Yavaş Adam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yavaş Adam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ağustos 2009 Pazartesi

UTANÇ - J.M.COETZEE



Peyman’ın blogtaki tanıtımından sonra Coetzee’nin Yavaş Adam adlı romanını okumaya karar vermiştim ancak bakındığım kitapçıların hiçbirinde bulamayınca bulduğum Utanç adlı romanı ile yetindim. İyi ki de yetinmişim... Değişik ve sarsıcı bir roman ile karşılaştım.

Kitabın kahramanı David Lurie Cape Town’da bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmakta ve öğrencilerine Byron ve Wordswort’ün şiirlerini konu ederek derslerini vermektedir. Bir gün Melanie Isaacs adlı öğrencisi ile bir ilişkiye girer. Buna ilişki demek açıkçası ne kadar doğrudur bilmiyorum, sanki örtülü bir tecavüzdür bu:

“...Tecavüz değil, tam olarak değil ancak yine de arzulanmayan bir şey, hiç mi hiç arzulanmayan bir şey. Sanki kız her şey olup biterken kendini salıvermeye ve tilkinin ensesini dişlediği bir tavşan gibi kıpırtısız kalmaya karar vermiş. Sanki böyle yaparsa, başına gelecek her şey kendinden uzakta yapılacakmış gibi.”

Bu olayın ardından bir soruşturma açılır, David okuldan ayrılır ve çiftlik hayatı süren kızı Lucy’nin yanına bir süreliğine yaşamaya gider. David Lurie kendisinin sözde suçlu olduğunu kabul eder ama bu olaydan pişmanlık duymamaktadır. Bu durumuna da Lucy ile bu konu hakkında konuşurken içinden şu sözlerle mazeret bulur:

“....Eros’un kölesiydim......Benim bedenimde harekete bir geçen tanrıydı o...”



Ve David olaya bir suç olarak yaklaşmanın çok da doğru olmadığını bir insanın içgüdülerine/ arzularına uydu diye cezalandırılmasını doğaya aykırı bulduğunu, bu nedenle cezalandırılmanın insanın kendi doğasından nefret etme noktasına kadar gidebileceğini ifade eder.

Lucy’nin yanında çiftlik yaşamına ayak uydurmaya çalıştığı sırada yaşananlar gerçekten sarsıcı bir boyutta gelişir. Lucy ve David üç siyahın saldırısına uğrar ve Lucy tecavüze uğrar. Lucy olayı kişisel bir durum olarak algılasa da David’in bu olayı aynı şekilde görmesi mümkün olmaz ve yaşadıklarını sanki kendisinin Melanie’ye yaşattıklarının bir izdüşümü gibi görür ve hesaplaşma günü kaçınılmaz olur. Melanie Isaacs’in babasından özür dilemeye gider. Melanie’nin babası David’e önemli olanın yaptıklarımızdan dolayı üzüntü duymamızın önemli olmadığını söyler ve devam eder:

“.....Sorun üzgün olup olmadığımız değil. Sorun nasıl bir ders aldığımız. Sorun, üzgün olduğumuza göre şimdi ne yapacağımız.”

Artık David Lurie Melanie Isaacs’e yaşattıklarının gölgesinde pek çok şey için utanç duymaktadır sanki. Örneğin Güney Afrika’da o döneme kadar siyahların maruz bırakıldığı zorluklardan. Hatta Lucy’nin yaşadıklarının hesabını sormamasını sanki geçmişte Güney Afrika’da yaşananların kefaretini onun ödeyemeyeceğini söyleyen David için durum değişmiştir. Zira artık David bu durumunu “bir varoluş konumu” olarak kabul etmeye çalışmaktadır.

Her ne kadar David ve özellikle Lucy bu yönetim biçimine doğrudan katkıda bulunmamış olsalar ve desteklememiş olsalar bile sistemin içinde yer alanların da elini taşın altına sokması gereken bir an gelmiştir ve Güney Afrika’da apartheid döneminin sonlanıp siyahlar ve beyazların eşit haklara sahip olmaya başladığı bu dönemde bir zamanlar yaşananlar için beyazlar da utanç duymalı ve özür dilemelidirler.

Ancak bu noktada aklınıza bu durumun başka içler acısı bir durumu daha ortaya çıkardığı, utanç duyulması gereken baskı, şiddet, zulüm ve ayrımcılık tersine döndüğü ve yeni Güney Afrika ortamında başrol oyuncularının değişmiş olmasından başka bir durumun var olmadığı geliyor... Güney Afrika değişmiştir.

Başlangıçta David’in kabul edemediğini Lucy kabul etmekte ve yaşadığı ve yaşayacağı her şeye karşın yeni bir başlangıca hazır olmaya çalışmaktadır. Çiftlikteki eski yardımcısı Petrus’un korumasını kabul etmek, tekrar saldırıya uğramaya korktuğu halde vazgeçip gitmemek konusunda David ile tartışırken Lucy bu fikrini şöyle dile getirmektedir:

“...Belki de kabul etmeyi öğrenmem gereken şey budur. Sıfırdan başlamak. Hiçbirşeyim olmadan. ‘Şunun dışında” demeden’. Hiçbir şeysiz. Ne bir kart, ne bir silah, ne arazi, ne hak, ne onur”

“Bir köpek gibi".

“Evet bir köpek gibi.”




Coetzee’nin kullandığı dil –tabii çevirmene güvenmek zorundayız ama-yalın, basit ve duygu ve düşünceleri doğrudan ifade etmeye yönelik. Ancak romanında alegori sanatını fazlasıyla kullanıyor; hayvanlar ile insanlar arasında sayısız benzerlik kuruyor özellikle de köpekler ile de yapılan benzetmeler dikkat çekici.



Coetzee’nin bu kitabı film haline getirilmiş ve başrolünde benim hayranlık duyup bayıldığım John Malkovich oynamış. Ben filmi seyretme fırsatı bulamadım ama ilk işim İstanbul’a dönünce filmi bulmak ve seyretmek olacak.



Sanırım bir ara Coetzee’den bir kitap daha okuyacağım ki bu çok övülen ve Nobel kazanmasını sağlayan Bay K Nasıl Yaşadı (Life & Times of Mr K) olacak.

Utançlara kayıtsız kalmadan yaşamak dileğiyle...

Sevgiler
Billur

30 Temmuz 2009 Perşembe

YAVAŞ ADAM - J.M. COETZEE

Ilk defa okuduğum bir yazar Coetzee.

Geçenlerde blog’a Delibes’in Duo Des Flores adlı eserinin videosunu eklediğimde bahsetmiştim. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okudum kitabı.

Sade üslubu, karakterlerin tasviri, insan ruhunun dehlizlerini anlatımındaki başarı nedeniyle diğer romanlarını da okumaya karar verdim.


1940 yılında Güney Afrika’nın Cape Town kentinde doğan Coetzee, ailesi 17. y.y’da Güney Afrika’ya gelen ilk Hollandalı göçmenlerdenmiş. Cape Town Üniversitesi’nde matematik ve İngilizce okuduktan sonra 1960’ların başında Londra’ya taşınmış. Bir süre IBM firmasında bilgisayar programcısı olarak çalışmış.

İlk yıllarını 1997 yılında yayımlanan kitabı Boyhood’da, Londra’da geçirdiği dönemle ilgili tecrübelerini de 2002 yılında yayımlanan Youth adlı kitabında anlatmış.

Doktorasını Teksas Üniversitesi’nde yapmış, 1971 yılına kadar New York Eyalet Üniversitesi’nde İngilizce ve Edebiyat dersleri vermiş.

1971 yılında ABD’de kalıcı oturma izni için başvurmuş, ancak Vietnam Savaşı karşıtı protesto faaliyetlerinde adı geçtiğinden bu talebi reddedilmiş.

Sonrasında Güney Afrika’ya dönen Coetzee Cape Town Üniversitesinde ders vermeye başlamış.

2002 yılında emekli olduktan sonra Avustralya’nın Adelaide bölgesine yerleşmiş, 2006yılında Avustralya vatandaşı olmuş.

İki uzun öyküden oluşan ilk romanı Dusklands’de Vietnam’daki Amerikalılar ile Güney Afrika’daki Hollandalı yerleşmeciler arasındaki koşutlukları irdelemiş. Barbarları beklerken adlı romanı, 1980’de Güney Afrika’daki saygın Central News Agency Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş. İngiltere’nin en saygın edebiyat ödülü olan Booker Ödülü’nü ise 1983’te Michael K. Nasıl Yaşadı? adlı romanıyla, 1999’da da Utanç adlı eseri ile iki kez almış.

Coetzee, 2003’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulunmuş.


Yavaş Adam, 60 yaşlarında fotoğrafçı Paul Rayment’ın bisiklet kazası ile başlıyor.

Annesi, babası ve kardeşi ölmüş, eşinden boşandıktan sonra da tek başına yaşamaya başlayan Paul Rayment, kasvetli olarak nitelendirilen büyük siyah mobilyalarla döşenmiş evinde, kendi dağınık dünyasında, ölümünden sonra devlet kütüphanesine bağışlamayı düşündüğü Fauchery orijinal fotoğraf koleksiyonu ve kitapları ile yaşamaktadır.

PR (yazar kitapta da Paul Rayment’ı sık sık bu şekilde adlandırıyor), araba kullanmaz, hep bisiklete biner. Bilgisayarı sadece yazılarını yazmak için kullanır, internete bağlanmak için, search yapmak için veya chatleşmek için kullanmaz. Fotoğraflarını karanlık odada tabetmeyi tercih eder, dijital baskı ise orijinal fotoğraf baskıcılığına yapılan en büyük haksızlıklardan biridir onun için.

Wayne Blight’ın arabasıyla bisikletine çarpmasından sonra bir bacağını dizden itibaren kaybeden PR, hayatının geri kalanını birilerine bağımlı olarak geçirmek durumunda kalmasıyla birlikte sakin kişiliğini de yitirir.

Sosyal hizmetler görevlisi Bayan Putts’un ısrarlarıyla birkaç başarısız bakıcı tecrübesinden sonra, Avustralya’ya Hırvatistan’dan göçmüş olan Marijana doğru kişi olarak PR’a bakmaya başlar.

Marijana evli ve 3 çocuk annesidir.

Yalnızlığa ve kısıtlı harekete mahkum olan Paul, Marijana’ya tutkuyla bağlanır. Onu bir gün bile görmese, evin içinde hareketleri ile yarattığı enerjiyi özlediğini fark eder. Üstelik Marijana’nın fotoğrafını gösterdiği oğlu Drago’yu da hiç sahip olamadığı oğlu yerine koymaya başlar.

Tutkusuna yenik düşmeye başladığı noktada ise, Coetzee’nin daha önceki eserlerinde de ana karakterlerden biri olan yazar Elizabeth Costello çıkar ortaya.

Paul’un akıl hocalığını, yol göstericiliğini üstlenir Costello bu romanda.

Paul, Marijana ve ailesini kanatları altına alıp, hiç doğmamış oğlu yerine koyduğu Drago’nun okul masraflarını üstlenmek ister.

Marijana ve ailesi ise Paul’ün bu ilgisinden rahatsızlık duymaya başlar ve aileyi parçalamaya çalıştığına inanırlar. Marijana, Paul’ün evine gidişlerini seyrekleştirir.

Elizabeth Costello, iki yaşlı insan olarak çok fazla ömürlerinin kalmadığını, son yıllarını yalnızlık içinde geçirmek yerine birbirlerine sırtlarını dayayarak güven içinde geçirmeyi teklif eder.

Kitabı okurken Paul Rayment’ın yalnız yaşlılığını düşündüm. Kendisine bakmaktaki acizliğini, hareketlerindeki kısıtlanmayı, yaşlılığın getirdiği vücut kokusunu anlatışını…

Henüz kendimi konumlandıramadım, daha yapacak çok şeyim olduğundan, oğlumu büyütmek zorunda olduğumdan bilinçaltımın derinliklerine itelediğim bir konu. Ama gözümün önündeki canlı örneklerini, annemi ve babamı düşündüm. Onları gözledim. Koltukta ağrıyan uzuvlarını çaresizce ovalarken, bazen Emre ile yarışacak kadar çocukça davranırken, artık eski enerjilerinin tükenmesi ile hafif kırgın isyanlarını dile getirirken…

Sanırım aşağıdaki satırlar, dile getirilmese bile tüm yaşlıların kafasında yer eden düşünceleri yeterince açıklıyor.

Paul Rayment : “Çocuklarının senin için bir şeyler yapmalarının vakti gelmedi mi?”

Elizabeth Costello: “Çocuklarım çok uzaktalar Paul, engin denizin ötesindeler. Ama sorunun cevabı hayır, çocuklarıma yük olmayı asla istemem. Olmazsa huzurevine giderim. Gerçi orada bana istediğim gibi bakmazlar korkarım.”

Paul Rayment: “Nasıl bir bakım istiyorsun ki? ‘Sevgiyle bakılmak’ mı?

Elizabeth Costello: “Evet, bu zamanda gerçekten zor bulunan bir şey, sevgiyle bakılmak. İnsan sadece iyi bir bakıcıyla yetinmek zorunda kalabiliyor.”

Peyman

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails