama fiyakalı bir “Hıh! Ne anlarsınız zaten” bakışı.

Ben The Manhattan Transfer’i daha önce pek çok kez söylediğim gibi ağabeyimin getirdiği bir bavul dolusu kaset arasında bulmuştum. Bu bavul olmasaymış benim müzik zevkim ne olurdu acaba? Albüm bir Best Of Albümdü hatta "The Very Best Of The Manhattan Transfer" idi. O zamanlar ilgilenmemiştim ama internet vs çıkınca en değerli hazinem olan kaset gözümü açıp bu albüm ne zaman çıkmış diye arandığımda grubun albüm listesinde böyle bir albüm olmadığını gördüm.



Aslında var: Hem The Best Of hem de The Very Best Of diye iki albümleri bulunuyor ancak içerik farklı. Eh, 90’lı yılların henüz başlarında Suudi Arabistan’dan gelen bir bavul dolusu kasetten bahsediyoruz, pek kurcalamamak lazım.

Bu albümde 8 albümden alınmış 19 parça bulunuyordu ve bana aynı zamanda bu 8 albümün peşine düşme imkanı da veriyordu: Brasil, Live, Vocalese, Boo Doo Woop, Bodies & Souls, Mecca for Moderns, Extensions, Pastiche.



Ve sonra tahmin edeceğiniz gibi devamı geldi ve ben bir The Manhattan Transfer hayranı oldum… Ve en önemli albümlerinden birinin de 12 dalda aday gösterildikleri Vocalese albümü olduğu da ilk öğrendiğim şeylerden biri olmuştu.

İşte Yıllar Sonra Yeniden…

Son birkaç aydır da Gülda’ya sürekli mızmızlanıp “ Neden gelmiyorlar, neden gelmiyorlar, söyle İKSV’ye, yaz İKSV’ye….”diye söyleniyordum. Sanırım sonunda Allah Gülda’ya acımış olsa gerek Gülda’dan bayram tatilinden önce bir elektronik posta geldi ve sadece şöyle yazıyordu:” Sana Manhattan Transfer desem?



Bana The Manhattan Transfer deyince Gülda dün gece uzun bayram tatilinin ardından ve ertesi günü ilk iş günü olmasına rağmen biz Cemal Reşit Rey’in yolunu tuttuk. Konser saatinden yarım saat önce CRR’in önündeydik ama pek kalabalık değildi. Salonun içerisini de pek kalabalık görmeyince ben söylenmeye başladım” Ne kötü bir gün, hiç duyuru yapmadılar, böyle mi olmalıydı…mır mır dır dır…”



Saat 20.00’ı az biraz geçe önce 4 kişilik mini band ve hemen arkasından da muhteşem dörtlü Tim Hauser, Alan Paul, Janis Siegel ve Cheryl Bentyne sahneye çıktı. Bir dakika ... Bir dakika...O Tim Hauser mı? Saçı beyazlaşmış, birazdan biraz fazla da bir göbek... Konser esnasında söylediğinden çıkardığım şu oldu ki bu göbeğine son konserlerini verdikleri yer olan İskandinav ülkelerinin yemekleri biraz zarar vermiş ancak bir buçuk günden beri Türk yemekleri ile aradaki farkı kapatmasına yardımcı olmuşuz. Çünkü somon balığı yemekten gına geldiğini ve bizim iyi yemek yediğimizi söyledi.

AAA! Alan Paul’un de saçları biraz dökülmüş. Ama her zamanki kıvrak ve kalem gibi vücudu ile yine iyi görünüyordu. Neyse ki konser tanıtım afişindeki gibi botoxlu gözükmüyor...Kızlar fena değiller ama Gülda’nın dediği gibi Janis Siegel hiçbir zaman pek iyi giyinmiyordu ve dün akşam da aslında ikisi birden biraz kötü giyinmişlerdi. Halbuki onlar benim zihnimde –özellikle Tim Hauser ve Alan Paul- her zaman parlak, renkli, body ve sıfır yaka vücuda oturan t-shirtler giyerlerken kalmışlar. Ama kim takılır ki veya takılmalı ki ne giydiklerine, takıp takıştırdıklarına bu işin biraz tabiri caizse geyik kısmı.



Daha ilk parçadan itibaren onları niye sevdiğimi ve annemi çıldırtma noktasına getirene kadar defalarca dinlediğimi anladım. Çünkü birbirleri ile oluşturdukları vokal uyumu, yorumlama yetenekleri ve teknikleri , seslerinde en ufak bir değişim olmaması beni benden aldı. Ayrıca arada herbirinin solo albümleri olduğunu –bunu pek takip etmemişim- da seslendirdikleri solo eserlerden öğrendim.

Özellikle Tim Hauser’ın Love Stories adlı solo albümünden seslendirdiği Heart Strings adlı şarkının sonunda Gülda ile bakışıp “olmuş” dedik. Cheryl Bentyne’in Gerschwin hayranlığı neticesinde yapmış olduğu The Gerschwin Songbook albümünden şahane bir eser seslendirdi.



Janis Siegel'ın da grubun müzik dünyasının duayeni saydıklarını ifade ettikleri Louis Armstrong için yaptıkları The Spirit of St Louis’den seslendirdikleri parça ve devamında trompet sesi ile aradaki çıkışı ise gerçekten çok hoştu. Ayrıca cazda swing dönemine ve bu dönemde öne çıkan orkestralara da bir selam çakan Manhattan Transfer Glenn Miller’ a ve Moonlight Serenade atfen de Glenn Miller’dan bir parça çaldılar.

Ardından Miles Davis ve Marcus Miller ortak çalışması (aslında MM yazmıştır) TUTU adlı eser beni kalbimden vurdu. Bir an Marcus Miller’ın Salon’daki konseri geldiği için neşem kaçtıysa da sonradan Groovin’i seslendirmeleri bulutlarımı kaçırdı. Tim Hauser bir ara 1975 yılında ilk önemli ve çıkış albümleri olan The Manhattan Transfer' ı yapmalarını ve bugünlere gelmelerinde büyük katkısı olan Ahmet Ertegün'e de teşekkürlerini iletti ve seyirciden duygu yüklü bir alkış koptu.



Bundan önce de son albümleri olan Chick Corea Songbook’tan seslendirdikleri iki eser de grubun yine ne kadar yorumlama konusunda ne kadar başarılı olduklarının birer kanıtıydı. Gülda’nın konser sonrası konuşmamızda söylediği gibi I love coffee I love tea (Java Jive) ise hakikaten çok güzeldi.



Aralıksız neredeyse iki saate yakın sahnede kalan grup sahnede çok az hareket ettiyse de konseri terk ederken Alan Paul’un sonlara doğru söylediği hareketli blues parçasındaki zaman zaman –eskiden sahnede yaptıkları koreagrafilerde ön plana çıkan- -öne eğilerek ve ucu sivrilerek gelen mat deriden ayakkabılarını öne çıkarara çıkara dans etmesi aklımdan grubun yaşlanmış olmalarını ve bu yaşların izlerinin bedenlerine yansımalarını silmiş ve parlak yeşil-mavi bodyli ve takım elbiseli ve çıplak ayaklı hali kalmıştı.

Gülda? Montreal Caz Festivali desem?


Manhattan Transfer, Birdland
Yükleyen roseliette. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!


Sevgiler
Billur

19 Kasım 2010 Cuma

Kasabanın En Hüzünlü Filintası

Emrah Serbes - Erken Kaybedenler

Bu sene kitap fuarı çok hareketli idi. Bu hareketliliği de en yakın şekli ile twitter aracılığı ile takip edebildim. "Zaten aklı başında olan kaç kişi o mesafedeki bir kitap fuarına iki hafta süresince –çok yakınında oturmuyorsa- birden fazla gidebilir? Kim çoksatancılar, ulusalcılar ve muhafazakârlar kutuplaşmasının arasında çekiştirilirken; yeni, farklı kitaplar bulabilir? Sevdiği bir yazarla iki üç satır konuşup, sürüler halinde dolaşan küçük çocukları ezmeden ya da sinirlenmeden günü sakince bitirebilir" hiç bilemiyorum. Hangi akla hizmetle her yıl neden gittiğimin cevabı ise; yaşananları unutuyorum ve neyi kaçırıyorum merakı ile tekrar aynı tuzağın içine düşüyorum sanırım. Bu sene bir de yazarlar tweetlerinde; “Şu gün şu saatte, şu saatte kitaplarımı imzalayacağım, gelin” benzeri cümleler kurunca yine gitmek kaçınılmaz oldu.



Emrah Serbes’de kitapları imzalayacağı gün ve saati belirtir bir tweet yazmıştı:

“Kitap fuarındaki imza günüm (pazar 13-14 arası) sadece genç kızların katılımına açıktır, araya apaçi girerse kalemi yer baştan diyim.”

Bu tweet’i Tuna Kiremitçi atsa, ona olan hoşgörüsüzlüğüm daha da artardı. Yekta Kopan’dan gelse; “biri onun twitter hesabını ele geçirmiş komplo kuruyor” diye düşünürdüm. Ama tweet Emrah Serbes’den gelince beni çok güldürdü. Erken Kaybedenler’in her hangi bir öyküsündeki kahramanın ağzından çıkabilecek türde bir cümle ile öyküleri tekrar okumamı sağladı.



Gerçi öyküleri tekrar okuduktan sonra; pazar günü belirtilen saatte oraya gidip, tüm kitaplarını yüzüne fırlatıp:

“Hani Nilüfer gibi aklı bir karış havada kızlar laftan anlamazlardı. Hatta bu berbat dünya hakkında o kadar az şey biliyorlardı ki, ürküp kendini yanlarında iken on yaşındaki bir çocuğu baştan çıkarmaya çalışan bir sapık gibi hissediyordun!” (Zannettiğin Gibi Değil - Erken Kaybedenler)

Ya 36 yaşındaki kadın imza istese ne olacak? “O genç kız şaşkınlığını da, büyüdüm ama çocuksu ruhumu koruyorum saçmalıklarını da atalı hayli zaman olmuş, çiçekli elbisesi rüzgârda açılan kadın!” (Kimi Sevsem Çıkmazı – Erken Kaybedenler) demek de vardı ama “olayları küçültmeden ya da büyütmeden, oldukları gibi kabul ederek yaşamak gerektiğini” (Anneannemin Son Ölümü - Erken Kaybedenler) düşündüm. Aslında:

“Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle bir küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.” (Anneannemin Son Ölümü - Erken Kaybedenler) idi Türkçesi.

Sonuçta, kalabalığın daha az olacağını düşündüğümüz bir günde Kitap Fuarına gittik, çok keyif aldım, yüklendik kitaplarımızı döndük. Hiç bir yazara kitap imzalatmadık. İstersek fuarın kafesinde bira bile içebilirdik. Ancak ne mümkün; 40 km araba kullanmak vardı dönüş yolunda… İtiraf diyorum: Emrah Serbes’in kitaplarını da tekrar satın aldım.

Ben Emrah Serbes’i Afili Filintalar’da yazdığı maddeleri ile takip ediyordum. Kitaplarını almış ama daha okumamıştım. Sevgili Danzon’un “Belki de Bir Kederi Sahiden Anlamak İçin Ondaki Komik Yönleri Bulmak Lazım Önce." yazısını okuduktan sonra, bir çırpıda Erken Kaybedenleri okudum. Behzat Ç. ile bilerek ve isteyerek Son Hafriyat ile tanışmayı tercih ettim ve en sona Her Temas İz Bırakır’ı bıraktım.

Afili Filintalar’a çok az madde eklediği ve twitter’da da çok az yorum yazdığı için açıkçası ona biraz gıcık oluyorum. İki roman, bir öykü kitabı ve 71 madde ile beklemekten başka çarem yok. Zaten Mehmet Eroğlu’da Fay Kırığı II’yi hâlâ bitiremedi...

“Kafam bozuk biraz, kusura bakmayın!”

Bir de Emrah Serbes’in hiç mutlu –en azından bu kadar da acıtmadan biten- biten bir hikâyesi yok ya. Ona da ayrıca kızıyorum! Ona bağıra çağıra:

“Beni hayal dünyasına sürüklemene gerek yok ama bu kadar da gerçeği yüzüme vurmasan da olur. Bu öykü! Bu roman!” demek istiyorum:

Ne de olsa ben; “ilk kale nöbetini alacak kadar iyi yürekli kız” idim. (Denizin Çağrısı – Erken Kaybedenler)

Şimdi imza kuyruğuna girmeye yaşım tutmuyor. Ayrıca onun sürekli bahsettiği , “reis, cCc…cCc, amk” gibi tabirler de kafamda çok oturmuyor. "Diyim" de nedir ***? (*** okkalı bir küfür aslında) demek istiyorum. Ama “*** sen Borges’misin ki senin için kuyruğa gireyim” diyecek kadar da pişkinleşmişim.

“Senin vicdanın kalbin Allah’ın kitabın yok mu lan it!” (Son Hafriyat sy.288) diyorum! Neden gencecik insanları öldürüyorsun romanlarında? Neden sessiz soluksuz bırakıyorsun babaları? Gencecik, masum insanların zaten gün be gün telef olmaları yetmedi mi? Bir de sen öldür onları. Aferin sana! Kendimi çok kötü hissetmeme sebep oluyorsun, yazdığın maddelerin her biri beni daha da yaralıyor.

Aflil Filintalar’da madde üzerine madde sıralıyorsun:

Madde 52: Genel Plan: Birbirimize ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Zalimliğin başladığı yer burası, hoşgörünün başladığı yer de. Ama bunu sözcüklerle anlatmanın imkânı yok. Bir saat kadar Noir désir dinlemek lazım.”

-Bayım, “Bir saat kadar Noir désir dinlemek" hiçbir işe yaramıyor.

İşte beni bu kadar nefessiz soluksuz bıraktığın için de neden bu yazıyı yazdığıma bile gelemedim. Aslında ben Behzat Ç. ile ilgili yazmak için yola koyulmuştum. Dün akşam diziyi -8. bölümmüş- bile izlemeyi göze almıştım hâlbuki. Gerçi bitiremedim, çok uzun sürdü. Bir de reklamlarda sürekli bir sonraki bölümde “Berna’nın” ne yapacağına ilişkin bilgiler vardı, dayanamadım, sızmışım.

Bir de Emrah Serbes, üçüncü Bezhat Ç. Bir AnKara Polisiyesi’ni de yazmaya karar vermiş. Onu da eminim hepimiz okuyacağız. Ama birileri ölecekse bu sefer Aybars ölsün, Bahattin ölsün, olmadı Tahsin ölsün, sapık doçent ölsün, yüzümüz gülsün.–Ölümle mutlu olacak hâle mi geldik?

—Sahi ne yapıyoruz biz?

Ben, Gırgır Dergisi ile büyüdüm. Her hafta hevesle Gırgır Dergisinin çıktığı yeni sayıyı bekler, dergiyi okuma sırası bana geldiğinde; satır satır, tamamını okur ve çok gülerdim. Sadece gülmezdim, çok da canım acırdı. Çünkü nerede ise tümünü hafızama kaydettiğim o çizgi ve yazılarda; yaşananların resmi duruyor olurdu. Bizi bu acılardan kurtarabilecek; Yüzbaşı Tommiks, Kaptan Swing, Çelik Bilek hatta Konyakçı bile yoktu. Sadece Red Kit sever Özal vardı, o da dergiyi kapattırmıştı. -Özal’ı da şimdi sadece o balerin haliyle resmedildiği şekli ile hatırlıyorum o ayrı.- Kapandığı süre boyunca; eski sayıları tekrar tekrar okuduk. Durumun vahametini de derginin fiyatında beliren Özal kafalarından iyice anlıyorduk. İnsanların işkence gördüklerini de, aç kaldıklarını da ve nedeni anlaşılamaz bir şekilde kaybolduklarını da tanıklık ediyordu Gırgır her hafta…

Erken Kaybedenler, içinde yer alan sekiz öyküsü ile eskinin Gırgır’ı tadında. Güldürüyor, midenize kocaman kocaman yumruklar atıyor ve canınızı çok yakıyor. Tıpkı Gırgır gibi; içindeki her bir kare; her yeni okunuşta, resmin içinde gözden kaçan başka bir resim/ayrıntı ile öyküyü yeniden yaratıyor. Emrah Serbes öykülerinde, kasırganın resmini çiziyor.

Komşuyu terörist belleyip öldürme planı yapan “Özbeöz Türk ve şanlı milletinin milliyetçisi” çocuğun “sözde teröristlerle” arkadaş olup, üstüne üstlük onlarla eylem yaparken polisin sıktığı biber gazına itirazını kim bir daha unutabilir?

-Öne çıktım, “Göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok,” dedim. “Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar.”- (Üst Kattaki Terörist – Erken Kaybedenler)

Emrah Serbes’i okuyun, pişman olmayacaksınız. Onun kitapları ile dolu dolu bir serüvene çıkacağınıza eminim. Pişman olursanız da seneye gidin kitap fuarına… Fırlatın kitaplarını onun yüzüne; “Hey Hüzünlü Filinta, bizi çok yaralıyorsun/kırdın…” deyin. Ben yapamadım, siz yapın!

Hatta kampanya başlatalım: “Gerçekleri kimsenin yüzüne vuramıyoruz, öcümüzü Emrah Serbes’den alalım.” diyelim. O da bu kentsel dönüşüm çarkında sadece kötü/kötü-leri öldürsün romanlarında. İsterseniz bununla da yetinmeyelim: Behzat Ç. “içkiyi sigarayı bıraksın” kampanyası yapalım: Onu sağlıklı yaşam kampına yollayalım, bir hafta maydanoz suyu içsin, arınsın. Kendimize benzemeyenden nefret ettiğimiz için onu da kendimize benzetelim. Tüm öfkesini Tai-Chi yaparak çıkartsın…Böylece, üstünü sıvalayalım tüm geçmişin, masum(!) bir tarih yazalım yeniden…

Dedim ya kafam bozuk, sıkıldım, yoruldum...

Gülda

9 Kasım 2010 Salı

AÇLIK OYUNLARI - SUZANNE COLLINS



Kitap: Açlık Oyunları
Yazar: Suzanne Collins
Yer: Palma D’oro
Sunucu: Ayşen
Katılımcılar: Aysun, Ayşe, Aycan, Bilgen, Billur, Gülda, Gülden, Peyman, Yonca,







SUZANNE COLLINS’in AÇLIK OYUNLARI ve GÜNÜMÜZ SURVİVOR YARIŞMALARI…

Kitabı tanıtmadan önce ifade etmek isterim ki; bu kitabın, kitap kulübümüz okuma listesine alınmasındaki düşüncem aslında bir hikâyenin, kurgunun kitaplar ya da yarışma programları fark etmiyor, nasıl defalarca (ve çok iyi ) satılabildiğine iyi bir örnek teşkil etmesi. Bu, aynen bu sene IMF ile anlaşacağımız hikâyesinin İMKB’de 11 kez fiyatlandırılması türünden bir öykü aslında… Her zaman alıcısını buluyor :))

Detaylar yazının ilerleyen bölümlerinde… Şimdiden İyi Okumalar…


AÇLIK OYUNLARI

Suzanne Collins

47 yaşında Connecticut’ta yaşayan Amerikalı televizyon programları senaristi ve roman yazarı Suzanne Collins fantezi, bilimkurgu, çocuk ve genç ergen romanları yazmaktadır.

Kariyeri:

Collins’in kariyeri 1991 yılında çocuk televizyon programları yazarlığı ile başladı. Nickelodeon için “Clarissa Explains It All”,”The Mystery Files of Shelby Woo”,”Little Bear” ve “Oswald” ı da içeren bir çok televizyon programı için çalıştı. Collins aynı zamanda Scholastic Entertainment yapımı “Clifford’s Puppy Days” de de baş yazardı. Bir yılbaşı spesiyali olan Santa Baby animasyonu ile Writers Guild of America ödülü adaylığı kazandı.

KidsWB’de “Generation O” için çalışırken çocuk kitapları yazarı James Proimos ile tanışmasının, kendisinin de çocuk kitapları yazmasına başlamasında büyük etkisi oldu.

”Alice Harikalar Diyarında” hikayesinde; “nasıl olur da biri, tavşan çukuru yerine bir bacadan düşüp de çay partisi haricinde bir şeylerle karşılaşabilir?” düşüncesi, yazarın, The New York Times en iyi satanlar listesine ilk kez giren The Underland Chronicles serisinin ilham kaynağı oldu.2003 ve 2007 yılları arasında Underland Serisine ait 5 kitap yazdı: Gregor the Overlander, Gregor and the Prophecy of Bane, Gregor and the Curse of the Warmbloods, Gregor and the Marks of Secret ve Gregor and the Code of Claw.

Bu süre zarfında Collins aynı zamanda Mike Lester tarafından resmedilen “When Charlie McButton Lost Power” kitabını da yazdı(2005). Yani 4 yılda 6 kitap…

Eylül 2008 de Scholastic Yayıncılık, Suzanne Collins’in yeni üçlü serisinin ilk kitabı olan “Açlık Oyunlarını” yayınladı.

Açlık Oyunlarında, kısmen Yunan Mitolojisindeki Theseus efsanesinden esinlenen yazarın bir diğer ilham kaynağı da ; aynı zamanda Hava Kuvvetlerinde çalışan ve Vietnam savaşında görev alan babasından dinledikleridir.

Savaşta, çok sevdiklerini kaybetmenin acısı, açlığın kaçınılmaz gerçekliği, gücün iktidar olma çabaları ve savaşın diğer etkileri, yazarın çocuk yaşlarda bu konulardaki farkındalığını arttırmıştır. Bütün bunlara ek olarak son zamanlarda yazarın kanalları zaplarken gördüğü televizyon programlarının da kitaba etkisi büyüktür.

Bu kitabı, yazarın 2009 da yayınlanan 2.kitabı “Ateşi Yakalamak” takip etti. Üçlü serinin son kitabı olan “Alaycı Kuş” 24 Ağustos 2010 da yayınlandı.

Henüz 14 ay olmuşken ilk iki Açlık Oyunları Kitapları sadece Kuzey Amerika’da 1.5 milyon kopya sattı. Açlık Oyunları The New York Times’ın en çok satanlar listesine 60 hafta aralıksız girdi. Açlık Oyunları 26 değişik dile çevrildi ve kitap hakları 38 ülkeye satıldı. Suzanne Collins, Time Magazini tarafından 2010 yılında dünyayı en çok etkileyen insanlar listesinde gösterildi.

Açlık Oyunları serisinde yazar Collins’e ilham veren Yunan Mitolojisinden Theseus’un hikâyesine dair bir gıdım bilgi.

EGE DENİZİ ADI ve THESEUS

Theseus; Kral Aigeus’la Kraliçe Aithra’nın oğludur. Theseus, yaşamındaki kahramanlıkları ve başarılarından dolayı denizler tanrısı Poseidon’un oğlu olarak da bilinir.

Kraliçe Aithra, Troyzen’de Theseus’a hamile kaldığı günlerde, Kral Aigeus sandalları ve kılıcını büyük bir kayanın altına saklar ve eşi Aithra’ya “Oğlum bu kayayı kaldıracak duruma gelene dek, ona kimin oğlu olduğunu söyleme” deyip, ülkesi Atina’ya döner.

Theseus, Troyzen’de dedesinin yanında kalır ve geçen yıllar boyunca güçlenip yüreklenir. Bir gün, tanrısal kahraman Herakles, Theseus’un dedesinin sarayına konuk olarak gelir. Herakles, sırtındaki aslan postunu yere atar. Herkes postu canlı bir aslana benzetip korkarak kaçar, sadece Theseus kılıcını çekerek aslan sandığı posta hücum eder. Postun canlı bir aslan olmadığını anlaşıldığında kahkahalarla gülünse de bu olay Tanrısal kahraman Herakles ve çevredekiler tarafından hayranlıkla izlenmiştir ve Theseus adından söz ettirmeye başlamıştır.

Theseus 16 yaşına geldiğinde annesi onu sandal ve kılıcın saklı olduğu kayanın yanına götürür. Theseus koca kayayı kaldırdığında babasına ait sandal ve kılıcı bularak Kral Aigeus’un oğlu olduğunu annesinden öğrenir. Böylelikle Atina’ya gitmeye karar veren Theseus, daha güvenli olmasına rağmen deniz yolculuğunu kabul etmeyip yol boyunca canavarlar ve çeşitli tehlikelerle mücadele ederek kara yolu ile Atina’ya ulaşır. Kral Aigeus o sıralar büyücü Media’nın etkisi altındadır. Bu yüzden Theseus babasına kim olduğunu açıklamaktan çekinir ama Media; Theseusun, kralın oğlu olduğunu anlar ve onu öldürmek için etine zehir katar.

Theseus kılıcını çıkarıp eti kesmek istediğinde Kral Aigeus kılıcını tanır ve Theseus’un oğlu olduğunu anlayınca eti yemesini engeller. Media saraydan kovulur ama Theseus için tehlikeler bitmemiştir, Kralın kardeşi olan Palas tahtı ele geçirmek için elli oğlunu Theseus’u öldürtmek için göndermesine rağmen Theseus hepsini birer birer öldürür. Ve günahlarından arınmak için bir yıl ülkesinden uzaklaşır. Ta ki her yıl ülkenin en gözde 7 kız ve erkeğinin Girit adası lâbirentinde yaşayan Minotaurus adlı öküz başlı canavara kurban edilmesi için Girit’e gönderildiğini duyana kadar.

Theseus Atina’ya giderek babasının aksi yöndeki ısrarlarına rağmen 7 erkek gençten biri olup canavarı öldürmek için Girit’e gitme iznini babasından alır. Babası Theseus’un bindiği gemiye siyah bir bayrak astırır ve oğluna; “sağ dönersen bayrağı beyaz bir bayrakla değiştir ki uzaktan göreyim” der.

Theseus ve 13 genç kara bayraklı gemileri ile o zamanki adı "Arkhipelagos" olan Ege’de süzülüp günlerce süren yolculuğun sonunda Girit’e varır. Girit’te, kurbanlık gençleri Kral Minos karşılar. Kral Minos’la, Kraliçe Pasife’nin biricik ve dünya güzeli kızları olan Ariadne ile Theseus göz göze gelir gelmez birbirlerine âşık olurlar. Bu kez de, Ariadne Theseus’u ölüm yolculuğundan döndürmeye çalışır. Ama Theseus’un kararı kesindir.

Bunun üzerine Ariadne, ona der ki:

" Labirente girip de sağ çıkmak olası bir durum değildir. Her şeyden önce Minotaurus denilen öküz başlı canavar hiç bir kurbanını sağ bırakmamıştır. Hem onu öldürsen bile, labirent öylesine karışıktır ki, geri çıkma yolunu bulmanın olanağı yoktur. İyisi mi, sana bir makara iplik vereceğim. İpliği sala sala ilerle, labirentin arap saçından beter dehlizlerinde... Minotaurus’u öldürmeyi başarabilirsen, saldığın ipliği izleyerek bulabilirsin çıkış yolunu."

Öyle de yapar Theseus. Ariadne’nin ipliğini yere salarak ilerler. Sonunda Minotauros’un bulunduğu bölmeye varır. Minos insan bedenli, boğa başlı azgın bir canavardır. Theseus, zorlu bir savaştan sonra Minotauros’u öldürür. Ariadne’nin ipliğini izleyerek, dolambaçlı, bin bir yanıltmalı yollar içinde çıkış yolunu bulur. Böylece Theseus, tanrısal sanatçı Fethiye’li Daidalos’un yaptığı lâbirente girip sağ çıkan ilk insan olur. Üstelik böylece, her yıl bu canavara on dört genç kurban edilmesi töresini de yıkmış olur.

Theseus, Prenses Ariadne’yi de gemisine alarak dönüş yoluna koyulur. Theseus zafer sarhoşluğu içinde ülkesine dönerken, gemisindeki kara bayrağı indirip, yerine ak bayrağı çekmeyi unutur. Kıyıdaki en yüksek burçtan oğlunun yolunu gözlemekte olan Kral Aigeus, kara bayrağı görür görmez oğlunun başına bir felaket geldiğini sanarak, kendisini burçtan denize atıp intihar eder.

Bu olaydan sonra bu denize “Aigeus’un denizi” dendi. Bu ad zamanla son ve en güzel biçimini buldu ve “Ege Denizi” oldu

Özel Hayatı

Suzanne Collins bir Hava Kuvvetleri subayının kızıdır. Kocası,2 çocuğu ve 2 kedisiyle Connecticut’ta yaşamaktadır. M.F.A. sını New York Üniversitesi Drama Yazarlığı bölümünden almıştır.

Yayınlanan Kitapları

The Underland Chronicles

1. Gregor the Overlander (2003)
2. Gregor and the Prophecy of Bane (2004)
3. Gregor and the Curse of the Warmbloods (2005)
4. Gregor and the Marks of Secret (2006)
5. Gregor and the Code of Claw (2007)

The Hunger Games trilogy

1. The Hunger Games (2008)
2. Catching Fire (2009)
3. Mockingjay (2010)

Diğer Kitapları

• Fire Proof: Shelby Woo #11 (1999)
• When Charlie McButton Lost Power (2005)

Film Uyarlamaları

Lions Gate Entertainment, Color Force yapımı olacak ve Nina Jacobson tarafından yönetilecek Açlık Oyunları’nın film uyarlamasının bütün dünya genelinde distribütörlük haklarını almıştır. Romanın film uyarlamasını Collins bilfiil kendisi yapacaktır. Filmin 2013 yazında çekileceği belirtilmiştir.

Ödüller

2010 - Georgia Peach Genç Okuyucular Kitap Ödülleri
• Publishers Weekly’nin Çocuk Kurgu Dalında Yılın En İyi Kitabı Ödülü
• Amerika Kütüphaneler Birliği En İyi 10 Kitap Ödülü
• ALA Kayda değer Çocuk Kitapları Ödülü
• 2008 CYBIL Ödülü—Fantezi ve Bilim Kurgu Dalı
• KIRKUS 2008 En İyi Genç Yetişkin Kitapları Serisi
• A Book List Editor's Choice, 2008
• NY Halk Kütüphanesi -Okumak ve Paylaşmak için 100 Başlık
• 2004 NAIBA Çocuk Romanları Ödülü


The Hunger Games –Açlık Oyunları

Konusu, belirlenmemiş gelecek bir zamanda geçen kitapta, bir zamanlar Kuzey Amerika olarak bilinen bir yerin yıkıntıları içerisinde Panem ulusu yaşamaktadır. Zengin ve güçlü Başkent Capitol'ün etrafında bir hat boyunca sıralanan fakir ve güçten yoksun bırakılmış 12 bölge bulunmaktadır. Capitol şiddetli ve acımasızdır. Bu 12 bölgenin her biri her yıl yapılan Açlık oyunlarına katılmak zorundadır.

Açlık Oyunları 74 yıl önce Capitol’e karşı gelen ve bunun sonucunda Capitol tarafından imha edilen 13.Bölgenin başına gelenleri anımsatmak amacıyla düzenlenmektedir. Kapitolun hazırladığı açık alanda düzenlenen ve kurallarının Kapitol oyun kurucuları tarafından yapıldığı yarışma için kura ile her bir bölgeden yaşları 12 ila 18 arasında değişen birer erkek ve birer kız çocuğu seçilip gönderilmektedir. Açlık oyunları TV'den canlı yayınlanan ve herkesin seyretmek zorunda olduğu, 23 çocuğun ölümü ve hayatta kalmayı başarabilen 1 çocuğun zaferiyle sonuçlanan bir ölüm oyunudur.

Açlık oyunları, çocukların bile Capitol’ün gücü karşısında değersiz oluşları yani Kapitol’ün tek hâkim güç oluşunun acımasız bir anlatım şeklidir. Kısaca Capitol’ün Açlık Oyunlarıyla verdiği mesaj; Bize karşı gelmeyin, aksi takdirde sizi öldürmekten daha kötüsünü yaparız, ÇOCUKLARINIZI ÖLDÜRÜRÜZ’dür.

Hikâyenin baş kahramanı on altı yaşındaki babasız Katniss Everdeen, annesi ve 12 yaşındaki kız kardeşi ile yaşamaktadır. Oyunlarda kurada çıkan kız kardeşi Primrose’ın yerine geçerek ölüm cezasını üzerine alır. Ancak Katniss daha önce de ölüme çok yaklaşmıştır ve bu kez kız kardeşi için ikinci kez hayatta kalma mücadelesi verecektir. Gerçekten ne anlama geldiğini bilmeden bir yarışmacı olmuştur. Eğer bu mücadeleyi kazanırsa hayatta kalma seçeneğini başlatmış olacaktır.

12.bölgeden kuradan çıkan erkek yarışmacı olan Peeta Mellark ise Katniss’in okuldan tanıdığı fırıncının oğludur. Peeta’nın Katniss’in ailesinin açlıktan ölmek üzere olduğu bir durumda ceza alacağını bile bile Katniss’e ekmek vermiş olması oyunlarda Katnis’in işini daha da zorlaştırır. Bir zamanlar hayatını kurtaran çocuğu, şimdi hayatta kalmak için öldürmek zorunda kalacaktır.

Karakterler

• Katniss Everdeen: Madenci olan babası bir maden kazasında öldükten sonra hayata küsen annesi ve o zamanlar daha çok ufak olan kardeşinin bütün sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalan 16 yaşındaki Katniss, son olarak da kurada adı çıkan, hayatta her şeyden önemli olan küçük kardeşi Primrose’un yerini alarak Açlık Oyunlarına 12.Bölgeden katılan kız yarışmacıdır. Ailesini hayatta tutabilmek için 11 yaşından beri girilmesi yasak olan ormanda avcılık yapan ve tuttuklarını köylülerle takas yaparak ihtiyaçlarını gideren Katniss ok atma konusunda inanılmaz yeteneklidir ve bitkileri iyi tanır. Her anlamda en iyi arkadaşı olan Gale’in kurduğu tuzaklar ve Katniss’in okla vurduğu avlar şimdilik onları idare etmektedir.

• Peeta Mallark: 16 yaşında, sarı saçlı, mavi gözlüdür. Okuldan sonra fırıncı olan ailesine yardımcı olan Peeta hayatı boyunca hiç avlanmamış ve ailesine bakmak durumunda kalmamıştır.Bayat ekmeklerle olsalar da karınları doymaktadır. Fırıncıda çalışırken sürekli ağır ekmek sepetlerini kaldırdığı için güçlü kollara, pastaları süslediği için de iyi bir kamuflaj yeteneğine sahiptir. İki tane ağabeyi vardır. Dikkat çekici bir çocuk olmamakla beraber yaşına göre çok olgun, merhametli ve dürüsttür. Açlık oyunlarına seçilince, kimse onun yerine geçmeye gönüllü olmamıştır. Katniss'e aşıktır.Aşkını ilk defa Capitol'de açıklar.

• Gale Hawthorne: Gale, aynı Katniss gibi, siyah saçlara ve gri gözlere sahiptir. 18 yaşındadır. Avcılıkta, tuzak kurmakta, iz kaybettirmede en iyisidir. Babası Katniss'in babasıyla beraber maden kazasında ölünce, 3 erkek kardeşine ve annesine bakmak için avlanmak ve değiş tokuş yapmak zorunda kalmıştır. Zaman içinde Katniss'le iyi anlaşmaya başlar ve dost olurlar. Evlerine beraber yiyecek götürürler. Gale çok yakışıklıdır ve okuldaki tüm kızlar onun peşinden koşmaktadır. Ancak o da Katniss'e âşıktır. Katniss ise duygularından emin değildir.

Primrose Prim Everdeen: Katniss'in kız kardeşidir. 12 yaşındadır. Sarı saçlara, mavi gözlere sahiptir. Çok merhametli ve duygusal olduğu için av konusunda ablasına yardımcı olamaz ama eczacı olan annesinden bitkiler konusunda çok şey öğrenmiştir ve hastaları tedavi konusunda annesine gerçek anlamda iyi bir yardımcıdır. Ablası Katniss’e düşkünlüğü ve sevgisi tartışılmaz olan Prim 12.Mıntıkadaki herkes tarafından da çok sevilmektedir. Lady isimli ablasının hediye ettiği bir keçisi ve çok çirkin olmasına rağmen Prim için hayata bağlayıcı özelliği olan Düğün Çiçeği adında bir kedisi vardır.

• Mr. Everdeen: Madencidir ve bir maden kazasında ölmüştür. Ok yapmakta ve bitkileri tanımakta çok başarılıdır ve bunların hepsini Katniss'e öğretmiştir.

• Mrs. Everdeen: Sarı saçlara, mavi gözlere sahiptir. Eczacıdır. Eşi öldükten sonra dünyayla ilişkilerini koparmış, yaşamak adına sadece nefes alıp verdiği bir dönem olmuştur. Kendisini ve kız kardeşini bu anlamda yaşarken terk ettiği için Katniss annesini hiçbir zaman affedemeyecektir. Kendini biraz daha toparladığı dönemlerde, bulundukları bölgede kimsenin parası doktorlara yetmediği için genelde hastaları Prim'le beraber o tedavi eder.

• Haymitch Abernathy: 12. Bölgeden açlık oyunlarını kazanan tek kişidir ve bu yüzden 12. bölgeden açlık oyunlarına katılan herkese istese de istemese de kazandığı seneden beri koçluk yapmaktadır. Katıldığı açlık oyunları sonrasında yaşadığı travmayı seneler boyunca şarap içerek hafifletmeye çalışan ve bu yüzden genellikle sarhoş dolaşan Haymitch aslında çok zeki ve duyarlı bir kişiliktir. Her Açlık Oyunlarına katılan yarışmacılar gibi Haymitch’ de de Açlık Oyunlarının izleri hiç silinmemiştir. Oyunlara bir çocuk göndermek istemediğinden hiç evlenmemeyi seçmiş olması, hala karanlıkta uyuyamaması bunlardan sadece birkaçıdır.

• Cinna: Katniss'in stilistidir. Açlık oyunlarının tüm kutlamalarında, açılışlarında Katniss'i hazırlar. Katniss onu çok sevmektedir ve kendisine yakın hissetmektedir.

Kitapta, Cinna’nın karakterinin önemi yazarın yaratıcılığını gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. Açlık Oyunlarının kurgusu bir yana, kostümlerin tasarımları gerçekten zekice ve oldukça zevklidir. Özellikle, Açlık Oyunlarının başkanının emri üzerine Katnis’in maden ocaklarından geldiğinin ön plana çıkması amacıyla kömür temasının işlendiği bir elbise ile televizyonlara çıkması istendiğinde, Cinna’nın hazırladığı -yani Suzan Collins’in tasarladığı elbise,- Katnis’in kollarını yukarı kaldırmasıyla alevden küle dönüşen elbise, kitapta temalarla kostümlerin birebir örtüştüğü en güzel örneklerden biridir…

AÇLIK OYUNLARI VE SURVİVOR !!!

Yazımın başında açıkladığım sebebi biraz daha detaylandırmak gerekirse…

Survivor’un son programlarını izlemiş biri olarak gördüğüm benzerliklerden hemen aklıma gelen 5 tanesini aşağıda sıralıyorum ama eminim siz daha da fazlasını bulacaksınız.

1-Panem’de ödül olarak sponsorlara ederinin üzerinde pahalıya mal olan hediyeler gönderiliyor, Survivor’lar da SMS ler…

2-Panem’deki oyunlarda da en fazla benimsenen taktik, en başta “güçsüz” imajı yaratıp rakiplerin seni tehdit olarak görmemesi ve sana bulaşmaması. Son seyrettiğim Survivor’da yanılmıyorsam son 5’e kalan “Oğuzhan Abi” Bey’in de sırrı buydu…

3-Panem’de en iyi görünen haraç daha çok sponsorun ilgisini çekiyor ve güzel hediyeler topluyor.(Bu çok da iyi bilinen bir durum olduğu için saç, makyaj, kostüm,ne gerekiyorsa yapılıyor) Survivor’larda da durum çok farklı değil.Yarışmanın en güzel kadınları ile en yakışıklı erkeklerinin fan clubları oluyor. Buket Uzuner’in söylediği gibi “bu dünya güzel kızlarla, yakışıklı erkekler üzerine kurulu” teorisi korkarım bu oyunlarda da geçerliliğini koruyor.

4-Aşk teması her zaman iyi prim yapıyor, özellikle platonik olanlar programa-kitaba ilgiyi arttırıyor.

5-Kitap’ta Katniss ve Peeta haricindeki son yarışmacı Cato’nun canavarlar tarafından alt edilişinden sonra bir türlü ölmek bilmemesi ve saatlerce inleyip, yalvarması, izleyicileri ekran başına kilitliyor. Tıpkı Survivor’da da aynı karelerin tekrar tekrar gösterilip bir türlü neticeye varılamaması gibi…

AÇLIK OYUNLARINDAN SONRA BEREKET KUTULARI…

Son olarak Kitapla ilgili bir anı olarak canım arkadaşlarım için hazırladığım ahşap kutulara bereket kutuları adını verdim ve diledim ki;

İstediğimiz kadar dağıtalım, pisletelim, pislenelim ama her zaman yıkanacak suyumuz ve yanında SABUNUMUZ olsun… Ne demişler suya sabuna dokunmadan temizlik olmaz…

KURUTULMUŞ MEYVELERİ, yiyecek başka şeyimiz olmadığı için değil, cildimize, sağlığımıza iyi geldiği, güzelliğimize güzellik kattığı için yiyelim… (bunu yazarken çok eğlendiğimi itiraf etmeliyim)

Yaşadığımız her günden, Katniss’in SICAK ÇİKOLATA’yı ilk kez tadışından aldığı keyfi alarak yaşayalım…

Her zaman yiyecek EKMEĞİMİZ, hatta mümkünse üzerine sürecek SARELLE’ miz olsun…

Karanlıkta hiç kalmayalım, MUM’ları sadece romantizmi tavan yaptırmak için yakalım…

Her zaman bize KURABİYE verecek ve bizim KURABİYEMİZİ vereceğimiz dostlarımız olsun…
KALPLERİMİZ her zaman Peeta’nın Katniss’e duyduğu türden aşkla dolu olsun ve tabii ki karşılıklı olsun:)


Şimdi biraz ciddiyet… Konumuza devam:


Bilim kurgu (veya bilimkurgu) yakın ya da uzak gelecek ile ilgili hikâyelerin bugün mümkün olmayan bilim ve teknoloji unsurlarını kullanarak oluşturulmasıdır. Bilim kurgu bazen geçmişi de kurgulayabilir. Bilim kurgu kitap, sanat eserleri, televizyon, film, bilgisayar oyunları, tiyatro eserleri ve diğer kitle iletişim araçlarında bulunabilir. Yapısal ve pazarlama bağlamında bilimkurgu güncel gerçeklik içinde bulunmayacak kurgusal öğeler içeren yaratıcı çalışmaları tanımlamak için kullanılabilir. Bu tanımlama fantastik, korku ve ilgili türleri de içerir.

Bilim kurgu eserlerinin fantastik eserlerden farkı hikâye kapsamındaki kurgusal öğelerin çoklukla doğa kanunları üzerine yapılmış bilimsel önermeler ya da ispatlar dâhilinde olası olmasıdır (yine de hikâyedeki bazı öğeler hala tamamen yaratıcı kurgulardan ibarettir). Böylesi farklılıkların sonuçlarını keşfetmek bilimkurgunun, onu "fikirlerin edebiyatı yapan geleneksel amacıdır. Bilim kurgu çoklukla, bilinen gerçekliğe aykırı kurgulamalar içindeki alternatif olasılıklar hakkında eğlendirici ve rasyonel olarak yazmak üzerine kuruludur.

Bu kurgulamalar:
• Gelecek, alternatif zaman dilimleri, ya da bilinen tarih ve arkeolojik kayıtlarla çelişen geçmiş zaman kurgulamaları.
• Dış uzay, diğer dünyalar, ya da uzaylılar içeren kurgulamalardır.
• Bilinen doğa yasalarına aykırı teknoloji ve bilimsel kurallar içeren hikâyeler
Zamanda yolculuk ya da psiyonik, nanoteknoloji gibi yeni teknolojiler, ışık hızı üzerinde seyahat, robotlar, ya da yeni politik ya da sosyal sistemler (örnek: bir distopya) gibi yeni bilimsel kuralların keşfi ya da uygulanmasını içeren hikâyeler olabilir.

Bilim kurgu çok çeşitli alt türleri ve temaları içerdiğinden tanımını yapmak zordur.
Yazar ve editör Damon Knight "bilimkurgu söylediğimiz zaman gösterdiğimiz şeydir demiştir. Yazar Mark C. Glassy tarafından yapılan bir tanımlama bilimkurgu tanımını pornografiye benzetir:"onun ne olduğunu bilmezsiniz ama onu görünce tanırsınız. Vladimir Nabokov eğer tanımlamalarımızı çok dikkatli yaparsak William Shakespeare'in The Tempest adlı oyununun bilimkurgu olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir.

Bilim kurgu yazarı Robert A. Heinlein'e göre bilimkurgunun kısa ve kullanışlı bir tanımı: "gelecekteki olası olaylar hakkında, tamamen, gerçek dünya, geçmiş ve gelecek ile ilgili yeterli bilgiye, doğa ve bilimsel yöntemin tam olarak anlaşılmasına dayalı gerçekçi kurgular”dır. Rod Serling'in tanımı şöyledir: "Fantastik imkânsız'ın olası yapılmasıdır. Bilim kurgu ise olanaksız'ın mümkün kılınmasıdır. Lester Del Rey ise şöyle yazar: " Sadık bir hayranı bile bilimkurgunun ne olduğunu açıklamakta zorlanır, tam ve tatminkâr bir açıklamasının olmaması ise bilimkurgunun kolayca tanımlanabilecek sınırlarının olmamasındandır.

Forrest J. Ackerman 1954 yılında ilk olarak "sci-fi" (kısaltma: science fiction) terimini kullanmıştır. Bilim kurgu popüler kültüre girdikçe bu alanda aktif olan yazarlar ve bilimkurgu hayranları bu terimi düşük bütçeli, düşük teknolojili ve kalitesiz filmlerle özdeşleştirmişlerdir.

1970’lerde Terry Carr ve Damon Knight gibi bilimkurgu eleştirmenleri "sci-fi" terimini çalıntı ve kalitesiz çalışmaları gerçek bilimkurgu eserlerinden ayırt etmek için kullanıyorlardı.1978 civarında Susan Wood ve diğerleri terimin İngilizcedeki telaffuzundan esinlenerek skiffy kelimesini türettiler. Peter Nicholls bilimkurgu yazar ve okurları arasındaki yaygın tercihin "SF" (ya da "sf") kısaltmasını kullanmak olduğunu yazar. David Langford'un aylık fanzini Ansible'da, "Diğerlerinin Bizi Gördüğü Gibi..." adında, bilimkurgu türü dışındaki insanların bilimkurguyu aşağılamak için kullandıkları sayısız "sci-fi" örneklerini sunan düzenli bir köşe vardır.

Tarihçe

İlk bilimkurgu eserleri olarak 2. yy'da Lucian'ın True History’si,1001 Gece Masalları’ndaki bazı hikayeler, 10.yy'da The Tale of the Bamboo Cutter, 13yy'da Ibn al-Nafis 'in Theologus Autodidactus’u,Cyrano de Bergerac'ın Voyage de la Terre à la Lune 'u ve 17. yy'da Des états de la Lune et du Soleil görülmesine rağmen dünyayı kurgu ve hikâyecilik vasıtasıyla anlama konusunda bilimkurgunun öncelleri mitolojiye dayanır. Akıl çağı ve modern bilimin gelişmesini takiben Voltaire 'in Micromégas 'ı, Jonathan Swift 'in Gulliver'in Seyahatleri ve Kepler 'in Somnium 'u ilk gerçek bilimkurgu örneklerindendir. Somnium Carl Sagan ve Isaac Asimov tarafından ilk bilimkurgu hikâyesi olarak gösterilir. Aya yapılan bir yolculuğu ve oradan dünyanın hareketinin nasıl göründüğünü anlatır.

18. yy'da roman'ın bir edebiyat türü olarak gelişmesini takiben, 19. yy başlarında Mary Shelley 'in kitapları Frankenstein ve The Last Man bilimkurgu roman formunun tanımlanmasına yardımcı olmuştur, ardından Edgar Allan Poe aya seyahat ile ilgili bir hikâye yazmıştır. 19. yy boyunca daha başka örnekler de ortaya çıkmıştır. Elektrik, telgraf ve yeni ulaşım teknolojilerinin doğuşuyla birlikte Jules Verne ve H. G. Wells gibi yazarlar bilimkurgu camiasında yaygın kabul gören yeni bir tür yaratmıştır. Bu tür 19. yy sonlarında Britanya'da "bilimsel macera" olarak adlandırılır. Edwin Abbott 'un 1884 te yayınladığı Flatland: A Romance of Many Dimensions gibi örneklerle bu tür çeşitlendi. "Bilimsel macera" terimi 20. yy başlarına kadar Olaf Stapledon gibi yazarlarca kullanılmaya devam etti.




Isaac Asimov

20. yy başlarında ortaya çıkan ucuz bilimkurgu dergileri çoğunluğu Amerikalı olan ve Amazing Stories dergisinin kurucusu Hugo Gernsback ten etkilenen yeni bir yazar kuşağının doğmasına yardım etti. 1930'ların sonlarında John W. Campbell'in Astounding Science Fiction dergisinin editörlüğüne gelmesiyle birlikte New York City'de Futurians adıyla anılan, içlerinde Isaac Asimov, Damon Knight, Donald A. Wollheim, Frederik Pohl, James Blish, Judith Merril gibi isimlerin de bulunduğu büyük bir yazar kitlesi oluştu.Bu dönemin diğer tanınmış yazarları Robert A. Heinlein, Arthur C. Clarke, A. E. van Vogt ve Stanislaw Lem dir.Campbell'in Astounding 'in başında bulunduğu dönem bilimkurgu'nun altın çağı olarak kabul edilir. Bu dönemin karakteristik özelliği bilimsel başarılar ve gelişmeyi öven katı bilimkurgu hikâyeleridir. Bu dönem savaş sonrası teknolojik ilerlemelere kadar sürmüştür, sonrasında Pohl'ün yönetimindeki Galaxy gibi dergiler ve yeni bir yazarlar kuşağı Campbell tarzının dışında eserler vermeye başladılar.

1950'lerde Beat kuşağı içinde William S. Burroughs gibi kurgusal yazarlar bulunuyordu. 1960'lar ve 1970'lerin başında Frank Herbert, Samuel R. Delany, Roger Zelazny, Harlan Ellison gibi yazarlar yeni eğilimler, fikirler ve yazı stilleri keşfettiler, bu sırada çoğunluğu Britanyalı bir grup yazar da New Wave olarak adlandırılıyordu.1970'lerde Larry Niven ve Poul Anderson gibi yazarlar katı bilimkurguyu yeniden tanımlamaya başladılar. Ursula K. Le Guin ve diğerleri de sosyal bilimkurgu tarzına öncülük ettiler.

1980'lerde William Gibson gibi cyberpunk yazarları geleneksel optimizm'den ayrılıp geleneksel bilimkurgu'nun ilerlemesini desteklediler. Star Wars bilimsel doğruluktan daha fazla hikâye ve karakterlere odaklanarak uzay operası tarzına yeni bir ilgi oluşmasına yardımcı oldu. C. J. Cherryh'nin uzaylılar ve komplike bilimsel mücadeleler üzerine detaylı araştırmaları belirli bir yazar gubunu etkiledi. Çevresel sorunlar, küresel ağ ve genişleyen bilgi evreninin etkileri, biyoteknoloji ve nanoteknoloji ile ilgili sorular, Soğuk Savaş'ın ardından kıtlık sonrası toplumlarına oluşan ilgi gibi konular 1990'larda ortaya çıkmış temalardandır; Neal Stephenson'un The Diamond Age adlı eseri bu konuları kapsamlı olarak inceler. Lois McMaster Bujold'un Vorkosigan romanları karakter odaklı hikâyeleri yeniden ön plana çıkardı. Star Trek: The Next Generation adlı televizyon dizisi, içlerinde en çok tutulanı Babylon 5 olan bir bilimkurgu dizileri furyası başlattı. Hızlı teknolojik ilerlemenin yarattığı kaygılar ilk kez Vernor Vinge'in romanı Marooned in Realtime ile popüler olan teknolojik yalnızlık kavramı etrafında şekillendi ve diğer yazarlarca da kullanıldı.

Yeni fikirler

Bilimkurgu bir yandan gelişmeyi ve gelecekteki teknolojileri eleştirirken, bir yandan da yeni fikirler ve yeni teknolojiler oluşturur. Bu konu bilimsel çevrelerden ziyade edebi ve sosyolojik olarak tartışılmıştır. Sinema ve medya kuramcısı Vivian Sobchack bilimkurgu filmi ile teknolojik hayal gücü arasındaki diyalogu dikkatle gözden geçirir. Teknoloji sanatçıların kurgusal konuları betimlemesine etki etmez ancak kurgusal dünya hayal gücünü genişleterek bilime katkıda bulunur.

Bilimkurgu'nun ilk yıllarında Arthur C. Clarke gibi yazarlarla daha yaygın olmakla birlikte, Michael Crichton gibi yeni yazarlar hâlihazırda olanaksız olan teknolojileri gerçeklenmeye çok yaklaştıracak yollar bulabilmektedir. Nanoteknoloji alanında bu, Ottawa Üniversitesi profesörü José Lopez'in "Bridging the Gaps: Science Fiction in Nanotechnology" adlı makalesinde belgelenmiştir. Lopez, kurgusal evrenlerin teorik önermeleriyle bilimsel nanoteknoloji operasyonlarını ilişkilendirmiştir.

Alt türler

Yazarlar ve film yapımcıları geniş bir fikirler yelpazesinde eserler verirler ancak pazarlamacılar ve sanat eleştirmenleri bu edebi ve görsel çalışmaları farklı kategorilere ya da türler ve alt-türlere ayırmak eğilimindedirler. Bazı çalışmalar birden fazla tanımlanmış türe tekabül ettiğinden, diğerleri tanımlanmış türlerin dışında ya da arasında kalabildiğinden, ayrıca pazarlamacıların tür tanımlamaları ile edebi eleştirmenlerinki arasında ciddi farklılıklar olmasından ötürü, bu işlem pek kolay olmamaktadır.

Katı bilimkurgu

Katı bilimkurgu(İngilizce: Hard "SF")' nun karakteristik özellikleri, fizik, astrofizik, kimya gibi ölçülebilir bilimlerin eksiksiz detaylarına sıkı biçimde bağlı olması ya da daha ileri teknolojilerin olası kıldığı evrenleri titizlikle betimlemesidir. Gelecek üzerine yapılmış doğru öngörülerin pek çoğu katı bilimkurgu alt-türünden gelmekle birlikte çok sayıda yanlış öngörü de ortaya çıkmıştır. Örneğin Arthur C. Clarke, sabit yörüngeli iletişim uydularını doğrulukla öngörmesine rağmen "ay kraterlerindeki derin aytozu katmanları" öngörüsünde yanılmıştır. Gregory Benford, Geoffrey A. Landis gibi bazı katı bilimkurgu yazarları aynı zamanda birer bilim insanıdırlar. Rudy Rucker ve Vernor Vinge ise yazarlığın yanı sıra matematikçidirler. Hal Clement, Larry Niven, Robert J. Sawyer ve Stephen Baxter bu alt-türün diğer kayda değer yazarlarıdır.

Sosyal bilimkurgu

"Sosyal bilimkurgu" terimi psikoloji, ekonomi, politik bilimler, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimleri esas alan çalışmaları tanımlamak için kullanılabilir. Bu alandaki kayda değer yazarlar arasında Ursula K. Le Guin ve Philip K. Dick sayılabilir. Terim öncelikli olarak karakterler ve duygular üzerine odaklanan hikâyeleri tanımlar. SFWA Büyük Ustası Ray Bradbury bu sanatın tanınmış bir üstadıdır. Bazı yazarlar katı bilimkurgu ve sosyal bilimkurgu arasındaki sınırı bulanıklaştırmışlardır. Ütopya ve distopya hikâyeleri sosyal bilimkurgunun dallarıdır; The Handmaid's Tale, BinDokuzyüzSeksenDört ve Brave New World gibi hikâyeler sosyal bilimkurgu örnekleri arasındadır. Gulliver'in Seyahatleri gibi fantastik ortamlarda geçen hicivsel romanlar yaratıcı kurgulamalar olarak kabul edilebilir.

Cyberpunk

Cyberpunk türü 1980'lerin başında ortaya çıkmıştır; "sibernetik"(İngilizce: cybernetics) ve "punk" kelimelerinin bileşimidir ve ilk olarak yazar Bruce Bethke'nin Amazing Science Fiction Stories dergisinin Kasım 1983 sayısında yayınlanan "Cyberpunk" adlı kısa öyküsüyle keşfedilmiştir. Daha sonra William Gibson'ın siber uzayı tanımladığına inanılan kitabı Neuromancer ile rafine edilmiştir. Zaman dilimi genellikle yakın gelecektir ve ortam da genellikle distopyandır. Cyberpunk'ın yaygın temaları içinde bilgi teknolojilerindeki gelişmeler, özellikle İnternet (ya da siber uzay) ve şirketlerin devletlerden daha etkin olduğu demokrasi ötesi toplumsal kontrol sistemleri sayılabilir. Nihilizm, post-modernizm ve kara film teknikleri yaygın olarak kullanılır ve lider karakterler memnuniyetsiz ya da isyankâr anti-kahramanlar olabilir. Bu türün kayda değer yazarları William Gibson, Bruce Sterling, Alfred Bester ve Pat Cadigan'dır. James O'Ehley 1982 yapımı Blade Runner filmini görsel cyberpunk türüne kesin bir örnek olarak gösterir.

Zamanda yolculuk

Zamanda yolculuk hikâyelerinin öncellerini 18. ve 19. yy'larda görebiliriz. Bu alt-tür H. G. Wells'in Zaman Makinası romanıyla popüler olmuştur. Bu türdeki hikâyeler büyükbaba paradoksu gibi mantıksal sorunlar yüzünden oldukça komplikedir. Zamanda yolculuk, romanlarda ve gerek genel temalı televizyon dizilerinin içinde tek bölüm olarak (örnek: Uzay Yolu dizisi "Sonsuzluğun Kıyısındaki Şehir" bölümü), gerekse ayrı yapım olarak (örnek:The Flipside of Dominick Hide) oldukça yaygın olarak kullanılan bir konudur.

Alternatif tarih

Alternatif tarih hikâyeleri tarihsel olayların farklı biçimde gerçekleşmesi önermesi üzerine kuruludur. Bu hikâyeler geçmişi değiştirmek için zaman yolculuğunu kullanabilir, ya da basitçe bizimkinden farklı tarihe sahip bir evren kurabilir. Türün klasikleri arasında Ward Moore'un Amerikan İç Savaşını Güneylilerin kazandığı Bring the Jubilee si, II. Dünya Savaşını Almanya ve Japonya'nın kazandığı Philip K. Dick'in The Man in the High Castle ı sayılabilir. Adını Murray Leinster'in erken dönem hikâyesi Sidewise in Time dan alan Sidewise Alternatif Tarih Ödülü bu alt-türün en iyilerini belirler. Harry Turtledove bu alt-türün en önde gelen yazarlarındandır ve kendisinden sıklıkla "alternatif tarihin ustası" olarak bahsedilir.

Askeri bilimkurgu

Askeri bilimkurgu ulusal, gezegenler arası, ya da evrenler arası silahlı güçlerin çatışması üzerine kurulur; öncelikli karakterler genellikle askerlerdir. Hikâyeler askeri teknoloji ile ilgili detaylar, prosedürler, törenler ve askeri tarih içerir; askeri hikâyeler tarihsel çatışmalarla paralellik ihtiva edebilir. Gordon Dickson'un Dorsai romanları ve Heinlein'in Yıldızgemisi Askerleri erken dönem örnekleridir. Joe Haldeman'ın The Forever War adlı eseri erken yazarların II. Dünya Savaşı dönemi hikâyelerine Vietnam Savaşı dönemi ile verdiği eleştirel bir cevaptır. Önde gelen askeri bilimkurgu yazarları David Drake, David Weber ve S. M. Stirling'dir. Baen Books yayınevi askeri bilimkurgu yazarlarını yetiştirmesiyle tanınır.

İnsanüstü varlıklar

İnsanüstü varlıklarla ilgili hikâyeler normalin dışında kabiliyetleri olan canlıların ortaya çıkmasını konu alır. Bu durum Olaf Stapledon'un Odd John adlı romanında olduğu gibi doğal nedenlerden, ya da A.E. Van Vogt'un romanı Slan da olduğu gibi kasıtlı denemelerle ortaya çıkabilir. Bu hikâyeler genellikle bu varlıkların yaşadığı yabancılaşma ve toplumun bu varlıklara olan tepkisine odaklıdır. Bu alt-tür gerçek yaşamda insan çoğaltılması konusunun tartışılmasında rol oynamıştır.

Dünyanın Sonu

Mahşer kurgusu nükleer savaş, salgın hastalıklar ya da diğer afetler sonucunda uygarlığın sonunun gelmesini ya da afetler sonrası dünyanın durumunu konu alır. George R. Stewart'ın Earth Abides ve Pat Frank'ın Alas, Babylon romanları türün tipik örnekleridir. Mahşer kurgusu genelde afetin oluşu ve hemen sonrasıyla ilgilenirken mahşer sonrası kurgulamalar Cormac McCarthy'nin Yol undaki gibi yakın dönemi ya da Russell Hoban'ın Riddley Walker romanında olduğu gibi afetin oluşundan yüzyıllar sonrasını anlatabilir.

Uzay operası

Uzay operası kısmen ya da tamamen uzayda geçen ve güçlü (bazen de hayali) teknoloji ve kabiliyetlere sahip rakipler arasındaki çatışmayı da içeren romantik hikâyeler, çoklukla melodramatik maceralardır. Uzay operasının en önemli özelliği ortam, karakterler, savaşlar, güçler ve temaların çok büyük ölçekli olma eğilimidir. Bu hikâyeler tipik olarak Homer'ci geleneği takip ederler:" küçük bir maceracı grup, kendi güçleriyle kıyaslanamayacak büyüklükteki savaşçı güçlere karşı mücadele verir". Alastair Reynolds'un Revelation Space serisi ve çok popüler olan Star Wars üçlemeleri bu türün örnekleridir.

Uzay Westerni

Uzay westerni ABD'li western hikâyelerini fütüristik uzay arka planında sunmasıyla aslında Uzay Operası'nın bir alt türü olarak değerlendirilebilir. Bu hikâyeler tipik olarak yeni kolonize edilmiş ve Amerikan Vahşi Batısında olduğu gibi ekonomik gelişme ve kanunsuzluğun hüküm sürdüğü zeminlerde kurulu öncü yerleşimleri konu alır. Joss Whedon'un Firefly TV serisi ve devam filmi Serenity bu türün örnekleridir.

Diğer alt türler

• Feminist bilimkurgu - Feminist bilimkurgu, toplumun erkek için oluşturduğu roller, kadın ile erkeğin siyasi ve kişisel güçleri arasındaki rol değişimleri gibi sorular ortaya atar. En kayda değer bazı feminist bilimkurgu çalışmaları cinsiyet farklarının olmadığı ütopik toplumlar, ya da erkek egemenliğinin had safhada olduğu distopyalar kurgulayarak bu temaları işlemiştir.

• New Wave - New Wave terimi hem form hem de içerik olarak yüksek derecede deneyselliğe ve dayanan, ince bir zevk ve özbilinçle yazınsal ya da sanatsal duyarlılığı olan bilimkurgu çalışmalarını tanımlamak için kullanılmaktadır.

• Steampunk buhar gücünün hala yaygın olarak kullanıldığı, 19. yy ya da sıklıkla Viktorya Dönemi İngilteresinde geçen fakat H. G. Wells ve Jules Verne in çalışmalarında olduğu gibi kurgusal teknolojiler ya da bilgisayarın erken dönemde icadı gibi gerçek teknolojik yenilikler de içeren bir kurgulama türüdür.

Bilim kurgu bir sanat türü olarak çok daha önceleri var olduğu halde, adına kavuşması için 50'li yıllarda bu şekilde adlandırmasını beklemiştir.

İlgili türler:

Teorik kurgu, fantastik edebiyat ve korku

Teorik kurgu, bilimkurgu, fantastik, alternatif tarih(herhangi bir bilimsel ya da fütüristük öğe içermeyebilir) ve hatta Jorge Luis Borges ve John Barth'ın eserlerinde olduğu gibi fantastik öğeler içeren yazınsal eserleri de içine alan geniş bir alandır. Bazı editörler büyülü gerçekçiliği de teorik kurgu türüne katarlar.

Fantastik Edebiyat:

Fantastik edebiyat bilimkurgu ile yakından ilişkilidir. Pek çok yazar her iki türde de eserler vermiştir, hatta Anne McCaffrey ve Marion Zimmer Bradley gibi yazarların iki türün ortasına denk düşen eserleri de vardır. Yazarların kurduğu profesyonel organizasyonun adı "Science Fiction and Fantasy Writers of America" (SFWA), yani "Amerikan Bilimkurgu ve Fantastik Edebiyat Yazarları Birliği"'dir.

Bilimkurgu kongreleri fantastik edebiyat konularını düzenli olarak gündemlerine alırlar. J. K. Rowling gibi fantastik edebiyat yazarları bilimkurgu alanındaki en büyük ödül Hugo Ödülüne layık görülmüştür. Bazı çalışmalar alt-türler arasında kesin sınırlar çizmenin ne kadar zor olduğunu göstermesine rağmen yazarlar ve okuyucular çoğunlukla fantastik edebiyat ve bilimkurguyu birbirinden ayırırlar. Genel anlamda bilimkurgu bir gün gerçekleşme olasılığı olan şeyleri anlatırken fantastik edebiyat özünde olanaksız olan şeylerden bahseder. Büyü ve mitoloji fantastik edebiyatın popüler konularıdır. Bazı öyküler aslında bilimkurgu türünde olmasına rağmen fantastik öğeler içerir. Bilimsel fantezi terimi zaman zaman bu tür çalışmaları anlatmak için kullanılır.

Korku Edebiyatı

Korku edebiyatı doğa dışı ve doğaüstü üzerine kuruludur. Amacı okuyucuyu zaman zaman şiddet tasvirleri kullanarak rahatsız etmek ya da korkutmaktır. Tarihsel olarak olağandışı edebiyat olarak ta bilinmektedir. Korku edebiyatı resmen bilimkurgu'nun bir dalı olmamakla birlikte pek çok korku eseri bilimkurgu öğesi içerir. Mary Shelley'in Frankenstein romanı, canavarın yaratılması bilim-kurgusal bir temelde olduğundan, tam anlamıyla ilk bilimkurgu çalışması olarak tanınır. Edgar Allan Poe'nun çalışmaları da bilimkurgu ve korku türlerinin tanımlanmasına yardımcı olmuştur. Günümüzde korku edebiyatı korku filmlerinin en popüler kategorilerindendir.

Gizemci Edebiyat

Bilim kurgu baskın temadır, ancak güncel gerçekliğe dayanır. Orta edebiyat türü sayılabilir. Tom Clancy veya Michael Crichton'un romanları gibi pek çok korku eseri ya da James Bond filmleri bu türe dâhil edilebilir. Kurt Vonnegut, Philip K. Dick, Stanisław Lem gibi yazarların modernist çalışmaları güncel gerçekliğe kurgusal ya da varoluşçu yaklaşımlarıyla bilimkurgu ve gizemcilik arasındaki sınırdadırlar. Robert J. Sawyer'a göre "Bilim kurgu ve gizemcilik arasında büyük bir uzlaşma vardır. İkisi de bulmaca çözmeyi teşvik eder ve akla yatkın hikâyeler gerektirirler." Isaac Asimov, Walter Mosley ve diğer yazarlar bilimkurgu eserlerinde gizemci öğelere yer vermiş ya da tam tersine gizemci eserlerinde bilimkurgu öğelerine yer vermiştir.

Süperkahraman Edebiyatı

Süperkahraman edebiyat türünün karakteristik özelliği, normalin çok üzerinde yetenek ve güçleri olan varlıkların isteyerek ya da zorunluluktan dolayı bir ülke ya da evrendeki insanlara doğal ya da süper-güçlü tehditlerin bertaraf edilmesinde yardım etmeleridir. Pekçok süperkahraman karakteri isteyerek ya da kazara kendilerini ileri teknolojiler, yabancı dünyalar, zamanda ya da boyutlar arasında yolculuk gibi öğeler içeren bilimkurgusal ya da gerçek olayların içinde bulurlar, fakat bilimsel akla yatkınlık oranı gerçek bilimkurguya göre düşüktür. Bu türün yazarları arasında Stan Lee (Örümcek Adam, Fantastik Dörtlü, X-Men ve Hulk'un yaratıcılarından); Marvel Comics için Blade i ve DC Comics için The New Teen Titans 'ı yaratan Marv Wolfman, Uzay Yolu, Smallville TV serisi Örümcek Adam ve X-Men romanlarıyla Dean Wesley Smith ve Supermen in yazarları Roger Stern ve Elliot S. Maggin sayılabilir.

Camia ve Hayran Toplulukları

Bilim kurgu hayranlarının oluşturduğu topluluk bir edebiyat ve fikir camiasıdır. Yeni fikirlerin toplumun geniş kitlelerine yayılmadan önce ortaya çıkıp geliştiği bir kültür ortamıdır. Bu camianın üyeleri bilimkurgu fanları olarak bilinir. Bu kitle birbirleriyle bilimkurgu kongreleri ve kulüpleri, yazılı ve sanal fanzin ler, internet siteleri, adres listeleri ya da diğer vasıtalarla sürekli olarak temas halindedirler.

Bilim kurgu hayranları topluluğu Amazing Stories dergisindeki Mektuplar köşesinden ortaya çıkmıştır. Kısa süre içinde bilimkurgu hayranları birbirlerine mektuplar yazmaya, fanzin olarak bilinmeye başlanan gayri resmi yayınlarda görüşlerini paylaşmaya başladılar. Düzenli irtibat kurulduktan sonra bilimkurgu fanları birbirleriyle tanışmak istediler ve yerel kulüpler kuruldu. 1930'larda ilk bilimkurgu kongresi geniş bir bölgedeki bilimkurgu fanlarını bir araya getirdi. Internet ortaya çıkıp daha geniş kitleler arasında iletişim kurulana dek kongreler, kulüpler ve fanzinler bilimkurgu hayranlarının yoğunluklu aktivite türleri olarak kaldı.

Ödüller

Bilimkurgu dünyasının en saygı duyulan ödülleri Dünya Bilim Kurgu Cemiyeti' nin dağıttığı Hugo Ödülü ve SFWA'nın dağıttığı Nebula Ödülü’dür. Bilimkurgu sinemasının kayda değer bir ödülü ise Saturn Ödülü dür. Her yıl Bilim Kurgu, Fantazi ve Korku Filmleri Akademisi tarafından dağıtılır.

Kanada'daki Aurora Ödülü gibi ulusal ödüller, Orycon'da dağıtılan ve Kuzey Batı Pasifik'ten gelen çalışmalara verilen Endeavour Ödülü gibi bölgesel ödüller Chesley Ödülü gibi özel ilgi alanlarının ya da alt-türlerin değerlendirildiği ödüller de vardır. Lotus Ödülü gibi, dergilerin yaptığı okuyucu oylamaları sonucunda dağıtılan ödüller de mevcuttur.

Kongreler, kulüpler ve organizasyonlar:


Pamela Dean reading Minicon da

Dünyanın çeşitli şehirlerinde düzenli olarak yerel, bölgesel, ulusal ya da uluslararası katılımlı bilimkurgu kongreleri gerçekleştirilir. Genel ilgi alanlı kongrelerde bilimkurgu'nun tüm konuları işlenirken diğer kongreler ise medya hayranlığı, filking, vs., gibi özel ilgi alanlarına odaklıdır. Medyaya yönelik pek çok aktivite ticari sponsorlar tarafından organize edilmekle birlikte kongrelerin çoğu kar amacı gütmeyen organizasyonların gönüllü çalışmaları ile gerçekleştirilir. Kongre aktiviteleri "program" olarak adlandırılır. Bunlar paneller, okuma ve imza seansları, maskeli balolar ve diğer etkinlikler olabilir. Kongre boyunca sürekli olarak gerçekleştirilen satış stantları, sanat gösterileri, ikram ve ağırlama salonları gibi aktiviteler programın parçası değildir.

Kongreler ödül törenlerine ev sahipliği de yapabilir, örneğin Hugo Ödülü her yıl Worldcon kongresinde sahibini bulur. Bilimkurgu kulüpleri, yıl boyunca bilimkurgu fanları için çeşitli aktiviteler düzenlerler. Bunlar devam eden bilimkurgu kongreleri ile bağlantılı ya da düzenli kulüp toplantıları şeklinde olabilir. Pekçok grup kütüphanelerde, üniversitelerde, halk merkezlerinde, pub ve restoranlarda ya da üyelerin evlerinde toplanırlar. New England Bilim Kurgu Derneği ve Los Angeles Bilim ve Fantezi Cemiyeti gibi köklü grupların toplantılar ve kongre malzemeleri ile araştırma materyallerini depolamak için kullandıkları kulüp binaları vardır.

Amerikan Bilimkurgu ve Fantastik Edebiyat Yazarları Birliği (SFWA), 1965 yılında Damon Knight tarafından profesyonel bilimkurgu yazarları camiasına hizmet için kar amacı gütmeyen bir organizasyon olarak kurulmuştur. Hayran topluluğu media fandom, Society for Creative Anachronism,gamer(ya da gaming), filker(ya da filking) ve furry fandom gibi ilgili grupların doğuşuna yardımcı olmuştur.

Fanzinler ve internet ortamındaki fan kulüpleri

İlk bilimkurgu fanzini "The Comet" 1930 yılında yayınlandı. Fanzin basım teknikleri yıllar geçtikçe hektograf, mimograf ve ditto makinesinden modern fotokopi ye dönüştü. Üyelik potansiyeli modern basım tekniklerinin kullanılması için çoğunlukla yeterli olmamaktadır. Modern fanzinler bilgisayar yazıcısı çıktısı olarak basılmakta, yerel fotokopi merkezlerinde çoğaltılmakta ya da sadece e-mail ile gönderilmektedir. Günümüzde en iyi bilinen fanzin David Langford tarafından yayımlanan pekçok Hugo ödülü almış Ansible’dır.

Diğer ödüllü fanzinler arasında File 770, Mimosa, ve Plokta sayılabilir. Fanzinler için yazan Brad W. Foster, Teddy Harvia and Joe Mayhew gibi yazarlar bu alanda öne çıkmışlardır. Hugo ödüllerinin içinde de "En iyi Fanzin yazarı" adında bir kategori vardır. En eski sanal fan kulübü SF Lovers ilk başta bir adres listesine text olarak düzenli gönderilmeye başlamıştır. 1980'lerde Usenet grupları sanal fan zincirini büyük oranda genişletti. 1990'larda Küresel Internet ağının gelişmesi bilimkurgu fanlarının sayısını dünya çapında binlerden milyonlara çıkardı. Bu konuda binlerce web sitesi kuruldu. Bunların çoğu küçük ve dar kapsamlı olmakla birlikte SF Site gibi bazı siteler geniş bir içeriğe sahiptir.

Fan edebiyatı

"Fan edebiyatı" terimi bilimkurgu hayranları tarafından yaratılan, kar amacı olmayan, kitap, film ya da televizyon serileri için Kullanılır. Terimin modern anlamı 1970'lerden önceki "bilimkurgu fanatiklerinin fanzin'lerde yayımlanan öyküleri" anlamı ile karıştırılmamalıdır. Walt Willis'in Goon hikâyeleri bu türe bir örnektir. Son yıllarda bilimkurgusal evrenlerin işbirliğiyle oluşturulmasını teşvik eden Orion's Arm, Galaxiki gibi siteler ortaya çıkmıştır. Zaman zaman bilimkurgu eserlerinin telif hakkı sahipleri bilimkurgu fanlarına yaptıkları işe son vermeleri için avukatları aracılığıyla yasal uyarılar göndermişlerdir.

Bilim kurgu araştırmaları

Bilimkurgu araştırmaları, bilimkurgu eserleri, filmler ve yeni medya türleri üzerine yapılan kritik değerlendirmeler, yorumlar, tartışmalar, fan kulüpleri ve fan edebiyatını kapsar. Bilimkurgu araştırmacıları bilimkurguyu ve bilimkurgunun bilim, teknoloji, politika ve kültür ile ilişkilerini kapsamlı bir araştırma konusu olarak alırlar. Bilimkurgu araştırmalarının tarihi 20. yy başlarına dayanmasına rağmen Extrapolation (1959), Foundation - The International Review of Science Fiction (1972), Science-Fiction Studies (1973) gibi akademik yayınlar ve 1970'lerde kurulan Bilim Kurgu Araştırmaları Birliği, Bilim Kurgu Vakfı gibi kurumlar sayesinde ayrı bir disiplin olarak tanımlanmıştır.

1970'lerde bu alan bilimkurgu akademisyenleri ile bağlantılı pekçok yeni dergi, organizasyon ve konferans ve Liverpool ile Kansas üniversitelerinin açtığı akademik bilimkurgu programlarıyla ciddi oranda büyümüştür.

Ulusal Bilim Vakfı, "Toplumsal Eğilimler ve Toplumsal Algılama" ve "Bilim Kurgu ve Düzmece Bilim" konulu araştırmalar yapmıştır. Bu araştırmalar sonunda varılan bazı sonuçlar şunlardır: "Bilimkurguya olan ilgi insanların bilim konusundaki düşünce ve yaklaşımlarını etkileyebilir... Bir araştırma sonucuna göre bilimkurgu romanlarını tercih etmekle uzay programını desteklemek arasında güçlü bir ilişki vardır... Aynı araştırma sonuçlarına göre bilimkurgu eserleri okuyan öğrenciler diğer öğrencilere göre dünya dışı varlıklar ile temas kurulmasını daha olası ve istenen bir şey olarak görmektedirler (Bainbridge 1982)".

Dünya'da bilimkurgu Tür ve camia olarak çoğunlukla ABD ve Birleşik krallıkta gelişmiş olmasına rağmen bilimkurgu dünya çapında bir olgudur. Bilimkurgu'yu belirli ülkeler ve İngilizce harici dillerde de geliştirme amaçlı organizasyonlar, ülke, dil ya da türe özgü ödüller gibi oldukça yaygındır.


Sovyet pulu, bilimkurgu konulu 1967 serisinden bir örnek.
Avrupa

Almanya ve Avusturya

Tanınmış Alman bilimkurgu yazarları arasında The Carpet Makers ve Eine Billion Dollar kitapları büyük başarı kazanmış olan beş kez Kurd-Laßwitz-Ödülü sahibi Andreas Eschbach, The Swarm adlı kitabında bilimsel korku ve bilimkurgu ögelerini bir mahşer senaryosu ile birleştiren Frank Schätzing sayılabilir. Die Zeit a göre Alman dilinde yazan en önde gelen yazar Avusturyalı Herbert W. Franke'dir.
Alman dilinde yayınlanan tanınmış kitap serisi Perry Rhodan 1961 yılında çıkmıştır. Bugüne kadar satılan bir milyarın üzerinde kopya ile dünyanın en başarılı bilimkurgu kitap serilerindendir.

Türkiye

Çizgi roman alanında, Yalçın Didman'ın Eksi Seksen isimli kitapla başlattığı Ayılı Adam serisi, post-apokaliptik bilim-kurgunun Türkiye'deki en belirgin örneğidir.

Uğur Uludağ'ın yazdığı Üçüncü Türden Yakın İlişkiler, Türkiye'nin ilk bilim-kurgu tiyatro oyunudur. Aynı isimli oyunun devamı olan "Üçüncü Türden yakın İlişkiler 2" ise, dünya tiyatrosunda - sequal anlamdaki ilk devam oyunudur. Her iki oyun da Espri Standartları Enstitüsü Kurumu tarafından 2001-2004 seneleri arasında oynanmıştır. Serinin ilk oyunu Türkiye'de 130.000 kişi tarafından izlenmiştir. Daha sonraları yazar, her iki oyunu birleştirip genişletmek suretiyle aynı isimli bir roman da çıkarmıştır.

Okyanusya-Avustralya:

David G. Hartwell'in belirttiği üzere Avustralya bilimkurgusu pek çok yönden Avustralyalı olmamasına rağmen, bilimkurgu, fantastik ve korku edebiyatı alanlarında uluslararası platformda eserler veren çok sayıda Avustralyalı yazar vardır. Bu durum Avustralya iç pazarının küçük nedeniyle dış satışların çoğu Avustralya kökenli yazar için önemli olmasıyla açıklanabilir.


Yazında bilim kurgu Edebiyatta bilim kurgu türünün tanınmış isimlerinden bazıları şunlardır:

• Jules Verne
• Karel Čapek
• Arthur C. Clarke
• Isaac Asimov
• Frank Herbert
• H.G. Wells
• Yevgeni İvanoviç Zamyatin (Zemyetkin)
• Stanislaw Lem
• Philip K. Dick
• Ursula K. Le Guin
• J. G. Ballard
• Samuel Delany
• Jack Vance
• David Brin
• Thomas Disch
• Robert Sheckley
• Harry Harrison
• John Brunner
• Alexei Panshin
• Poul Anderson
• Robert A. Heinlein
• Kurt Vonnegut Jr.
• Frederik Pohl
• Roger Zelazny
• Bernard Werber
• Brian W. Aldiss
• C. M. Kornbluth
• Eric Frank Russell
• Larry Niven
• Douglas Adams
• Joanna Russ
• Robert Silverberg
• Uğur Uludağ

Sinemada bilim kurgu

Bilim kurgu filmleri listesi
• Yıldız Geçidi
• Metropolis
• Solaris
• İz Sürücü (Stalker)
• 2001 Bir Uzay Efsanesi
• Blade Runner
• Yıldız Savaşları
• Dune
• Maymunlar Cehennemi
• Matrix
• Küp
• Uzay Yolu
• E.T.
• Üçüncü Türden Yakınlaşmalar
• Terminatör, Terminatör 2: Kıyamet Günü & Terminatör 3: Makinelerin Yükselişi
• Kurtuluş Günü (film)
• Yaratık & Yaratık 2
• Dünyalar Savaşı
• Yıldız Gemisi Savaşçıları
• Dünyayı Kurtaran Adam
• Logan's Run
• Otomatik Portakal (film)
• Superman: The Movie
• Çılgın Max
• Yıldız Savaşları: Bölüm IV - Yeni Bir Umut (film)
• Yaratık (film)
• 1984
• Geleceğe Dönüş
• Jurassic Park
• Twelve Monkeys
• The Fifth Element
• Matrix
• Star Wars Episode I: The Phantom Menace
• X-Men
• Spider-Man
• Eternal Sunshine of the Spotless Mind
• I, Robot (film)
• The Hitchhiker's Guide to the Galaxy (film)
• Transformers


Hindiba Çiçeği

Kitapta kahramanın ismi olarak karşımıza çıkan Katniss ya da diğer adıyla Hindiba çiçeği hakkında özet bir bilgi vermek gerekirse;

Hindiba, Nisan ve Mayıs aylarında çayır çimenliklerde rastlanan, sarıçiçekli, çok yıllık, süt taşıyan küçük bitkilerdir. Yapraklar rozet halinde tabanda toplanmış olup, kenarları derin loblu ve dişlidir. Hindibabanın en önemli iki özelliği, safra kesesi ve karaciğer rahatsızlıklarında çok etkili oluşudur. Günde yenilen 5-6 çiçek sapının, kronik karaciğer iltihaplarında hızlı bir iyileşme sağladığı bilinmektedir. Şeker hastalıkları, deri kaşıntıları, egzamalar üzerinde de etkili olduğu söylenmektedir… Ayrıca mide sıvılarını düzene sokması, midede birikmiş maddeleri temizlemesi, safra kesesi taşlarını sökmesi de bitkinin bilinen diğer faydaları arasındadır.

Kitapta Katniss’in oyunlar esnasında ve dışarıda, annesinin bütün 12.Mıntıka halkına şifa dağıtmak için kullandığı ve yüzyıllardır bütün kültürlerde de önemli yeri olan şifalı bitkilerden birkaçı ile Açlık Oyunlarını noktalıyorum…

Her mıntıka için bir bitki/gıda : ))

1. Kereviz: Kereviz dişlerimizi iki yolla korur. Kereviz extra çiğnememizi gerektiren bir yiyecektir bu da ekstradan tükürük salgılamamıza ki bu da çürüklere neden olan bakterileri etkisiz kılmamıza yarar sağlar. Buna ilaveten lifli ya da sert yapıda ki doğal yiyecekler dişetlerine masaj yapar ve diş aralarını temizler.

2. Peynir: Peynir dişleriniz için birden çok yarar sağlar. İlk olarak ağzınızın PH dengesini ayarlamaya yardımcı olur. Aynı zamanda çürüklere karşı koruyup, yeni çürükler olmasını engeller.

3. Yeşil Çay: Yeşil çayda bulunan katesin maddesi ağızdaki bakterilerin yok olmasına yardımcı olurken aynı zamanda kansere karşıda etkili oluyor Dolayısıyla ağız kanserlerine karşıda etkili bir maddedir. Bu madde aynı zamanda kötü ağız kokusuna neden olan bakterileri de ağızdan uzaklaştırmaya yardımcı olur.

4. Kivi: Vitamin C eksikliği dişetlerinizi hassaslaştırabilir, bakterilere karşı daha dirençsizleştirebilir. Bu durumda da periodontal rahatsızlığa yakalanabilirsiniz. Bu durumla karşılamamak için yeterince C vitamini almalısınız ve bunun içinde kiviyi seçebilirsiniz çünkü kivi diğer meyvelere göre daha fazla vitamin C içerir.

5. Maydanoz: Ağız kokusuna neden olan yiyecekleri tükettikten sonra biraz maydanoz çiğnemek hoş bir ağız kokusuna sahip olmanıza yardımcı olacaktır. Bu sayede ise kötü ağız kokusu maydanoz sayesinde hoş bir kokuya dönüşür.

6. Çilek: Çilek dişlere ve dişetlerine iyi gelir. Aynı zamanda diş taşlarından doğal yöntemle kurtulmanın formülünü taşımaktadır. İçinde bulunan çeşitli asitler diş diplerinde biriken taşları eritir. Diş taşlarının oluşumunu engeller.

7. Kuru Yemişler: Kuru yemişler ve çekirdekler dişi kaplayarak bakterilere karşı koruyucu bir tabaka oluşturan doğal yağlar içerirler. Bu yağlar diş minesinin güçlenmesine yardımcı olarak çürümelere karşı daha dayanıklı olmasını sağlar ve çekirdekleri de kalsiyum içerir.

8. Elma: Elmanın kabukla yenilmesinin bir yandan dişlerin kuvvetlenmesini sağlarken bir yandan da içerisindeki maddelerle dişleri temizlediğini aktaran Kazandı, “Elma, havuç gibi meyveleri ısırarak yenilmesini tavsiye ederim” diye ekledi.

9.Abanoz Ağacı: Abanoz, ağacı kaynatılır, elde edilen, su ile gözler pansuman yapılırsa gözlere kuvvet verir, ağacı yakılırsa güzel bir buhar elde edilir.
Abanoz ağacının tozları kaynatılır, elde edilen bu mayiden alınarak bal ile şerbet yapılır içilirse böbrek ve mesanedeki kumları döker, idrarı söktürür.

10.Baldıran: Baldıran kaynatılır, çay gibi içilmeye devam edilirse göğüs ve akciğerde biriken kan, safra ve balgam çıkarır, İdrarı söktürür, böbrek ve mesanedeki kumları eritir. Baldıran göğüs ağrısına, nefes darlığına, öksürüğe karşı çok faydalıdır.

11.Çam Ağacı: Kabukları, sirke ile kaynatılır, gargara yapılırsa diş ağrısını keser; balgamı söker. Yaprakları ezilerek yara üzerine konursa iyileştirir. Kabukları toz yapılır, yaralarda kullanılır.

* Yaprakları ve kabukları kaynatılır, içilirse karaciğer ağrısına karşı faydalıdır. Tohumları müzmin öksürüğü keser.

12.Defne: Defne muhterem bir ağaçtır. Tohumları, balla macun yapılır, kaşık kaşık yenirse her çeşit baş ağrısını kökünden keser. Nefes darlığını, müzmin öksürüğü, karın ağrısını, kuluncu romatizmayı giderir.

Ayşen

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails